BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

28 Şubat 2010 Pazar

TERZİ FİKRİ

“Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını”
CAN YÜCEL

CAN BABA'DAN

BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

TEKİRDAĞ

KESİNLİKLE ZAMAN KAYBI DEĞİL MUTLAKA İZLENMELİ

UP

27 Şubat 2010 Cumartesi

ÇİZGİ VE ÖTESİ

İRAN'A ŞERİAT NASIL GELDİ?(HOW CAME Sharia in Iran)

GÜVENMEK

İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur.Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıklarıkredisi sınırsız çek defterleri vardır.Ingiliz devleti hakimlerine o kadar güvenir.Bir gün HAKİMİN biri bir bankaya gidip1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak İSTEDİĞİNİ söylemiş.Tabii ortalık birbirine girmiş.Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadanbu kadar parayı veremeyeceklerini söyleyip hemenİçişleri Bakanlığı'na, Adalet Bakanlığı'na ve Başbakanlığa telefon etmişler.Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYIN!Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş.Hakimden Ertesi gün gelmesi rica edilmiş.Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış.Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş.Parayi bankaya geri vermek istiyormuş.Banka yönetimi şaşırıp kalmış.Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar.Derhal Bakanlık müfettişleri devreye girmişve hakime hareketinin sebebini sormuşlar.Hakim'Kraliçenin Hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu?Onu sınadım .' cevabını vermiş.Raporlar Bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş.Adalet Bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış:
''''Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, Devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez .''''
Güven çok ince bir çizgidir.Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey,iki taraflı olmasıdır.
Kıssadan hisse
BU GÜN KENDİ Silahlı kuvvetlerine GÜVENMEYENENİN
YARININI Merak Ediyorum

J.LENNON - WORKING CLASS HERO

EMPERYALİZMİN ÖZÜ İNSANLARI HAYVANA ÇEVİRMEKTİR.

CHE

BU NE PERHİZ......

SORU-CEVAP

Eflatun'a iki soru sormuşlar;
- Birincisi, İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir ?
Eflatun tek tek sıralamış,
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler
Ne var ki çocukluklarını özlerler
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaparlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya;
-"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış,
Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın !
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır.
Önemli olan; hayatta,"en çok şey'e sahip olmak" değil,"en az şey"e ihtiyaç duymaktır.

26 Şubat 2010 Cuma

Kendi PC'sini kendi yaptı

Kendi PC'sini kendi yaptı Bu adam kendi bilgisayarını yaptı; hem de hazır parçalardan değil! İşte el yapımı işlemci ve PC... Google mühendislerinden Bill Buzbee boş vakitlerini kendi bilgisayarını toplayarak geçiriyor. Son kullanıcı gibi hazır parçalardan bilgisayar toplamayan Buzbee, oturup kendi işlemcisini ve kendi bilgisayarını sıfırdan yaptı. Transistörleri birleştirerek yaptığı Magic-1'da 74 Serisi TTL entegre devre kullanan Buzbee, binlerce kabloyu kendi elleriyle birleştirdi. Bilgisayar çağının ilk bilgisayarlarına benzeyen bu PC oldukça derli toplu. 4.09MHz işlemcisi ve 4MB belleği ile klasik oyunları çalıştırıyor ve magic-1.org adresine sunucu olarak görev yapıyor.Buzbee bu bilgisayarı 2007 yılında yapmasına karşın üzerindeki çalışmaları sürüyor. Özellikle de bu bilgisayara özel işletim sistemi yazmak, takdir edersiniz ki oldukça vakit alıyor. Minix 2 OS'u özel olarak değiştirmek yıllar almış. Daha önce bu konuda çok detay vermeyen Buzbee, pek çok bilgiyi yeni yayınladı ve bu ilginç projesiyle teknoloji dünyasında çok ses getirdi. Magic-1'da The Colossal Cave Adventure, Eliza, Conway's Life ve Hunt the Wumpus gibi klasik oyunlar da oynanabiliyor.

CAN BABADAN

EL TUTUŞA TUTUŞA
Ne kadar çok elimiz varmış meğer,
İlkin senin elinle tutuşan benimki,
Sonra çocuklarınki,
Gençlerinki,
Tekel işçilerininki,
Sonra ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana tutuşa tutuşa,
Bir orman yangını gibi..
CAN YÜCEL

BUZUL

Buzuldan dev bir dağ koptu
Antartika'daki bir buzuldan, başka bir dağın çarpması sonucu Çubuk ilçesinin iki katı büyüklüğünde bir buz dağının koptuğu bildirildi.
Bilim adamları, çarpışma sonucu bu ay başında, Mertz Buzulu'nun su seviyesinin üzerindeki kısmından kopan kütlenin toplam yüzölçümünün 2500 kilometre kare olduğunu belirtti.
Avustralya Antartika Araştırmaları uzmanlarından Rob Massom, "buzuldaki kopmanın küresel ısınmanın sonucu değil, doğal bir süreç olduğunu" kaydetti.

HOCALI KATLİAMI 18.YILINDA

Hocalı katliamı 18. yılında
Ermeni güçlerinin 25-26 Şubat 1992'de Yukarı Karabağ'ın Hocalı kentinde sivil halka yönelik yaptıkları katliamda hayatını kaybedenler, Azerbaycan'da anılıyor. Hocalı katliamının 18. yıl dönümü nedeniyle düzenlenen resmi törenler, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in, Hocalı katliamı kurbanlarının anısına dikilen anıta çelenk koymasıyla başladı. Anma törenleri gün içerisinde sürecek, bu çerçevede Türkiye'nin Bakü Büyükelçiliği'nde de bir anma toplantısı düzenlenecek. Hocalı katliamıSSCB'nin son döneminde Ermenistan'ın Azerbaycan'dan toprak talebiyle başlayan çatışmalar, her iki ülkenin bağımsız olmasıyla savaşa dönüştü. Ermeni güçleri Ermenistan'da konuşlanmış Rus askeri güçlerinin desteğiyle Azerbaycan topraklarını işgal etmeye başlarken, Azerbaycan Türklerine karşı kıyım ve katliamlar da hız kazandı. Azerbaycan kaynaklarına göre, Yukarı Karabağ bölgesindeki Hankendi'de konuşlanan Rus 366'ncı motorize alayının desteğindeki Ermeni güçleri, 25 Şubat 1992 gecesi ağır silah ateşi desteğiyle bir süredir kuşatma altında tutulan Hocalı kentine girdi. Ermeni güçleri, bölgedeki çatışmalar nedeniyle 7 ila 10 bin olarak bilinen nüfusun 4 bine kadar düştüğü kentteki yaşlı ve çocuklardan oluşan sivil halkı ayrım yapmadan vahşice katlederken, kentten şans eseri kurtulanların ifadeleriyle uygulanan vahşet gün yüzüne çıktı. Bölgeye belli bir süre sonra girmesine izin verilen yabancı gazetecilerin izlenimleri Batı ve Rus medyasında, ''tarihte eşi görülmemiş vahşet, gözleri oyulan, derileri yüzülen çocuk ve kadın cesetleri, diri diri yakılan insanlar'' gibi ifadelerle yer aldı. Daha sonra yapılan belirlemeler doğrultusundaki resmi açıklamalara göre, Hocalı'da çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 613 kişi katledildi, 1275 kişinin esir veya kayıp olduğu kesinleşti. Ancak söz konusu belirleme çalışması bölgeye ilişkin önceki kayıtlı nüfus ve şans eseri katliamlardan kurtulanların ifadeleri doğrultusunda yapılabildiği için, gerçekte Hocalı'daki katliamda hayatını kaybedenlerin çok daha fazla olabileceği ifade ediliyor. Kayıp olarak bilinenlerin bir bölümünün de katliam kurbanları arasında olduğu öngörülürken, halen Ermeni işgali altında olması nedeniyle bölgede geniş çaplı bir inceleme bugüne kadar yapılamadı. Yukarı Karabağ bölgesinde bu katliamlar sırasında bölgedeki Ermeni güçlerinin başında ise bir önceki ve bugünkü Ermenistan cumhurbaşkanları Robert Koçaryan ve Serj Sarkisyan gibi isimler de yer alıyordu.
26 Şubat 2010

SİTE

SÖZ

ÜÇ ÇEŞİT İNSAN VARDIR
1- EKMEK GİBİDİR HERGÜN ARANIR
2- İLAÇGİBİDİR LAZIM OLUNCA ARANIR !
3-MİKROP GİBİDİR SİZ ARAMAYIN O SİZİ BULUR

SÖZ

TARLAN VARSA; İÇİNDE OL
TEKNEN VARSA; KIÇINDA OL
İŞİN VARSA; BAŞINDA OL

SÖZ

DÖRT ŞEY GERİ GELMEZ
1 - ATILAN OK
2- KAÇIRILAN FIRSAT
3- SÖYLENEN SÖZ
4- GEÇEN ZAMAN

SÖZ

EĞER KİŞİ
HEM AKILLI HEM ÇALIŞKAN İSE TAKDİR ET!
ÇALIŞKAN FAKAT AKILLI DEĞİLSE DİKKAT ET!
AKILLI FAKAT TEMBEL İSE İKAZ ET!
HEM AKILSIZ HEM TEMBEL İSE UZAKLAŞMAK İÇİN ACELE ET

25 Şubat 2010 Perşembe

V.I.L.

Sosyalist Enternasyonal’in Konumu ve Görevleri
V. İ. Lenin
Bugünkü bunalımın en vahim özelliği, Avrupa sosyalizminin resmi temsilcilerinin çoğunluğunun burjuva milliyetçiliğine, şovenizme yenik düşmesidir. Tüm ülkelerin burjuva basınının onlardan kâh alayla kâh lütufkâr bir övgüyle bahsetmesinin geçerli sebepleri var. Sosyalist kalmak isteyen biri için, sosyalizmdeki bu bunalımın nedenlerini açıklamak ve Enternasyonal’in görevlerini analiz etmekten daha önemli bir vazife olamaz. Bu bunalımın, ya da daha doğru ifade edelim, İkinci Enternasyonal’in çöküşünün oportünizmin çöküşü olduğunu kabul etmekten korkanlar var. Örneğin Fransız sosyalistleri arasında oybirliğinden ve sosyalizmdeki eski grupların savaş sorunundaki tutumlarını güya değiştirdiklerinden bahsediliyor. Ne var ki bunlar temelsiz iddialardır. Sınıf işbirliğinin savunulması; sosyalist devrim düşüncesinin ve devrimci mücadele yöntemlerinin terk edilmesi; burjuva milliyetçiliğine uyarlanma; milliyet ve ülke sınırlarının tarihsel olarak gelip geçici olduğu gerçeğinin unutulması; burjuva yasallığın fetişleştirilmesi; “halkın geniş kitlelerini” (yani küçük-burjuvaziyi) kendisinden uzaklaştıracağı korkusuyla sınıf bakış açısından ve sınıf mücadelesinden vazgeçilmesi –bunlar kuşkusuz oportünizmin ideolojik temelleridir.Sınıf işbirliğinin savunulması; sosyalist devrim düşüncesinin ve devrimci mücadele yöntemlerinin terk edilmesi; burjuva milliyetçiliğine uyarlanma; milliyet ve ülke sınırlarının tarihsel olarak gelip geçici olduğu gerçeğinin unutulması; burjuva yasallığın fetişleştirilmesi; “halkın geniş kitlelerini” (yani küçük-burjuvaziyi) kendisinden uzaklaştıracağı korkusuyla sınıf bakış açısından ve sınıf mücadelesinden vazgeçilmesi –bunlar kuşkusuz oportünizmin ideolojik temelleridir. Ve İkinci Enternasyonal önderlerinin çoğunun bugünkü şovenist ve yurtsever ruh halinin üzerinde geliştiği zemin budur. Değişik bakış açılarına sahip gözlemciler, İkinci Enternasyonal önderliği içerisinde gerçekte oportünistlerin ağır bastığına uzun zamandır işaret ediyorlardı. Aslında savaş basitçe, hızla ve göze batan bir şekilde, oportünizmin bu yaygınlığının gerçek boyutlarını açığa çıkarmıştır. Bunalımın olağanüstü keskin oluşunun eski gruplar içerisinde bir dizi harmanlanmaya yol açmış olmasında şaşırtıcı olan hiçbir şey yoktur. Ne var ki, bir bütün olarak bakıldığında, bu tip değişimler yalnızca bireyleri etkilemiştir. Sosyalizm içerisindeki eğilimler aynı kalmıştır. Fransız sosyalistleri arasında tam bir oybirliği mevcut değildir. Vaillant bile Guesde, Plehanov, Hervé ve diğerleriyle birlikte şovenist bir çizgi izliyor. Vaillant, bugünkü savaşın emperyalist bir karakterde olduğunu ve Fransız burjuvazisinin en az diğer ülkelerin burjuvazisi kadar bu savaşın patlak vermesinden sorumlu olduğunu söyleyen bazı Fransız sosyalistlerinden protesto mektupları aldığını itiraf etmek zorunda kaldı. Bu protesto seslerinin yalnızca muzaffer oportünizm tarafından değil aynı zamanda askeri sansür tarafından da boğulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Britanya’da, Hyndman grubu (Britanya Sosyal-demokratları –Britanya Sosyalist Partisi) tümüyle şovenizmin pençesine düştü; sendikaların yarı-liberal önderlerinin çoğunun da durumu budur. Şovenizme direniş, oportünist Bağımsız İşçi Partisi’ndeki MacDonald ve Keir Hardie’den geldi. Bu kuşkusuz kaidenin istisnasıdır. Ne var ki, Hyndman’a uzun zamandır muhalif olan bazı devrimci Sosyal-demokratlar bugün Britanya Sosyalist Partisi’nden ayrılıyorlar. Almanlarda ise durum nettir: oportünistler kazandı; sevinç içerisindeler, hallerinden hoşnutlar. Kautsky’nin başını çektiği “Merkez” oportünizme yenik düşmüş ve onu en ikiyüzlü, en bayağı ve kendini beğenmiş bir safsatacılıkla savunuyor. Protestolar devrimci Sosyal-demokratlardan geliyor –Mehring, Pannekoek, Karl Liebknecht, Almanya ve İsviçre’nin Almanca konuşan kesiminden bir dizi başkası. İtalya’da da saflar çok belli: aşırı oportünistler, Bissolati ve şürekası, “anavatan” savunusundan, Guesde-Vaillant-Plehanov-Hervé’den yana. Devrimci Sosyal-demokratlar (Sosyalist Parti) Avanti! önderliğinde şovenizmle savaşıyor ve savaştan yana olanların burjuva ve bencil tabiatını teşhir ediyorlar. İleri işçilerin geniş bir çoğunluğunun desteğine sahipler. Rusya’da, tasfiyeciler kampının aşırı oportünistleri, basında ve halka açık konferanslarda seslerini şovenizmi savunma lehinde yükselttiler bile. P. Maslov ve Y. Smirnov, anavatanın savunulması gerektiği bahanesiyle Çarlığı savunuyorlar. Görüyorsunuz işte, Almanya “bizi” savaşla tehdit ederek ticari anlaşmalar dayatmak istiyor, Çarlıksa (buna inanmamız isteniyor) Rusya nüfusunun onda dokuzunun iktisadi, siyasi ve ulusal yaşamını boğmak için kılıç, kırbaç ve darağacı kullanmamıştır! Sosyalistlerin gerici burjuva hükümetlere katılmasını yerinde bir tutum olarak görüyorlar, bugünün savaş kredilerine ve yarının daha büyük silahlanma harcamalarına onay veriyorlar! Plehanov milliyetçiliğe kaydı ve Rus şovenizmini Fransız hayranlığıyla gizlemeye gayret ediyor; Alexinsky de öyle. Paris Golos’ta Martov, etrafındaki kalabalıktan daha namuslu davranıyor, hem Alman hem de Fransız şovenizmine karşı çıktı, Vorwärts’a, Bay Hyndman’a ve Maslov’a da karşı çıkıyor. Fakat bir bütün olarak uluslararası oportünizme ve onun en “etkili” savunucusu olan Alman Sosyal-demokrat merkezciler grubuna kararlı bir şekilde karşı çıkmaktan korkuyor. Orduya gönüllü katılımı sosyalist bir görevin yerine getirilmesi olarak gösterme çabaları (Sosyal-demokratlardan ve Sosyal-Devrimcilerden oluşan Rus gönüllüleri grubunun Paris deklarasyonuna bakın) yalnızca Plehanov’un desteğini aldı. Bu çabalar Paris’teki Parti grubumuzun çoğunluğu tarafından mahkûm edilmiştir. Bu sayıdaki başyazı Parti Merkez Komitesi’nin tutumu konusunda okuyucuları bilgilendirecektir. Yanlış anlaşılmayı daha baştan önlemek için, partimizin görüşlerinin ve formülasyonlarının tarihiyle ilgili şu gerçekleri burada ortaya koyalım. Savaşla birlikte kopan örgütsel ilişkileri yeniden kurmakta yaşanan muazzam zorlukların üstesinden geldikten sonra, bir grup Parti üyesi ilk iş olarak “tezler”i hazırlamış ve 6-8 Eylül tarihlerinde bu tezleri yoldaşlar arasında sirkülasyona açmışlardır. Ardından bu tezler İsviçreli Sosyal-demokratlar aracılığıyla Lugano’daki İtalyan-İsviçresi Konferansının (27 Eylül) iki delegesine gönderilmiştir. İlişkileri yeniden kurmak ve Parti Merkez Komitesinin bakış açısını formüle etmek ancak Ekim ayının ortasında mümkün hale gelmiştir. Bu sayıdaki başyazı “tezler”in nihai biçimidir. Avrupa ve Rus Sosyal-demokrat hareketindeki durum kısaca budur. Enternasyonal’in çöküşü bir vakıadır. Bu çöküş, Alman ve Fransız sosyalistleri arasında basın yoluyla yapılan polemiklerle kesin bir şekilde kanıtlanmış ve yalnızca Sol Sosyal-demokratlar (Mehring ve Bremer Bürger Zeitung) tarafından değil, ılımlı İsviçre gazeteleri (Volksrecht) tarafından da kabul edilmiştir. Kautsky’nin bu çöküşün üstünü örtme çabaları ödlekçe yapılmış birer hiledir. Enternasyonal’in çöküşü, burjuvazinin esiri haline gelmiş oportünizmin apaçık çöküşüdür. Burjuvazinin tutumu açıktır. Oportünistlerin burjuva argümanları dile getirdiği de bir o kadar açıktır. Baş makalede söylenenlere ek olarak, Die Neue Zeit’taki, enternasyonalizmin, sözümona anavatan savunusu için bir ülkenin işçilerinin başka ülkelerin işçilerini vurmasına dayandığını ileri süren aşağılayıcı ifadelerden bahsetmek bile yeterli!
Anavatan savunusu sorunu –oportünistlere cevap olarak söylemeliyiz ki– bugünkü savaşın somut tarihsel tabiatı değerlendirilmeksizin ortaya konamaz. Bu emperyalist bir savaştır, yani, kapitalizmin en yüksek gelişimi döneminde, onun sona yaklaştığı bir zaman diliminde yürütülüyor. Komünist Manifesto’da, milliyet ve anavatanı burjuva sistemin ve dolayısıyla burjuva anavatanın esas biçimleri olarak tanımamızın sınırları ve koşulları vurgulanarak, işçi sınıfının ilkin “kendisini ulus içinde oluşturmak” zorunda olduğu söylenir. Oportünistler kapitalizmin yükselişi döneminde doğru olan bu gerçeği onun bitiş dönemine de uygulayarak onu çarpıtırlar.Komünist Manifesto’da, milliyet ve anavatanı burjuva sistemin ve dolayısıyla burjuva anavatanın esas biçimleri olarak tanımamızın sınırları ve koşulları vurgulanarak, işçi sınıfının ilkin “kendisini ulus içinde oluşturmak” zorunda olduğu söylenir. Oportünistler kapitalizmin yükselişi döneminde doğru olan bu gerçeği onun bitiş dönemine de uygulayarak onu çarpıtırlar. Eski döneme ve feodalizmi değil bizzat kapitalizmi yıkma mücadelesindeki proletaryanın görevlerine atıfla Komünist Manifesto açık ve kesin bir formül sunar: “İşçilerin vatanı yoktur.” Oportünistlerin bu sosyalist önermeyi kabul etmekten ve hatta birçok durumda bu önermeyi açıkça dikkate almaktan bile neden bu denli korktukları herkes tarafından gayet iyi anlaşılabilir. Sosyalist hareket anavatanın eski çerçevesi içerisinde zafer kazanamaz.Komünist Manifesto açık ve kesin bir formül sunar: “İşçilerin vatanı yoktur.” Oportünistlerin bu sosyalist önermeyi kabul etmekten ve hatta birçok durumda bu önermeyi açıkça dikkate almaktan bile neden bu denli korktukları herkes tarafından gayet iyi anlaşılabilir. Sosyalist hareket anavatanın eski çerçevesi içerisinde zafer kazanamaz. İnsan toplumunun yeni ve daha üstün biçimlerini yaratır. Bu biçimler içerisinde her milliyetten çalışan kitlelerin meşru ihtiyaçları ve ilerici özlemleri, mevcut ulusal bölünmüşlüğün ortadan kaldırılmasıyla sağlanan uluslararası birlik aracılığıyla ilk kez karşılanmış olacaktır. Burjuvazinin, ikiyüzlü “anavatan savunusu” çağrılarıyla emekçi kitleleri bölmek ve birliğini bozmak için gerçekleştirdiği girişimlere, sınıf bilinçli işçiler, farklı uluslardan işçileri, tüm ulusların burjuvazisinin egemenliğini devirme mücadelesinde birleştirmek üzere yepyeni ve sebatkâr çabalarla cevap vereceklerdir.
Burjuvazi emperyalist yağmayı saklayarak kitleleri eski “ulusal savaş” ideolojisiyle aldatıyor.Burjuvazi emperyalist yağmayı saklayarak kitleleri eski “ulusal savaş” ideolojisiyle aldatıyor. Bu yalan, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme sloganını öne süren proletarya tarafından açığa çıkarıldı. Stuttgart ve Basle kararlarının sloganı buydu. Bu kararlarda genel olarak savaş değil tam da bugünkü savaş göz önünde bulunduruluyor, “anavatan savunusu”ndan değil “kapitalizmin yıkılışını hızlandırmak”tan bahsediliyor, savaşın yarattığı krizden bu amaçla yararlanmaktan ve Paris Komünü örneğinden söz ediliyordu. Paris Komünü ulusların savaşının iç savaşa dönüşmesinin bir örneğiydi.
Kuşkusuz böylesi bir dönüşüm kolay bir iş değildir ve yalnızca şu ya da bu partinin heveslenmesiyle gerçekleştirilemez. Ne var ki bu dönüşüm genelde kapitalizmin nesnel koşullarına, özelde ise kapitalizmin son dönemine içseldir. Sosyalistler faaliyetlerini bu doğrultuda, yalnız ve yalnızca bu doğrultuda yürütmelidirler. Onların işi, savaş kredileri için oy kullanmak ya da “kendi” ülkelerindeki (ve müttefik ülkelerdeki) şovenizmi körüklemek değil, öncelikle bizzat “kendi” burjuvazisinin şovenizmine karşı mücadele etmektir. Bu mücadele, kriz olgunlaşıp burjuvazi bizzat kendisinin çizdiği yasal çerçeveyi ortadan kaldırdığında, yasal mücadele biçimleriyle sınırlandırılamaz. İç savaşa yol açan eylem çizgisi budur, şu ya da bu momentte Avrupa’daki büyük yangının iç savaşa dönüşmesine sebep olacak çizgi budur. Savaş tesadüfi bir olay da değildir, (yurtseverlik, insanlık ve barış vaazı veren oportünistlerden geri kalmayan) Hıristiyan papazların düşündüğü anlamda “günah” da değildir. Savaş kapitalizmin kaçınılmaz bir aşamasıdır, kapitalist yaşam tarzının barış kadar meşru bir biçimidir.Savaş tesadüfi bir olay da değildir, (yurtseverlik, insanlık ve barış vaazı veren oportünistlerden geri kalmayan) Hıristiyan papazların düşündüğü anlamda “günah” da değildir. Savaş kapitalizmin kaçınılmaz bir aşamasıdır, kapitalist yaşam tarzının barış kadar meşru bir biçimidir. Bugünkü savaş bir halklar savaşıdır. Bundan çıkan sonuç, bizlerin de “popüler” şovenizm akıntısına katılmamız gerektiği değil, ulusu bölen sınıf çelişkilerinin savaş zamanında da var olmaya devam ettiği ve kendisini savaş koşullarında dışa vurduğudur. Orduya katılmayı reddetme, savaş karşıtı grevler vb., silahlı burjuvaziye karşı silahsız mücadele şeklindeki bütünüyle anlamsız, sefil ve ödlekçe hayallerdir, kıyasıya bir iç savaş ya da bir dizi savaş olmaksızın kapitalizmin yıkılmasını isteyen nafile arzulardır. Her sosyalistin görevi, ordu içinde de sınıf mücadelesinin propagandasını yürütmektir; tüm ulusların burjuvazilerinin emperyalist bir silahlı çatışma içerisine girdikleri bir çağda ulusların savaşını iç savaşa çevirmeye dönük bir çalışma yegâne sosyalist faaliyettir. “Ne pahasına olursa olsun barış” şeklindeki tiksindirici, sofuca ve budalaca çağrılar kahrolsun! İç savaş bayrağını daha da yükseltelim! Emperyalizm Avrupa kültürünün kaderini tehlikeye atıyor: bir dizi başarılı devrim olmadığı sürece bu savaşı diğerleri takip edecek. Bunun “son savaş” olduğu yolundaki laflar içi boş ve tehlikeli bir uydurmacadır, (Golos’un zekice ifadesiyle) filisten “mitoloji”nin bir parçasıdır. Proleter iç savaş bayrağı yalnızca yüz binlerce sınıf bilinçli işçiyi değil, bugün şovenizmle aldatılan ama savaşın dehşetinin yalnızca gözünü korkutup bastırmakla kalmadığı aynı zamanda aydınlattığı, eğittiği, uyandırdığı, örgütlediği, çelikleştirdiği ve “kendi” ülkesinin ve “yabancı” ülkelerin burjuvazisine karşı savaşa hazırladığı milyonlarca yarı-proleteri ve küçük-burjuvayı da bir araya getirip harekete geçirecektir. Bu, bugün değilse yarın, savaş sırasında değilse ondan sonra, bu savaşta değilse bir sonrakinde mutlaka gerçekleşecektir. İkinci Enternasyonal öldü, oportünizm tarafından alaşağı edildi. Kahrolsun oportünizm, yaşasın Üçüncü Enternasyonal. Yaşasın sadece “dönekler”den (Golos’un istediği gibi) değil oportünizmden de temizlenmiş Üçüncü Enternasyonal. İkinci Enternasyonal, on dokuzuncu yüzyılın son üçte birlik döneminde ve yirminci yüzyılın başlarında en acımasız kapitalist kölelikle ve en hızlı kapitalist ilerleyişle geçen uzun ve “barışçıl” dönem boyunca proleter kitlelerin ilk örgütlenmesindeki yararlı hazırlık çalışmasının kendi payına düşen kısmını yerine getirdi. Kapitalist hükümetlere karşı devrimci bir saldırı için, tüm ülkelerin burjuvazisine karşı siyasal iktidarı ele geçirmek üzere bir iç savaş için ve sosyalizmin zaferi için proleter güçleri organize etme görevi Üçüncü Enternasyonal’e düşüyor!
1 Kasım 1914’te Sotsial-Demokrat’ta yayınlandı.
Kaynak: Collected Works, cilt 21, s.35-41

NE ARARSAN KENDİNDE ARA

Hararet nardadir saçda degildir
Keramet sendedir taçda degildir
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs'te Mekke'de Hac'da degildir

ANLAYANA

24 Şubat 2010 Çarşamba

ÇİZGİ VE ÖTESİ

gelişim zinciri

EMİR - KOMUTA ZİNCİRİ DEĞİŞİYOR MU ?

Komutanlar toplantısına AKP'den tepki
AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, Genelkurmay Karargahı'nda dün yapılan ve Orgeneral İlker Başbuğ'un orgeneral ve oramirallerle yaptığı toplantı için ''Hangi toplantı menfi etki edecekse tarih önünde sorumlu olacak'' dedi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, ''Balyoz Güvenlik Harekatı Planı'' iddiaları soruşturması çerçevesinde yaşanan gelişmeleri değerlendirirken, ''Her davet edilen, çağrılan, sorguya alınan 'suçludur' diye bir kural yok'' dedi. Kapusuz, AKP Genel Merkezi'ndeki il halkla ilişkiler başkanları toplantısının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Bir gazetecinin, ''yaşanan gelişmelere ilişkin toplantılar oldu, Genelkurmay'ın da bir açıklaması oldu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusu üzerine Kapusuz, şunları kaydetti: ''Yargılama süreciyle ilgili olan bazı konular yargıya intikal ettiği için çok fazla konuşulmasının erken olduğunu düşünüyorum. Bir kez daha şunu açık bir dille ifade edeyim; her davet edilen, çağrılan, sorguya alınan 'suçludur' diye bir kural yok. Dün sorgulaması yapılanlar mahkemeye çıkarıldı bir kısmı tutuklandı, bir kısmı da serbest bırakıldı. Ama ben medya başta olmak üzere, siyasetçilerimiz de dahil olmak üzere, herkesin bürokrasi de dahil buna, yargıyı rahatsız etmemesini, kendi haline bırakmasını, görevini rahatlıkla yapabilmesinin ortamını sağlamaya davet ediyorum. Buna hangi toplantı, hangi görüşme, hangi açıklama menfi etki edecekse, bu, tarih önünde sorumluluğu da beraberinde getirecektir. Bugünkü konuşulan, yaşanılan her olay yarın da herkesin önüne konulacaktır. Dün nasıl yaşananlar bugün gündeme gelmişse, bugünkü yaşananlar da yarın yine toplumun gündeminde olacaktır. Herkesi Anayasa ve yasalardaki yazılı olan kurallara davet ediyor, buna uygun hareket etmelerini de bekliyorum, diye açık bir samimi kanaatimi de ifade etmek istiyorum.''
24 Şubat 2010

ÇİZİKTİRME - ANLAYANA

EMİR - KOMUTA ZİNCİRİ
DEĞİŞİYORMU
?

23 Şubat 2010 Salı

DALIDA - EL CORDOBES

ZARLAR

YORUMU YOK

BEKİR COŞKUN'DAN

Bekir Coşkun
Davulcu Remo'dan bu yana...
10.02.2010 12:46:41 DAVULCU Remo'nun, davul çalarken sağ ayağını kaldırıp tokmağı ayağının altında davula vurması, Samuel Morse'nin elektrikli telgrafı icat etmesine denk gelir...
(.........)
Kütahya köylülerinin bir keçinin sırtına yazılmış "ayeti" görmeleri ve keçiyi kaptıkları gibi kaymakama götürmeleri, kaymakamın da bunu "Adı geçen keçiye ne gibi bir işlem yapılmasını" bir yazıyla merkeze sorması ise Çinlilerin pirinçteki gen sıralamasını bulmalarına rastlar...
(.........)
Şıh Hakkı Hazretleri'nin, müminlerin oval bir cismi okşamaları ya da ortasında delik olan yuvarlak bir cisme "manalı" fazla bakmalarının imanı bozacağını tebliğ etmesi de İskoç asıllı John Baird'in televizyonu icat etmesiyle eşzamanlıdır...
Sene 2010...
- Son bir yılda insan epigenomunun şifresi çözüldü... - Görme engelliler için göz yerine geçen mikroçip yapıldı... - Bilim adamı robot, Aberystwyth Üniversitesi'nde çalışmaya başladı... - NASA, Ay'da su bulunduğunu açıkladı... - Maryland Üniversitesi'nde, atomun içindeki veriyi bir metre uzaklıktaki kabın içine ışınlayarak taşıdılar... - Büyük Hadron çarpışması ile yerkürenin sırrı aralandı... - Subaru teleskobu, komşumuz yeni bir gezegen buldu... - Başta Alzheimer ve kemik erimesi olmak üzere 27 hastalığa çare buldu elin adamı... Tüm bunlar ise; Türklerin "imam" yetiştirip, onlardan bilgisayarcı, matematikçi, fizikçi, kimyacı, bilim adamı, vali, doktor, mühendis, yargıç yapmak istemelerine denk gelir...
İşte siz kaç gündür "üniversiteye girişte katsayı kavgası" ile bunu izliyorsunuz...
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakan'ı, Milli Eğitim Bakanı, yandaş YÖK Başkanı, kimi profesörleri, kimi aydınları...
Hâlâ çocuklara "imam" eğitimi verip, onlardan "her şey" yapmak için kavga ediyorlar...
Ama ne yapacaksınız... Dünyanın en gözde, en cennet toprakları üzerinde, durup dururken "çağdışı" kalmaz insan...
Kalmışsa bir sebebi olmalı...

22 Şubat 2010 Pazartesi

TOPLAMA İŞLEMİ

KILIF NE?

Komutanlar gözaltında
Ankara ve İstanbul'da "Balyoz Darbe Planı" kapsamında Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına, Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve Eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ergin Saygun'un da aralarında bulunduğu bir çok kişi gözaltına alındı. "Balyoz Darbe Planı" kapsamında yürütülen soruşturma nedeniyle 14 ayrı yerde yapılan aramaların bu sabah eş zamanlı olarak başlatıldı. Terörle Mücadele Şubesi ekiplerince yapılan aramaların 7'si emekli, toplam 14 subaya ait adresler olduğu bildirildi. Ekiplerin emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın ve emekli Tuğgeneral Süha Tanyeli'nin evlerinde arama yapıldığı belirtilirken, Doğan, "Evimde arama yapılmıyor" açıklamasını yaptı.
Doğan'ın villasında arama yapılıyor
Alınan bilgiye göre, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla, emekli Orgeneral Doğan'ın Bodrum'un Yeniköy Mahallesi'ndeki 3 katlı villasında Bodrum Emniyet Müdürlüğü ekiplerince arama başlatıldı. Arama çalışmasına Bodrum İlçe Emniyet Müdürü Niyazi Turgay ve çok sayıda polis memurunun katıldığı görüldü. Arama çalışması sırasında villanın perdelerinin kapatıldığı gözlendi. Polis ekipleri, villanın çevresinde güvenlik tedbiri alarak, villaya giriş ve çıkışlara izin vermiyor.
Gözaltılar artıyor
Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergun Saygun'un Balyoz Harekat Planı çerçevesinde gözaltına alınan 14 asker arasında yer aldığı öğrenildi. "Darbe Günlükleri" yazdığı öne sürülen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek de gözaltına alındı. Ayrıca diğer gözaltına alınan emekliler subaylar arasında Abdullah Öcalan'ı Türkiye'ye getiren ekip arasında yer aldığı bilinen Korgeneral Engin Alan ve Ayhan Poyraz'ın da olduğu öğrenildi. Beşiktaş'taki evinde yapılan aramaların ardından gözaltına alınan emekli Albay Kubilay Aktaş da, emniyete götürülmek üzere yola çıkarıldı. İstanbul'da eski Kuzey Deniz Saha Komutanı emekli Oramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü de gözaltına alınarak, Fatih Adliyesi'ndeki Adli Tabiplik'te sağlık kontrolünden geçirildi. Yine sağlık kontrolünden geçirilerek emniyete getirilenler arasında Ali İhsan Çuhadaroğlu, Suat Aydın, Bülent Tuncay, Özer Karabulut ve Emin Küçükkılıç'ın da bulunduğu öğrenildi. Operasyon kapsamında gözaltına alınanların isimleri şöyle:
Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral İbrahim Fırtına Emekli Korgeneral Engin Alan, Emekli Deniz Kurmay Albay Ümit Özcan Emekli Korgeneral Ayhan Poyraz Eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ergin Saygun Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Eski Kuzey Deniz Saha Komutanı emekli Oramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü Emekli Korgeneral Ayhan Taş Emekli Albay Kubilay Aktaş Deniz Kutluk Mustafa Çalış Yusuf Z. Toker Hasan B. Arslan Ahmet M. Dikici Emekli Orgeneral Çetin Doğan
Komutanlar İstanbul'da
''Balyoz Planı'' iddialarına ilişkin soruşturma kapsamında gözaltına alınan eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'nın da aralarında bulunduğu 7 kişi İstanbul'a getirildi. Ankara Terörle Mücadele ekiplerince gözaltına alınan emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'nın da aralarında bulunduğu 7 kişiyi taşıyan tarifeli uçak, saat 14.35 sıralarında Sabiha Gökçen Havalimanına indi. Emekli Orgeneral Fırtına ve diğer 6 kişi, havalimanından polis araçlarıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğüne doğru yola çıkarıldı. İzmir ve Bursa'da gözaltı Öte yandan, soruşturması kapsamında, İzmir'de, bir tuğgeneralin gözaltına alındığı, emekli bir subayın da arandığı bildirildi. Soruşturma kapsamında Bursa'da da emekli albay olduğu belirtilen A.M.D, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince evinde gözaltına alındı. Öte yandan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İspanya'nın başkenti Madrid'te, gazetecilerin konuya ilişkin ısrarlı soruları üzerine, ''Takip ediyorum, bilgi veriyorlar'' dedi. Mehmetçik Vakfı'nda yapılan aramalar tamamlandı''Balyoz Güvenlik Harekatı Planı'' iddialarına ilişkin Mehmetçik Vakfı'nın İstanbul Temsilciliğinde yapılan aramalar tamamlandı. Alınan bilgiye göre, vakfın İstanbul Temsilciliğinin Caddebostan Plaj Yolu Sokak Tan Apartmanı giriş katında bulunan temsilciliğine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı ile gelen polis ekipleri, sabah erken saatlerde arama başlattı. Yaklaşık 6 saat süren aramaların ardından, buradaki bazı belgeler incelenmek üzere emniyete götürüldü.
Taraf'ın iddiaları
Balyoz Eylem Planı iddiasını Taraf gazetesi ortaya atmıştı. Söz konusu planın altında emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın imzası olduğu belirtilmişti.Söz konusu darbe planının altında "Çarşaf", "Sakal", "Oraj" ve "Suga" adı verilen planlar olduğu, bu planlara göre Beyazıt ve Fatih camilerinde bombalı saldırılar düzenleneceği, Ege'de Türk jeti düşürüleceği ve AKP'nin aciz gösterilmeye çalışılacağı öne sürülmüştü.Gazetenin haberine göre, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan yönetimindeki askerler darbeye direnebilecek 200 bin kişiyi stadlara doldurmayı planlıyordu.Genelkurmay Başkanlığı ise, iddialara karşı sert çıkmış, "1'inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Seminerine ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır. Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında bulunmaktadır" açıklamasını yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da, iddialarla ilgili olarak, "Türk ordusunun da bir sabrı var" açıklamasında bulunmuştu.
Gözaltına alınan komutanlar kim?
İşte gözaltına alınan komutanların özgeçmişleri:
Emekli Orgeneral Ergin Saygun
Ergin Saygun, 1946 yılında İstanbul'da doğdu. 1966 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1967 yılında Topçu ve Füze Okulu'ndan mezun oldu. 1978 yılında Kara Harp Akademisi'ni de bitiren Saygun, kurmay subay olarak Genelkurmay Strateji ve Plan Dairesinde Proje Subaylığı görevi yürütürken, İngiltere Kraliyet Kara Kurmay Kolejini de bitirdi. Kara Harp Akademisi öğretim üyeliği, Brüksel'de Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanlığı'nda Kara Plan Subaylığı, Genelkurmay Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, 6'ncı Piyade Tümeni'nde Piyade Tabur Komutanlığı, 3. Kolordu Harekat ve Eğitim Şubesi ve 1'inci Ordu Plan Harekat Şubesi Müdürlüğü, Kara Kuvvetleri Genel Sekreterliği ve Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı görevlerini yürüten Saygun, 1993 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek bu rütbede Belçika'da Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargahı'nda Lojistik ve İntikaller Daire Başkanlığı ile 14'üncü Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı görevlerinde bulundu, 1997 yılında tümgeneralliğe terfi etti. Genelkurmay Strateji Daire Başkanlığı, 4'üncü Kolordu Komutan Yardımcılığı ve 1'inci Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı görevlerini yürüten Saygun, 2001 yılında korgeneralliğe terfi etti. Saygun, 3'üncü Kolordu Komutanlığı ile Belçika'da Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanlığı görevlerinde bulundu, 2005 yılında orgeneralliğe terfi etti. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Genelkurmay 2'nci Başkanlığı görevlerinin ardından 2008 yılı atamalarında 1'inci Ordu Komutanlığı'na atandı. Orgeneral Saygun, 30 Ağustos 2009'da emekliye ayrıldı. Saygun, 5 Kasım 2007'de ABD Başkanı George W. Bush ile görüşmesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a eşlik etmişti.
Emekli Orgeneral İbrahim Fırtına
Halil İbrahim Fırtına, 1941 yılında Ordu'da doğdu. 1962'de Hava Harp Okulu'ndan, 1964'te Uçuş Okulu'ndan mezun olan Fırtına, Hava Kuvvetleri'ne bağlı çeşitli birliklerde 1970 yılına kadar filo kol uçuculuğu yaptı. 1972'de Hava Harp Akademisi'ni bitiren Fırtına, kurmay subay olarak 9. Ana Jet Üs Komutanlığı 192. Filo Kol Uçuculuğu ve Eğitim Subaylığı, Hava Harp Akademisi öğretim üyeliği, 8. Ana Jet Üs Komutanlığı 184. Filo Komutan Vekilliği, Bonn Hava Ataşeliği, Hava Kuvvetleri Personel Eğitim Dairesi Meslek Geliştirme Kurslar Şube Müdürlüğü, 4. Ana Jet Üs Harekat Komutanlığı görevlerini yürüttü. 1989 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek, 4. Ana Jet Üs Komutanlığı ve Washington Silahlı Kuvvetler Ataşeliği görevlerinde bulunan Fırtına, 1993'te tümgeneralliğe terfi etti. Tümgeneral rütbesiyle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Lojistik Başkanlığı ve 1. Taktik Hava Kuvveti Komutan Yardımcılığı görevlerini yürüttü, 1997 yılında korgeneralliğe yükseldi. Korgeneral rütbesiyle Harp Akademileri Komutan Yardımcılığı ve Hava Harp Akademisi Komutanlığı, 1. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı ve 6. Birleşik Hava Harekat Merkezi (CAOC) Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 30 Ağustos 2001 tarihinde orgeneralliğe yükseldi ve Harp Akademileri Komutanlığı'na getirildi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na 30 Ağustos 2003'te atanan Orgeneral Fırtına, 30 Ağustos 2005 tarihinde emekliye ayrıldı. 5 Aralık 2009'da Ergenekon savcılarına "şüpheli" sıfatıyla ifade veren Fırtına, "Bir darbe suçlaması kapsamı içerisinde bana soru yöneltilmesini üzüntü ile karşılıyorum ve reddediyorum. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven isimli planlama faaliyetlerini ise emekli olduktan sonra basından öğrenmiş bulunmaktayım. Görev yaptığım dönem içerisinde böyle bir çalışma grubundan ve planlama faaliyetlerinden bilgim yoktur" demişti.
Emekli Oramiral Özden Örnek
1943 yılında İzmit'te doğan Özden Örnek, 1964 yılında Deniz Harp Okulu'ndan mezun olarak donanmaya katıldı. 1967-1969 yılları arasında ABD'de Iisansüstü öğrenimini yapan Örnek, 1975 yılında Deniz Harp Akademisi'nden, 1982 yılında da ABD Deniz Komuta Koleji'nden mezun oldu. 1982-1984 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı'nda Harekat Şube Müdürlüğü, 1984-1986 yılları arasında da Washington Deniz Ataşeliği görevlerinde bulunan Örnek, 30 Ağustos 1988'de tuğamiralliğe yükseldi. 1988-1989 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Teşkilat Daire Başkanlığı ve 1989-1990 yıllarında Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerini yürüten Örnek, 1990-1992 yılları arasında da NAVSOUTH/Napoli'de görev yaptı. 1992 yılında Tümamiralliğe terfi eden Örnek, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Lojistik Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, 1994-1995 yıllarında Hücumbot Filosu Komutanlığı, 1995-1996 yılları arasında da Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunan Örnek, 30 Ağustos 1996'da koramiralliğe terfi etti. Örnek, 1996-1997 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı, 1997 -1999 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerini yürüttü, 1999-2001 arası Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevini yaptı. Örnek, 30 Ağustos 2001'de Oramiralliğe terfi ederek Donanma Komutanlığı'na atandı, 30 Ağustos 2003 ile 20 Ağustos 2005 tarihleri arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini yaptı. 2007 yılında Nokta dergisinin açıkladığı 'darbe günlükleri'yle gündeme gelen emekli Oramiral Özden Örnek, günlüklerin kendisine ait olduğu iddiasını yalanlamıştı. Örnek, Ergenekon savcılarına 5 Aralık 2009'da emekli Orgeneral Aytaç Yalman ve emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ile birlikte "şüpheli" sıfatıyla ifade vermiş ve serbest bırakılmıştı.
Emekli Orgeneral Çetin Doğan
Çetin Doğan, 1940 yılında Trabzon'un Maçka ilçesinde doğdu. 1960 yılında Kara Harp Okulunu tamamlayan Çetin Doğan, 1961'de Topçu Okulunu bitirdi. Doğan 1987 yılında tuğgeneral rütbesine yükseldi. Genelkurmay Komuta Kontrol Daire Başkanlığı, 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı, Genelkurmay Plan Harekat Daire Başkanlığı, 4. Kolordu Komutan Yardımcılığı, 1. Mekanize Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Harekat Başkanlığı ve Jandarma Asayiş Komutanlığı görevlerini yürüten Doğan, 1999'da orgeneralliğe terfi ederek Ege Ordu Komutanı oldu. 2004 yılında 1. Ordu Komutanı iken emekli oldu. Emekli Orgeneral Doğan'ın 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı sırasında Balyoz Darbe Planı'nı hazırladığı iddia edilmiş, Doğan bu iddiaları yalanlamıştı.
22 Şubat 2010

MARMARAY

Marmaray işçileri Ankara'da
İstanbul'da Marmaray projesinde çalıştıkları sırada işlerine son verilen bir grup işçi, ''İşlerine geri dönmek ve çalışma koşullarının düzeltilmesi'' istemiyle, Demir Yolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaat Genel Müdürlüğü (DLH) ve GAMA Holding önünde basın açıklaması yaptı. Marmaray işçilerinden Aydın Erhan, beraberindeki işçilerle, DLH önünde polisin yoğun güvenlik önlemi altında basın açıklaması yaptı. Erhan, açıklamasında kendilerinin Marmaray'ın Yenikapı şantiyesinde arkeolojik kazıda çalışan işçiler olduklarını belirterek, 3 yıl boyunca en ağır koşullarda çalıştırıldıklarını ifade ettiler. 16 Ocak 2010 tarihinden bu yana sokakta olduklarını ve haklarını istedikleri için 80 kişinin kapının önüne konulduğunu savunan Erhan, 38 gündür işlerini ve haklarını kazanmak için direndiklerini söyledi. İşten atılan tüm işçilerin geri alınmasını, 3 yıldır zam yapılmayan ücretlerinin yükseltilmesini isteyen Erhan, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin derhal alınmasını, ücretlerinin banka aracığıyla ödenmesini talep ettiklerini bildirdi. İşçilere destek amacıyla yanlarında yer alan Petrol-İş Sendikası Ankara Şube Başkanı Mustafa Özgen de AKP Hükümetinin özelleştirme ve taşeronlaştırma anlamında yeni bir çalışma hayatı anlayışını getirdiğini söyledi. Marmaray'da ve TEKEL'de mağdur durumda olan işçilerin tek istekleri olduğunu belirten Özgen, ''İnsanca yaşamak istiyorlar. Haklarının verilmesini istiyoruz'' dedi. İşçiler ellerinde taşıdıkları dövizler ve attıkları sloganlarla, işlerine geri dönmek istediklerini ifade ettiler. İşçiler, açıklamanın ardından alandan ayrıldı.
22 Şubat 2010

ÇİZGİ VE ÖTESİ

FİLE

File torbalar renklenerek geri döndü
Küresel ısınmanın dünyayı tehdit etmesiyle tüketim alışkanlıkları da değişmeye başladı. Benzinin yerini bio yakıtlar; plastik şişelerin yerini cam şişeler, naylon poşetlerin yerini de file torbalar alıyor. Alışveriş sırasında hiç düşünmeden kullanılan naylon poşetler çevre kirliliğinin önemli bir payını üstleniyor. Az ya da çok her türlü alışverişimizde elimizi attığımız noylon torba doğada yok olmuyor. Bu gerçeğin farkında olan Övgü İnal ve Muzaffer Taşçı, naylon poşet kullanımını azaltmak için kolları sıvamış.Kendisini çevreci olarak tanımlayan ve elinden geldiğince çevreye katkı sağlamak isteyen Övgü İnal, çocukluğunun filelerini düşünerek başlamış işe. İzmit'te atölyesi olan ve kendisi gibi ev hanımlarıyla çalışan Muzaffer Taşçı'yla buluşan İnal, "Renkli file"nin hem çevreye katkı sağladığını hem de ev hanımlarına iş imkanı oluşturduğunu söylüyor. Ekibin amacı, pazar filelerinin kullanımını yagınlaştırmak. "Renkli file" adını verdiği tasarımlarla Bitlis'ten İstanbul'a; Afyon'dan Samsun'a kadar pekçok yere sipariş hazırlayan ekip, naylon torbaların doğaya verdiği zararadan yakınıyor. İnal, "Toprağın yok edemediği ve pekçok kansorejen riski taşıyan torbaların kullanılmaması gerekir" diyor.Gelişmiş ülkelerin alışverişte fileyi ya da kese kağını uzun süredir kullandığını belirten İnal, renk renk ve el emeğiyle hazırlanan filelerin tüketicileri daha prestijli göstereceğini de söylüyor.

KITALAR AYRILIRKEN

IRKÇILIK

ÇİZGİ VE ÖTESİ

MAKALE

ABD Gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı
Nihat Genç / Bağımsız Gündem
AKP-Cemaat-ABD ittifakının Türkiye’yi istila ve işgal savaşının tam ortasındayız. Saf olmayın. Savaş tüm cephelerde vahşice sürüyor. Bugüne kadar bu savaşı,fikirlerle tartıştık, yani küreselleşme, AB’ye girme, Ermeni ve Rum Tezleri’ne karşı koyma, Özelleştirmeye karşı durmak, Ergenekon tertiplerini kökünden eleştirmek gibi.
***
Sonra fikirlerimizi derinleştirip sosyal psikolojik analizler yaptık, kitleleri, cemaati, medyayı, yazarları, felsefi ve psikolojik olarak değerlendiren onlarca uzun uzun makaleleri bu sütunda yayınladık. Ama şimdi, yaşadığımız bu vahşi savaşı, hak ettiği şekliyle yani ‘savaş terimleriyle’ tahlile çalışalım. Bahsi geçen yazılarımda bir şeyi çözemedim, bu çözülmeyen şey: ‘peşin kötü’. Yandaş medya ‘kötü damgası vurmuş’, niçin kötü neden kötü açıklamıyor. Mesela Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan milyonları peşinen ‘kötüler’ diye damgalıyor. İşte bu ‘peşin kötü’ kavramı beni düşündürdü. Bir değişik analizle daha iyi anlatabilirim, Uzay Yolu’yla başlayan uzay filmleri vardır. Bu filmlerde uzayda korkunç sümüksü yüzlü tuhaf yaratıklar karşımıza çıkar. Bu ‘yaratıklar’ın hepsi peşinen kötüdür. Niçin kötüdür, çünkü ‘dünyayı istila edeceklerdir’. Uzay filmleri bizi bu kötüye şartlandırır. Uzay’da kimi görseler kötü damgasını vurup peşin peşin kötü deyip hemen öldürürler.
***
Oysa bu filmlerde şöyle bir tema hiç yoktur, mesela Jüpiter’de ‘elmas yatakları’, Ay’da define, Mars’ta altın hazineleri saklı ve bu yaratıklar işte bu hazineleri ele geçirmemizi önlüyor. Ancak klasik tüm macera filmlerinde bir ‘define’ öyküsü vardır, Hindistan’ta Afrika’da geçen ya da masallarımızdan tanıdığımız bu hikayelerde kahramanımız bir define aramaktadır ancak karşısına defineye ulaşmalarını engelleyen kötü adamlar çıkar ve onlarla savaşır. Klasik masallar ve macera filmlerinde kötüleri tanırız, çünkü, onlar bir madeni, zenginliği, defineyi ele geçirmemizi önlüyorlar. Yani ‘kötü’nün bir anlamı sebebi mantığı vardır, mesela mağarada gizli madenleri kahramanımız değil kötüler ele geçirecekmiş…
***
ABD’nin Orta Amerika’dan başlayıp Filipinler’de süren ve Vietnam’da devam ve Orta-Doğu’da bereketlenen darbe savaş iç ayaklanma istila planlarında işte hep bu kötüler vardır. Filipinler’de önlerini kesenler kötüdür, Afganistan’da Irak’ta direnenler kötüdür, Vietnam’da direnenler kötüdür. Niçin kötüdür, cevabı yok, kötüdür. Oysa kötü diye damgaladıkları bu insanlar kendi ülkelerini, madenlerini, zenginliklerini koruyorlar ve yabancı istilaya geçit vermek istemiyorlar. Ancak ABD Dış Politikası ve bu politikanın dilini güncelleştiren büyük dünya medyası ‘kötü’ imgesini profeseyonelce kullanır. Hatırlayın, Irak Savaşı’ndan önce ‘kötüler’ artık gün ışığına çıkartılmış Bush tarafından ‘şeytanlar’ (şer cephesi) olarak ilan edilmişti.
***
Nedensiz ‘kötü’ olabilir mi? ABD kötü ilan ediyor diye ‘kötü mü’ oluyoruz.. Medyada, gazetelerde, dergilerde, ınternette, ekranlarda yirmi yıldır her saat her akşam işte bu KÖTÜLER’e karşı amansız bir savaş görürsünüz. Niçin kötü oldukları söylenmez. Bu kötünün ne olduğunu artık biliyoruz, bu kötü: düşmandır. Bir savaş kavramı olarak: düşman. Yani, yok edilmesi şart olan düşman. Mutlak biçimde ortadan kaldırılması gereken düşman.
***
Yandaş medya ve haberlerin dilinde peşin peşin kötü ilan edilmemizin sebebi, Amerika’nın bizi ‘düşman’ ilan etmesidir. Eğer sizler Amerika’nın ‘kötü’ (düşman) damgası ve tarifine katılıyor ve yazılarınızda sorgulamadan peşin peşin aynı kötü’den aynı maksatla söz ediyorsanız, siz Amerika’yla işbirliği içinde yani aynı cephede yan yana savaşıyorsunuz, demektir. Yani artık felsefi ve psikolojik değil tam anlamıyla SAVAŞ KAVRAMLARIYLA yorumlamaya çalışalım. Karşınıza mizahi değil ürkütücü bir tablo çıkacak. Öncelikle hepimizin yakından şahit olduğu 2003 Irak’ı istila planına benzerlik hem şaşırtıcı olacak, hem de Irak’ı istila planının ‘tıpkısının’ aynen Türkiye’de harekete geçirildiğini göreceksiniz.
***
(Aşağıda büyük harflerle yazılmış kelimeler SAVAŞ KAVRAMLARIDIR.) 1. ABD, Türkiye’yi bir Saddam Rejimi, bir Nazi Rejimi gibi görüyor ve bu rejimi topyekün tasfiye edip KESİN BİR ZAFER istiyor. Buna sebep Türkiye’nin Irak İşgali’ne katılmayıp Türk Ordusu’nun ‘müslüman öldürmeye’ yanaşmamasıdır ve ABD Irak bataklığına saplanıp kalmasında en büyük suçu Türk Ordusu’na atmıştır. Ve ABD diğer tüm karıştırdığı ülkelere yaptığı gibi Türkiye’ye ‘din’ ve ‘etnik’ merkezli bir tartışma hediye etmiş ve bu tartışmanın tarafına silah cephane verip ‘hamiliğine’ soyunup bugün ‘açılım’ diyerek bitmek tükenmez bir karanlığa doğru Türkiye’yi sokmuştur. ***Dünyanın hiçbir yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli tartışma bitmez, dünyanın her yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli siyasetler, ya toprak, ya mübadele ya da ‘soykırım ve katliamlara’ sebep olmuştur. Etnik ve din merkezli ‘siyasi sorunlar’ asla ‘çözülmez’ sorunlardır, Kürt sorunu diye yaygara koparanlar şimdi ‘sorunu’ toprak vermeden mübadeleye yanaşmadan ve katliamlara uzanmadan çözeceklerini ya saflıkla ya kuklalığından sanıyor.
***
Dünyada hiçbir ‘devlet’ toprağını tartışmaz, tartışmadı, bunu herkes öğrensin, ‘toprak’ı sadece galip düşman kuvvetleri tartışır, onlar da muzafferiyetleriyle masaya getirip şu şu bölgeleri madde madde istiyoruz deyip gelip karşınıza otururlar.. Türkiye hem Güneydoğu’da hem de Suriye sınırındaki mayınlı arazileri ‘toprak’ tartışması olarak gündemine almaya zorlanmış ve kutsal ve bağımsız meclisinde tartışmıştır. Bu durum, işgal günlerinin içinde yaşadığımızın en büyük belgesidir.
***
2. Türkiye’yi (düşmanı) CEPHEDEN SALDIRIYLA DEĞİL İÇERDEN SIKIŞTIRARAK diz çöktürtmek istiyor.. HATTA DÜŞMANIN KAFASI İÇİNE GİRECEK elemanları cemaat yapılanmasıyla ele geçirdiğine inanıyor. Çünkü, Saddam’ın ülkesi ‘kapalı’ bir toplumdu, gazetecilerin yabancı misyonun ülkeye sızması kolay değildi ve gelen duvara çarpıyordu. Türkiye ise ‘açık toplum’, yani medya gazeteler rahatlıkla kullanılabilir ve bir askeri çıkartma ve hava harekatı yapılmadan ÜLKENİN DİRENCİ FELÇ edilebilir.
***
Üstelik Irak Savaşı Amerika’ya bir trilyon dolara mal olmuştur, hem maliyeti düşürmek hem de yeniden bir savaşa girip zaten sarsılmış prestijini zorlamadan el altından bir harekat en akıllı seçimdir. Ve dahası, Türkiye’yi onlarca yıl süründürecek bir iç savaş ortamı Türkiye’ye kalıcı bir istikrarsızlık vererek ABD’nin işini kolaylaştıracaktır. Ayrıca ABD, PKK ve Cemaat gibi yapıları kontrol edip ülkeyi istediği felaketlere sürükleyecek gücü varsa, bodoslama aptalca savaşıp dünya liderliğinin prestijini düşürmeyecek kadar akıllı bir dış politikaya sahiptir.
***
Dünya Savaş Tarihi’nde galip muzaffer ordular düşmanı yok etmiş ya da imha etmiş ya da kaçırmış ya da silahlarını teslim almış ya da kendine bağlamış ya da teslim olmaya zorlamış ya da kukla hükümetler kurdurmuş ya da çıkarlarını dayattığı andlaşmalara zorlamıştır, ancak, dünya savaşlar tarihinde hiçbir muzaffer ordu, karşısındaki gücü, yani, emniyet ve istihbarat ve orduyu, içerden ikiye bölecek kadar sert bir darbe indirmeyi başaramamıştır. Ordu, emniyet ve istihbaratın hiyerarşik düzeninin alt üst olmasının tek örneği Türkiye’dir. Bu durum, işgalin ne kadar ilerlediğini ve şiddetle sürdürdüğünün diğer açık belgesidir.
***
3. Türkiye’yi (düşmanı) tarif etme (DÜŞMANI ŞEKİLLENDİRME) başarıyla tamamlanmıştır. Yandaş medya ve cemaat yazarları marifetiyle, düşman yani Türkiye: 1. Küreselleşmeye karşı, 2. AB’ye karşı, 3. Aşırı devletçi, 4. Dünyaya kapalı, 5. Diktatör heveslisi, 6. Çağın gerisinde, 7. Özgürlük ve demokrasi düşmanı, 8. İslam ve Müslüman düşmanı, 9. Ruscu (Avrasyacı) olma eğilimi fazla, 10. Ermeni, Kürt ve Rum Tezleri’ni kabule yanaşmıyor,11. Soğuk Savaş düzenindeki rolü redediyor, yani, Amerika’ya muhalif olabilir ithamlarıyla tam anlamıyla yaftalanmış ve Türkiye tüm dünyaya bu kötü imaj ve bu marka kavramlarla kabul ettirilmiştir. Velhasıl üstüne çullanıp istila edilecek kıvama getirilmiştir.
***
Yazarlar gazeteciler haberler ısrarla ve tekrar tekrar Düşmanı Şekillendirirken aynen bu kavramları kullanıp bir ‘ORTAK DÜŞMAN’ ‘ORTAK HEDEF’ tarifinde anlaşmıştır. Uzun yıllardan bugüne bu tarifleri yandaş ve cemaatçi basın kullanarak düşmanı damgalamakta büyük başarı göstermiş, ve ötesi, İngilizce yayınları ve yabancı ülkelerdeki düşünce kurumlarıyla çok sık toplantıları ve yabancı yazarlarla ikili lobi çalışmalarıyla, yabancı basın organları dahi haberlerinde Türkiye için bu ifadeleri sık sık kullanmaya çoktan başlamıştır.
***
Ve bu ‘düşman’ sıfatlarıyla mahküm edilip dünyaya ‘kötü, şeytan, diktatör’ diye takdim edilen Türkiye’nin saygın kurumlarının liderleri ya da sözcülerinin bu ‘karalamalara’ karşı hukuk ve demokrasi ölçüleri içinde kendilerini, kurumlarını savunurken söylediği tek bir cümle dahi ne ülke içinde ne dünya basınında bugüne kadar ‘dikkate’ alınmamıştır. Ülkeyi savunduklarını sandığımız ve büyük makamlarda oturan en saygın makamların tek cümlesinin dahi ülke ve dünya basınında ‘yayınlanmaması’ ‘görmezden gelinmesi’nin anlamı şudur: sizin dışınızda olanlar sizi hiç ciddiye almıyor, yani size ‘esir’ muamelesi uyguluyor. Kafanızı kuma gömmeyin TÜRKİYE TARİHİNDE GÖRMEDİĞİ BÜYÜKLÜKTE BİR KUŞATMA ALTINDADIR.
***
4. Öncelikle, bir dizi panik yaratıp tedirginliği tırmandıran seri cinayetler profesyonelce işlenmiştir, Muammer Aksoy’dan Uğur Mumcular’a kadar. Ve sonra Hrant ve rahip cinayetleriyle tam bir suçlama ‘paketi’ ithamları psikolojik saldırının alt yapısı olarak kotarılıp devreye sokulmuştur. Ve tüm bu cinayetler Saddamvari ya da Nazivari bir sert devlet kliğinin yani ‘gizli devlet’in yaptığı propagandasını kabullendirmeye başlamıştır, en azından, kendi gazeteci ve yandaşlarına bunu kabul ettirmiştir.
***
Artık bundan sonra yol haritası çizilmiş, bu gizli devlet kliği demokrasi düşmanı olarak yok edilmeli maske hedefiyle, Türkiye’nin tüm yaşamsal kurum ve değerlerine işgal ve istila başlatılmış ve: Cumhuriyet Gazetesi’ni Cumhuriyet Gazetesi’nin bombaladığı, Uğur Mumcu’yu İlhan Selçuk’un öldürdüğü ve Dağlıca’daki PKK baskınını ise Türk Ordusu’nun kendi askerlerini öldürdüğü şeklinde bir medya ve siyasi dile tercümesini yapıp kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bu kadar ağır ithamlar ve iftiralar karşısında dahi, kendi askerimi ben niçin öldüreyim gibi bir savunmayı dahi yapamayacak bir yaka paça, kıskıvrak durumu yaratılmıştır.
***
5. Türkiye’nin (düşmanın) elindeki EN YÜKSEK ARAZİLERİ ele geçirmek. Bir askeri harekatın ilk hedefi en yüksek en itibarlı mıntıkaları ele geçirmektir. (Çankaya’dan başlayarak, hem devletin hem en ballı özel şirketler ve İslami holding ve cemaatler ve İslami işadamlarıyla, belediyelerden tarikatlara, Harran, Kızılırmak, Karadeniz Yaylaları’na kadar akıl almaz makamlar ve ormanlar ve yabancı maden şirketlerine imtiyazlar ve imar affıyla araziler şimdiden ele geçirilmiş, Suriye sınırındaki mayınlı araziler son anda halk tepkisiyle şimdilik durdurulmuştur. Ve ele geçirilmesi imkansıza kurumlar ise baskı ve zorlamayla ‘susturulup’ ya da ‘itibarları’ yani bir nevi simgesel olarak APOLETLERİ SÖKÜLMEYE başlanmış demeyelim, daha fecisi apoletleriyle dalga geçilir hale getirilmiştir.
***
6. DÜŞMANIN HAYATİ NOKTALARI’na saldırın. Bugün Türkiye’nin hayati noktalarına saldırılar başarıyla tamamlanmış ve hukuk adına direnen son kaleler Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu kalmıştır, bu kurumlara da tertip ve tezgahlar ve kamera kayıtları ve dinlemelerle son saldırılar tozu dumana katarak nihayete doğru ilerlemekte.. Ve geldiğimiz son durum, Apo ifade verecek Türk Ordusu yargılanacak ve Güneydoğu’da ordunun ve hükümetin yazılı emriyle kahramanca savaşanları yaka paça hukuk tanımadan kodese atılması ‘işgalin’ diğer en büyük belgeleridir.
***
7. HIZLI HAREKET EDİP DÜŞMANI FELÇ EDİN. Hukuka ve kurumlara ÇOK HIZLI VE PEŞPEŞE ANİ SALDIRILAR düzenleyin. (Ani ve hızlı saldırının handikapları çoktur, mesela Vietnam’da ve Irak’ta bataklığa saplanmışlardır, çünkü, bilmediğiniz arazilere tuzak doludur, Türkiye örneğinde, yüksek hakim Ertosun ve Albay Dursun Çiçek’e saldırı, çarşafa dolanmış, ani saldırı şimdilik karambolde kalmıştır.. Benzer asılsız mesnetsiz belgesiz iftira niteliğindeki saldırılarla daha nice makam ve mevki sahipleri ya istifa ettirilecek ya da karalanıp halkın gözünde şeref ve itibar kaybıyla çürütüleceklerdir Saldırıların hızına dikkat çekelim, Dursun Çiçek belgesi sahte çıkınca, hemen kamera kayıtlarıyla gündem başka yöne hızla yine bombardıman yayınlarla sokulmuş ve şu anda bilmediğimiz ‘sürpriz’ suçlama ve ithamlarla nerelere ve kimlere uzanacağını kimsecikler bilmemektedir, bu, tam bir AFALLATMA ŞAŞKINLAŞTIRMA ve saldırı noktalarını en azından HUKUKİ hatalara zorlama sürecidir.. Zaten bu gizli savaşın harekat planı: şaşırtılmış düşmanı hukuki hatalara sürükleyip birer birer tutuklamak..
***
8.. BASKI VE ZORLAMA. TSK’ye yapılan baskılar sonucu, şu anki durumu ‘KABULLENMESİ’, ‘FAZLA DİRENMEMESİ VE KADERE VE DÜNYA ŞARTLARINA BOYUN EĞMESİ ’ ve ‘DAHA FAZLA KARŞI KOYAMAYACAĞI’ zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor. (Bu durumu eski kale savaşlarına benzetebilirsiniz, kaleyi muhasara eden güçler dışarıdan kaleye su ve mühimmat yollarını muhasara altında tutarak kaledekileri teslim olmaya zorlar..) Ve ‘kale içinde panik ve iç savaş çıkartarak’, yani kale içine sızdırılmış adamları ya da kale içinden kendilerine yakın kuvvet komutanlarını kullanarak ortam birbirine güvensiz bir hale getirilebilir, Özkök ve Karadayı paşa örnekleriyle, getirildi.
***
9. KAFA KOPARTMA HAREKATI. Irak Savaşı başlarken Bush’un elinde bir deste kağıtla medyaya çıkıp 52 adet olan bir deste kağıt içinde Irak Rejimi’nin tüm ileri gelenlerinin ‘Wanted’ resimleriyle savaşın ilk hedefi olarak yakalanmalarını sıraya koyduklarını ve saklananları buldukça ekranlarda kartları tek tek açtıklarını hepimiz izledik. Türkiye’de de ‘gizli bir deste kağıt’ düzenlendi ve bu deste içindeki yazarlar, gazeteciler, teker teker yakalanıp içeri tıkıldı. Irak istilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük benzerlik bu 52’lik destedir.. Irak Savaşı’nda uygulandığı gibi aynen Türkiye’de uygulanmış milli, yerli, direnen ne kadar yazar var tutuklanıp içeri atılmıştır.
***
Bu 52 kağıt destesinin kimlere uzanacağını dahi gazete yazılarıyla onlarca işbirlikçi yazar tarafından seslendirmiş ve böylelikle halkımız bu destede yeni ve başka kimler var merakla beklemeye başlamıştır. Şu anda, bu destenin daha kimlere uzanacağı korkusuyla tam bir kıskıvrak yaka paça içeri tıkma sindirmesi uygulanmıştır. Ve bu 52 kağıt destesine bugün aynen Irak Savaşı’nda olduğu gibi ‘esir’ muamelesi yapılmaktadır, yani, hukuk dışılıklara dilekçe ve şikayetlerle avukatların karşı çıkmalarını, desteyi açanlar hiç dikkate alınmamakta, hatta ‘esirden’ öte ‘fare’ muamelesi yapmaktadırlar.
***
10. Irak İstilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük diğer benzerlik şudur: Irak’ı yok etme planı ‘kimyasal silahları’ ele geçirme bahanesiydi. Bu bahane Savaşın da gerekçesiydi. Türkiye’de de bir takım ‘mühimmatlar, krokiler, darbe hazırlık planları ve aslı olmayan sahte belgeler’ iddia edilmiş ve ortalığa sürülmüş ve şu ana kadar bu kroki, belge ve mühimmatların kimler tarafından nasıl niçin konulduğuna dair sahici hukuki tek bir kanıt ortaya konulmamıştır. Ve sonra..
***
Irak’ta bir buçuk milyon insan öldükten sonra ‘kimyasal silahların’ olmadığı gerçeğini ABD sinsice gülüşüyle itiraf etmiş, muhtemeldir ki Türkiye’de harekat tamamlandıktan, yüzlerce yazar içeri tıkılıp Türkiye’nin direnci kırıldıktan sonra, şimdi iddia olunan Ergenekon Belgeleri’nin tümünün sahte olduğunu (bir küçük yanlışlıkmış gibi) kendileri kıs kıs gülerek itiraf edecekler, ama iş işten Irak’ta olduğu gibi geçmiş olacak.
Ve Türkiye’ye başlatılan işgal harekatının IRAK harekatıyla en büyük benzerliği, Bağdat’a atılan seyredilmiş uranyumla bombalar naklen yayın tüm dünyaya gösterilerek ARAPLAR’ın ya da direnenlerin onurları ve azimleri kırılması yıldırmak ve göz korkutmak, haksız tutuklamaları protesto edenleri pasifize edilmek istendi. Türkiye’de de bütün kameralar çağrılarak NAKLEN YAYIN ASKERİ MÜHİMMATLAR’ın çıkartılması halkın direncini kırmak içindi..
***
11. MEYDAN OKUMA. Düşmanın Komuta Kontrol Sistemleri’ni dağıtmak. Genelkurmay’da ortaya çıkarılan casus dinleme vakaları, aslında, Genelkurmay’ın kontrol sistemini parçalamaktı, gerçekleşti. Bugün telefon dinleme vakalarından dolayı Genelkurmay kendi arasında sıradan gündelik konuşmalarını dahi yapamaz hale gelmiştir. Yani, kontrol sistemi en azından psikolojik olarak darmadağınık bir telaşa sürüklenmiş, kuvvet komutanları kendi aralarında arkadaşça ailece konuşmalarını dahi iptal ederek tam bir suskunluk içinde kilitlenmişlerdir.
***
İkinci büyük meydan okuma, ABD Türkiye’ye istihbarat vereceğini bölüşeceğini söylemesine rağmen istihbaratı Türkiye’ye değil dünyanın gözleri önünde PKK’ya vermiştir. Üçüncü büyük meydan okuma, Türk subaylarının PKK’ya havadan ABD ordusunun silah attığını ve sonra İsrail Ordusu’nun Kuzey Irak’ta PKK’ya eğitim verdiğini ve yine Türk subaylarının Avrupa devletlerinin PKK’ya aleni silah ve para yollarını kolaylaştırdığını defalarca dile getirmesine rağmen ULUSLAR ARASI KAMUOYUNDA çıt çıkmamış hiç ciddiye alınmamışlardır ve meydan okumanın başlangıç noktası, Kuzey Irak’ta Türk askerlerini çuvala geçirmeyle harekat başlamıştır.
***
12. Türkiye’ye karşı yapılan harekatı, OPERASYONLARI (MÜŞTEREK) İŞBİRLİĞİYLE SÜRDÜRMEK. El altından sızdırılan casusvari sahte belgeler yandaş gazetelere gizlice verilmekte ve yandaş medya organize şekilde saldırmaktadır. Onlarca TV, onlarca gazete ve hatta Internet yayınları operasyonu ortaklaşa gerçekleştirmektedir. Bu ‘müşterek’ cepheye Avrupa Birliği’nin nerdeyse bütün devletlerini almışlardır. Ve Avrupa Birliği sözcüleriyle Türkiye’nin susturulması suçlanması ve aşağılanmasıyla harekat hergün gazete manşetlerinin marifetiyle tam bir KUŞATMAYA dönüştürülmüştür.
***
13. EZİCİ PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK, ezici medya üstünlüğüyle sağlanmakta. Organize bir faaliyet grubu muharebe alanını (gazeteler, siyaset, tv.) belirleyip yalan casus bilgi ve ithamlarla şok şok başlıklarıyla topyekün bir saldırıya girdiler. İki yıldır aralıksız süren bu şok saldırıların konusu belgelerin hiçbirinin gerçekliği ıspatlanamamıştır. Peki, bu kadar ıspatsız hukuksuz sahte belge ortalıktayken niçin halkımıza özür gibi bir açıklama yapılmıyor, çünkü, savaş halinde hiçbir düşman geri adım atmaz, aksine saldırıyı daha kararlı kılmak için yalan ve yanlışlarını ‘hakikat’ gibi savunarak ve en önemlisi ‘gizleyerek’’örterek’ ilerler.
***
Psikolojik üstünlüğü, sahtelikleri ortaya çıktığında, topluca yaygara yaparak yani ortalıkta kıyametler kopartarak ‘maskeleyip’ halk tarafından duyulmalarını önlemeye çalışıyorlar. Hiçbir ordu savaş sürerken ‘yanlışını’ kabullenmez ve göstermez, aksine, harekat merkezi yanlışları ya gizler ya savunur. Türkiye’ye işgal harekatı başlatanlar birbirlerinin yalanlarına sıkıca sarılıp gizleyerek daha büyük bir MORAL’le saldırılarını COŞKUYLA VE DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MARŞLARIYLA sürdürmekteler. Hukuk’u ve yasaları ve demokrasiyi hiçe sayarken KAZANDIKLARI BU MORAL MOTİFASYON bir ‘savaş alanı’ ahlakının en büyük delilidir.
***
Zurnanın son deliği osuruktan kenardan göya vicdan adına yazan Yıldırım Türker gibi yazarlar, suçlandığı haksız ithamlar ağrına gidip intihar eden gazilere götüyle gülerek dalgasını geçmekte, Perihan Mağden gibi yazarlar insanlar hukuksuzca içeri alındıkça şeytani sevinç çığlıkları atmakta.. Bu kadar ‘duygusuz’luk ancak savaşın beyinleri paramparça edip ayakta kalan askerlerin de ‘aklını yitirmesiyle’ olur ve bu yazarların haksızlığa uğrayanlarla şeytani dalga geçmeleri Ebu Garip Hapishanesi’nde işkence yapan ABD’li kadın askerlerin fotoğraflarına benzemekte.
***
14.Türkiye’ye karşı harekatı düzenleyen KONTROL MERKEZİ. ABD, Cemaat ve AKP’nin kontrolünde bir üst KOMUTA MERKEZİ tüm bu asılsız iddia ve mahkemeleri ve operasyonları yukardan düzenlemekte ve yönetmekte. Kamuoyunun psikolojisini amaçları doğrultusunda yönetebilmek için operasyonlar bir üst merkezden taktik ve manevralarla düzenlenmekte. Savaşı manevra ve taktiklerle sürdüren KONTROL MERKEZİ zaman zaman büyük hatalar yapmakta, Türkan Saylan örneğinde olduğu gibi, ancak manevralarla yani yeni operasyon dalgaları ve bambaşka itham belgeleriyle konunun bir parçasını kapatıp konunun tümündeki iddialarını sürdürmeyi profesyonel bir kurnazlık ve dikkatle başarmaktadır.
***
15. Kontrol merkezinin harekat planı: Önce İLK SALDIRILACAK YERLERİ’ tespit ettiler. (Bir savaşta önce nereleri bombalanacak, fabrikalar, garnizonlar, ulaşım yolları..) Kontrol merkezi, ilk saldırılacak yer olarak toplumda infial uyandırması ve toplumun yönlendirilmesini kutuplaşmasını sağlamak için önce yazar cinayetlerini sonra Hrant, Rahip cinayetleri benzeri olayları hedefledi ve sonra, GENELKURMAY KARARGAHINI seçti, telefon dinleme kayıtlarını ortaya çıkartarak, Genelkurmay’ın ‘iletişim’ gücünü kırdı.
***
İkinci ve en önemlisi halkı bilgilendiren yaşayan milli yazarları seçtiler. Üçüncü olarak, halka güç veren TV’leri bastılar. Dördüncü olarak yoğun psikolojik bombardımanla bu TV’leri maddi olarak destekleyebilecek işadamı, sendika gibi kaynaklarını ‘sindirdiler’ ve son olarak Cumhuriyet Mitingleri’yle Türkiye’ye güç veren kitlelerin gözünü korkuttular. Ve manşetlerinde ve ekran tartışmalarında Cumhuriyet’in değerleri, Atatürk ve gazilerimizle ve bu ülkeyi bir arada tutan kardeşlik değerleriyle sabahlara kadar kahkahalar atarak aşağılayıp ZAFER SARHOŞLUĞUYLA eğlendiler.
***
16. GÜCÜ YERİNDE KULLANMAK. AKP-CEMAAT-ABD adamlarının en kabiliyetlerini ‘ordu ve emniyete ve hakimliğe’ sızdırdılar. Savaş Sanatı’nın en büyük becerisi güçlerini nerde nasıl kullanacağındır. En güzel örnek Türkiye, artık savaş stratejilerinde kayda girmelidir, hakimler, emniyet ve ordu içine sızılarak KAFANIN İÇİNE girilmiştir. Amerika ne Filipinler’de ne Vietnam’da ne Irak’ta düşmanın beyni içine sızabilmeyi başaramamıştır, bunun tek örneği Türkiye’dir. ABD tarihinde ilk defa düşmanın beyni içine cemaat ve İsrail ve işbirlikçileri marifetiyle elini kolunu sallaya sallaya girebilmiştir. Ve ABD’nin son elli yılda tüm savaşları içindeki en büyük BAŞARISI, ZAFERİ budur.
***
Bir ülke istihbarat, gizlilik ve güvenlik konularında aşırı paranoya sahibi olmalı ve aşırı kuşkusuyla sık eleyip sık dokumalıydı, ancak, sağ iktidarlarla iç içe girmiş cemaatler ve İslamcı örgütler ve 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in polis okullarını bir tarikata devretmesi ve Özallar’ın marifetiyle ve İsrail güvenlik andlaşmalarıyla Türkiye’nin en mahrem beyni istihbarat odaklarına güve, bit, casus, ajan, işbirlikçi yuvaları haline getirilmiştir. Ve dünyada eşine benzerine rastlanmayan istihbarat içi savaşlar manşet manşet Türkiye’de ortalığa dökülmüş, halkın kendi vergileriyle ayakta tuttuğu kurumlara olan güveni infilak ettirilmiştir.
***
17. Bir harekatta savaşan tarafların en büyük gücünü SİLAHLARIN GİZLİLİĞİ oluşturur. Düşmanın silahları askerleri nerdedir ve ne kadar güçlüdür. Türkiye’ye saldırı düzenleyenler Türkiye’nin güçlerini nerde olduğunu biliyorlar, bu yüzden, hem yazarlarına saldırıldı hem de ‘krokilerle mühimmatlar’ aranıp icad edilerek Türkiye’ye SİZİN SİLAHLARINIZIN YERLERİNİ VE GÜCÜNÜ BİLİYORUZ, mesajı bir meydan okumayla verildi. Ancak, Türkiye, kendine saldıranların gücünü üstünkörü biliyor, yani, kendine saldıranlar hangi kurumlarda hangi resmi görevlerde ne kadar sayıda ve kimler olduğunu bilmiyor. Sadece hayali bir ‘cemaat’in militanlarından söz ediliyor, o kadar. Ve bu cemaatin gizlediği silahlar var mı, ikmal yapabilir mi, bir gerçek saldırıda ABD Ordusu’ndan mesela PKK’nın aldığı gibi silahları hızla alabilir mi, ya da aldı mı, gibi bir yığın karanlık soru ortada..
***
18. SÜRPRİZ SALDIRILAR DÜZENLEMEK. Bir savaş başlamadan savaşın sürpriz planlarını kimse bilemez. Türkiye’ye karşı hazırlanan harekatın sürpriz şaşırtıcı harekatı eski Genelkurmay Başkanları’nın ifadeleridir. Bu ifadelere baktığınızda belki de ordu içinde bir takım dinlemelerin içerden en yüksek komuta tarafından düzenlendiği gibi akılalmaz bir düşünce ortaya çıkıyor ki.. Halkın gözünde güvenilirliği çok sağlam olan komuta kademesinin Büyükanıt’ın Dolmabahçe gizli görüşmesi ve muhtırası da eklenince, Türkiye halkı hala karanlık bu noktalarda inanılmaz bir ‘hayal kırıklığı’ yaşamış ve harekat ilk büyük sürpriziyle Türkiye’yi karmakarışık hale getirmeyi başarmıştır. Karargah içinden dinlemelere kimler yardımcı oldu sorusu hala ortada olduğu için, bu durumu, dünya savaş tarihinin en büyük sürpriz savaşı, TRUVA’nın Tahta Atı’na benzetebilirsiniz.
***
19. Yani halkın en güvendiği askerlik kurumunun içinde bir takım kuvvet komutanlarının tuhaf açıklamaları Türkiye’yi istila harekatının en büyük başarısıdır. Ki, düşman kuvvetlerini birbirine düşürmeyi dünyada hiçbir komutan becerememiştir, yani, ordu ve emniyet’in ayrıştırılması, tarihte hiçbir düşmanın bulamayacağı yağ bal pekmez kaymak’tır. Önce, bir dizi Kemalist yazarları öldürüp laik-şeriat gerginliği tırmandırıldı, sonra, ordu-emniyet saflaştırıldı, sonra, ordu içinde farklı sesler yükseltildi ve sonra, Türkiye’nin Komuta Kalbi, Milli Güvenlik Kurulu’nun en itibarlı komutanları yaka paça içeri tıkıldı.. Taliban askerlerinin her açıklamasını dahi manşet yapan dünya basını bu yüksek rütbeli subayların yaka paça içeri tıkılmalarıyla ilgili açıklamalarına adettendir bir haberdir diye dahi yer vermemektedir.
***
20. Ve bugün savaş sürerken bir ara netice olarak, MİT, Emniyet, Hakimlik ve Askeri kurumlar içerden bölünmüş birbirine girmiş çatışmalarla TAM ANLAMIYLA MUTLAK BİR DAĞILMAYA DOĞRU sürüklenmiştir, artık Kıbrıs’ta toprak, Güneydoğu’da toprak gibi dilleri altında sakladıkları baklaları çıkartmalarının sebebi, zaferlerinden emin olmalarıdır.
***
21. Türkiye’ye karşı yok etme harekatını başlatanlar MUTLAK ZAFERLERİNİ ne zaman ilan edecekler. Hiçbir zaman, mutlak zaferlerini, Güneydoğu, Irak, Kıbrıs sorunlarının hangi ölçekte tavizlerle çözüldüğünde anlayacağız. İkincisi, Türk Ordusu’nun Afganistan ve Irak’ta Amerika adına muharebeye katılıp Müslüman öldürmeye ikna edilmesiyle anlayacağız. Ancak, AKP’nin Ermeni, Rum, Güneydoğu gibi tezlerine karşı koyacak tek bir yerel TV’nin ya da yazarın ortalıkta kalmayışı ya da bütünüyle siyasi alandan defedilmeleri, harekatın sonuna yaklaştığımızı gösteriyor.
***
22. Ancak yaşadığımız çağda ZAFER’i ordular, istihbarat güçleri, medya değil, HALK belirler. Şu anda Türkiye’de yıkılmayan tek kale: HALK’tır. Büyük tahminimiz, yazarların ve televizyonların halkla irtibatının kesilmesinin sebebi de budur. Önümüzdeki 5-10 yıllık süre içinde, yayın bombardımanlarıyla halkın tutum ve kanaatlerini yavaş yavaş değiştirmeye çalışacaklar. Halk’ın en temel inançlarını yıkabilmek ve halkı ele geçirebilmek bu savaşın asıl ve ikinci büyük cephesi olacaktır.
***
23. Amerika silahlarıyla ya da ajanlarıyla girdiği her toprak parçasının silahlı güçlerini yok etmeyi başarmıştır, ancak Amerika bugüne kadar girdiği herhangi bir ülkede HALK’I MAĞLUP EDEMEMİŞTİR.
***
24. Ülkemizin birliği ve dirliği ve tarihten bugüne kadar getirdiğimiz tüm bağımsızlık değerlerimizi bugün taşıyan tek gücümüz HALK’tır.
TÜRKİYE’nin tersanelerini emniyetini hukukunu mahkemelerini fabrikalarını meclisini her yerini ele geçirebilirler, ama, TÜRKİYE HALKI’nı bilebildiğimiz tarihlerden bugüne yenmeyi, pes ettirmeyi, teslim almayı KİMSE başaramamıştır.
Bizler, BU HALKIN EVLATLARIYIZ. HALKIMIZA İNANCIMIZ TAMDIR. NİHAİ KARARI VERECEK OLAN HALKIMIZDIR..
***
Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Savaşı ardından Türk Ordusu’nun kahraman subaylarıyla kuruldu. Ordu’nun siyaseti belirlemesi Türkiye’de bugüne kadar süren yoğun tartışmaları da peşinden getirdi.
Ancak, bugünkü amansız işgal ve kuşatmayı kıracak tek gücümüz, halkımızdır. HALKIMIZ BU İŞGALDEN MUZAFERRİYETLE ÇIKACAKTIR.
Muzaffer Türk Halkı, tarihimizde ilk defa, ağadan babadan işadamından ordudan yabancıdan destek yardım almadan bu işgali KENDİ BİLEKLERİYLE kıracak ve tarihimizde ilk defa HALKIMIZ demokrasisini kendi başına inşa edecektir.
Halkımızın siyasi kişiliği ve kimliğini bu topraklarda ele geçirmesi için şu an içinde bulunduğumuz kuşatma Türkiye için tarihi bir şanstır.
Halkımız nihayet sahneye çıkacak. Nihayet halkımız kendi başına kendi gücüyle kendini bu topraklarda varedecek..
***
Bugüne kadar, ağaların paşaların işadamlarının medyanın mafyanın tezgahında seçimlerle uyduruk demokrasiyle perişan edilip elinden SİYASİ GÜCÜ ALINAN halkımız, tarihimizde ilk defa SİYASET SAHNESİ’ne çıkacak..
Bu halkın tarihlerden bugüne en büyük en kutsal değeri: bağımsızlıktır. Ve bu halk tarihin hiçbir döneminde ‘toprak’ını başkalarıyla asla tartışmamıştır. Ve bu halkın tarihlerden bugüne tek siyasi sorunu ‘haklarının gasp edilmesiyle’ eşitçe bölüşümünü siyasi olarak gerçekleştirememiş olmasıdır.. En doğru siyaset budur, bir ülkeyi HALK İNŞA EDER..
***
BU TOPRAKLARIN ÇOCUKLARI. BU ÜLKENİN EVLATLARI..
Artık bir toprak ve bir memleket sahibi olmak istiyorsanız bu hepimiz için büyük ve son şanstır.. Kimse halkın gücüne ‘burun kıvırmasın’.. Bin yıldır hiçbir düşman ya da ajan güce teslim olmayan bu halk, tarihin en kritik en trajik anlarında sahneye çıkmayı bilmiştir. Bu yüzden, harekatın bu saatten sonraki safhası, Türkiye Halkının Direncini kırmaya dönük psikolojik harekat şeklinde sürecektir.
***
(Bir son not olarak, Irak Savaşı’nda Amerikan Ordusu’na destek veren ve Türk Ordusu’na Irak’ta Savaşa Girmelisin teşvik yazıları yazanlar bugün sevinç naraları atmakta. Ve o günlerde bizlerin direncini kırmak için, ‘Bunlar Saddamcı, Saddam’ı destekliyorlar’ diye durmaksızın yayınlar yaptılar. Ve aklı yetmez birçok genç, Saddamcı görünmemek korkusuyla devre dışı kaldı. Bugün de kah sevdiğimiz kah sevmediğimiz bir yığın yazarı insanı içeri attılar. Bu insanlara ‘haksızlıklar’ yapılıyor diye bu sütunlarda çığlıklar attığımızda, özellikle Milli Görüşçü gençler, ‘bu haksızlıkları biz de görüyoruz, ancak, hiçbirimiz bu insanları sevmiyoruz..
***
Onları savunursak onlardanmışız diye itham ediliyoruz’ diyorlar. Biz Irak Savaşı günlerinde ‘Saddamcılık’ suçlamalarına yüz verseydik Türkiye’de Amerikan karşıtlığını dünyada en yüksek rakamlara çıkartamazdık. Bu gençlere şöyle dedim, mesela, ahlaksızlığıyla ya da pisliği ve hırsızlığıyla çok namlı bir fahişe kadın bir arabanın altında kalsa, ona yardım etmez misiniz? Şöyle mi düşünürsünüz, şimdi bu yaralı kadını yerden kaldırırsam bana herkes ‘sen fahişeden mi yanasınız, fahişeyle mi birliktesin’ diyecek..
***
İnsan olabilmeniz için önce içinizde kendinizin de kuşkusu olmayan bir ‘insan kimliği’niz olabilmeli. İnsanlar şayet o bu şu ne der diye korkup ürkmüş vazgeçmiş olsalardı bugün ‘erdem’ ‘onur’ denilen hiçbir değerimiz zırnık kalmazdı.
İkinci notum şudur, Cumhuriyet Mitingleri’ni çok iyi gözlemledim, bu iktidar ve sağcı iktidarlar ilkokul ve ortaokul gibi düşük eğitimli herkesi bütünüyle kandırabilmekte, bunun tek istisnası Aleviler’dir. Bu şunu gösterir, halkımız bilinçlendikçe siyasi tavrı bağımsızlığa doğru yükseliyor. Eğitim düzeyi düştükçe sağcı Amerikancı iktidarların oyuncağı olmaktan kurtulamıyor. Yorulmadan korkmadan ve bıkmadan ısrarla halkımıza bağımsızlık değerlerini anlatmaktan başka çaremiz yok..
***Halkın direncin,i işte bu cehalet ya da kendine güveni olmayan, aşağılık kültürüyle siyaset yapmaya çalışan yarım aydınların güvensizliği üzerinden bertaraf etmeye çoktan başladılar) Ve doğunun batının akademisyenleri, savaş teorisyenleri soruyor: savaşların galibi Teknoloji mi? Bütün coğrafya parçalarından karşı bir ses yükseliyor, hayır, savaşlar teknolojik üstünlükle değil, HALKLA kazanılır.
Oturun geçmişteki ve yüzyılımızdaki ve şimdi olmakta olan savaş tarihlerini okuyun, ZAFERİ eninde sonunda belirleyecek olan HALKIMIZDIR..
***
Halkın gücü toprağına tarihine kardeşliğine ve bölüşümüne aşkla bağlanmış olmasıdır. Onların aşkı ise şeyhlerine ya da ABD’ye.. Bizim aşkımız, Yunuslar’a Fatihler’e Nasreddin Hocalar’a Mustafa Kemal
ler’e bağımsızlığımıza ve uçsuz bucaksız lezzetleri üreten yaylalar ve dağlarımızadır..
***
No Pasaran !