BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

31 Temmuz 2009 Cuma

BOZCAADA

NAZIM

Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...
NAZIM

NAZIM

Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki,
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel, en gerçekçi şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.

SEVDALISI

nazım diyor
bulutlar
sanmayın daha az seviyor bu vatanı sizlerden
siz iktidarsınız
ama efendi değil
efendi köylüdür
dememişmiydi mustafa kemal
işte diyor bulutlar
nazımda mustafa kemal de
sevenidir bu topraların
sevdalısıdır
bu topraklarda yaşayanların
dsed

KARDEŞLERİM

Kardeşlerim!
Size söylemek istediklerimi
Doğru dürüst söyleyemiyorsam eğer
Kusura bakmayın
Sarhoşum, başım dönüyor biraz
Rakıdan değil
Açlıktan hafif tertip
Kardeşlerim!
Avrupalım, Asyalım, Amerikalım,
Ben bu Mayıs ayında
Ne hapisteyim, ne açlık grevinde
Yatıyorum çimenin üstünde geceleyin
Gözleriniz yıldızlar gibi başucumda
Ve elleriniz bir tek el gibi avucumda.

AVANTI POPOLO

Avanti popolo
Avanos rossa
Van diara rossa
Van diara rossa vi unfera
Van diara rossa rotri unfera
Viva sosyalizma vi liberta
İleri işçiler
Yoldaşlar ileri
Kızıl bayrağımız
Sınırlar aşıyor
Bayrağımız önde yürüyoruz
Hedef sosyalizm ve özgürlük

KÖROĞLU - RUHİ SU

PROLOG
Bir oba kalkıp da yola koyuldu mu hayvanların çanları başlarmış konuşmaya! Önde giden devenin çanı: "Benim ağam zenginnndir! Benim ağam zenginnndir!" diye ötermiş. Ortada giden devenin çanı: "Neden neden neden neden ? " diye ötermiş. Arkadan gelen devenin çanı da: "Ondan bundan ondan bundan ondan bundan ondan bundan" diye ötermiş... Bizim bu ozan dilimiz, doğru gören doğru söyleyen sazımız, dertlilere derman arayan Şaman dualarından beri böyle yargılayıp geliyor... Aldı Alaca dağın, kara dağın akan suların ayincisi. Hem ayincisi, hem de oyuncusu olan Şaman kocası. Bakalım ne dedi: " Allah, Bismillah! Ey Tanrım yanıldığımda bana yardım et! Ey kopuzum! Doğru gör, doğru söyle! Üyengi ağacının kökünden oyarak aldığım kopuzum! Kızıl çalı tobulgadan perdelerini yaptığım kopuzum! Yürük atın kuyruğundan tel yaptığım kopuzum! Doğru gör, doğru söyle! Söylenene uymazsan kulaklarını burarım! Seni yere çalarım! Oynayıp durduğum andır bu an! Çam kopuzumu elime aldım. Su yılanı gibi dolandım döndüm..." Deyip kesti. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur derler. Biz gelelim Kara Hoca'nın oğlu Dedem Korkut'a. Dedem Korkut'tan bir yiğit damar sürüp getirelim Köroğlu'na. Aldı Çardaklı Çamlıbel'in kırk delisinden biri, Yusuf'un oğlu Koç Köroğlu. Bakalım o da nasıl bir öğüt verdi, ne söyledi:
DİNLE SÖZLERİMİ HAN OĞLUM AYVAZ
Dinle sözlerimi han oğlum Ayvaz Ha babam Ayvaz! Yükletin kervanı dengine bakın Erlik meydanına girdiğin zaman Kuşanın kılıcı gencine bakın Düşmanın üstüne eyledim akın Ha babam akın Dönüşüm yok zamanım yakın Fakir fukarayı incitmen sakın Mal yemez tamahkar zengine bakın Köroğlu her zaman kurdu meydanı Hele meydanı Ben bilirim yahşi ile yamanı Aman dileyenden kesme amanı Dertli olanların derdine bakın
MERT DAYANIR NAMERT KAÇAR
Mert dayanır namert kaçar Meydan gümbür gümbürlenir Şahlar şahı divan açar Divan gümbür gümbürlenir. Yiğit kendini öğende Oklar menzilin döğende Şeşper kalkana değende Kalkan gümbür gümbürlenir Ok atılır kal'asından Hak saklasın belasından Köroğlu'nun narasından Her yan gümbür gümbürlenir
ALDI KOCA BEY:
Senin o tektirin bize abestir Bu yiğitlik sana kimden mirastır Eğer ki kulluğan verirsen destur İnan üçten beşten senden geride kalan değilem broy! Kavga görmeyince açılmaz aynım Benimle beraber Mustafa kaynım Eğer ki kavgada kızarsa beynim İnan üçten beşten senden geride kalan değilem broy! Koca Bey'em çok diyarlar gezmişem Nice nice alayları bozmuşam Bin kelleyi bir cidaya dizmişem İnan üçten beşten senden geride kalan değilem broy!
HOYLU'NUN ÖLÜMÜ ÜZERİNE AĞIT
Aldı Şirin Döne: Bağdat'a sefer edenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi? Tuna teline gidenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi? Aldı Köroğlu: Bağdat'a sefer eyledim Hoylu'm da kaldı gelmedi Acem ile cengeyledim Hoylu'm da kaldı gelmedi Aldı Şirin Döne: Düğünü bozup gidenler Badeyi süzüp gidenler Acem ile cengedenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi? Aldı Köroğlu: N'olsam koç Köroğlu n'olsam Hoylu'yu düşümde görsem N'olaydı da ben de ölsem Hoylu'm da kaldı gelmedi
KARLI DAĞLARIN ARDINDAN
Karlı dağların ardından Yel olup estiğin var mı Tek başına bu çöllerde Ordular bastığın var mı Kargıyı ucundan salla Düşmana deme eyvallah Her yandan üç beş kelle Terkiden astığın var mı Köroğlu söyler şanından Kuş uçurmaz divanından Avuçla düşman kanından Doldurup içtiğin var mı
AMAN KIRAT, CANIM KIRAT
Aman Kırat, canım Kırat Kaçıp çekilip gidelim Her yanında çifte kanat Uçup çekilip gidelim Yoktur Kırat'ın durağı Bilmez yakını ırağı Ab-ı kevserdir sulağı İçip çekilip gidelim Köroğlu der ki ezeli Bağlar döküyor gazeli Silistre'den güzeli Seçip çekilip gidelim
KIRAT'A BİNİNCE KUSKUN BULUNMAZ
Kırat'a binince kuskun bulunmaz Değirmen misali bulgur beslemez Kavgaya girince silah alınmaz Severim Kırat'ı bir de güzeli Serim ata kurban, canım Kırat'a Başını başımdan yukarı tutar Hay edip köpüğün sağrıdan atar Kaçınca kurtulur, kovunca tutar Severim Kırat'ı bir de güzeli Serim ata kurban, canım Kırat'a Kırat bu dağları aşmalı bugün Deli Boran gibi coşmalı bugün Dostun ellerine düşmeli bugün Severim Kırat'ı bir de güzeli Serim ata kurban, canım Kırat'a
ALDI KÖROĞLU BİR DAHA SÖYLEDİ
Bir at gördüm Silistre'nin ilinde Elma gözlü kız perçemli Kırat gel Ne bend'oldun lekelerin elinde Elma gözlü kız perçemli Kırat gel Kır'ı binmek iyi gelir uğura Hay edende dağı taşı devire Başı küçük boynu benzer puhura Elma gözlü kız perçemli Kırat gel Büyüktür gövdesi küçüktür başı Altıdan yediye gidiyor yaşı Çardaklıçamlı'da küçük kardeşi Elma gözlü kız perçemli Kırat gel
KÖROĞLU YAVAŞ YAVAŞ YORULDU, İHTİYAR OLDU ÇÜRÜDÜ:BAŞLADI YAKINMAYA:
Felek aldı devranımı demimi Ya ben kime gidem imdada bilmem Aşkın deryasına saldı gemimi Çalkanıp çıkmaya bir ada bilmem Kement attım dala ben Düştüm haldan hala ben Çöp deşirdim yuva yaptım Uçamadım bala ben Ben feleği dost bilirdim Bağladı kollarım benim Eser iken esmez oldu Serimde tellerim benim Pünhanım çağırır hazır ve nazır Yetiş imdadıma boz atlı Hızır Kefenim dikildi tabutum hazır Kabirim kazıldı nerede bilmem Güven gez güven gez Dağda olur güven gez Ne devlete bel bağla Ne varlığa güven gez Dedi, Köroğlu hikayesi burada bitti. İşte böylece, Şaman dualarından Dedem Korkut'a, Dedem Korkut'tan Köroğ- lu'na, Yunus Emre'ye, Pir Sultan Abdal'a, Karacaoğlan'a, Dadaloğlu'na, ondan ona ondan ona, ondan da çağımızın büyük ozanlarına sürüp geldi bu güzel dil. Hep doğru gör- dü, doğru söyledi bu telli Kur'an. Onlar yalnız bize bu dünyayı sevdirmekle kalmadılar, daha mutlu ve daha adil bir dünyanın geleceğini de söylediler. Belki o dünyayı görmediler ama, görmüşçesine söylediler...

KARACAOĞLAN

KARACAOĞLAN
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi, şiirimizin büyük ustalarından birisi de Karacaoğlan'dır. Büyük ustamızın on yedinci yüzyılda yaşadığı sanılıyor.Kökünün daha derinlerde olduğu gerçek. Epope'den Dede Korkut'a; Dede Korkut'tan koşmaya ne zaman geçilmişse, Karacaoğlan o zamandan beri sürüp gelen bir havadır; bir söyleyiş, bir duyuş biçimidir. Onun ne zaman doğduğu, yaşadığı da işte bu yüzden önemli değildir. İptida Karacaoğlan bir büyük kişilikti. Bu bilinen bir gerçektir. Sonra, yüzyıllar geçtikçe halk onun yöresini yeni şiirlerle, yeni yeni ozanlarla, daha da ileri giderek, yetiştirdiği yeni Karacaoğlan adlı şairlerle ördü. Benim gençliğimde Çukurova'da Karacaoğlan adıyla şiirler söyleyen dört tane Karacaoğlan vardı. Karacaoğlan gibi, onun havasında şiirler söylüyorlardı. Halk da -buna çok rastladım türkü derlemeleri yaparken- sevdiği tüm şiirleri Karacaoğlan'a malediyordu. Bir kişiliğin yöresinde böyle yoğun bir oluşma, şaşırtıcı bir şeydi. Bir de Karacaoğlan'ın şiirlerine bakarsak, daha halkın dilinde yaşayan, ya da derlenmiş şiirlerine, bugün de Çukurova köylüsünün dünya karşısındaki tekmil tavırlarını görürüz. Bu belki tekmil doğa karşısındaki insanın insanca davranışıdır, evrenseldir. Belki değil düpedüz evrenseldir. Halkın içinde yaşamış büyük kişilikler, halkın dili olmaktan başka çare bulamamıştlar, böyle olunca da halk onların yöresini daha da, zaman geçtikçe gür bir toprak gibi gittikçe yeşertmiş, ona yeni yeni güzellikler, çiçekler eklemiştir. Ve Karacaoğlan'ın şiiri binlerce yıl akarsular dibinde yıkanmış çakıltaşları gibi dilden dile geçerekten incelmiş, güzelleşmiş, arınmış, zenginleşmiştir. İşte Karacaoğlan'ın türkülerine yaklaştıran havalar da böyledir. Karacaoğlan havası dediklerinden, Karacaoğlan çağlarından ne kalmıştır? Acaba Karacaoğlan bu havaları böylesine tıpatıp mı söylemiştir? Yukarıda söylediğim Karacaoğlan türkülerini halk nasıl örmüş oluşturmuşsa havalarını da tıpkı öyle örmüş oluşturmuştur. Her büyük usta ona bir ses, bir güzellik katmıştır. İşte çağımızın usta, bilinçli sesi Ruhi Su da bize yeni, usta bir Karacaoğlan getiriyor. Onun bitip tükenmez çabalarının, Çukurova'da Karacaoğlan havaları üstüne halk arasında bitip tükenmez uğraşlarının tanığıyım. Karacaoğlan'ın hemşerisi bu büyük usta da Karacaoğlan havalarını kendi kişiliğinde yuğurarak, biraz daha oluşturarak belki de en gerçek biçimde yaratarak bize yeni bir Karacaoğlan getiriyor. Ruhi Su'nun sesinde bütün insanca duyguları, ölümü, ayrılığı, sevdayı, zulmü, doğa güzelliklerini halkımızla birlikte yeniden yaratılarak bulacağız. Ruhi'nin Karacaoğlan'ı yeni, erişilmez bir mutluluğumuz olacak. Karacaoğlan ne demiş: Arılar da konmaz oldu püreneŞükür olsun bu sevdayı verene Şükür olsun Karacaoğlanlara, Ruhi'lere. Yaşar KEMAL

UYUR İKEN UYARDILAR

UYUR İKEN UYARDILAR
Yaşar Kemal'in anlatımıyla, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi şiirimizin büyük ustalarından biridir Karacaoğlan. Kökünün daha da derinlerde olduğunu sanıyorum. Dede Korkut'tan koşma'ya ne zaman geçilmişse, Karacaoğlan o zamandan beri sürüp gelen bir havadır. Bir söyleyiş, bir duyuş biçimidir. 17. yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Söylediği sözlere, kullandığı deyimlere, türkülerinde geçen bitki ve yer isimlerine bakılırsa, onun Adana, Kayseri, Maraş ve Gaziantep arasında yaşayan Türkmenlerden olduğu kolayca anlaşılır. Hele bu sınır Saimbeyli, Kadirli ve Haruniye'ye doğru daraldıkça Karacaoğlan hakkındaki bilginin daha da yoğunlaştığı görülür. Oralarda hemen herkes Karacaoğlan hakkında birşeyler bilir. Kadirli'nin Kırmacılı köyünde şöyle bir fıkra dinlemiştim: Karacaoğlan bir gün, sazı sırtında, eşeğiyle giderken, karşısından da Kars'ın kadısıyla Sis'in müftüsü gelmekteymiş. Kars, Kadirli'nin eski ismi, Sis de Kozan'ın eski ismidir. Kars'ın kadısı Karacaoğlan'ı görünce, Sisin müftüsüne dönmüş: ''Bak, bunlar cehennemin itleri işte, cehennemi bunlar dolduracak, çalıp çağırmaktan başka işleri yok bunların'', demiş. Karacaoğlan ermiş bir kişi olduğundan, bu sözleri duymuş. Onlara yaklaşınca başlamış eşeğini dövmeye. Sis'in müftüsü bunu görünce dayanamamış, Karacaoğlan'a: ''Be adam, bu hayvanın suçu ne de bu kadar dövüyorsun onu'', diye kızmış. Karacaoğlan da: '' Ah müftü efendi, ah! siz bilmezsiniz onun ne inatçı bir yezit olduğunu; ben ona yalvarıyorum: Çal çağır da adam ol diye, o inat ediyor, ya Kars'a kadı olacam, ya Sis'e müftü olacam diye'', demiş. Karacaoğlan düğünlere derneklere de çağrılır, geleceği duyulunca sazına püsküller, sırtına çamaşırlar hazırlanırmış; konuk olduğu yerin gelinleri kızları, ''Karacaoğlan, çamaşırlarını çıkar da yıkayalım'', derler çamaşırlarını yıkarlar, arasına da gizlice hazırladıkları yeni çamaşırları dürüp korlarmış.

YARIN YOKTUR

Aşkta Yarın Yoktur Sevgili
Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...
İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...
İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...
Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili...

Bürokraside 421 belge kalkıyor, 215 noter onayı bitiyor

Bürokrasiyi azaltmak için önemli bir adım daha atıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, “170 yönetmelikte değişiklik yapıldı. 46 yetki merkezden taşraya, 26 yetki valilik ve bölge müdürlüğünden alt kademelere devrediliyor. 421 değişik belge işlemden kaldırılıyor ve 215 hizmette de noter onayı kalkıyor” dedi.BÜROKRASİNİN azaltılması ve işlemlerin basitleştirilmesi başlığı altında 170 yönetmelikte değişiklik yapıldı ve 46 yetkinin merkezden taşraya, 26 yetkinin de valilik ve bölge müdürlüğünden alt kademelere devredilmesinin yolu açıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in verdiği bilgiye göre, 421 belge işlemden kaldırılıyor ve 215 hizmette noter onayı gereği bitiyor. Dinçer, “Bürokrasinin Azaltılması İşlemlerinin Birleştirilmesi Çalışmaları ve Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik”in ayrıntılarını anlattı. ‘Issız ada’ geyiğiDinçer, artık resmi işlemlerde vatandaşlardan çok sayıda belge istenmesinden vazgeçildiğini belirterek, “Düzenleme ile artık biz uluslararası alanda mizah konusu olmaktan kurtulacağız. ‘Issız adalara düşerseniz yanınıza ne alırsınız?’ diye sorulduğunda Türkler artık, ‘Nüfus cüzdanı sureti, 6 fotoğraf ve ikametgah ilmühaberi’ demeyecekler” dedi. Dinçer, yetki devri çerçevesinde, merkez teşkilatında üst makamlardan alt makamlara, merkez teşkilatı birimlerinden taşra teşkilatına, taşrada üst makamlardan alt makamlara, merkez ve taşra teşkilatından mahalli idareler ile özel sektöre ve sivil toplum kuruluşlarına yetki devri yapıldığını belirtti.Beyana güven esasıVatandaş beyanına güveni esas alındıklarını bildiren Dinçer, zorunlu olmadıkça belgelerin istenmemesi, gereksiz belgelerden vazgeçilmesi, idarenin başvuru sahibinden daha önce istediği belgeleri yeniden istememesi, diğer idarelerin elektronik ortamda paylaşıma açtığı bilgi ve belgeleri istememesine yönelik düzenlemeler de yapıldığını ifade etti. Dinçer, kurum içi ve kurumlar arasında yapılan yazışmaların, işlemlerin uzamasına ve vatandaşa hizmet sunumunun gecikmesine yol açtığını anımsatarak, gereksiz yazışmaların kaldırılacağını, süreçlerin kısalacağını söyledi.1 milyar lira tasarrufTürkiye’de yılda 15 milyon sabıka kaydı istendiğine, 38 milyon nüfus kaydı örneği verildiğine dikkati çeken Dinçer, bundan sonra sadece TC kimlik numarasının isteneceğini, kurumların da sabıka kaydını vatandaştan değil, savcılıklardan talep edeceğini anlattı. Ömer Dinçer, işlemelerin kısaltılmasının insanları hayatlarından bezmekten kurtarmanın yanı sıra, sadece nüfus cüzdanı örneği, ikametgah, sabıka kaydı, sağlık kurulu raporu, noter onaylı fotokopiler gibi belgelerin işlemden kaldırılmasıyla da yılda 1 milyar 13 milyon 45 bin TL tasarruf sağlanacağını kaydetti. Dinçer, çalışmanın gereksiz kağıt kullanımına son vermesi sayesinde de yılda 12 bin 489 ağacın kesilmekten kurtulacağını söyledi.İş yeri ve işçi bildirimi sadece SGK’ya yapılacakÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde bürokrasinin azaltılmasına yönelik yeni bir düzenleme hakkında da gazetecilere bilgi veren Bakan Ömer Dinçer, iş yeri ve işçi kayıtlarının bakanlığa bağlı Çalışma Genel Müdürlüğünde ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nda (SGK) ayrı ayrı tutulduğunu anlattı. Aynı bakanlıkta, aynı işle ilgili iki ayrı kaydın tutulmasının bazı sorunları beraberinde getirdiğini anlatan Dinçer, mükellefin, işçinin kaydını SGK’ya bildiriyorken Çalışma Genel Müdürlüğü’ne bildirmediğini, bu nedenle aynı bakanlıkta üretilen bilgilerin birbirini tutmadığını belirtti. Dinçer, bakanlık olarak bu sorunun önüne geçmek, formaliteleri azaltmak ve daha geçerli bilgiler üretmek için bu konudaki kayıtların 1 Ağustos’tan itibaren sadece SGK tarafından tutulacağını kaydetti. Yeni düzenlemenin iş yeri bildirimi yapmayan mükelleflerin iş gücü kayıtlarını yapmalarına olanak vermediğini belirten Dinçer, bu durumun yeni iş yeri ve işçi bildirimleri için bakanlık birimlerine yoğun başvuru gelmesine yol açtığını söyledi.

MIZRAKLA BALİNA AVI

3.SINIF KADIN

'Üçüncü Sınıf Kadın' adlı roman muzır neşriyata girdi
Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, yazar Anıl Alacaoğlu’nun "Üçüncü Sınıf Kadın" adlı romanının "muzır neşriyat" olduğuna karar verdi.Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun Resmi Gazete’de yayımlanan kararına göre, "Üçüncü Sınıf Kadın" isimli kitabın incelenmesi sonucunda; kitapta yer alan yazıların 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte olduğuna karar verildi. Bu nedenle söz konusu kitabın 1117 sayılı Kanunun 3266 sayılı Kanunla değişik 4 üncü maddesindeki sınırlamalara tabi olmasına oy çokluğu ile karar verildi.1117 sayılı Kanunun 3266 sayılı Kanunla değişik 4 üncü maddesi ise, yazar Anıl Alacaoğlu’nun "Üçüncü Sınıf Kadın" adlı ilk romanının kapağına "Küçüklere Zararlıdır" damga veya işaretinin konulmasını, bu ibarenin herkesin kolayca görüp okuyabileceği şekil ve büyüklükte yazılmasını zorunlu kılıyor. Ayrıca yasaya göre, "Üçüncü Sınıf Kadın" adlı roman açık sergilerde ve seyyar müvezziler tarafından satılmayacak. Dükkanlarda, cemakanlarda ve benzeri yerlerde teşhir edilemeyecek. Bir yerden bir yere teşhir amacıyla açık bir surette nakledilemeyecek ve dağıtımcılar tarafından bunlar için sipariş kabul edilmeyecek. Gazeteler, mecmualar, duvar ve el ilanları, radyo ve TV ile veya diğer suretlerle ilan edilmeyecek, satışı için reklam ve propaganda yapılmayacak. Para karşılığı veya parasız küçüklere gösterilmeyecek, verilmeyecek ve hiçbir suretle okul ve benzeri yerlere sokulmayacak.

DUMURLAR

Bu üçlüden tamamen kurtuluyoruz!

Bu üçlüden tamamen kurtuluyoruz!
Nüfus kağıdı örneği, ikametgah senedi ve sabıka kaydı.. Nüfus kağıdı örneği, ikametgah senedi ve sabıka kaydı. Resmi işlemlerin değişmez üçlüsü artık tamamen ortadan kaldırılıyor. Bugün Resmi Gazete’de yayınlanması beklenen yönetmelikle 421 değişik belge artık devlet dairelerinde istenmeyecek. 215 hizmette artık noter onayı aranmayacak.Hükümet, bürokrasinin azaltılması kapsamında bir süre önce başlattığı çalışmanın ilk adımını tamamladı. Devlet kapısında “vatandaş iktidarı” kurulmasını sağlayacak çerçeve yönetmelik, dün Bakanlar Kurulu üyeleri ve Başbakan Erdoğan’ın imzalarının tamamlanmasının ardından Cumhurbaşkanlığı’na gönderildi. Köşk onayının ardından yönetmeliğin bugün Resmi Gazete’de yayınlanması bekleniyor.Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ile birlikte dün basın toplantısı düzenleyen Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, yeni dönemle ilgili bilgi verdi. Dinçer, “Eğer Sayın Cumhurbaşkanımız hemen onaylarsa, yarın (bugün) büyük ihtimalle Resmi Gazete’de yayımlanacak” dedi. Dinçer şöyle devam etti: “170 yönetmelikte değişiklik yapılarak yayıma hazır hale getirildi. 46 yetkinin merkezden taşraya, 26 yetki de valilik ve bölge müdürlüğünden alt kademelere devredildi. 421 değişik belge işlemden kaldırıldı. 215 hizmette artık noter onayı aranmayacak” Sabıka kaydı yok Bakan Dinçer, nüfus kağıdı ve ikametgah belgesi ile sabıka kaydının tamamen ortadan kaldırıldığını belirtirterek, bu belgelerin hiçbirinin artık devlet dairesinde ne işlem yapılırsa yapılsın gerekli olmadığının altını çizdi. İşlemlerin TC kimlik numarası ile yürütülebilecek olmasına rağmen, yıllardır süren alışkanlıklar ve düzenlemeler nedeniyle kamu personelinin vatandaştan hala her bir işlem için nüfus kağıdı sureti, ikametgah senedi istediğini belirten Bakan Dinçer bu bürokrasinin yarattığı masraf ve zaman kaybına da dikkat çekti. Öte yandan sabıka kaydı belgesinin de tamamen kaldırıldığını belirten Dinçer, “sabıka kaydının sorulması gerektiği durumlarda vatandaşın beyanı esas olacak” dedi. Bakan, Türkiye’de her yıl yaklaşık 15 milyon sabıka kaydı belgesi üretildiğine dikkat çekti. Dinçer, sadece nüfus cüzdanı örneği, ikametgah, sabıka kaydı, sağlık kurulu raporu, noter onaylı fotokopiler gibi belgelerin işlemden kaldırılmasıyla yılda 1.1 milyar TL tasarruf sağlanacağını kaydetti.Yeni dönemde vatandaş “Sabıka kaydım yok” diyorsa, kurumlar bunu esas alacaklar. Noter onayının kaldırıldığı işlemlerde gerekli belgenin aslının da getirilmesi halinde kurum, o belgenin fotokopisini aslına uygun olarak tasdik edecek.Bir Türk ıssız adaya düşerse yanına ne alır? Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, yeni sistemle ilgili sohbet sırasında ilginç bir yorum getirerek, devlet kapısında istenen belgeler ve bunun pisikolojik maliyetine de dikkat çekti, duruma ilginç bir yorum getirdi. Dinçer, “Hayatımızdan bezdik. Yeni sistemle bunlardan kurtulacağız. ’Issız adaya düşerseniz yanınıza alacağınız 3 şey nedir?’ diye sorulduğunda Türkler artık, ’nüfus cüzdanı sureti, 6 fotoğraf ve ikametgah senedi diye imalı ve esprili cevap veremeyecek. Mizah konusu olmaktan kurtulacağız” dedi.Hangi belgeler kalkıyor? Başbakanlık Merkez Teşkilatı, Denizcilik Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı, SHÇEK, Vakıflar Genel Müdürlüğü, TÜİK, Özürlüler İdaresi, TÜBA, DPT, TRT, TOKİ, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Tarım ve Köyişleri, Sanayi, Enerji, Kültür ve Turizm, Çevre ve Orman, Çalışma bakanlıklarında yapılan bir çok işlemde istenen “nüfus cüzdanı, vukuatli nüfus kaydı, adli sicil kaydı, sağlık (kurulu) raporu, ikametgah belgesi, fotoğraf, askerlik durum belgesi, taahhütname” gibi belgeler ortadan kaldırılıyor.

30 Temmuz 2009 Perşembe

CAN BABA BU

ÂŞIK ÖLMEZ
Sessizliğin içinden yürüyen horoz sesleri
Beni ölüm yeşiline götürüyor
Vardım zaten varacağım yere
Yalnızlık
Bütün perdeleri kaldırmış bütün pencereler
Son bir ışık
Sikimin tellerini çınlatıyor yine de
Yine de âşığım yine de âşık

Sanayide karamsar tablo

Sanayide karamsar tablo
TÜRKİYE'nin önde gelen sanayi kuruluşlarının faaliyet gösterdiği İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (İAOSB), küresel ekonomik krizin olumsuz etkisini hissetmeye devam ediyor. Son bir yılda 50'ye yakın işyerinin üretimini durdurduğu, 7 binden fazla çalışanın işsiz kaldığı bölgede, tehlike çanları susmuyor. İAOSB Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş “2009'un ilk 6 ayında firmalar büyük oranda daralma yaşadı. Haziran ayından itibaren gerileme hız kesti. 2009'u, 2008'e göre yüzde 20'den fazla ciro kaybıyla kapatabiliriz” dedi. Yaklaşık 500 firma ve 20 bini aşkın çalışanıyla Türkiye'nin önde gelen sanayi bölgelerinden biri olan İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi, küresel krizin olumsuz etkisinden kurtulamamanın sıkıntısını yaşıyor. Son 1 yılda 50'ye yakın işyerinin kepenk kapattığı, 7 bini aşkın çalışanın işsiz kaldığı bölgede, haziran ayı itibariyle ekonomik gerileme hızı yavaşlamış olsa da düşüş sürüyor. Bu yıl için, bölgenin ilk 6 ayını değerlendiren İAOSB Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş, karamsar tablo ortaya koydu. Bölgedeki büyüme oranlarının, 2008 Eylül ayından itibaren büyük düşüş içine girdiğini belirten Uğurtaş “Son bir sene içinde, bölgedeki çalışan işçi sayımız 30 binden 23 bine geriledi. Birçok firma kepenk kapatmak zoruna kaldı. En çok tekstil sektörü etkilendi” dedi. Uğurtaş, krizin etkisinin azaldığını söyleyenlerin yanıldığını belirterek, “Haziran ayı itibariyle, gerileme hızında belirgin yavaşlama var. Ancak, düşüş sürüyor. 2009'un ikinci yarısında ve 2010 yılında da daralmanın süreceğini ön görüyoruz. Daha fazla firmanın kapanmaması ve işçi çıkartılmaması için tedbirler alıyoruz. Kriz öncesi her yıl ortalama yüzde 10'luk büyüme oranımız vardı. Ancak bu yıl kriz nedeniyle, 2008'e göre yüzde 20'den fazla zararla kapatabiliriz” dedi. KRİZ VAR AMA ÇARE YOK Kısa vadede ekonomiyi canlandıracak, piyasalara hareket getirecek bir formülün şu an için olmadığını ifade eden Uğurtaş, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından başlatılan ‘Kriz Varsa Çare de Var’ kampanyasının somut adım atma noktasında olumlu olduğunu ancak, amacına ulaşmadığını, parası olmayan insanın harcama yapamayacağını belirtti. Uğurtaş “Kriz nedeniyle en çok küçülen 4'ncü ülkeyiz. Türk ekonomisi ihracata dayalı bir ekonomi. Bu nedenle, krizden kurtulmak için ilk önce dış pazarların hareketlenmesini beklememiz gerekiyor” dedi. Hilmi Uğurtaş, hükümetin açıkladığı son teşvik yasasının da beklenen pozitif etkiyi yaratmadığını söyledi. Uğurtaş “Bölgesel değil, sektörel teşvik yapılmalıydı. Manisa ve Kayseri'nin teşvik kapsamında olması siyasal çelişkileri yarattı. İzmir'deki bir firmanın, Manisa'da yatırım yapması hem verimliliğini düşürür hem de zaman kaybına yol açar. İzmir teşvik yasasından verim alamaz” diye konuştu.

Çayın tadı kaçıyor

Çayın tadı kaçıyor, toplamayı ‘ucuz Gürcü işçiler’ yapıyor
Dünyanın 5’inci büyük çay üreticisi Türkiye’de 210 bin aile ve yaklaşık 1 milyon nüfus çaydan ekmek yiyor. Ancak son yıllarda “çayın tadı” kaçtı; 125 bin ailenin ruhsatlı çay tarımı yaptığı Rize başta olmak üzere, bölgedeki çay bahçelerinde Türklerden daha ucuza çay toplayan Gürcülere gün doğdu. Türkler 70-80 TL yevmiye isterken, Gürcüler 40-60 TL arasında yevmiyeye razı oluyor.TÜRKİYE’nin en önemli çay üretim merkezi Rize’de ikinci sürgün çayların toplanmasına şiddetli yağış sekte vururken bazı çay fabrikaları devre dışı kaldı, çay üreticileri sıkıntılı günler yaşıyor. Son yıllarda üretim maliyetleri zaten artmış, çay alım fiyatları ise üreticinin beklentisinin altında kalmıştı. Çayın tadının kaçması ile Doğu Karadeniz bölgesi göç verdi. Binlerce üretici, “Çay tarlalarını sökmeyi” bile dillendirmeye başladı.2 günde fabrikaya teslimTürkiye’de Çaykur’un açıkladığı çay alım dönemleri, 3 sürgün döneminde 20’şerden toplam 60 günü geçmiyor. Birinci sürgün çaylar mayısta, ikinci sürgün temmuzda, üçüncü sürgün ise eylülde toplanıyor. Birinci ve ikinci sürgünde dönüm başına ortalama 700, üçüncü sürgünde ise 500 kilo çay toplanıyor. Makasla çalışan çay işçisi günde 150, maksimum 200 kilo çay toplayabiliyor. Çayın kısa süre içinde toplanması ve en geç iki gün içinde fabrikaya teslim edilmesi gerekiyor. Üreticiler bu aciliyet yüzünden “yevmiyeli işçiler” tutmak zorunda kalıyor.Amele pazarındanRize, Artvin ve Trabzon’da Gürcü işçiler, günlüğü 40-60 TL arasında çay toplarken, yerli işçilerde bu rakam ortalama 70 TL düzeyinde bulunuyor. Bu ücrete taksi-minibüs ve yemek maliyeti dahil değil. Toplam maliyet 80 TL’yi de geçebiliyor. Rize Çayeli’nde bir üretici, “Büyük çay üreticileri, 3-5 işçi çalıştırıyor. Gürcü işçiler merkezdeki amele pazarı gibi merkezden köye getiriliyor. Benim tahminime göre bütün çay üretim merkezlerinde çalışan Gürcülerin sayısı binleri bulur. İşçi başına günlük maliyet ise 80 TL’yi geçer hatta çok hızlı çay toplayan işçilerde 100 TL’yi buluyor” dedi.KDV 18, gübre lüksRize Ziraat Odası Başkanı Nevzat Paliç ise, “Bizim halkımız ekmeğini taştan çıkarır, fakat bazı işleri gurur meselesi yapıyor. Çay toplama işi diğer illerden ve Gürcistan’dan gelen işçilere yaptırılıyor. Gürcüler ulaşım ve yemek hariç ortalama 50 TL’ye çay toplarken, yerliler ortalama 70 TL’ye çalışıyor” diye konuştu. Paliç, maliyet artışını da gözönüne serdi: “Geçmişte 1 ton yaş çay, 1.5 ton gübre alırdı. Şimdi tam tersi oldu. 1.5 ton yaş çayla 1 ton gübre alınıyor. Yurt dışından bazı gübrelere ithal izni verilmeyince fiyat arttı. Gübrede yüzde 18 KDV var. Gübre lüks oldu.”Pendikli öğrenciler tatilde çay topluyor İSTANBUL Pendik’teki çeşitli ilköğretim okullarında, takdir alarak dereceye giren 25 öğrenci farklı bir tatil hediyesi aldı. Pendik Belediyesi’nin öncülüğündeki projede 3’er ve 5’er kişilik gruplar halinde Isparta, Edirne, Erzurum, Gaziantep, Uşak, Rize ve Konya’ya giden ve önemli bir tecrübe yaşayan öğrenciler, yanlarında konuk oldukları ailelerle birlikte; yeri geldi çay topladı, yeri geldi ahırlarda temizlik yapıp inek sağdı. Öğrenciler, “Biz istemesek, yerimize gelecek arkadaşlar vardı. Tatilde denize gitmek yerine gönüllü olup geldik” dediler.Maliyet arttı gelirler azaldıÇAYA 20 yıldır düşük fiyat politikası uygulandığını söyleyen Rize Ziraat Odası Başkanı Nevzat Paliç, “Maliyetler artıyor. Arazi kısıtlı. Toplam çay ruhsatlarının yüzde 82’si 5 dönüm ve altı” dedi. Kendisinin de çay üreticisi aileden geldiğini hatırlatan Paliç, şöyle devam etti: “7 kardeşiz, babamız bize 8 dönüm çayla bakardı. Aynı çay tarlası bugün bir kardeşi zor geçindirir. Bugün 210 bin ruhsat sahibi var. 125 bini Rize’de. 1 milyona yakın insan bu işten ekmek yiyor. Bu bölgenin çaydan başka geliri yok. Esnaf ve tüccar da çaya bağımlı.”Çaykur’un işçi sayısı 40 binden 14 bine düştüRİZE Ziraat Odası Başkanı Nevzat Paliç, bölgenin en önemli meselesinin çay olduğunu belirterek, “Çayda lokomotif olan Çaykur, toplam üretimin yüzde 65’ini alıyor. Halen 14 bin olan işçi sayısı geçmişte 40 bini buluyordu. Çaykur’un Rize’de 36, toplamda 45 fabrikası var. Özel sektör dahil, 300’dan fazla fabrika var” dedi. Paliç, yaş çayın kilosunun bu yıl 90.5 kuruş olduğunu, ancak 2-3 yıl öncesine göre üretimde maliyetlerin çok yükseldiğini söyledi.

BRISA

Brisa Bridgestone Sabancı Lastik Sanayi ve Ticaret AŞ'de çalışan 1176 işçi toplu olarak 10 günlük yıllık izine çıkarttırılarak üretime ara verildi. Lastik-İş Sendikası Kocaeli Şubesi İdari Sekreteri Erol Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kartepe ilçesi Köseköy Mahallesi'ndeki fabrikada, kademeli olarak önceki günden itibaren makinelerdeki malzemelerin bitirildiğini belirterek, bugün itibariyle işçilerin 10 günlük yıllık izine çıkarıldığını bildirdi. Önceki yıllar toplu yıllık izin dönemlerinde geçici işçilerle üretimin devam ettiğini anımsatan Erdem, işverenin, global piyasalardaki olumsuz gelişmeler nedeniyle yurt dışı ve yurt içi pazarlarda görülen talep daralması dikkate alınarak böyle bir uygulamaya gittiğini ifade etti.

Sabancı Üniversitesi

Sabancı Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hikmet Budak ve ekibi, biyo-yakıt üretimi konusunda yürüttüğü çalışmayla ABD Tarım ve Enerji Bakanlıkları tarafından verilen 1.3 milyon dolarlık ödülün sahibi oldu. Konuyla ilgili Sabancı Üniversitesi’nden yapılan açıklamada, ABD Tarım ve Enerji Bakanlıklarının, genetik ve moleküler biyoloji araçlarını kullanarak bitkilerden biyo-yakıt üretimi için yürütülen 7 proje için toplam 6.3 milyon dolarlık kaynak ayırdığı belirtilerek, Doç. Dr. Hikmet Budak'ın yönetiminde, çeşitli üniversite ve araştırma kuruluşlarından diğer 5 bilim adamı ile birlikte yürütülen araştırmanın 1.3 milyon dolar değerindeki ödüle değer bulunduğu kaydedildi.Projenin, bu alanda Türkiye’de yürütülen tek araştırma projesi olma özelliğini taşıdığı bildirilen açıklamada Hikmet Budak’ın, büyük ölçüde Türkiye’de yetişen, buğdaya benzer “Brachypodium distachyon” isimli bitki üzerinde, 3 yıldır araştırmalar yürüttüğü ifade edilerek, bugüne kadar, Sabancı Üniversitesi’nde bu bitkinin 116 değişik saf halinin geliştirildiği belirtildi. Açıklamada Budak’ın, genetik ve moleküler biyoloji araçlarının kullanılarak bu bitki uzerinde biyo yakıt üretiminin Türkiye’ye uyarlanması konusundaki çalışmalarını 3 yılda tamamlamayı hedeflediği,projenin tamamlanmasından bir yıl sonra araştırma sonuçlarının ürüne dönüştürülmesinin mümkün olabileceği kaydedildi. Doç.Dr. Hikmet Budak ise konu ile ilgili yaptığı açıklamada: “Çalışmalarımızda artan nüfus ve enerji gereksiniminin karşılanması için alternatif kaynaklar bulunması ve bu kaynakların yaratılması için alternatif yöntemlerin geliştirilmesini hedefliyoruz” dedi. İklimsel ve sosyolojik değişimlerin sınırında olan bir dünyada yaşadığımızı bu nedenle de sorunların giderilmesi için ileri ve yenilikçi bilimsel araştırmanın bir zorunluluk olduğunu ifade eden Doç. Dr. Budak “Bu çalışma, Türkiye’de alternatif/yeni biyoyakıt üretiminde önemli sonuçlar elde edilerek ülkemizin enerji bağımlılığınının azaltılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca proje çercevesinde yetişecek lisansüstü öğrenciler ve doktora sonrası arastırmacıların da yetişecek olması bizim için mutluluk vericidir” görüşünü dile getirdi.
BU ALANDA TEK PROJE
Tarım ve Enerji Bakanlıkları, genetik ve moleküler biyoloji araçlarını kullanarak bitkilerden biyo-yakıt üretimi için yürütülen 7 proje için toplam 6.3 milyon dolarlık kaynak ayırdı. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hikmet Budak, çeşitli üniversite ve araştırma kuruluşlarından diğer 5 bilim adamı ile birlikte yürüttüğü araştırmasıyla, 1.3 milyon dolar değerindeki ödülün sahibi oldu. Proje, bu alanda Türkiye’de yürütülen tek araştırma projesi olma özelliğini taşıyor. Doç. Dr. Budak`ın araştırma projesinde, ayrıca, “USDA-ARS Western Regional Research Center (Albany, CA)”, ABD’den Dr. John P. Vogel, Namık Kemal Üniversitesi’nden Metin Tuna ve Avustralya'dan “Commonwealth Scientific and Industrial Research Organisation (CSIRO) 'dan Dr. Michelle Watt ve Robert Furbank görev alıyor.

ZOR

NE KADAR KOLAY İNSANIM DEMEK
VE NE KADAR ZOR DOĞRUYU PAYLAŞMAK
VE NE KADAR ZOR EMEĞE SAYGI DUYMAK

DUMURLAR

No Pasaran !