BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

28 Şubat 2011 Pazartesi

Dersim belgeleri

İşte Dersim belgeleri
Genelkurmay arşivindeki belgelerde, Bakanlar Kurulu'nun gizli kararları, kentteki aşiretlerin silahlanması, askeri operasyonlar tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bölgeyi inceleyen Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey eski yönetimi suçlayarak nedensiz ve sonuçsuz şiddetin bölgeyi karıştırdığını vurguluyor. Diyarbakır Valisi de halkın öldürülme ya da göç ettirilme korkusu içinde olduğuna dikkat çekiyor.
Cumhuriyet, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “tüm arşivleri açın” çağrısı yaptığı Dersim konusunda Genelkurmay arşivini açıklıyor. Arşivdeki belgelere göre Dersim (Tunceli) ayaklanmalarını bölgede yeni kurulan karakol inşaatları tetikledi. Karakollara yapılan baskınlar üzerine askeri operasyon düzenlendi.
Genelkurmay arşivindeki belgelerde kurumlar arasındaki yazışmalar, Bakanlar Kurulu’nun gizli kararları, kentteki aşiretlerin silahlanması, ayaklanmaya yönelik yapılan askeri operasyonlar tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor. Cumhuriyet’in ulaştığı Genelkurmay Başkanlığı arşivine göre, Dersim’deki gelişmeler belgelere şöyle yansıdı:
Cumhuriyetin ilanını takip eden senelerde özellikle Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra Ankara, Doğu illeri ile beraber Dersim’i (Tunceli) dikkate almış ve ıslahatı için incelemeler başlatmıştı. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey 2 Şubat 1926 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na şu raporu sundu:
“Yaptığım temasların bende hasıl ettiği izlenime göre, Dersim gittikçe Kürtleşiyor, ülküleşiyor ve dolayısıyla tehlike büyüyor. Hükümeti senelerden beri meşgul etmekte bulunan Dersim meselesi, eski idarenin seyyiat (günah) mirasından başka bir şey değildir. Yeni hükümetin bazen adil davranış, bazen zayıf ve bazen de sebepsiz ve neticesiz şiddet gösterme gibi dengesiz politikası Dersim’i daimi hercümerç yuvası haline getirmiştir.
Cehaletin, geçim darlığının, iç ve dış aldatmaların, Kürtlük eğilimlerinin, son irtica hareketini tedibden doğan intikam hislerinin, dini ve içtimai devrimler vesilesi ile kara kuvvetlerinin uyandırdığı kötü telkinlerin etkisi altında bulunan avam halk; reis, şeyh, bey ve ağanın esir ve oyuncağıdır. Şekavet, bunların kışkırtması ile olmaktadır. Tunceli Kanunları kapsamında, Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik ve Haydaran gibi bucak merkezlerinde yapılan karakol inşaatları, bölgedeki aşiret reisleri ile ağaları rahatsız etti. Yukarı Abbas Uşağı aşireti reisi Seyit Rıza, Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureyşan aşiretlerine adam göndererek, hükümet aleyhine ittifak sağladı. Dersim harekâtının başlamasına neden olan ilk olay 1937’de 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece 23.00 sıralarında yaşandı. Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik Deresi üzerindeki tahta köprünün yıkılması ve telefon hattının tahrip edilmesi üzerine 4’üncü Genel Müfettişliği, askeri birlikleri bölgeye gönderdi. 26 - 27 Mart gecesinde Sin Karakolu ile bucağı arasındaki telefon irtibatı kesildi ve kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından ateş baskını yapıldı. 4’üncü Genel Müfettişlik bunun üzerine, bölgedeki askeri birliklerinin takviye edilmesini istedi. 26 Nisan 1937 tarihinde Sin bucağının Hozat bölgesinde bulunan Askisor Karakolu saat 20.00 sularında 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Karakolda 36 kadar asker vardı ve çatışmalar sabaha kadar sürdü.”

26 Şubat 2011 Cumartesi

HAYYAM DEMİŞ Kİ;

Camiye gittim, ama Allah bilir niye:
Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:
O eskidi gittim yenisini yürütmeye.

Ahmet Kaya

Ahmet Kaya - Bu Şiirin Kuralsız Son Sözü

hakan yeşilyurt eftelya

YORUMSUZ

Nurhak - Grup Yorum

68'in cesur yüreği Orhan İyiler'i kaybettik

68'in cesur yüreği Orhan İyiler'i kaybettik
Yaşamını sosyalizm mücadelesine adamış olan yazar Orhan İyiler bu sabah aramızdan ayrıldı. Kanser hastalığına karşı verdiği savaşta 25 Şubat sabahı hayatını kaybeden Orhan İyiler yarın saat 12.00’de Gazi Mahallesi Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Cumhuriyet Haber Portalı
Yazar Orhan İyiler, 76 yıllık yaşamı boyunca birçok esere imza attı. Sosyalist kimliğinden ödün vermedi. Sinan Cemgil’in cenazesini almak için ailesiyle birlikte ağır baskı koşullarına rağmen Nurhak dağlarına gitti. O günleri Ceylan yayınlarından çıkan ve ard arda baskısı yapılan “Öldükleriyle Kalmadılar” kitabında ailenin önüne geçmeden adım adım anlattı. “Birgün Bile Yaşamak”, “Yeni Dünya Gerçeği” gibi pek çok esere de imza atan Orhan İyiler'in son kitabı “Aklın Lirizmi” geçtiğimiz günlerde yayımlandı. İyiler, birkaç gün önce evinde veda edercesine dostlarıyla bir araya gelerek kitabını imzaladı.

25 Şubat 2011 Cuma

SÖZ

Afrikalılar derki:

'Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı...'

Jethro Tull - Aqualung (Live)

Aziz Azmet ve 3 Hürel - Haram (1972)

Nazım Hikmet-Bir yürekte iki sevda olmaz

bir gönülde iki sevda olmaz yalan! olabilir!
şehrinde soğuk yağmurların
gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
gözlerim tavana dikili
bulutlar geçiyor tavandan
ıslak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır
ve sağda uzakta
ak bir yapı
yüz katlı belki
tepesinde altın iğne parlıyor.
bulutlar geçiyor tavandan
karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar
oturmuşum cumbaya
yüzüme suların ışığı düşüyor
bir ırmak kıyısında mıyım
bir deniz kıyısında mı?
o tepsideki ne
o güllü tepsideki
yer çileği mi kara dut mu?
fulya tarlasında mıyım
karlı kayın ormanın da mı?
gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
iki dilde
dostlar nasıl bir araya geldiniz?
birbirinizi tanımazsınız.
nerde bekliyorsunuz beni?
beyazıt' ta çınarlı kahve' de mi gorki parkında mı?
şehrinde soğuk yağmurların
gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık
bir hava çalındı
armonikle başladı utla bitti.
içimde sarmaş dolaş karmakarışıktı
büyük uzak iki şehrin hasreti.
fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun
istasyona koşmak
---- sür kardeşim makinist
götür beni oraya.
--- nereye?

Cem Karaca - Sen duymadın || www.buyukrock.com ||

24 Şubat 2011 Perşembe

TOHUM

TOHUM...
...
Bunun bedelini çocuklarımız ödeyecek, ama nasıl..... Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nda 115 bin kişi çalışıyor. 70 tane üniversitemiz, 30 tane ziraat fakültemiz, 50 tane tarım araştırma enstitümüz, 10 bin işsiz ziraat mühendisimiz var. Buna rağmen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı. Tek kelimeyle tohumun patronu ise İsrail. İsrailli araştırmacıların, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli... Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru. Gelelim başka doğrulara. Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu. Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağ a da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor. Buna en güzel örnek Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir. Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava.... Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor. Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Ne korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır. İkincisi de biz olacağız. EY VATANDAŞ AKLINI BAŞINA DEVŞİR !!! SOR SORUŞTUR, BOŞ DURMA...

Ahmet Telli - Kayip Adresteki

BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ

İŞÇİ MARŞI - HAVA DÖNDÜ CEM KARACA DERVİŞAN

Cem Karaca & Dervisan - Mor Persembe

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sevinç Eratalay - Kalenin Önünde Kuş Yuva Yapar

Bir İnşaatçının Aşkı

Bir İnşaatçının Aşkı

Birer agrega olmak vardı,
Aynı betonda diz dize
Ya da aynı kolonda boyuna iki donatı
Ne bir etriye dolansın isterdim incecik belinden
Ne de bir çiroz gülüm,
Yalnızca ben olaydım yanında
Yalnız ben...
Kahpe dış yükler etkisi ile
Kopup ayrılmamak için senden,
Emniyet gerilmesine kadar direnmeyen namertti o dem
Ama bütün bunlar fiktifti, fiktif kaldı.
Daha prizini tamamlamamış
Basit bir kiriş parçası iken ben;
Yayılı bir yük misali,
Her noktama etkiyiverdiniz
Kahrolası aşkın ve sen...
Ne kesit tesirleri doğar içimde bilemezsin
Ne sınırları aştı çökmelerim.
Şu elastik eğrime bak genç yaşımda
Eridim bi tanem eridim
Bir sıra bir donatı kaldim bak.
Hemen omuzlarımda olmana rağmen
Hasretinden sebep.
Söyle bu kadar mı hesaplanmıştı...

Kazım Koyuncu/Babylon/Nçaşi Birapa/Çayın Şarkısı

21 Şubat 2011 Pazartesi

Edip Akbayram - Ey Sevdigim Benden Ayri Gezersen

Neşet ERTAŞ-EY SEVDİĞİM BENDEN AYRI GEZERSEN

AĞLAYA AĞLAYA SATTINIZ,SES EDENİ İÇERİ ATTINIZ!

FIKRA

Bir gün adamın biri evden işe döner posta kutusuna bir bakar normal halinden 4 k...at fazla fatura merak eder telefon şirketini arar bir sorun olamadığını söylerler adam der çaresiz ödeyecez sonra gece yarısı kalkar bir bakar papağanı telefonu açmış konuşuyor çok kızar ve papağanı kanatlarından duvara çiviler 1 hafta boyunca orada kalacağını söyler 15-20 dakika geçer canı sıkılır orada asılı duran hz.isanın haça girilmiş heykelini görür der
- Eeee, birader sen ne zamandır burdasın
heykel der
- Ben 2000 yıldır buradayım
papağan,
- Ohaaa nereyi aradın lan öyle

20 Şubat 2011 Pazar

Mahir Çayan Nöbette!

1 Nisan 1966'da bir gerici Atatürk heykelinin önünde namaz kılıyor sonra yanındaki baltayla heykele saldırıyor. Buna tepki gösteren üniversite gençliği İzmir, İstanbul ve Ankara'da Atatürk heykelinin önünde "Atatürk'e bağlılık nöbeti" tutmaya başlıyor. Mahir Çayan'ın başkanlığındaki SBF Fikir Kulubü de bu nöbetlere katılıyor, İlk nöbette şu bildiri okunuyor: "(...) Biz, bu çirkin saldırılara araç olan uyutulmuş zavallı kişilere değil, bu anlayışın bilinçli, çıkarcı sözcülerine sesleniyoruz. Kuvvetini Atatürk devrimlerinden alan bir gençlik örgütü olarak biz, SBF Fikir Kulubü, tüm bu yurtsevmez hareketin karşısında sonuna dek direneceğiz ve Ata'nın büstüne kadar uzanmaya cüret eden ellerinizi kıracağız."

ALLIANOI (sözün bittiği yer)

Europa Nostra: stop the flooding of Allianoi

Allianoi la Pompei thermale a nouveau submergee (arte)

YORUMSUZ

Allianoi sulara gömüldü

Yaklaşık 2 bin yıllık tarihe sahip, hidroterapiyle tedavi uygulandığına inanılan, üzerinin kapanması tartışma konusu ve mahkemelik olan İzmir’in Bergama İlçesi’ndeki Allianoi Antik kenti, Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömüldü.

İMAM PROF DERSE CEMAETİ NELER YAPAR

ORTA DOĞU ÜZERİNDE OYUN OYNAMAYA DEVAM EDİYORLAR

Değişim hareketleri Fas'a da sıçradı

Son dönemde Ortadoğu ülkelerinde görülen, Tunus ve Mısır'da yönetim değişikliklerine neden olan başkaldırıların ardından Fas'ta da ilk kez hükümet karşıtı gösteriler düzenleniyor. Rabat- Bölgedeki AFP muhabiri, Kazablanka ve Rabat'ta binlerce göstericinin siyasi reform ve kralın yetkilerinin kısıtlanması talebiyle gösteriler düzenlediğini bildirdi. Kazablanka'nın merkezinde binden fazla kişinin toplandığı ve ''özgürlük, onur, adalet'' diye slogan attığı, ''Halk yeni bir anayasa istiyor'', ''Monarşiye daha az iktidar'' yazılı pankartlar taşıdığı belirtildi. Rabat'ta da 2 binden fazla göstericinin, bir organizatöre göre 4 bin göstericinin, ''halk değişim istiyor'' gibi sloganlar atarak gösteri yaptığı kaydedildi. Her iki kentteki gösterilerde olay çıkmadığı bildirildi.

okay temiz-muş

Mini etekli eylem

Mini etekli eylem
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyesi bir grup kadın, Prof. Dr. Orhan Çeker’in, “Kardeşim sen dekolte giyinirsen, bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacak ,Tahrik ettikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değil” açıklamalarını protesto etti. Ak Parti Ankara İl Başkanlığı önünde toplanan kadınlar, üzerinde, “Orhan Çeker’in sesini kadınlar kesecek” yazılı dövizler taşıdı. Mini etek ve mor çoraplarla eylem yapan kadınlar, daha sonra olaysız dağıldı.

Bilgesu Erenus - Dadaloğlu

18 Şubat 2011 Cuma

selim sesler crossing the bridge

mustafa kandirali agir roman havasi

Tsakitzis/Izmir'in Kavaklari PT 2 Greek Turkish songs

Deniz Gezmis - Anisina

Hüveyda Evis - Karadut

Bilgesu Erenus - Savaş Şarkısı

Reel İslamda Ritüel ve Saplantı

Reel İslamda Ritüel ve Saplantı

Müslüman ülkeler arasında Türkiye’nin şu ana kadar ‘ilericiliğini’ ve modernliğini bir parça da olsa henüz koruyabilmesinin nedeni Türklerin kendi kökenlerini tam olarak yitirmemiş olmalarından kaynaklanıyor: Şamanist öğeler bu kültürde hâlâ yaşamaktadır. Psikanalizin kurucusu Freud, genel olarak din olgusunu bir ruhsal hastalık olarak adlandırır. Ona göre din evrensel bir nevrozdur, demek oluyor ki dünyada varlığını sürdüren insanların büyük bir kısmı doğrudan hastadır. Ona göre insandaki din gereksiniminin kökeni ana-baba sorunsalında yatmaktadır; her şeye muktedir yüce Tanrı, anne ve baba sevgisinin ve onların koruyucu rolünün süblime edilmesidir. Erginlik çağında anne ve babasında bulamadığı bu muktedir gücü Tanrı’da bulacağını sanan insan, hayvan türleri arasında en zayıf olanıdır; ebeveynlerin yardımına en çok ve en uzun süre gereksinim duyan insandır. Psikolojik açıdan korunmaya ihtiyacı olan çocuk, erginleştiğinde doğa güçlerine karşı çaresiz ve zavallı olduğunu anlayacaktır. Demek ki din, Marx’ın iddia ettiği gibi bir afyon değil, ana göğsüdür; başka bir ifadeyle, din varlık duygusunun yarattığı çaresizlikten, psikolojik zaaftan kaynaklanmaktadır. Psikanaliz, saplantının ikinci önemli nedenini yaşan(a)mayan ve bastırılan cinsellikte görür. Psikanalize benzer yaklaşımı felsefede de görmekteyiz, özellikle Max Scheler ve varoluşçu Martin Heidegger gibi düşünürler, insanın, doğa güçleri karşısında boşluğa ya da ‘Hiç’e düştüğünü vurgularlar ve bu boşluktan kurtulmanın gerekliliğini dinlerde ve daha sonra ideolojilerde aradığını ifade ederler.
Tarihsel örnekler
Örneğin İbrahim dinine mensup Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleri bu boşluktan kaçış ediminden oluşmuşlardır. Gerçek olgusundan tamamen uzaklaşan İbrahim, kendi çocuğunu Tanrı’ya kurban olarak sunabilecek kadar psikoza girmiştir. İlkel ve barbar toplumlarda ritüel olarak uygulanan insan kurbanı, İbrahim’in ediminde doruk noktasına ulaşmış ve nitekim Tanrı’nın müdahalesiyle son bulmuştur. İbrahim figürü ilginç bir karaktere sahiptir: Tüm putları tek tek kırarak, kırdığı putların yerine asla kırılmayacak olan tek Tanrı putunu yerleştirmiştir. İbrahim’in tek tutarlı takipçisi İslamdır, çünkü bu üç tektanrılı dinler arasında değişmeyen ya da neredeyse hiç değişmeyen din İslamdır. Batı dünyasında yaşanan Rönesans, Yahudi dinini özellikle de Hıristiyan dinini büyük ölçüde değiştirebilmiştir, İslamiyette ise değişim cüzi miktardadır. Reel İslam, Mezopotamya’da başlayıp günümüze kadar süregelen medeniyetten payını alamamıştır ve İslam dini içerisinde gelişmeye yönelen bireyler ve topluluklar Ortodoks ya da egemen olan İslam tarafından bastırılmıştır. Örneğin Antik Yunan felsefesini devam ettiren Arap felsefesi Ortodoks Müslümanların yani günümüzdeki reel İslamiyetin kökenleri ya da öncüleri sayılabilen İslam güçlerince sona erdirilmiştir. İslam ülkelerini incelediğimizde klasik psikanalizin her iki tezinin de tam olarak onaylandığını görürüz. Bunu görmek için bu ülkeleri uzun uzadıya incelemeye gerek bile yoktur, çünkü İslamiyet esas olarak sembollere dayandığı için, sembollerin ardında yatanı görmek çok kolay. Cinselliğin gördüğü topyekûn baskıyı insanın diğer hiçbir doğal dürtüsü görmemiştir ve cinsellik İslam ülkelerinde devasa bir korku filmidir. Bu ülkelerdeki 1968 Kuşağı da cinselliği politik bir ideolojinin egemenliğine almaktan öteye gidememiştir.
Saplantı örnekleri
Saplantıya dair birkaç örnek sunalım. Bir şarkı ritmik bir bünyedir ve melodik bir birlik sağlar ve bu birlik birçok ölçü ile ifade edilebilir. Ateşin çevresinde edilen dans buna örnektir. Burada sahnelenen estetiksel edim bir ritüel olup armonik bir bütünlüğü sağlayabilendir. Tekrarlayıcı karakterinden dolayı nevroza pek yakın gibi gözükse de, psikolojik bir zaaf içermediğinden ve zora dayalı bir karakter taşımadığından nevrozdan pek uzaktır. Ritüel zaman ve içerik açısından özgür karaktere sahiptir; şu yerde, şu saatte, şu kadar olmak zorunda değildir ve özellikle de “bunu yapmak zorundayım” özelliğine sahip değildir. Şamanın dansında saplantı göremiyorum, Şaman trans yoluyla aşkı ve deneyüstü dünyayı keşfe yönelirken, reel Müslüman, öte dünyada cinsel sefa içeren cennete erişmek için günde beş kez namaz kılar. Her iki durumda da ritüele kutsallık yüklenirken, Şaman kutsalda fenomeni anlamayı amaçlar, reel Müslüman ise, kendini kutsala teslim eder ve ona boyun eğer, bu durumda reel Müslüman düşünmez olur, çünkü onun adına düşünen biri vardır artık: Bu düşünen biri ‘Kutsal’ın ta kendisidir. Dolayısıyla namaz zorunlu ve şart olma karakteri taşır, bu da kişiyi psikolojik açıdan hapseder. Tekrarlamak edimi, namazda ritüel olmaktan çıkıp saf monoton ve saplantı karakteri alır. Onlarca ve yüzlerce saplantı Müslüman kişiyi hapseder, bu da bu kişiyi normal gündelik hayattan alıkoyar. Başka bir örnek: Estetiksel değerden uzak türban gibi reel İslami örtünmeler, haz ve zevk içermezler. Örtünme genel olarak üç karakter içerir: Korunma, ar ve estetik değer (haz, zevk, düşünsel algılama vb.). Bedenini İslami örtünmelerle sergileyen (daha doğrusu sergileyemeyen) Müslüman kadın, istediği an o örtüyü çıkarıp bir kenara koyamaz, bunu yapacak olsa, içinde bulunduğu psikoz sistemini kırar ve bozar. İslami örtünme “Bunu yapmak zorundayım” karakteri taşır. Müslüman kadın örtü müptelasıdır, sigara içmekten kurtulamayan kişi gibi. Kızılderili reisin, beyaz adama sunduğu barış çubuğu sadece kültürel bir ritüel sergilemektedir. Beyaz adam ise sigara bağımlısı olmuştur. Yalın varlık karşısında uçuruma düşen beyaz adam ve Müslüman, sıcak ve koruyucu ana kucağını yansıtan Tanrı’ya sarılırlar. Denize düşen balığa sarılır, evet böyledir, bu balık bir de balina cinsinden ise.
Türkiye’de durum
Müslüman ülkeler arasında Türkiye’nin şu ana kadar ‘ilericiliğini’ ve modernliğini bir parça da olsa henüz koruyabilmesinin nedeni Türklerin kendi kökenlerini tam olarak yitirmemiş olmalarından kaynaklanıyor: Şamanist öğeler bu kültürde hâlâ yaşamaktadır. Diğer bir nedeni ise, ‘Atatürk’ adına layık görülen tanrıtanımaz bir Türk’ün İslamiyetin muhafazakâr karakterini çok iyi kavramış ve bunu engellemeye, yaşatmamaya çalışmış olmasıdır. Atatürk, psikanaliz ve felsefeden uzak da olsa, modern bir toplumun sosyolojik ve politik temellerini analiz edebilmiştir. İçinde yaşadığımız postmodern değerler dünyasında ise klasik psikoanaliz ve genel felsefi değerler, aydınlanma, vb. içselleştirilip yaşandıktan sonra geriye değerlerin yokluğu kalmıştır; bir açıdan yüzeysel bir Nietzsche’cilik hâkim olup sefa sürmektedir; bu sefa yüzeyselliğinden ötürü yokluk sefaletini de beraberinde getirmiştir. Aslında Nietzsche’nin, önceli Max Stirner’den devraldığı öğretiyi bir showmaster karakteriyle sunması, postmodern yaşantının şu anki durumunu anlaşılır kılıyor. Freud’un nevroz ve psikoz üzerine analizleri ve Nietzsche’nin Hıristiyanlıkla boğuşmaları bana Stirner’i anımsatır. Stirner saplantıyla ilgili şöyle der: “Sen kaçıksın be insan! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var! Şaka yaptığımı ya da mecazlı konuştuğumu sanma, yüksekliklere tutunanları, insanların büyük çoğunluğunu, neredeyse dünyadaki tüm insanları gerçek deliler olarak görüyorum, tımarhanelik deliler. ‘Saplantı’ diye neye derler? İnsanları egemenliğine almış bir düşünceye. (…) Örneğin, pek çok gazetemizde işlenen töre, yasa, Hıristiyanlık ve benzeri aptal ve boş laflar, saplantı ve kaçıkların zevzekliği değil mi? Ve içinde gezindikleri tımarhanenin çok büyük olmasındandır ki, özgürce dolaştıkları sanılmaktadır. Böyle bir kaçığın saplantısına dokunun da görün. Sizi arkadan vuracak kadar sinsi ve haindir.” Şimdi, saplantının nedenlerini incelerken, Batı’nın düştüğü tuzağı iyi kavramak gerekiyor. Bu nedenle de psikanalizi ve felsefeyi Şaman unsurlarla bir arada tartışmak gerekiyor, çünkü reel İslamda gördüğümüz İslamiyet saplantısı, ritüel-nevroz sorunsalını çıkmaza sürüklüyor. Atatürk, Batı’dan bazı değerleri ödünç alırken, Batı’nın tuzağına düşmemeye özen gösteriyordu; ardıllarıysa, saplantılarını yaşayan reel Müslümanlara benzer bir tarzda ama ters yönde, aydınlanmayı içselleştirmeden, sadece bir özenti saplantısı olarak sahneye sürdüler. Diğer taraftan İslam kesimleri, saplantılı düşünüş ve davranışlarını sürdürmeye devam ettiler. İşte bu durumda Türkiye kendini çıkmaz sokağa taşıdı. Bugün Türkiye, reel İslamiyetten arınacak olsa, Batı’nın postmodern tuzağına düşmeye hazır durumdadır, bir müpteladan başka bir müptelaya düşmeye uygundur.
H. İbrahim Türkdoğan-Sosyal Pedagog

17 Şubat 2011 Perşembe

Efkan Şeşen - Gözleri Hâlâ Çocuk

SORU - CEVAP

Cezaevinde açtığınız tünelden çıkan toprağı ne yaptınız?"
sorusuna Cevap:
''Topraksız köylüye dağıttık!''
[Mahir Çayan]

GRUP YORUM ( UGURLAMA)

Deniz Koydum Adını.........

devrimci cevap

ferhat tunç yaşamak direnmektir

Bizim Gençler Yılmaz Yılmaz

Hrant Dink-Sarı Gelin

Grup Yorum-ŞArKışLa

Grup Yorum - Insanlarin Icindeyim

Grup Yorum - Daglara Gel

dağlara gel dağlara

30 MART 1972 - KIZILDERE KATLİAMI

Kızıldere Katliamı

KIZILDERE SANA YINE GELIRIZ sevinc eratalay

Sevinç Eratalay 71 Sıcağında

Geliyor ADALILAR , Sarp yamaçlı yollardan

14 Şubat 2011 Pazartesi

Sevinç Eratalay - Ankara'dan ßir Haßer var

TİP'in 1965 Seçim Şarkısı- Tülay German (Yarının Şarkısı)

Sevinç Eratalay - Mahir'in Türküsü

Sevinç Eratalay - Fikri Sönmez'e Ağıt (Kıyıda Rüzgar)

FİKRİ SÖNMEZ DEVRİMCİ YOL FATSA BELEDİYE BAŞKANI .. ANISINA

Bob Marley War live

jandarma biz sosyalistiz - rahmi saltuk

SIVAN PERWER-KONSER-emekci-baran-rahmi saltuk- 1983

JARA

Kendine yüklediği sorumluluklar kişinin yaşam seyrini belirlerken, ölümünden sonra ise onun, yaşamı boyunca hangi misyonu yerine getirdiğini tarih adına bizler karar vereceğiz.
"Şarkım ne alkışlar için
Ne yad ellerde şöhret için,
Şarkım bu daracık ülke için
Ta toprağın derinlerine.
Orada dinlenir her şey
Ve orada başlar.
Cesur şarkı dediğin
Hep yeni kalacaktır."
Ardından o misyonu özümseyen bir şarkı fısıldayacağız; o şarkı ki, yarım bıraktırılmış bir şarkı bile olsa o, bizlere bir bütünün manifestosunu bildirecektir adeta. Victor Jara'yı anlattığı bu kitapta eşi Joan Jara, bir halk ozanının biyografisini bir şarkı tadında kulağımıza fısıldıyor ve aynı anda Victor'un şarkılarına kaynak olan şiirlerini de avucumuzun içine bırakıveriyor ve bizler de onu hemen kapıveriyoruz.
"Sımsıkı tuttum ve
Batırdım sabanı toprağa
Çalıştım yıllar yılı
Şaşmamalı yıpranmama
Uçuyor kelebekler, cırlıyor çekirgeler
Kararıyor karardıkça tenim
Ve parıldıyor güneş, parıldıyor, parıldıyor.
Ter beni, ben toprağı sürüyorum,
Durmadan dinlenmeden."
Şarkıcılık bir meslektir ancak sanatçılık bir meslek midir? Sanatçı da o mesleğin çalışanı mıdır? Bu bağlamda sanatçı ile şarkıcıyı ayıran ince bir çizgi var olmuşsa eğer, o ayrım, elimdeki bu kitapla belirgin bir şekilde okuyana görünüverecektir. Victor memleketi Şili'yi karış karış gezerken, gördüğü çelişkilere kayıtsız kalabilir miydi? Her gittiği yerde, her gördüğü olay karşısında tepkisini, halkın ozanı olarak kendi özgün şarkıları aracılıyla başka dillere emanet edecektir.
"Sudaki Ay kentin
Ortasından akıp gidiyor,
Köprü altında bir çocuk
Düşlerinde uçuyor.
Kent onu hapsediyor
Metal kafesine
Çocuk büyüyor,
Hiç bilmeden okumayı.
Kaç kişi, sizler gibi,
Dolaşacak evsiz barksız?
Para varken kolay
Sevginin varlığı,
Günler daha acı
Geldi mi yokluğu "
Kitapta Victor'un ve ailesinin yaşamını okurken Şili'nin siyasi yapısı da görülebiliyor. Toprak ağaları ile Şili madenlerini işleten uluslararası sermaye, siyasi yapının bir ucunu temsil ederken, Victor Jara'nın siyasi tercihleri doğal olarak bu yapının karşısında olacaktır. Gördüğü toplumsal çelişkiler karşısında verdiği tepkiler, onun sanatçı kişiliği ile örtüşecektir. Kitapta Victor Jara'nın çocukluğundan ölümüne kadar geçen süre içerisindeki yaşamı, oldukça detaylı bir üslupla anlatılıyor. Victor'un köyde başlayan yaşam seyri, gitarla tanışması, şehre gelişi, eşi Joan ile tanışması ve bir şarkıcıdan öte, nasıl halkın ozanı olduğu süreci akıcı bir coşku ile okunuyor. Bu süreci, içimizi hoşluklarla dolduran güzel bir tiyatro tadında gözlemlerken, maalesef kitabın sonunda anlatılacak olan faşist darbenin, parıldayan o yaşamları nasıl da karartacağını biliyorsunuz. Keşke kitap, başka bir şekilde bitebilse diyorsunuz ancak anlatılanlar, yazarın hayal gücüyle biçimlenen birer senaryodan ibaret olamamıştır, bileceksiniz ki anlatılanlar gerçeğin ta kendisi olmuştur. Kıyımı okurken, olayların gerçek olduğunu bilerek, engellemez bir burukluk yaşarsınız. "Onlar yaşamışlar zaten; aynı sonucu azıcık bizler de hissediverelim ne olacak ki!" dersiniz. Bilindiği üzere Eylül 1973'de seçimle gelen Sosyalist Salvador Allende, özellikle çıkartılan siyasi çalkantıların ardından, faşist bir darbe ile devrilmiştir; ve ardından kaçınılmaz olarak Victor da diğer sosyalistlerle birlikte darbecilerin hedefi haline gelmiştir. Aynı gün ve sonrasında yaşananlar ise birinci ağızdan, Victor'un eşinden, tarihsel bir sürecin aydınlanması adına Victor ekseninde anlatılmıştır. Ve darbecilerin militarist güçleri, insanları topladıkları şehir stadyumunda, Victor'un gitar çalan ellerini kırıp, sonrasında onu katlederlerken, eşi çaresiz bir durumda beklemek zorunda kalacaktır. Özellikle Joan'ın, Victor'u morgdan aldığını anlattığı o bölüm, faşizmin korkunçluğunu gözler önüne sermektedir. Kitap 310 sayfa olup, İngilizce aslıdan Algan Sezgintüredi'nin çevirisiyle Mayıs 2010'da Versus Kitap tarafından yayımlanmıştır. Kitabı okuyup, buruk bir duygu ile bitirirken, yarım kalan o şarkıyı, aslında sonsuza dek sürecek ve hep yeni kalacak olan, derin ve cesur bir şarkı olarak mırıldanacaksınız ister istemez.
(HAKAN ARKADAŞIM ÇOK SOLOL)

12 Şubat 2011 Cumartesi

Hasret Gültekin - Selpe - Sivrialan.Net

Özlem Özdil - Şelpe

ALİ ASKER VE İLKAY AKKAYA ..OY DAĞLAR....

MAKALE

Davulcu Remo'dan
bu yana...
DAVULCU Remo'nun, davul çalarken sağ ayağını kaldırıp tokmağı ayağının altında davula vurması, Samuel Morse'nin elektrikli telgrafı icat etmesine denk gelir...
(.........)
Kütahya köylülerinin bir keçinin sırtına yazılmış "ayeti" görmeleri ve keçiyi kaptıkları gibi kaymakama götürmeleri, kaymakamın da bunu "Adı geçen keçiye ne gibi bir işlem yapılmasını" bir yazıyla merkeze sorması ise Çinlilerin pirinçteki gen sıralamasını bulmalarına rastlar...
(.........)
Şıh Hakkı Hazretleri'nin, müminlerin oval bir cismi okşamaları ya da ortasında delik olan yuvarlak bir cisme "manalı" fazla bakmalarının imanı bozacağını tebliğ etmesi de İskoç asıllı John Baird'in televizyonu icat etmesiyle eşzamanlıdır...
Sene 2010...
- Son bir yılda insan epigenomunun şifresi çözüldü... - Görme engelliler için göz yerine geçen mikroçip yapıldı... - Bilim adamı robot, Aberystwyth Üniversitesi'nde çalışmaya başladı... - NASA, Ay'da su bulunduğunu açıkladı... - Maryland Üniversitesi'nde, atomun içindeki veriyi bir metre uzaklıktaki kabın içine ışınlayarak taşıdılar... - Büyük Hadron çarpışması ile yerkürenin sırrı aralandı... - Subaru teleskobu, komşumuz yeni bir gezegen buldu... - Başta Alzheimer ve kemik erimesi olmak üzere 27 hastalığa çare buldu elin adamı... Tüm bunlar ise; Türklerin "imam" yetiştirip, onlardan bilgisayarcı, matematikçi, fizikçi, kimyacı, bilim adamı, vali, doktor, mühendis, yargıç yapmak istemelerine denk gelir...
İşte siz kaç gündür "üniversiteye girişte katsayı kavgası" ile bunu izliyorsunuz...
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakan'ı, Milli Eğitim Bakanı, yandaş YÖK Başkanı, kimi profesörleri, kimi aydınları...
Hâlâ çocuklara "imam" eğitimi verip, onlardan "her şey" yapmak için kavga ediyorlar...
Ama ne yapacaksınız... Dünyanın en gözde, en cennet toprakları üzerinde, durup dururken "çağdışı" kalmaz insan...
Kalmışsa bir sebebi olmalı...

MSN'DEN GELEN

MARUL Eser element Potasyum Fosfor (Lactuca virosa) 1. Yaşamsal önem taşıyan maddeler içerir. 2. Yağ metabolizması nı düzenler. 3. Felç riskine karşı korur. 4. Yapraklarından ve kökünden yapılan çay: karaciğer, dalak ve böbreklerin faaliyetlerini düzenler. AHUDUDU C vitamini Potasyum Kalsiyum Demir Folikasit (Rubus Idaeus) 1. Virüs ve bakterilere karşı korur 2. Tümör oluşumunu engeller 3. Kanı temizler, 4. Vücutta biriken zehirli maddelerin atılmasını sağlar. 5. Terletir ve İdrar söktürür. 6. Kabızlığı giderir. 7. Vücuda dinçlik verir. AVOKADO Doymamış yağ asidi B6 vitamini E vitamini Potasyum Glutathion (Persea americana) 1. Kalp ve Kan dolaşımı için birebir. 2. Kansere karşı koruyucu 3. Glutathion süper bir hücre koruyucusudur, (en iyi antioksidanttı r) 4. Hücrelerin yaşlanmasını geciktirir. 5. Protein bakımından zengindir. BEYAZ KIRMIZI LAHANA C vitamini B vitamini Kalsiyum 1. Bağışıklık sistemini güçlendirir 2. Stres semptomlarıyla savaşır. BEZELYE Protein Magnezyum 1. Kolesterol düzeyini düşürüyor 2. Bağırsak kanser riskini azaltıyor. BROKOLİ Magnezyum A Vitamini C vitamini Potasyum 1. Kansere karşı korur 2. Kasları güçlendirir. CEVİZ FISTIK FINDIK B vitamini E vitamini Çinko Demir 1. Sakinleştirir 2. Uyumayı sağlar 3. Stresi azaltır. ÇİLEK C vitamini Kalsiyum Potasyum 1. Bağışıklık sistemini güçlendirir 2. Metabolizmayı harekete geçirir. DANA ETİ Demir Protein Potasyum 1. Soğuk algınlığı 2. Öksürük 3. Gribe karşı iyileştirici DENİZ BİTKİLERİ Omega3 yağ asidi Pantothenik asit 1. Kolesterol düzeyini düşürür 2. Kalp krizi riskini azaltır. DOMATES Likopen Folikasit Tyrosin 1. Likopen kansere karşı korur 2. Folikasit hücre yapımını uyarır. 3. Karaciğer hastalıklarına iyi gelir. ELMA Pektin Bioflanovoid C vitamini 1. Kolesterol düzeyini düşürür 2. Bağışıklık sistemini güçlendirir. ENGİNAR Cynarin B vitamini C vitamini 1. Kan şekerine ve kalbi iyi gelir. 2. Cynarin Karaciğer ve Safra kesesinde biriken nikotin, alkol ve yağın vücuttan atılımını sağlar. ERİK Potasyum Demir B vitamini 1. Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlar enerji verir. ESMER BUĞDAY Lysin Lezithin 1. Beyni ve sinirleri besler 2. Öğrenmeyi güçlendirir. FASULYE Demir Kalsiyum B vitamini C vitamini Protein 1. Kan ve hücre yapımına yardımcı oluyor. FRENK ÜZÜMÜ C vitamini Niasin Kalsiyum 1. Sinir ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. GREYFURT Folikasit C vitamini 1. Kan basıncını azaltır 2. Kan yapımını artırır. HAVUÇ A Vitamini Selenyum 1. Sperm üretimini sağlıyor 2. Vücudu enfeksiyonlara karşı koruyor. ISPANAK A Vitamini Folikasit Magnezyum E vitamini Manganez 1. Sinirleri güçlendiriyor. 2. Özellikle hamilelikte tavsiye ediliyor. KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ BUĞDAY B vitamini Demir Magnezyum 1. Bacak kaslarındaki krampları yok ediyor. 2. Uyku süresini azaltıyor. KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ ÇAVDAR Magnezyum Karbonhidrat B vitamini 1. Enerji sağlıyor 2. Stresi azaltıyor. KAVUN Magnezyum Potasyum Kalsiyum 1. Vücuttaki su düzeyini ayarlıyor 2. İdrar oluşumunu artırıyor. KEFİR Laktik Asit 1. laktik asit bakterileri Bağırsak enfeksiyonuna 2. Kabızlığa ve gaza iyi geliyor. KEREVİZ Potasyum Sodyum Kalsiyum Magnezyum 1. Kabızlık 2. Mide ve Bağırsak sorunlarına karşı etkili. KIRILMAMIŞ PİRİNÇ Protein Potasyum Kalsiyum Magnezyum 1. Mide yanması 2. Gaza karşı etkili. 3. Vücuttaki fazla suyu atıyor. KIRMIZI ÜZÜM Phyto-östrojen Potasyum Kalsiyum 1. Yüksek tansiyona karşı iyi geliyor 2. Trombozları önlüyor KİVİ C vitamini Karotionid Flavonoid 1. Zayıflatıyor 2. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. KUŞBURNU Likopen C vitamini E vitamini Demir 1. Soğuk algınlığı ve 2. Gribe karşı önleyici etkiye sahip. KÜMES HAYVANLARI Protein Potasyum Magnezyum B vitamini Çinko 1. Baş ağrısı sorununa karşı etkili 2. Stresten arındırıyor. LAHANA TURŞUSU Laktik asit B12 vitamini 1. Bakterileri ve Tümör oluşumunu önlüyor. LİMON C vitamini Glucarate 1. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor 2. Mide kanserini önlüyor. MANGO A Vitamini B vitamini Çinko 1. Cinsel enerjiyi yükseltiyor MANTAR Sodyum Potasyum Kalsiyum Magnezyum 1. Kasları güçlendiriyor 2. Saç ve tırnakları besliyor. MERCİMEK Çinko Aminoasit 1. Yorgunluğu gideriyor strese karşı etkili MISIR Çinko Magnezyum B vitamini 1. Stresle savaşıyor 2. Bağırsak kanserini önlüyor. MUZ Potasyum B6 vitamini Serotonin Magnezyum 1. Rahatlatıyor 2. Uyumaya yardımcı oluyor. MÜRVER Potasyum B1 vitamini C vitamini 1. Terleten ve öksürüğü azaltan etkiye sahip. 2. Kabızlığa iyi geliyor. NAR C vitamini Demir Potasyum Alkaloit Glikozit 1. İçerdiği bazı maddeler sayesinde kolesterol ve şekeri de dengeler 2. Kalp sağlığını korur, kalbi kuvvetlendirir, 3. Kanser hücrelerinin de gelişmesini engeller, 4. Yeşil çaya nazaran üç kat daha güçlü antioksidan etkiye sahiptir, 5. Meyve kabuğu alkaloit, tanen ve glikozitler içerir. 6. İshali keser, (şerit) bağırsak kurtlarını düşürür, Kanlı ishal de de kullanılır, 7. İdrar söktürücü, Kan yapıcı, Enerji verici ve Tansiyon düşürücü özelliği 8. Meyve kabuğu ekstresinin; güçlü virüs ve mikrop öldürme özelliği, cilt üzerindeki enfeksiyon ve yaraları iyileştirici özelliği vardır, 9. Meyve kabuğu tanenlerinin antioksidan ve anti-tümör etkileri de bilinmektedir, PAPAYA Karotinoid Enzimler C vitamini 1. Kalp hastalıklarını önlüyor 2. Stresi azaltıyor PATATES Mineraller C vitamini Protein Potasyum 1. Kansere karşı koruyucu 2. Vücudu toksinlerden arındırıyor. PEYNİR Protein Sodyum Potasyum Kalsiyum 1. Kemikleri güçlendiriyor 2. Sinirleri koruyor. PEYNİR SUYU Sodyum Potasyum Kalsiyum Laktik asit 1. Bakterileri Sindirim sistemi şikayetleri 2. Mide yanmasına karşı iyi geliyor. PIRASA Allisin Çinko Manganez Selenyum 1. Kan basıncını düşürüyor 2. Kalbi ve damarları güçlendiriyor. PORTAKAL B vitamini C vitamini Potasyum Kalsiyum Selenyum 1. Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor. RAVENT Magnezyum Manganez Kalsiyum B vitamini 1. Sağlıklı kemiklerin oluşumuna katkıda bulunuyor. REZENE C vitamini Uçucu yağlar Demir Potasyum Kalsiyum 1. Öksürüğü önlüyor 2. Vücuda oksijen alımını artırıyor. RİNGA BALIĞI Omega3 yağ asidi Sodyum Potasyum 1. Damar sertliğini 2. Yüksek tansiyonu önlüyor. SARIMSAK Quercetin Ajoene Allisin 1. Kansere karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor. SHIITAKE MANTARI Lentinan D vitamini (Letinus edodes) 1. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor 2. Kanser oluşumunu engelliyor. 3. Kanı sulandırıcı, 4. Kolesterol düşürücü, 5. Tümör küçültücü, 6. Cinsel gücü arttırıcı etkilere sahip. 7. Lentinan maddesi Japonya'da anti kanserojen ilaç olarak tescil edilmiş. SİYAH TURP C vitamini Kalsiyum Potasyum Demir 1. Bağışıklık sistemini 2. Kan dolaşımını güçlendiriyor. SOM BALIĞI Omega3 yağ asidi D vitamini 1. Kemikleri güçlendiriyor 2. Meme kanseri riskini azaltıyor. SOYA Omega6 yağ asidi E vitamini Protein E vitamini 1. Hücreleri koruyor 2. Kanser riskini azaltıyor. SÜT Kalsiyum D Vitamini A Vitamini B2 vitamini 1. Kemik oluşumunu teşvik ediyor 2. Bağırsak kanserine karşı koruyor. TOFU Protein Potasyum Kalsiyum Magnezyum 1. Metabolizmayı uyarıyor. 2. Kemik yoğunluğu için önemli. TON BALIĞI Omega3 yağ asidi D vitamini Potasyum 1. İyot Kolesterol düzeyini düşürüyor 2. Sinir hücrelerini koruyor. USKUMRU Omega3 yağ asidi D Vitamini B6 Vitamini B12 vitamini 1. İyot Kan basıncını düşürüyor 2. Moral yükselten etkiye sahip YEŞİL-KIRMIZI BİBER Capsaicin A Vitamini C vitamini Çinko 1. Baş ağrısı 2. Migrene karşı koruyucu etkiye sahip YOĞURT Kalsiyum Riboflavin B12 vitamini 1. Bağırsak kanserine karşı bağışıklık sistemini güç

MSN'DEN GELEN

SSK ve Devlet Hastanelerinin yükünü azaltmak ve halkın özel hastane olanaklarından yararlanmasını sağlamak bahanesiyle yaptığı, özel hastanelerden hizmet satın almasını sağlayan düzenleme insan hayatını tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda.

İşte Tüyler Ürperten İtiraflar:

SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’na bağlı hastalar, özel hastanelerde en kalitesiz malzemelerle ameliyat ediliyor. Özellikle kalp ameliyatlarında kalitesiz kataterler, iplikler, stentler, balonlar kullanılıyor. Özel hastanelerin hemen hemen hepsi katater, idrar sondası gibi tek kullanımlık malzemeleri, aynı kan grubundaki birkaç hastada tekrar tekrar kullanıyor. Böylece az ve ucuz malzemeyle çok sayıda hasta ameliyat edilerek ‘sürümden’ kazanılıyor. Bir paket programından özel hastane %10 civarında kâr elde ediyorsa, malzemeleri tekrar tekrar kullanarak ya da kalitesiz malzeme kullanarak kâr oranını % 35-40’lara çıkarabiliyor. Ameliyathanelerin durumu içler acısı. İstanbul’daki yaklaşık 26 kalp-damar cerrahisi merkezinin en az 20’sinin ruhsatı uluslararası standartlara uymadıkları için iptal edilmeli. Devletin sağlığa ayırdığı % 5’lik bütçenin % 80’i ilaca gidiyor. Ancak Türkiye’de ilaçla ilgili bir tasarrufa gitmek imkânsız. Çünkü bir anda karşınızda ciddi devleri bulursunuz. Ayrıca pek çok hekim yazdığı her reçeteden ilaç şirketi tarafından prim aldığı için, bu sistemi yıkmak zor. Daha uygun fiyatlı muadili olmasına rağmen ilaç şirketinden para alan doktor pahalı ilaçları hastaya aldırıyor. Özel hastanelerde doktorun hastayı kurtarmak için elinden geleni yapması, hasta cebinden ek para ödemediği sürece imkânsız. her şeye göz yumuluyor. Denetim yapılmıyor; ‘göstermelik’ yapılan denetimlerde ise sadece cihazlara, odalara, tuvaletlere bakılıyor.
“İnsanlar Ölsün ki Daha Çok Kazanalım.” Diyen Doktorlar
Artık bütün vatandaşlar özel hastanelerden yararlanabiliyor! Özellikle de yıllardır SSK ve Devlet Hastanesi kuyruklarında sürünen vatandaşlar, artık en lüks özel hastanelerde ameliyat bile olabiliyorlar! Bu olanak, sosyal güvencesi olan vatandaşı mutlu ediyor. Ama hiçbiri, hastanelerde kendileri için en kalitesiz malzemelerin kullanıldığını bilmiyor. Bunu bilen, özel hastanelerde bu uygulamalara tanık olan ve hatta kalitesiz malzemelerle ameliyat yapıp ‘vicdan azabı’ çeken bazı hekimler, korkuyor. Hem ameliyat ettikleri hastaların ölmesinden hem de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmaktan. Çünkü işlerini kaybedebilirler, bir daha asla hiçbir yerde iş bulamazlar. Dahası yargılanıp mahkum edilebilirler. Yani bir yanda ‘Hipokrat yemini’ne uygun çalışmak isteyen doktorlar öte yanda daha iyi yaşamak için “Hastalar ölsün ki daha çok kazanalım.” diyen doktorlar. Daha çok kazanma duygusunun hekim dünyasında ağırlık kazanmış olduğunu belirtiyor namuslu olanları. Durumdan çok rahatsızlar. Bu nedenle isimlerini vermeden anlatıyorlar. Bunların kısmen bilindiğini söylüyorlar ve kamuoyunun bütün yapılanları bilmesini istiyorlar. İsimlerini vermeyen hekimlerin itirafları arasında en korkuncu ise bir kere kullanıldıktan sonra kesinlikle çöpe atılması gereken tıbbi malzemelerin, ‘tasarruf’ olsun diye aynı kan grubuna sahip hastalarda tekrar tekrar kullanılıyor olması. Peki, SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur hastaları neden en kaliteli yerde bile en ‘kalitesiz’ sağlık hizmetini alıyorlar? Cevap çok korkunç ………………….Adının açıklanmasını istemeyen bir hekim şu bilgiyi veriyor: “15 bin YTL’lik bir kalp ameliyatına, hükümet 5-6 bin YTL ödüyor. Maliyeti yaklaşık 15 bin YTL olan bir kalp ameliyatının 5-6 bin YTL’ye mal edebilmesi için 5 milyonluk iplik yerine 1 milyonluk iplik kullanılıyor. 2.000 dolarlık ilaç kaplı stent yerine, damarda sağa sola kayarak kısa sürede kalp krizine yol açabilen 170 dolarlık stentle hasta ameliyat ediliyor. Ödeme gücü olan ise devletin verdiği paket fiyatın üzerine 5-10 bin YTL eklenip en kaliteli malzemelerle ameliyat ediliyor.” Ama SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur’dan gelen hastaların çoğu bu bedeli ödeyemiyor. ……………………çok düşük fiyatlara yaptığı paket anlaşmalar ise özellikle tek kullanımlık malzemelerin artık kullanılmaz hale gelene kadar tekrar tekrar kullanılmasına yol açıyor. Peki, bunu yapan özel hastanelerin oranı ne kadar yüksek? “Bunu hepsiyapıyor, ama biz yüzde 90’ı diyelim bari.” diyor yine adının saklı kalmasını isteyen bir cerrah. Bazı yetkililerden aldığımız bilgilere göre, hastanelerimizdeki tek sorun kullanılan malzemelerin kalitesizliği değil. Ameliyathanelerin durumu da içler acısı. Bir kalp-damar cerrahının ağzından çıkan şu sözler insanı şok ediyor: “İstanbul’da kalp-damar cerrahisinin yapıldığı yaklaşık 26 merkez var. Ancak bu merkezler ABD’de ya da Avrupa’da olsalardı, en az 20’sinin ruhsatı iptal edilirdi. Çünkü hiçbiri ameliyathane şartlarına uygun çalışmıyor.” Paket programdaki bir hastanın ‘kaybedilmesi’, hastane açısından daha kârlı olduğu için, hastanın yaşayıp yaşamaması da çok önemsenmiyor. Bir insanın ölmesi “eks olmak” olarak adlandırılıp sıradan bir şeymiş gibi karşılanıyor. Devlet ve SSK Hastaneleri’nde çalışan doktorlar, bütün bu ölümcül gerçekleri bildikleri halde, daha çok kazanmak için, hastaları kendilerinin de çalıştıkları özel hastanelere yönlendiriyorlar. Ölen her hasta bu doktorlara daha çok kazandırmış oluyor. Çünkü bir hasta erken ölürse hastane doktorları; tıbbi malzeme, ilaç, yoğun bakım gibi masraflara girmeden ve tedavi süreciyle yorulmadan paket fiyatını cebe indirmiş oluyor.

rodrigo gitar konçertosu

deniz gezmiş mahkeme görüntüleri

DENİZ GEZMİŞ KENDİ SESİNDEN SAVUNMASI

10 Şubat 2011 Perşembe

NAZIM DİYOR Kİ;

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

YEDİĞİMİZ EKMEK İÇTİĞİMİZ SU.........

arapa amerikana avrupalıya japona
satıyorlar kanla kazanılmış topraklarımızı
ruh alisamiyen ruhu değil
bu topraklar için bu toprağı kanlarıyla sulayan
şehitlerimizin ruhudur
YEDİĞİMİZ EKMEK İÇTİĞİMİZ SU ŞEHİTLERİMİZİN KANLARIYLA SULADIĞI TOPRAKLARIMIZDAN GELİR

Oğullarından TRT'ye suç duyurusu

Oğullarından TRT'ye suç duyurusu
Yaklaşık iki yıl önce vefat eden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) eski Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'ın 2 oğlu, ''Büyük Takip'' adlı programda Saylan'a hakaret edildiği ve iftirada bulunulduğu iddiasıyla TRT, yapımcı şirket, konuyla ilgili sorumlular ile programa katılan bazı kişiler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) eski Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'ın oğulları Çağlayan ve Çınar Örge adına avukat Hasan Karataş tarafından hazırlanan suç duyurusu dilekçesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ulaştırılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na sunuldu.
Dilekçede, TRT'de 14 Ocak 2011'de ekrana gelen ''Büyük Takip'' adlı programda ''ÇYDD ve ÇEV dosyası'' başlığı altında derneklere ilişkin iddialarla ilgili düzenlenen iddianamenin mahkemece kabul edildiği belirtilerek, bazı bilgiler verildiği kaydedildi.
Programdaki bilgilere ayrıntılarıyla yer verilen dilekçede, ''Programda adeta bir duruşma yapılmış ve hatta tanık dahi dinlenilmek suretiyle iddianamede yazılı olan hususların doğru olduğu yönünde bir yargı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu husus açıkça adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu oluşturmaktadır. Bu konuda ayrı bir başvuru yapılmıştır'' denildi.
Saylan hakkında dava açılmadığı için iddianame çerçevesinde hakkında beyanlarda bulunmanın hukuka uygun bir yönü bulunmadığı savunulan dilekçede, Saylan'a işlemediği suçlar yüklenerek, kullanılan ifadelerle hakaret edildiği iddia edildi.
Türkan Saylan'a yöneltilen tüm suçlamaların iftira niteliğinde bulunduğu belirtilen dilekçede, TRT, ''Büyük Takip'' programının yapımcısı Park Film şirketi yöneticileri, program sunucusu Ömer Özkök, programın yapımı ve yayımıyla ilgili diğer sorumlu kişiler, programa katılan Yılmaz Dikbaş, Adnan Odabaşı, Aziz Üstel ve Adnan Zencir hakkında kamu davası açılması ve cezalandırılmaları istendi.

9 Şubat 2011 Çarşamba

"TEHLİKELİ CEHALET"

Tehlikeli Cehalet
DR. ERDAL ATABEK
Ayın dünyadan uzaklığını bilmemek 'tehlikesiz cehalet'tir. Bunu bilmezseniz 'tehlikesi yoktur'. Ama önünüzdeki çukuru göremezseniz, bu 'TEHLİKELİ CEHALET' olur. Çukura düşer ve kurtarılmayı bekleyerek debelenirsiniz. Belki birisi sesinizi duyar ve sizi kurtarır. Ama artık siz kendinizi 'onun sizi kurtardığı duygusundan kurtaramazsınız. Eğer o çukurdan kendi gücünüzle çıkabilirseniz özgüveniniz artar. Bağımlılıkla bağımsızlık arasındaki fark kısaca budur. Durumunuzu bilirseniz belki kendinize yardım edebilirsiniz. Ama başkasının kolunda yürürken kendinizi bağımsız sanırsanız, işte bu 'TEHLİKELİ CEHALET'tir. Bugün Türkiye'yi bağımsız sanmak, bu nedenle 'tehlikeli cehalet'tir. Gönlü Arap ülkelerinde, beyni Amerika'ya ipotekli, cebi uluslararası sermayeye çengelli bir siyasal iktidarla Türkiye bağımsız olamaz. Atatürk Türkiye'si ile bugünkü ülkemiz arasındaki farkı görmemek, görüp de kabul etmemek, kabul edip de Atatürk'ü eleştirmek 'TEHLİKELİ CEHALET' tir. Atatürk'ün büyük hedeflerinden birisi 'bilince yönelik çağdaş eğitim' idi. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü o'nundur... Bugünün siyasal iktidarı için geçerli eğitim hedefi bütünüyle değişmiştir. Siyasal iktidarın eğitim hedefi, 'inanca yönelik sermayenin hizmetine uyarlı insan gücü yetiştirmektir. Din temelli toplumun eğitim amaçları her yolla devreye sokulmaktadır. Bunu görmemek, görüp de kabul etmemek, kabul edip de bu durumu 'demokrasi sanmak' 'TEHLİKELİ CEHALET'tir. Demokrasi, bütünüyle bir kurallar ve kurumlar politikasıdır. Demokrasinin temeli laikliktir. Laikliğin temeli dindar-dinsiz ayrımı yapmamaktır. Laiklik olmazsa yurttaş eşitliği olmaz. Yurttaş eşitliği olmazsa demokrasi olmaz. Bunu bilip de bilmezden gelmek, bunu bilip de görmezden gelmek, 'TEHLİKELİ CEHALET' 'tir.
***
Neden 'TEHLİKELİ CEHALET' toplumların başına bela olur? Çünkü toplumların bir bölümü bu durumdan büyük çıkarlar sağlar. Geri kalan bir bölümü de küçük çıkarlarla yetinir. Bir bölümü, ilerde kendisinin de çıkar sağlayacağını umar, bir bölümü durumu görür, toplumu uyarmaya çalışır, ama gücü yetmez. İşte böyle durumlarda da felaket kapınızı çalmıştır ve gelmektedir.
***
Bu durumun en yaygın araçları kitle iletişim araçlarıdır. Televizyon en yaygın biçimde bu doğrultuda çalışmaktadır. En izlenen saatler 'toplumu gerçek bilgilerden uzak tutmak' amacıyla kullanılmaktadır. Ivır zıvır eğlencelikler, boş zevzeklikler, pırıltılı eğlencelikler hep bu amaçla hazırlanmaktadır. Düşünmeye alışmamış beyinler de böylece oyalanıp gitmektedir. Düşünen beyinlerin de bu durumu önlemeye gücü yetmemektedir. . 'TEHLİKELİ CEHALET', farkına varmadan bu tuzağın içine düşüp eğlenmektir. Bunu bilip de bilmezden gelen, görüp de çıkar sağlayanlar, sonra da işte özgürlük budur' diyenlerse toplumun asıl belalarıdır. Bilmemiz gereken budur. Görmemiz gereken budur. Anlamamız gereken budur. Mücadelemiz de bu olmalıdır...
PROF. DR. ERDAL ATABEK 1917 de, Binlerce Müslüman Türk’ün, Filistinliler tarafından öldürüldüğünü bilmemek, cehalettir. Kuzey Kıbrıs'ın Müslüman ülkeler tarafından tanınmadığını bilmemek de cehalet olabilir..Ama,Ülkemizin pek çok şeyi göze olarak,yasak delmek için,Yolcu gemisi ile ,yardım taşımak hikayesine inanmak,tehlikeli cehalet değil de nedir?

NAZIM'DAN

"Yüreğin, kadını erkeği yoktur.
Bir mert olanı vardır, bir de namert olanı"
Nazım Hikmet Ran

Einstein Fincanınızda

Einstein Fincanınızda
Einstein Fincanınızda
Schrödinger’in bahsettiği açıklama, Einstein'ın Naturwissenschaften adlı derginin 14. cildinde yayımlanan makalesinde yer alıyordu.
Makalede:
"Sıvı karıştırılırken merkezkaç kuvveti oluşur. Bunun sonucunda sıvının akışında bir değişiklik ortaya çıkar. Ancak sıvı, fincanın kenarlarında sürtünme sonucunda yavaşlar; yani bu kısımdaki sıvının dönmekte olduğu açısal hız, kabın merkeze yakın kısımlarındaki sıvınınkine göre düşüktür. Ayrıca dönüşün açısal hızı ve dolayısıyla merkezkaç kuvveti alt kısımlarda üst kısımlarda olduğundan daha düşük olacaktır. Bunun sonucunda sıvının dairesel hareketi, zemindeki sürtünme nedeniyle durağanlaşıncaya kadar hızlanmaya devam edecektir. Çay yaprağı parçaları bu dairesel hareket sonucu (onun varlığını doğrular bir biçimde) fincanın ortasında yerde toplanırlar." denmektedir. Burada can alıcı nokta sıvının içinde açısal hızlardan görülen (vizkozite yani akmazlık sonucu ortaya çıkan) farklılığın, basınç farklılıklarına yol açmasıdır (Bernoulli İlkesi). Yatay düzlemler boyunca basıncın dışa doğru arttığı bir basınç gradyanı (eğimi) oluşur (En düşük hız sürtünme sonucu fincanın kenar kısımlarında görülür). Ayrıca alt ve üst katmanlar arasında da dikey bir basınç gradyanı oluşur ki bu da fincanın tabanındaki sürtünme sonucu ortaya çıkar. Bu sürtünme çayın alt kısımlarını üste göre yavaşlatır. Bu iki basınç gradyanı sıvının içinde, hidrodinamikte "ikincil akış adı verilen durumun oluşmasına neden olur. Çay karıştırılırken yüzeyinde kavis meydana gelir ve "ikincil akış”ın yönü, çay yaprağı parçalarını merkezden uzaklaştırır (Dikkatlice bakacak olursanız çay yapraklarının kenarlara doğru gitme eğiliminde olduklarını görürsünüz). Ancak kaşığı çıkarıp çayı kendi haline bıraktığınızda, yüzey düzleşmeye başlar. Sıvı kendini tekrar ayarlar ve basınç gradyanları azalır. Bunun sonucunda da "ikincil akış”ın yönü tersine döner ve çay yaprağı parçaları dipte ortada toplanırlar (Bu durumun ayrıntılı hidrodinamik açıklaması hayli karmaşıktır). Fincanımızda her gün karşılaştığımız böyle basit bir olayın fizikle bu kadar iç içe ve karmaşık oluşu son derece ilginçtir.

FIKRA

Kadının biri kırk yıllık evliymiş...
Evlendiklerinde kocasının bir gözü körmüş ama adam o kadar bonkörmüş
ki kadın kocasının her gece eve dolu gelen kollarına bakmaktan bir gözünün kör olduğunun farkında bile değilmiş...
Tam kırk sene sonra bir akşamüzeri adamcağız dükkânı siftahsız kapatıp eve elleri, kolları boş dönmüş...
Kadının ilk sözü şu olmuş:
"A be adam senin bir gözün körmüş ya..."

KULAKLARA KÜPE OLMALI

İnsanların hem eğitimsiz ve hem de fukara olanları rejimle ilgilenmezler. .. Ne demokrasiden anlar onlar... Ne Faşizmden... Ne laikliği görür gözleri, ne din devletini... Ne İslam şeriatına âşıktırlar, ne cumhuriyetin halkçılığına... Onlar bir tek şey isterler: Aş ve oynaş... Eğer bu ikisini parasız ve hatta hiçbir iş yapmadan verebilirsen, senin onları hangi rejimle yönettiğinin farkında bile olmazlar... Yeter ki karınları doysun, eğlenecek bir ortamları olsun... Ama... Veremezsen aşı... Bulamazlarsa bedavadan oynaşı... Sen o zaman gör onlardaki savaşı... Ortalığı ayağa kaldırırlar... Bir ay önce senin uğruna evlâtlarından birini feda edebileceğini haykıranlar, seni bir kaşık suda boğabilirler. ..

FIKRA

Bir İngiliz soylusu uzun yıllar yaşadığı bir Afrika ülkesinden, İngiltere'ye dönüş yapacakmış... Yanında çalışan kölesini çağırmış... "Bak" demiş... "Sana sevineceğin bir hediye vereceğim..." Zavallı fukara kölenin gözlerinin içi parlamış sevinçten... İngiliz soylu devam etmiş: "Ben artık ülkeme dönüyor, sana bireysel özgürlüğünü hediye ediyorum..." Fukara kölenin esmer yüzü kıpkırmızı olmuş... Gözlerindeki parlaklık dönüşmüş gecenin rengine... İngiliz soylusu sormuş merakla: "Baştan sevinçle parlayan gözlerin neden birden soldu?.." Köle bitkin ve bezgin bir ses tonuyla cevabını verirken gözlerinden birkaç damla umutsuzluk yaşı dökülmüş... "Bana sevindirici bir hediye vereceğinizi söylediğinizde, o hediyenin av köpeğiniz olacağını sanmıştım da..."

işte böyledir eğitimsiz fukaralık... Bir av köpeğini, bireysel özgürlüğüne tercih eder... Ve o yüzdendir ki, Türkiye, eğitimsiz fukaralarının bolluğu ile siyaset bezirgânlarının cennetidir.. .

5 Şubat 2011 Cumartesi

ISLIK

FIKRA

‎30 tane zenci yolda yürüyorlarmış ve yerden bir şişe bulmuşlar ve şişeyi açmışlar. şişenin içinden bir cin çıkmış ve zencilere hepinizin dileğini yerine getireceğim demiş. zenciler teker teker dileklerini diliyorlarmış 1. zenci beni beyaz yap demiş ve cin onu beyaz yapmış enson zenci gülmeye başlamış. 2. zencide beni beyaz yap demiş ve cin onuda beyaz yapmış sonuncu zenci dahada gülmeye başlamış. 29 zencide beni beyaz yap demiş ve cin onuda beyaz yapmış 30. zenci gülmekten kıvranıyomuş ve sıra 30. ya gelmiş. cin ona dileğini sormuş. "ne diliyorsun" diye. 30. zencide : İ...lik değilmi bu 29 unuda tekrar siyah yap demiş...

KÜRESEL ISINMA MI SOĞUMA MI?

Genco Erkal ustadan Marx'ın Dönüşü

Genco Erkal ustadan Marx'ın Dönüşü
Genco Erkal'ın, 2009 yılından bu yana Türkiye’nin birçok yerinde sahnelediği "Marx'ın Dönüşü" adlı tek kişilik oyunu; Şubat ayında iki kez İstanbullu tiyatro severlerle buluşacak!
Sahnelendiği her yerde izleyenler tarafından çok beğenilen oyun; 19. yüzyılda getirdiği kapitalizm eleştirisinde bugün de haklı çıkan Karl Marx’ın günümüze yaptığı kısa ziyareti, eğlenceli anlatımıyla canlandırıyor.
Howard Zinn'in kaleme aldığı, Özüm Özgülgen'in Türkçeleştirdiği ve Genco Erkal’ın yönetmenliğini de üstlendiği tiyatro oyunu “Marx’ın Dönüşü”; 6 Şubat Pazar günü saat 15:00’te, 18 Şubat Cuma akşamı ise saat 20:30’da Muammer Karaca Tiyatrosu’nda sahnelenecek.
Genco Erkal’ın tek kişilik tiyatro oyunu “Marx’ın Dönüşü”; krizle sarsılan kapitalist sistemi, Karl Marx’ın bakış açısı ve güldüren yorumlarıyla tiyatro sahnesinde sorgularken, Marx’ın 19. yüzyılda getirdiği kapitalizmin eleştirisinin günümüzde de geçerli olduğunu gösteriyor.
Sergilendiği her yerde yoğun ilgi gören oyunda Marx; yaşamıyla ilgili olaylar, Jenny ile evliliği, Londra’ya sürülmesi, üç çocuğunun ölmesi, zamanın politik çatışmaları, İrlanda’nın İngiltere’ye karşı direnişi, Avrupa’daki 1848 devrimleri, Komünist Hareket ve Paris Komünü olayları hakkında konuşuyor.
No Pasaran !