BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

20 Temmuz 2010 Salı

ENEZ SUAVİ'Yİ BEKLİYOR



Suspus oldu sazendeler bu gece

Hazırlan fırtına kopmak üzere

Kalbime tünemiş kuşlar uçuştu

Cam kırığı gibi doldun içime



Eski bir madende göçük gibiyim

Toprağın altında kalabilirim

Kim vurduya gitmesin aşkıma ses ver

Uçarı değilim kadir bilirim

Kim vurduya gitmesin aşkıma ses ver

Uçarı değilim kadir bilirim



Yaban inciri yalı çapkınım örtpas etme aşkını

Çoban aldatan çit sarmaşığım sar bana kollarını

Yaban inciri yalı çapkınım örtpas etme aşkını

Çoban aldatan çit sarmaşığım sar bana kollarını

17 Temmuz 2010 Cumartesi

İstanbul Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılıyor!

İstanbul Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılıyor!


İstanbul'un tarihi alanları, Dünya Miras Komitesi'nin, 25 Temmuz - 3 Ağustos 2010 toplantısında, Dünya Mirası Listesi'nden Çıkarılma riski ile karşı karşıya!



2003 yılından bu yana tekrarlanan ve 1 Haziran 2010 tarihli Dünya Miras Komitesi Taslak Karar'ında da yinelenen konularla ilgili gerekli gelişmeler sağlanmazsa 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş olan İstanbul, 890 Dünya Miras Alanından birisi olma niteliğini kaybecektir.



Haliç Metro Köprüsünün yapımının durdurulması gibi konular İstanbul'un en azından ''Tehlikede Olan Dünya Mirası Listesi''nde kalabilmesi için aciliyet teşkil etmektedir. Bunun için yalnızca İstanbullular olarak değil tüm dünya vatandaşları olarak harekete geçmeliyiz. Siz de bu çağrıya kulak verin ve İstanbul'un elimizden daha fazla yitip gitmesini önlemek için imza atın!



İSTANBUL S.O.S


MSN GELEN


Babam 1988 yılında Bypass olmustu.

O yıldan sonra uzun sure bir kolesterol ilacı kullanmaya baslamıstı.

Bazı sıkayetleri uzerıne 5.kez anjio olacaktı.

Anjio tarıhinden 1 yada 2 gün önce guvendıgım bır kısı aracılıgıyla Prof.Dr.Canan Karatay ile tanıstım.

Kendisi Dahiliye ve Kardiyoloji doktorası yapmıs bır kısıydı.

Babamı ılk muayenesınden sonra anjio olmasını engelledi.

(hatta anjioyu engellemek ve babamı fikrinden vazgecirmek icin sert bir ifade bile takınmıstı.) Devamında kan tahlilleri istedi ve sonuclardan sonra da ilaclarında degısıklıklere gıttı.



Hekim gozuyle ;



Babamı 1988 den beri cok farklı , kalple ilgili televizyonda seyrettigim doktorlarda dahil olmak uzere birden fazla hekim muayene etmıstı.

Kan tahliliyle ilgili istedikleri, hastalıgın seyriyle ılgılı soruların bu kadar detaylandırıldıgını ve konsantre olundugunu hatırlamıyorum.

Icımde kendisine ve kararlılıgına karsı saygı olustu.

Kolesterol ılacını kesıp de arkasından sadece tuzsuz fıstık ve kavrulmamıs fındık onermesı, hergun yumurta yıyın demesinden sonra babamın kahkahası beni hayli germisti.

Arkasından, babam ılaclara ragmen yuksek seyir izleyen kolesterolunu kuruyemıs ve yumurta ile dusururse Canan hanımın bustunu dıkecegini yuzune karsı soylemıstı.

Babam o gunden 20 Nısan 2007 yılına kadar bir daha kolesterol ılacı kullanmadı. Kan degerlerı, kolesterol seviyesi hıcbır zaman ılac kullandıgı donemden daha kotu olmadı.

Vefat sebebi ise mide kanseriydi.

Kanser tetikleyen ilacların ıcındeki etkenin kendisi miydi?

Yoksa ilaclardaki boyar madde, koruyucu madde mi, ilaca kıvamını veren bir baska maddemıydı? (tıtanyum dı oksıt, magnezyum stearate vb. ….) Bilemiyorum.

Bildigim ise fakultede 1.sınıfta biyokimya dersinde hocamızın soyledıgıdır.

Vucudumuza aldıgımız her kimyasal, tasıt yada etken maddeler, baska dongulerı de etkilemektedir.



Asagıda Canan hanım ortak tanıdıgımıza yazdıgı e-postayı okumanızı onerırım.

KSS Erdal Turuncoglu


Kolesterol ilaç firmalarının yarattığı bir entitedir.

Büyük bir yalandır.

Büyük bir yalanı firmalar uydurmuş senelerce herkes buna inandırılmıştır!! !

En pahalı ve tehlikeli ilaçlarını satabilmek için.

Statin grubu ilaçlar kanser yapıyor, ALZHEİMER yapıyor ve de kalp yetersizliği yapıyor.

Yaşlılarda dengesizlik ve unutkanlık ve de yaygın vücut ağrılarının sebebidir.

Ben hayatta bu ilaçları vermedim ve de alan hastalarıma bıraktırıyorum! !!

Bütün hayvanların hücre yapılarında kolesterol bulunur.

Kolesterol olmazsa vücudumuzda ne biz ne de hiç bir hayvan yaşayamazdı , oluşamazdı yer yüzünde.

Bu rakamları sağlık kılavuzlarında ortaya atan kişiler 8-9 milyon dolarlar aldıkları bu firmalardan, senelerden beri biliniyor.

Kendileri itiraf ettiler çünkü.

Kolesterol diye bir hastalık olamaz.

Karaciğeri yağlanmaya başlıyan herkesin, şeker metebolizması bozulmuş olan herkesin kolesterolü yükselir.

Hastalıkalrın nedeni kolesterol değildir. Kolesterol altta bir metobolik bozukluk bulunduğunu göstermektedir.

Asıl en tehlikeli olanı kanda yüksek olan şeker ve insülindir.

Bütün hastalıkalrı bunların başlattığını senelerdir söylüyoruz.

Rant getirmediği için göz ardı ediliyor!!!

Para getirmediği, hediyeler dolarlar, lüks otellerde konaklamal getirmediği için doktorlar aldırmıyorlar.

İşte ben EXPOCHANNELL' de aylardan beri bunu söylemekteyim.

İnsanlar şaşırıyorlar.

İlaç firmalarını yarattığı hastalıklarlar 3 tanedir ve dikkat ederseniz ilaçları en pahalı olanlardır.

1. Kolesterol

2. Osteoporoz

3. Menopoz

Bunların hepsi fizyolojik olaylardır, HASTALIK OLAMAZLAR!!! !




Sevgilerimle, Canan Karatay







16 Temmuz 2010 Cuma

FIKRA

Geri dönüyorum!



Bir gün akıl hastanesinde iki akıl hastası bisiklete biniyormuş. Bir süre sonra birisi durmuş. Bisikletinden inip, lastiklerin havasını indirmeye başlamış. Diğeri:
"N'apıyosun?" diye sormuş.
Lastiklerin havasını indiren akıl hastası:
"Bisikletin selesi çok yüksek geldi, onu kendime göre ayarlıyorum." demiş.
Diğeri bu cevaba çok sinirlenmiş. Hemen kendi bisikletinden inip seleyi ve direksiyonu yerlerinden çıkarmış, sonra da selenin yerine direksiyonu, direksiyonun yerine de seleyi takmaya koyulmuş. Bu sefer öbürü sormuş: "Sen n'apıyosun" diye.
Diğeri hemen cevap vermiş:
"Ben delilerle gezmem, geri dönüyorum!"

Vucudun 24 saati!‏

Vucudun 24 saati!‏

06.00

Kortizon salgılamasıyla organizma uyanıyor. Bu uyanma vücut için kendini yavaşca kalkmaya hazırlama işareti. Metabolizma hareketleniyor, günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır oluyor.

07.00

Vücut hâlâ zayıf. Spor yapmaktan kaçının. Kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenirsiniz. Spor yerine kahvaltı edin, sindirim bu saatte mükemmel çalışıyor.

08.00

Libidonun en yüksek olduğu saat. Fazla miktarda hormon salgılanıyor. Sigara tiryakileri için de durum aynı. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla çok daraltıyor.

09.00

Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saat. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zaman. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülüyor, vücut röntgen ışınlarına karşı daha dirençli oluyor.

10.00

Organizmanın kendine gelme, 'ben burdayım' deme saati. Fazla enerjik, vücut en yüksek ısı seviyesinde. Verimliliğimiz de öyle. 'Kısa süre belleği' iyi durumda. Bir önemli ayrıntı: 10.00 ile 12.00 arası enfarktüs olaylarına sık rastlanıyor.

11.00

Vücudun tam formunda olduğu, verimli olmaya programlı bir saat. Kalp ve dolaşım o kadar zinde ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Hazır cevaplık tavan yapar, özellikle hesap işleri, matematik ödevleri rahat ve iyi bir şekilde, zorlanmadan çözülür.

12.00

Dinlenme saati. Dikkat azalıyor ve insanı uyku basıyor. Midedeki asit miktarı fazlalaşıp, beyindeki kan akımı azalıyor. Zira kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafından kullanılıyor. Öğle uykusu uyuyabilen kişilerde istatistiklere göre enfarktüse %30 oranında az rastlanıyor.

13.00

Vücut formdan düşüyor. Verimlilik gün ortalamasının %20 aşağısına iniyor. Bütün organlar en alt düzeyde çalışıyor, sadece safra öğle yemeğini hazmetme faaliyeti gösteriyor.

14.00

Bitkin oluruz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşüyor. Diş doktorundan korkanlar için en uygun randevu saati. Çünkü bu saatte acı az hissediliyor. Lokal anestezi uzun süre devam ediyor (30 dk.)

15.00

Enerji geri geliyor, bellek tam formunda. İkinci verimlilik dönemi başlıyor ama sabahkinden az.

16.00

Spor için en iyi saat. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumda.

17.00

Organların faaliyeti üst düzeye çıkıyor. Kuvvet artıyor, oksijen harcanıyor, böbrekler ve mesane çok çalışıyor. Tırnaklar ve saçın en çabuk uzadığı zaman. Midedeki asit miktarı fazlalaşıyor. 17.00 'ye doğru mide kanaması geçirme riski artıyor.

18.00

Akşam yemeği için ideal saat. Pankreas bu saatte özellikle aktif.

19.00

Kan basıncı ve nabız tembelleşiyor. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlara dikkat, tehlikeli olabiliyorlar. Antidepresanların tesiri de bu saatte daha fazla.

20.00

Karaciğerdeki yağ düzeyi düşüyor ve kirli kan kalbe her zamankinden daha fazla akıyor. Alerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalı. Etkisi hemen görülüyorr. Antibiyotikler de az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde oluyor.

21.00

Sindirim organlarının günlük görevi sona eriyor. Gelen herşey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalıyor ve bu çok tehlikeli. Kalan yemekler bağırsak sahasındaki mukozaya hücum ediyor.

22.00

Vücudun polisi akyuvarlar aktif hale geliyor. Sigara içenler dikkat! Bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri çok zor atıyor.

23.00

Organizma gün boyunca aktif faaliyet gösteren stres hormonunun salgılamasını durduruyor. Sakinleşip, rahatlıyoruz.

24.00

Uyurken deri hücreleri durmadan çalışıyor, gündüz olduğundan daha sık bölünüyor. İlk rüya safhası, yarım saat içinde rüya görmeye başlıyoruz...

01.00

Verim en alt düzeyde. Bu saatte çalışanlar hata yapabiliyor, dikkat azalıyor, çünkü vücut kendini uyumaya programlıyor.

02.00

Araba kullananlar dikkat: Görme zayıflıyor, tepkiler yavaşlıyor, kazalar bu saatte çok oluyor

03.00

Bedenin de ruhun da en karanlık safhası. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapıyor. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşıyor.
04.00

Stres hormonundan enerji kazanıyoruz. Enfarktüs krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında çok oluyor; çünkü kan basıncı oldukça yükselip, damarlar geriliyor. Doğum yapma olasılığının en yüksek saati.

05.00

Stres hormonu bizi faaliyete geçiriyor ve gündüz değerinin tam 6 katına çıkıyor. Vücudumuz harekete geçiyor kaybolan enerji yeniden geri geliyor. Gelsin, yeni bir gün başlıyor.

15 Temmuz 2010 Perşembe

YORUM YOK

GÜLÜMSE

NE DEMEZSİN

HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ

GÜLÜMSE

DURMAK YOK YOLA DEVAMMIŞ!

başbakan medya aracılığıyla açıklama yapmış;





"Krizden kurtulmak için yerli malı kullanın!"

* * *


Ben de dedim ki amenna, başbakanımız doğru söylemiş...



Başbakanı cepten arayıp tebrik edeyim dedim...


Meğerse Turkcell'in bir kısmına el koyup, Finliler'e Ruslar'a satmışlar...


Telsim'den arayayım dedim...


El koyup İngilizler'e satmışlar...



AVEA'dan arayayım dedim...


Lübnanlı'ya satmışlar...



Ev telefonundan arayayım dedim...


Araplar'a satmışlar...



E bari internetten e-posta yollayayım, maksat yerli malı kullanmak


olsun...

O da Araplar'a gitmiş...



Ne diyelim...



Arab...




Sen bizi kurtar Ya Rab...

* * *

 
Bari dedim bineyim otomobile, başbakanın yanına gidip öyle tebrik edeyim...



Uzun yola çıkma dan önce araç muayenesi yaptırayım dedim... Araç muayene
işlerini Alman'a vermişler...


 
Sigortasını yaptırayım dedim...


Başak Sigorta'yı Fransa'ya vermişler...


 
Benzin alayım desem...


Zaten direk Irak'a dolaylı olarak ABD'ye gidecek param...



Ondan da vazgeçtim...

* * *

Madem dedim, başbakanı yerli malı kullanma sevdasından dolayı tebrik

edemedik.. E bari gidip bir bankadan kredi çekeyim de yüzde yüz Türk

 
sermayeli bir iş kurayım...




Maksat, başbakanın gözüne girmek...



TEB'e gittim, Fransızlar kapmış...


Deniz Bank'a gittim Danimarkalılar almış...


Oyak Bank'a gittim, Hollandalı oturuyor patron koltuğunda...

 
Finans Bank'ı da vermişiz Yunan'a...



Hani, Türk Bankası olduğu için Ziraat Bankası'nın Atina'da şube açmasına
izin vermeyen Yunanistan.. .


Ama Allah'ı var sayın başbakanımızın, Garanti Bankası'nın hepsini değil


sadece yarısını vermişiz Amerikalılar' a...

Valla tebrikler...




* * *




Dedim ki kendi kendime, bu da olmadı, en iyisi mi açayım bir radyoyu da


kafamı dinleyeyim.. .




Açtım... Süper FM...


Kanadalı'ya satmışlar...


* * *

Valla nasıl olur bu iş dedim kendi kendime...


Ne var ne yok elin ecnebisi kapmış...



Cep delik tava delik... Nokta nokta nokta üstelik...



* * *


Hemen bir 70'lik rakı açtım büyüğünden... Hani Türk içkisi ya. O bakımdan.
Efkar dağıtmak için...


Onu da Amerikalılar' a satmışlar meğerse...


* * *



Bir tek kömür madenlerini satmamışlar...


Seçim zamanlarında işe yarıyor çünkü...


Demokraside devrim yaptık ya hani...

Kömür demokrasi düzenine geçirdik ülkemizi...

O bakımdan...

* * *

Hadi bakalım...


Durmak yok yola devam...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

EKMEK ŞARAP AŞK VE SEN.....

bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
aşkı tattığını,
karım dediğini ve aldattığını
kıskandım gogen'i tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına, gogen'e, kadere, sana, bana ,bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş....
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
sırayla olurum fatih, selim, kanuni
bazen kadın hamamında tellak....
bazen christoph colomb
napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
`timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
bir kere aristo'nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
eğer daha da içersem
shaskespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be platon...
bir içsinde görsün....
ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkahalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

CAN BABADAN

Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman
CAN YÜCEL

8 Temmuz 2010 Perşembe

Erkek Olmanın Dayanılmaz Keyfi

Erkek Olmanın Dayanılmaz Keyfi
1. Vücudundaki kılları mütemadiyen aldırmak zorunda değilsin.
2. Bıyıkların utanç değil çoğu zaman övünç kaynağıdır.
3. Beş günlük tatil için ufak bir çanta yeterlidir.
4. Her kavanozu tek başına açma kabiliyetine sahipsindir.
5. Tazelemek zorunda olduğun bir makyajın olmadığı için zırt pırt tuvalete gitmezsin.
6. Kilo aldığında dostların sana acıyarak bakmaz.
7. Ayakkabılarının topuğu ve tırnağın asla kırılmaz, çorabın kaçmaz.
8. Göbeğin bile bir çekicilik unsuru olarak sunulabilir. "Bu göbek değil sevgilim, aşk halkası.."
9. İş görüşmelerinde kalça ve gögüslerinin güzelligi hiç önemli değildir.
10.Pişireceğin hayvanı kendin avlayabilecek güçtesindir.
11.Duş yapman ve giyinmen en fazla on dakika sürer.
12.Gereksiz eşyaların bulunduğu bir çantayı taşıma alğşkanlığın yoktur. Ceketini alıp çıkarsın.
13.Beşli paket halindeki donların fiyatı, tek bir sütyeninki kadardır.
14. 40 yasına da gelsen kimse evde kaldığını iddia edemez.
15.Çişinle İtalyanca " Seni Seviyorum " yazabilecek kadar kabiliyetlisindir.
16.Yüzündeki tüm renkler orjinaldir ve ne silince, ne yağmurda, ne de ağlayınca çıkar.
17.Arkadaşına yarım saatte bir arkanı kontrol ettirmek zorunda kalmazsın.
18.Bira şisesini açacak kullanmadan açmanın en az beş yolunu bilirsin.
19.Sohbet ettiğin insanlar bakışlarını gögüslerine doğru kaydırmaz.
20.Sokakta muz yemen hiç ayıp sayılmaz.
21.Evlenince soyadını değiştirmek zorunda kalmazsın.
22.Kız arkadaşın kıyafetine karışmaz.
23.Karşı cinsle eşit olduğunu kanıtlamak için ömrünü adanmış hemcinslerin yoktur.
24.Kahvehaneler, stadyumlar senin daha keyifli bir hayat sürmen için vardır.
25.Topuklu ayakkabı gibi bir şeyin üstünde hokkabazlık yapmak zorunda değilsin.
26."Erkek Hastalıkları Uzmanı" diye bir kavram yoktur.

DİYOR Kİ

BAZI HANIMLAR
DİYORKİ;
Mart Ayı Dediler KandırdıLar ALLahım Affet ßeni :))

EĞİLME

SİSTEME SAHİP OLANLAR
NE DİYORSA
O
;
YAPILACAK
YAPACAKSIN
!
EĞİL DERLERSE EĞİLECEKSİN
GEMİ GÖNDER DERLERSE
GÖNDERECEKSİN
VE
BUNU
RESMİ KURULUŞ OLAN
"KIZILAY"
İLE DEĞİL
ŞERİATIN KURULUŞU İLE YAPACAKSIN
YİYECEK - GİYECEK
YERİNE
MÜTEAHHİT FİRMANIN İSTEĞİ
DOĞRULTUSUNDA
İNŞAAT MALZEMESİ TAŞIYARAK YAPACAKSIN
COĞRAFYANI ONLAR DÜZENLEYECEK
ÇÜNKÜ
SEN
ONLARIN MALISIN

5 Temmuz 2010 Pazartesi

KIZILDERİLİ

Bir gün New-York a bir grup is arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.Gruptan biri, Kızılderilidir. Yolda yürürken insankalabalığı,siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına çırçır böceğisesinin geldiğini söyleyerek çırçır böceği aramaya baslar.Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını,kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder.Aralarından bir tanesi inanmasa da,onunla aramaya devam eder.Kızılderili , yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takipeder.Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten birçırçır böceği bulurlar.Arkadaşı, Kızılderiliye: "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasılduydun?" diye sorar. Kızılderili ise;bu sesi duymak için insanüstü güçleresahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek,arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler veKızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar.Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onunceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili,arkadaşına dönerek:**"Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyiona göre duyar, görür ve hissedersin." Der

YORUMU YOK

sisteme sahip olanlar
değişik aralıklarla
ayar çekmek zorundadırlar

2 Temmuz 2010 Cuma

YORUM YOK

BİLİYORMUSUNUZ?

Yapılan bir araştırmaya göre öğrenciler;
Okuduklarının 10% unu;
İşittiklerinin 26% sını;
Gördüklerinin 30% unu;
Görüp işittiklerinin %50 sini;
Söylediklerinin 70% ini;
Yaptıkları şey konusunda söylediklerinin 90% ını
akıllarında tutuyor.

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR
Sigmund Freud
Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin “Psikoloji” başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud’un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud’un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik.
Kendi deneyimledikleri ve hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı, kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler
Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi
Freud’un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı “topografik zihin modeli” olarak da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor. Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.
Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor. Buzdağı Benzetmesi
Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki, bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud’a göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud’a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.
Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego
Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud’a göre farklı kişilik yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı. İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud’a göre idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve “zevk prensibi”yle işlemekte. İdin temel güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler, arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar. Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor. Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz. Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego “gerçeklik prensibi”yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı gerçekleşiyor. Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor. Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud’a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın temelini oluşturuyor. Kaygı ve Savunma Mekanizmaları
Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin “id” yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin “süper ego” yapısıyla hayat buluyor. Son yapı olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve id’i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:
1.)Bastırma: Freud’un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi, kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.
2.)Reddetme: Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu düşünme.
3.)Yöneltme:Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.
4.)Olayları entelektüelleştirme: Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze çarpan özelliklerine odaklanıyor.Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına takılma.
5.)Yansıtma: İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki bir uyarana bağlıyor.Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına karşıdakinin “akılsız” olduğunu söyleme.
6.)Mantık çıkarımları: Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın “Zaten yeterince iyi değildi” gibi bir çıkarımda bulunması.
7.) Tepki oluşturma: Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor olabilir.
8.) Geri çekilme:Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya başlaması.
9.) Süblimasyon: Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.
Gelişimde Psikoseksüel Evreler
İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud’un kuramları içinde en çok tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda var:
Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.
Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli “psişik enerji”yi bulamayabiliyor. Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.
Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı alışkanlıklar sergileyebiliyor. oral dönem:
Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik, dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa, dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor. Anal dönem
3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle evlenen Oedipus’a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud’un öğrencisi olan Jung’un geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta. Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor. Gizil dönem :
6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi faaliyetlere yönleniyor. Genital dönem:
Ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud’a göre bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun yaşanmamış olması gerekiyor.
Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik, dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa, dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor. KİMİM BEN?
“Kişilik” dedikleri
Kişilik.Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız soru: “Ben kimim?”. Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor. Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu “kişilik” dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?
Kişilik ve Kültürün Kişilik Değerlendirmelerine Etkisi:Farklı durumlar karşısında değişim göstermeksizin yansıttığımız düşünce, his, motivasyon ve davranışların bütünü kişilik’imizi oluşturuyor. Kişilik değerlendirmeleri ise kültürden kültüre değişim gösterebiliyor. Örneğin, Japonya’da oldukça “dışa dönük” olarak değerlendirilen bir çocuk okumak üzere İngiltere’ye gittiğinde orada oldukça “çekimser” olarak tanımlanabilir. Öyleyse kullanılan tanımlar kültürlerin değer yargılarıyla birebir ilişkili diyebiliriz. Haliyle kişilik testleri de gerek sorular, gerekse puanlandırma cetveli bakımından o dile ve kültüre “uyum/ adaptasyon” gerektiriyor. Genlere Kulak Verecek Olursak.Öyle görünüyor ki, araştırmalar bundan 2000 yıl önce Yunan fizikçi Galen’in öne sürdüğü “Kişilik kuşaktan kuşağa geçer.” varsayımını destekliyor. İkiz çalışmalarında ayrı ailelerce, farklı koşullarda yetiştirilen çocuklar kişilikleri oturduğunda yanlarında büyüdükleri kişilerden çok biyolojik aileleriyle benzerlikler gösteriyor. Bu da, kişilikte genlerin parmağı olduğunu kanıtlıyor. Rakamsal olarak ise bu pay 15% ila 50% arasında değişebiliyor.
Genler tüm karakter özelliklerine aynı oranda mı etkiyor?Kimi kişilik özelliklerinin kalıtımsal bağı daha yüksek. Öyle ki, kendilerini gelişimin erken dönemlerinde gösterebiliyorlar. Dışa dönüklük, aktivite düzeyi -ki bu halk arasında çocukları “hareketli” ya da “uslu” gibi sınıflandırmalar içine koymamıza yol açıyor- ve görev odaklı olma eğilimi güçlü genetik etki altındaki kişilik özellikleri olarak geçiyor. Yapılan araştırmalar sonrası en düşük kalıtımsal bağ ise dürüstlük ve yumuşak başlılık karakter özelliklerinde bulunmuş. Yani dürüst ve yumuşak başlı olma daha çok kişinin çevresel koşullarıyla şekillendiriliyor.
Kişiliğimizi Değiştirmek Mümkün mü?Kişiliğin tanımına da göz atacak olursak, bir kişinin kişilik özelliklerinden bahsediyorsak farklı durumlar ve farklı zamanlar karşısında değişim göstermemelerini bekliyoruz. Ancak elbette ki bunca davranış ve seçim zenginliği değişmeyen karakter özellikleri saptamayı da oldukça zor kılıyor. Hele ki bir de cinsiyet farklılığını göz önünde bulunduracak olursak.
Cinsiyet Farklılığı Kişilikte Nasıl Bir Rol Alabilir: “Depresyon”Çocukluktaki kimi depresif ipuçları yetişkinlikteki depresyona referans olabiliyor. Yani eğer ki bu depresif ipuçlarına kişilik özellikleri dersek, bu özellikler zamanla değişim göstermiyor, kalıcı yapıda oluyorlar. Ancak cinsiyet farklılığı söz konusu. Erkek çocukları için ileriki yaşlarda depresyona gönderme yapan belirtiler saldırganlık ve dürtü kontrol eksikliği iken, kız çocukları için genelde tam tersine utangaçlık, itaatkârlık ve alçak gönüllülük oluyor.
Özetle, çalışmalar genelde kişiliğin zaman ve durumlar karşısında kalıcı olduğunu gösteriyor. Konu hakkında ortaya sürülen “Eğer. Öyleyse. Modeli” (Mischel, 1995) ise belli durumların belli düşünce, his ve davranışları tetiklediğini öne sürüyor. Bir örnekle açıklayacak olursak; A kişisi biri onu aşağılayıcı sözler söylediğinde sinirleniyor olsun. B kişisi ise eşine herhangi bir söz söylendiğinde. Sonuç olarak, her ikisi de eşit oranda “sinirli” bir karaktere sahip olsa da, bu özellikleri farklı durumlarda tetikleniyor. Bir durum (Eğer), bir karakter özelliğini tetikliyor (Öyleyse). Değişmeyen bu düşünce, his ve davranışlar da işte “kişilik” adını alıyor.
Etkileşimi Savunan Yaklaşımlar:Kişiliğe etkileşimli bir yaklaşımdan bakacak olursak “Genler kişiliği belirler”, “Çevre kişiliği belirler” gibi kalıplardan ziyade neden-sonuç ilişkilerinin çok yönlü olduğunu görüyoruz. Ekonomik ve kültürel durumlar illa ki kişiliğe etkide bulunuyor ancak bu işleyişlerin kendileri de aslında psikolojik ihtiyaçları karşılamaya yönelik oluyor. Haliyle neden-sonuç ilişkisi bir yönlü olmaktan çıkıyor.
Nasıl yani?Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların mitsel semboller ya da otorite figürleri de katı ve sadistik olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu sadistik figürlerse kendilerini çocukların çizdikleri resimlerde ele verebiliyorlar. Bir Kişilik Modeli: Myers-BriggsKendi modeli üzerinden geliştirilen Myers-Briggs Kişilik Testi Türkiye’de de çeşitli alanlarda kullanılıyor. İsterseniz gelin, şimdi hep beraber bu modele bir göz atalım.Myers-Briggs Kişilik Modeli genel hatlarıyla 4 ana sorudan güç alıyor:
1.) ENERJİNİZİ YÖNLENDİRDİĞİNİZ İLK KAYNAK NERESİ OLUR?
Aktivite ve Dil ÜzerindenDış Dünya: Düşünce ve DuygularÜzerinden İç Dünya:
DIŞA DÖNÜK İÇE DÖNÜK SOSYAL SAKLI DIŞA VURUMCU SESSİZ GENİŞ DERİN İLETİŞİM KONSANTRASYON DÜŞÜNCEDEN ÖNCE EYLEM EYLEMDEN ÖNCE DÜŞÜNCE
Her ne kadar bu iki özelliği dengede tutmamız sağlıklı kabul edilse de, günlük hayat içerisinde mutlaka birine daha yönelimli oluyoruz. Bu iki kişilik özelliğini birbirinden ayıran en önemli özelliklerinden biriyse kişinin önce düşünüp sonra mı davrandığı yoksa davranıp daha sonra mı düşündüğü. Ancak buna karar verebilmek için kişinin tamamıyla özgür olduğu durumları ele almak gerekiyor. Aldığı eğitimin, kültürün etkide bulunamayacağı, çevresel koşulların söz konusu olmadığı durumlardan bahsediliyor. Örneğin, öncesinde herhangi bir seçimi dolayısıyla ödül ya da ceza almamış olduğu durumlar.
Örneğin.Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.
2.) BİLGİYİ NE ŞEKİLDE İŞLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?
Bilinen Gerçeklerve Tanıdık Kavramlar Üzerinden Yeni Olasılıklarıve Fark Seçenekleri de Hesaba Katarak
DUYUMSAL“OLASILIKLAR” SEZGİSEL“GERÇEKLER” DENEYİM YENİLİK ŞİMDİ GELECEK UYGULANABİLİRLİK İLHAM GERÇEKÇİ İDEALİST VAR OLANI KULLANAN DEĞİŞİM YARATAN
3.) KARARLARINIZI NASIL ALMAYI TERCİH EDERSİNİZ?
Mantıksal ve Nesnel Değerlendirmeler Üzerinden Kişisel Değerleri Göz Önünde Bulundurarak
DÜŞÜNCE ODAKLI HİS ODAKLI ANALİZ EDEN HİSLERİNE GÜVENEN NESNEL ÖZNEL MANTIKSAL KİŞİSEL ELEŞTİRİCİ TAKDİR EDİCİ GÖZLEMCİ KATILIMCI KANIT TEMELLİ KARARLAR ALAN DEĞERLER ÜZERİNDEN KARARLAR ALAN UZAĞI GÖREN ŞİMDİYİ GÖREN
4.) HAYATINIZI NASIL DÜZENLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?
Planlı Kararlar AlıpNereye Gittiğinizi Bilerek
Yol Aldıkça Hayatı KeşfedipDeğişimlere Açık Olarak
YARGILAYICI ALGISAL KAPALI AÇIK KARARLAR ALAN KEŞİFLER YAPAN YAPISALCI ANLAMSALCI DÜZENLEYİCİ SORUŞTURAN KATI ESNEK KONTROLCÜ AKIŞA BIRAKAN
Myers-Briggs Modeli’nde dört sorunun yanıtı olan bu sekiz öğe birbirleriyle eşleştirilerek 16 adet kişilik özelliği belirleniyor. Bu kişilik özellikleri ise şöyle sıralanıyor:
Myers-Briggs Modeli’ne Göre 16 Farklı Kişilik Tipi:
1.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici)Enerjisini dış dünyadaki eylemlerden alan bu kişiler bugünü ve var olan gerçekleri göz önünde bulundurarak hayatlarını mantıksal temeller üzerinde düzenliyorlar. Sonuç olarak, karşılaştıkları problemleri sınanmış ve güvenilir yöntemler üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Kavramlar ve stratejiler üstünde zaman harcamak yerine ayrıntılara takılmayı tercih ediyorlar.
2.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci, avukat)Bu grup, enerjisini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alıyor. Kararlarını genellikle kendi kişisel değerleri üzerinden alan bu kişiler, özellikle de diğerleri söz konusu olduğunda farklı seçenek ve olasılıkları değerlendiriyorlar. Belirecek yeni bakış açılarına karşı hayatlarını esnek tutuyorlar. Sessiz ve yaratıcı oluyorlar. Çevrelerindeki insanlara arşı gizli bir sıcaklık hisseden bu kişiler gerek kendilerinin gerekse diğerlerinin sürekli bir gelişim ve olgunlaşma içerisinde olduğunu görmek istiyorlar.
3.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)Dış dünyadaki eylemler ve konuşulanlardan enerjisini alan bu grup, genellikle de açık anlamlar ifade eden gerçeklerle ilgilenmeyi tercih ediyorlar. Arkadaşlık kurmaktan büyük keyif alan bu kişiler önceliği “şimdi”ye veriyor. Hayatlarını esnek tutuyorlar ve o an içinde oluşabilecek her duruma o anda karşılık veriyorlar. Hayattan zevk almaya bakıyorlar ve kolaylıkla yeni arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Yangın gibi bir anda belirebilecek sorunlara karşı acele çözümler üretebiliyorlar.
4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar. Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.
5.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör) Enerjilerini dış dünyadaki eylem ve sözlerden alan bu kişiler karar verme aşamasında kendi kişisel değerlerini ilk planda tutuyorlar. İnsanlara karşı oldukça sıcak olan bu grup, onlarla beraber vakit geçirmeyi ve arkadaşlarıyla beraber uyumlu ilişkiler sürdürmeyi çok seviyor. Hatta arkadaşları, onların hayatında önemli bir yer tutuyor. İnsanlara karşı kendilerini öylesi sorumlu hissediyorlar ki, toplumsal görev dağılımında üzerlerine düşen görevi özenle yerine getirmeye çalışıyorlar.
6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar. Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.
7.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif,avukat)Seçenekleri kendi kişisel değerleri üzerinden değerlendiren bu grup, enerjisini dış dünyada olup bitenlerden alıyor. Ortaya çıkabilecek yeni bakış açıları ve seçeneklere karşı hayatlarını esnetebiliyorlar. Yaratıcı olan bu kişiler, insanlara yararlı olabilecek yeni seçenekler denemeyi seviyor. Her ne kadar ayrıntı ve planlar üzerine fazla kafa yormasalar da ortada genel bir hedefin bulunduğu deney ve çeşitlilik içeren işlerle uğraşmaktan büyük keyif alıyorlar.
8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.
9.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)Genellikle nesnel olarak gördüğü gerçeklerle ilgilenmeyi seven bu grup enerjisini dış dünyada konuşulanlardan ve olup biten eylemlerden alıyor. Kararları mantıksal temellere oturuyor. Kendi ilgi alanlarına giren pek çok aktiviteyi de barındıran esnek bir yaşantıları oluyor. Genellikle uygulama gerektirecek işlerde çalışmayı seviyorlar.
10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu kişiler, enerjilerini kendi iç dünyalarından alıyorlar. Hayatlarını kişisel temeller üzerinde düzenliyorlar. Genellikle hayata dair özel bir hedef belirliyor ve bu hedefe ulaşabilmek için durmadan çalışıyorlar. Diğer insanların da büyüyüp olgunlaşmaları için yardım etme gönüllüsü oluyorlar.
11.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu kişiler, enerjilerini dış dünyadan alıyorlar. Hayatlarını genellikle kişisel temeller üzerinde düzenliyorlar ve sevdikleri insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurma ve sürdürme yanlısı oluyorlar. Oldukça sosyal olan bu grup, hislerini diğerlerine kolayca yansıtabiliyor. Ancak özellikle de sosyal ilişkilerine zarar verebilecek eleştirilere karşı katı olabiliyorlar. İnsanlarla etkili bir şekilde çalışabiliyorlar.
12.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı)Enerjisini kendi iç dünyasından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal çerçeveler içinde alıyorlar. Dünyanın nasıl işlediğini anlayabilmek adına yeni, pratik bilgiler edinebilmek amacıyla hayatlarını çoğunlukla esnek tutuyorlar. Oldukça sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Neyin nasıl çalıştığına dair oldukça meraklı olan bu kişiler, kimi zaman şaşırtıcı fikirlerle insanların karşısına çıkabiliyorlar.
13.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici/ şef)Enerjilerini dış dünyada olup biten olaylardan alıyorlar. Kararlarını, pek çok eylemin sonuçlarını değerlendiriyorlar. Hayatlarını mantıksal çerçevelere oturtuyorlar. Genellikle nesnel yöntemler tercih eden yönetici rolleri üstleniyorlar. Yüksek standartlar koymayan ya da yaptığı işlerde başarılı olamayan insanlara karşı tolerans gösteremiyorlar.
14.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci)Enerjilerini genellikle kendi duygu ve düşünce dünyalarından alan bu kişiler, kendi kişisel değerleri çerçevesinde kararlar almayı tercih ediyorlar. Sessiz ve arkadaş canlısı bu grup, kalabalık arkadaş gruplarından ziyade küçük sayılı arkadaşlıkları tercih ediyor. Diğerlerine karşı kollamacı bir tutumla yaklaşıyorlar. Genellikle “şimdi”nin keyfini çıkarıyorlar ve grup çalışmalarında grup için oldukça destekleyici bir üye olabiliyorlar.
15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.
16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar. İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem veriyorlar.
TÜBİTAK/BİLİM VE TEKNİK DERGİSİ
No Pasaran !