BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

3 Haziran 2009 Çarşamba

KOLOMB DA KIZILDERİLİLER DE HAKLI ÇIKTI

KOLOMB DA KIZILDERİLİLER DE HAKLI ÇIKTI Bu sorunun cevabını, 1971 yılında, San Francisco açıklarındaki ünlü Alcatraz adasını 9 ay boyunca işgal edip ellerinde tutan bir grup Kızılderili aktivist, adadaki ünlü hapishanenin dış duvarına kireçle yazdılar: We discovered America (Amerika'yı biz keşfettik)". İspanya Kraliçesi İzabel'in yol verdiği Avrupalı kaşif Christof Columbus ve mahiyetindeki 3 gemi dolusu Avrupalı, 12 Ekim 1492 günü gece yarısını 2 saat geçe, bugünkü Bahamalar içinde kalan bir adaya ayak bastılar. Günün ilk ışıklarıyla, bugün artık Arawak kabilesinden olduklarını bildiğimiz kızılderililer ile karşılaştılar. Yerliler bu garip konuklarına son derece dostça davrandılar. Kolomb'un o güne ait günlüğünde ise, adeta daha sonra yaşanacak yüzyılların işaret fişekleri yer alıyordu; "Onlara söylediğimiz herşeyi hemen tekrar etmelerinin, iyi ve yetenekli hizmetkarlar olabileceklerini gösterdiğini düşünüyorum. Bir dine sahip gözükmüyorlar, bu sebeple de çabuk Hristiyanlaştırılabilirler. Tanrı izin verirse, dönüşte 6 tanesini majestelerine götürmeyi düşünüyorum. Böylece dilimizi de öğrenirler." Yerlilerin, her hangi bir metal silaha sahip olmadıklarına dikkat çeken, Kolomb, "Hepsini sadece 50 adamla hakimiyetime sokup istediğim gibi yönetebilirim" diye yazdı. Sonra da dediklerini yapmaya başladı. Bu tarihten 14 yıl sonra ölen Kolomb, yeni bir kıtaya geldiğini bilmiyordu. Yola çıkış hedefi olan Hindistan'a vardığını sanıyordu ve bundan dolayı da yerlileri "Indian (Hintli)" diye adlandırdı. Kendi tarihini dünya tarihi sanan Avrupalı, Kolomb geldiğinde de buralarda "insanlar" yaşıyor olmasına rağmen, ben merkezci kültürüne yakışır şekilde bu olayı, "Amerika'nın keşfi" diye adlandırdı. Uzunca süredir dünyaya ve tarihe Avrupalının perspektifinden bakan bizimki gibi ülkelerde de ders kitapları, "Amerika'nın keşfi" diye yazdı. Oysa Amerika da bile tarihçiler artık, "Amerika'nın Avrupalılarca keşfi" diye kaydediyor. Bir önceki mektupta Şükran Günügeleneğinin ana kahramanı hindinin, Türklerle eskiye dayanan ahbaplığını özetlemeye çalışmıştım. Kuzey Amerika'ya ilk kez 1607 yılında gelen ilk İngiliz yerleşimciler, bugünkü Virginia ve Massachusetts'te iki koloni kurdular. Kurdukları ilk kolonilerde yeni kıtaya uyum sorunlarından dolayı açlıktan ölecek hale geldiler. İşte onlara yok olmakla karşı karşıya iken bir yardım eli uzandı. Kendilerine, yeni dünyada yaşamayı öğreten dost Wampanoag Kızılderilileri'nin eliydi bu. Wampanoag'lar da Arowak yerlileri gibi, Avrupalılara düşmanlık göstermedi. 1621 yılında hasat mevsiminde yerleşimcilerle yerliler bir şükür yemeği tertip ettiler. Tarihçilere göre bu ilk Şükran Günü yemeğinde 90 Kızılderili 52 Avrupalı yerleşimci sofrada hazır bulundu. Şükran Günü yemeği geleneği günümüze kadar ulaştı ama sofranın nüfus dağılımı tarih oldu. "Reis çok Kızılderili yok" Avrupalılar geldiğinde Meksika'nın kuzeyinde kalan Kuzey Amerika'da yaklaşık 10 milyon Kızılderili yaşadığı tahmin ediliyor. Amerikan Nüfus İdaresi'ne göre, 1 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile, federal hükümetin resmen tanıdığı 561 kabileye mensup 4,5 milyon Kızılderili yaşıyor. Yani, 1492'de yüzde 100'ü Kızılderililerden oluşan Kuzey Amerika nüfusunun bugün sadece yüzde 1'i Kızılderili. Orta Amerika ve Güney Amerika'da ise, yerli nüfusu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Peki nereye gitti onca "yerli"? Kızılderili soyunu en çok kırıma uğratan Avrupalıların eski dünyadan yanlarında getirdiği mikroplar oldu. Yüzyıllar içinde oluşan bağışıklık sistemi sebebiyle eski dünya insanları için öldürücü olmaktan çıkan, çiçek, su çiçeği, kızamık ve nezle mikropları, bunlara karşı hiçbir bağışıklık sistemi olmayan Kızılderililerin en ölümcül düşmanı oldu. "Salgın" nedir bilmediklerinden, nezle, çiçek ve kızamık bulaştığı köyü haritadan siliyordu. Bazı tarihçilere göre, bazı kabilelerin yüzde 80'i, Avrupalılarla ilk karşılaştıkları birkaç yıl içinde bu hastalıklara yakalanarak öldü. Avrupalı kolonilerce, topraklarından alışık olmadıkları iklimlere zorla göç ettirilmeleri, bu göçler sebebiyle yakın toprakları paylaşmak zorunda kalan kabilelerin birbirleri ile sonu gelmez savaşlara girmeye başlamaları da nüfusu azaltan başka bir etken. Birçok Kızılderili ise köleleştirildi. 19'ncu yüzyılın sonlarına kadar gemilerle çok sayıda Kızılderili Avrupa'ya zorla götürülerek, onları merak eden eski dünya ahalisine eğlence malzemesi yapıldı. Beyaz erkeklerin kızılderili kadınlarla evlenmeleri de, yerli nüfusunu bitiren kayda değer bir başka etken olarak anılıyor. Ve tabi, bir de onlara karşı uygulanan askeri şiddet. Örneğin, kitaplara, filmlere konu olan Woundeed Knee (Yaralı Diz) katliamı. 31 Aralık 1890 günü, 120'si kadın ve çocuk 350 kişilik Kızılderili kafilesini, Yaralı Diz deresinde çeviren Amerikan askerleri, kafilenin silahlarını ellerinden aldılar. Daha sonra da, yeni icat ettikleri bir tür mitralyöz(hotchkiss) silahıyla taradılar. 20 dakika içinde, en az 150 Kızılderili yetişkin, kadın ya da çocuk öldü. En az 50 de yaralı vardı. Bundan yaklaşık 80 yıl sonra, Marlon Brando, "Baba" fiminden dolayı kendisine layık görülen Oskar ödülünü, Yaralı Diz deresi katliamını protesto etmek için reddetti. Bu kararını ise törene kendi yerine gönderdiği bir Kızılderili açıkladı. "Bu toprakların sahibi değilsiniz" ABD'nin kurulmasından sonra, federal hükümetle bazı Kızılderili kabileleri arasında 100 yıldan fazla süren savaşlar yaşandı. Günümüzde, Kızılderili nüfusunun nerdeyse yüzde 90'ı Mississippi Nehrinin batısında yaşıyor. Bunun en önemli sebebi, 1830 yılında çıkarılan etnik temizlik yasası (Indian Removal Act). Bu yasa, Avrupalı göçmenlere ve yerleşimcilere yer açmak bahanesiyle, Mississippi nehrinin doğusunu Kızılderililerden arındırmayı amaçlıyordu. Atlantik sahili eyaletlerindeki yaklaşık 100 bin Kızılderili zor kullanılarak ülkenin orta kesimlerine sürüldü. 1823 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi, federal hükümetin yerlilere karşı politikasının ana saikini pervasızca ifşa eden ünlü içtihadını kabul etti. "Johnson v. M'Intosh" adlı dava, aynı toprağı biri Kızılderili kabilesinden, diğeri ise Amerikan hükümetinden satın almış iki çiftçinin hak mücadelesini içeriyordu. Temyizler sonucunda davanın önüne geldiği Yüksek Mahkeme, Kızılderililerin topraklarını yerleşimcilere satamayacaklarını, çünkü o toprakların hukuki sahibi değil sadece meskunu olduklarını ilan etti. Mahkeme kararının gerekçesinde, hükmünü, Avrupa'nın 300 yıllık "sömürge doktrini (discovery doctrine)"ne dayandırdığını açıkça kaydetti. Yani, "keşfettiğin toprak senindir". "Kizilderililerin asimilasyonu icin kurulmus okullardan Pensylvania Carlisle okulunun avlusunda Kizilderili cocuklari (1900 yili)" Daha sonra "merhamete gelen" ABD hükümeti 20 yıl kadar sonra, 1851 yılında "Indian Reservations" olarak anılan ve Kızılderililerin yönetimine bırakılan toprak parçaları oluşturdu. Bu "merhametli" karara uymakta direnip, yaşadıkları yerlerden, federal hükümetin kendilerine gösterdiği topraklara taşınmamakta direnen kabilelerle ise 20 yıl kadar süren "ikna" savaşları yaşandı. "Indian Reservation" denen bu alanlar, bugün eyaletlerden bağımsız konumda ve doğrudan federal hükümetin İçişleri Bakanlığı Kızılderili Dairesine bağlılar. Bu topraklarda, kimlik, ehliyet vermek, yerel vergileri toplamak ve benzeri tüm iç yetkiler, kabile yönetimlerine ait. Günümüzde ABD'de 350 Indian Reservation bölgesi var. 300 yıl önce kıtanın tamamının sahibi olan Kızılderililer, 9,5 milyon kilometrekarelik ABD toprağında bugün sadece 225 bin kilometrekare toprağa sahipler. Bu topraklar da vergilerden muaf oldukları için, 1980'li yıllardan itibaren kumarhane merkezleri olmaya başladı. Neden 'kızılderili' diyoruz? Hayatıma ilk kez bir Kızılderili ile, 2003 senesinde Long Island'ta tanıştım. Southampton'daki 'Indian Reservation'da tanıştığım yerli dostuma, ilk lafım heyecandan, "ben kovboy filmlerinde sizi tutuyordum" olunca gülmüştü. Sohbet biraz ilerleyince, Türkiye'de kendilerini nasıl adlandırdığımızı sordu? Ben gururla hemen o güne kadar çok sempati duyduğum kelimeyi söyledim; "Kızılderili". "Tam İnglizce karşılığı ne?" diye sorduğunda, isimlendirmedeki vehameti farkettim. Utanarak, "red skin" dedim. 18'nci yüzylın başlarına kadar kullanılan bu "red skin (kızıl deri)" ifadesi, günümüzde çok büyük aşağılama olarak kabul ediliyor ve ABD'de kullanana rastlamak mümkün değil. Bir teoriye göre, beyazlarla anlaşma törenlerine yüzlerini kırmızıya boyayarak geldikleri için bu şekilde anılmışlar ilk yerleşimcilerce. İngilizce Oxford sözlüğe göre ise, bazı kabilelerin derilerinin kırmızıya çalan rengi sebebiyle. Oysa bildiğin esmer adamlar bunlar. Ortalama Türk esmerliğindeki adamlara sarışın Avrupalılar "red skin" demiş de, bizim bu kelimeyi bu derece sahiplenmemiz niye ben onu çözemedim. Belki de, Avrupa'dan dilimize bulaşmış bu aşağılama ifadesinden kurtulmanın artık zamanı geldi de geçiyor. "Apaçi, Komançi kardeştir! Ayrım yapan kalleştir!" Aslında Amerikan yerlisinin, isimlendirme mağduriyetii bununla sınırlı değil. Dünyadaki birçok millet gibi, yerli kabilelerinin de kendilerine taktığı isimler, aslında kendi dillerinde, "ahali, milletimiz, halkımız" anlamına gelen kelimeler. Yine dünyadaki birçok milletin başına geldiği gibi kendilerinin anıldığı isimleri ise, düşmaları ya da komşuları tarafından kendilerine takılmış. Tıpkı, "Türk" kelimesini, Türkler için ilk kullananların, Türklerin kendisi değil, komşuları ve düşmanları olan Çinliler olması gibi. Kızılderili deyince çoğumuzun aklına ilk gelecek Kızılderili kabilesi Apaçilerin asıl adı "Dine kabilesi". Onlara Apaçi adını verenler, düşmanları Zuni kabilesi. Zuni dilinde Apaçi, "düşman" demek. "Dine" ise 'halkımız' demek. Dinelerin diğer kolu Navajo kabilesine ise bu ismi, düşmanları olan Pueblo kabilesi vermiş. Navajo, "hırsız, mülk işgalcisi" demek. Lakota kabilesini ise bugün "Sioux" ya da "Siyu" diye anıyoruz. Lakota, halkımız demek. Sioux ise, "yılan" demek ve Fransızlar onlara bu ismi verdi. Yine mesela bizim "Eskimo" dediğimiz kabile kendini "Inuit" olarak adlandırıyor. Inuit, halkımız demek. "Çiğ et yiyen" anlamındaki eskimo adını onlara veren ise, düşmanları Cree kabilesi. Tabi, son 300 yılda ortak büyük bir mağduriyetin kurbanları olunca kabileler arası bu düşmanlıkların nerdeyse tamamı tarih olmuş durumda. Artık, "Apaçi, Komançi kardeştir! Ayrım yapan kalleştir!" diye bağırıyorlar ama biraz geç kalmışlar gibi. Kolomb da Kızılderililer de haklı çıktı ama nasıl! İsim dedim de, bugün Amerika dediğimizde, birçok dünyalının aklına ilk gelecek isimlerin önemli bir miktarı da aslında Kızılderili bakiyesi. Çoğu eyaletin ve şehrin adı, çeşitli yerli dillerinden. Mesela, Chicago, Algonquin yerlilerinin dilinden geliyor, "sarımsak tarlası" demek. Connecticut, "yükselip çekilen nehir" demek. Kentucky, Iroquoi dilinde "yarının arazisi" demek. Texas, "arkadaşlar" anlamına gelirken, Iowa, yerli dilinde "yiğidin harman olduğu yer" anlamına geliyor. "Güney rüzgarlarının halkı" anlamındaki Kansas'tan, "Yüksek tepelerin orası" anlamındaki Massachusetts'e, "gök renkli su" anlamındaki Minnesota'dan, "sulak yer" anlamındaki Nebraska'ya, "suların berisindeki yer" anlamındaki Manhattan'dan, "dağların halkı" anlamındaki Utah'a ve daha birçok eyalet ve şehir adına kadar hep kıtanın asıl sahiplerinin dillerinden günümüze ulaşmış isimler. Yaşadığımız 500 yıl gösteriyor ki, Kolomb günlüğüne yazdığı hedef ve tespitlerinde haklı çıktı. Kızılderililer ise, Avrupalı yerleşimciler ve istilacılar için, 17'nci yüzyıl başından itibaren "wasichu" tabirini kullandı. Bazı kaynaklar, "beyaz adam" diye çeviriyor bu kelimeyi ama aslında yerel dilde, "açgözlü" demekmiş. Onlar da haklı çıktı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !