BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

15 Haziran 2015 Pazartesi

....



.......

yaz henüz gelmişken
hazanı özlemek
ve 
ürpermek beklerken...

hazanın ilk perşembesi
demiştin,
döneceğim 
sana...

bekliyorum
döneceğin günü
ilk perşembesini
hazanın


dsed
14/06/2015

5 Mayıs 2015 Salı

KÜBA FÜZE KRİZİ




Küba Füze KriziABD’nin Türkiye’ye, SSCB’nin de Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan, Ekim 1962’de dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getiren ve dünyayı nükleer savaş tehditi altında bırakan bunalımdır.                                                                     

2 Ekim 1962: Küba Füze Krizi, dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirdi

"Küba Füze Krizi" ABD'nin Türkiye'ye, SSCB'nin ise Küba'ya nükleer füze yerleştirmesiyle başlayan bunalımdır. Kriz bir nükleer savaşa yol açmadan aşılabildiyse de, kalıcı sonuçlar doğurdu. SSCB ile Çin arasındaki ilişkilerin bozulmasına, Fransa'nın ABD'den bağımsız olarak kendi nükleer programını oluşturmasına, soğuk savaşın giderek yumuşayan bir hat izlemesine yol açtı.
Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren bu krizin kökeni, ABD'nin Türkiye'ye Jüpiter isimli uzun menzilli nükleer başlık taşıyabilen füzeler yerleştirmesine dayanmaktadır. SSCB; kendi sınırlarına bu kadar yakın bir bölgeye yerleştirilen bu füzelerden çok rahatsız olmuştu. Aynı şekilde SSCB de ABD sınırlarına yakın bir bölgeye nükleer başlıklı füzeler yerleştirmekte gecikmedi.
Fidel Castro, ABD'nin başarısızlıkla sonuçlanan Domuzlar Körfezi Çıkartması sonrasında Sovyet füzelerinin kendi ülkesine yerleştirilmesine izin vermişti. Bu füzelerin yerleştirilmesi işlemine başlanmıştı, ancak ateşleme için gereken bazı parçaların henüz Küba'ya ulaşmadığı biliniyordu. 22 Ekim'de Sovyetler Birliği'nden bu parçaları taşıyan gemilerin yola çıktığı istihbaratını alan ABD, Kennedy'nin televizyon aracılığıyla, Sovyetler Birliği'nden gemileri geri göndermesi talebinde bulundu, ancak bu talep dikkate alınmadı. Füze malzemeleri taşıyan Sovyet gemileri Küba'ya yaklaşırken, Kennedy Küba'nın denizden abluka altına alınmasını emretti. Küba'ya hiçbir gemi yanaşmayacaktı ve ablukayı delmeye çalışan gemiler derhal batırılacaktı.
ABD, bu kararları alırken NATO veya Birleşmiş Milletler gibi çeşitli anlaşmalarla bağlı olduğu örgütlerden ne izin alıyor, ne de akıl danışıyordu. Sadece gerekli olduğunu düşündüğü bilgileri paylaşıyordu. ABD'nin "müttefikleri", nükleer bir savaşın eşiğine geldikleri bir anda bile, bir piyondan öteye gidemeyeceklerini görmüş oluyorlardı.
Kruşçev, 27 Ekim 1962'de Kennedy'e gönderdiği mektupta, ABD'nin Türkiye'deki füzeleri sökmesi halinde SSCB'nin de Küba'dakileri sökeceğini, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtti, Küba'daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD'nin de aynı güvenceleri Küba için vermesi gerektiğini ekledi.
Başkan Kennedy ise aynı tarihli cevabi mektubunda, Küba'daki füzeler söküldüğü taktirde Küba'ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba'yı işgal etmeyeceği güvencesini verdi, ancak Türkiye'deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçındı. Kennedy, mektubunda "Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir" diyordu.
Bu mektup diplomasisi devam ederken, iletişimin ve yanlış anlamaların önüne geçebilmek için "hotline" denilen bildiğimiz kırmızı telefon diplomasisi de devreye girmişti. Bu şekilde kararlar daha net ve çabuk karşılıklı olarak iletilebiliyordu.
ABD'nin ve Sovyetler Birliği'nin karşılıklı talepleri ve vaatleri ilkesel olarak her iki taraf içinde makul görülmüştü. Kruşçev, bunun üzerine gemilerin geri dönmesi emrini verdi ve bunalımın tansiyonu hızlı bir şekilde düşmeye başladı. 28 Ekim 1962'de ABD'nin, Küba'ya uyguladığı abluka kaldırıldı ve bunalım tamamen ortadan kalkmış oldu.
Fidel Castro, bu krizinin başlamasını şöyle anlatıyor: "Füzeleri 16 Ekim'de tespit ettiler. Çok yüksekten uçan bir Amerikan U-2 casus uçağı, fırlatma rampalarının fotoğrafını çekiyor. Aslında füzelerin tam yerini Amerikalılara Sovyet istihbarat servislerinden Albay Oleg Penkovskiy'in verdiği biliniyor. U-2 bunları sonradan buluyor. Kennedy aynı gün, ayın 16'sında haberdar ediliyor, kriz o anda başlıyor."
Ekim Füzeleri bunalımının yarattığı sonuçlar, her ülke açısından farklı oldu. SSCB ile ABD arasında varılan anlaşma, Çin'in sert tepkisine neden oldu. Çin ile SSCB arasındaki ilişkiler ciddi şekilde bozuldu. ABD'nin Avrupalı müttefikleri, kendi nükleer programlarını oluşturmaya başladılar. Dünya işçi sınıfı ise kapitalistler arasındaki nükleer silah yarışının insanlığı felakete sürükleyeceğini gördü.

28 Nisan 2015 Salı

27/04/2015



................................

neredeyse sevecek olduğum o kadın..
o şehir ..... 
 o ev...
bitecek biliyorum
birazdan gideceğim
gece bitecek
 ne o kadını bir daha bulacağım
ne o evi.. 
ne o geceyi...

 dsed

21 Nisan 2015 Salı



SEVİLLA

bir kuledir sevilla usta okçularla dolu
 sevilla yaralamak kordoba ölmek için!
 bir kent uzun ritmleri gözler ve büker onları 
labirentler gibi tutuşan asma filizleri gibi 
sevilla yaralamak! 
oku altında gökyüzünün düz ovanın 
üstünde atar sürekli okunu ırmağının
kordoba ölmek için! 
ve ufuklardan çılgın karıştırır 
şarabına don juanın acısını ve dionisosun kusursuzluğunu 
sevilla yaralamak 
sevilla hep yaralamak için!!!!!

28 Şubat 2015 Cumartesi

...








küçükken yaşlı bir adam
"günü gelecek ve öleceğim" 
dedi
"günü gelecek ve sende öleceksin"
dedi
sanki o an
o yaşlı adam
beşyüz yaşındaydı
küçücük yaşımın gözlerinde
küçücük yaşımın gözleri yanılmıştı
belki de
belki de
elli civarıydı o yaşlı adam
aynen şu anki yaşım civarı...



dsed

28/02/2015

3 Şubat 2015 Salı

BAŞKA BİR HİKAYENİN BAŞLANGICI



tanrı dünyayı yapıp bitirdiğinde ellerindeki çamuru yıkadıktan sonra,bütün yarattıklarını çağırıp,mağrur bir tavırla sordu ; 
"söyleyin bakalım kuşlar hayvanlar,tüm yarattıklarım, yaptığım dünyayı nasıl buldunuz? kusurlu bir yanı var mı?" hepsi melemeye,anırmaya,kişnemeye,miyavlamaya,havlamaya başlamışlar. "hiç yok,hiç yok" diye. "sizden razıyım "demiş tanrı, "bende hiçbir kusur göremiyorum sizlerde,ellerim kutlanacak eller."
ama başları önde eğik duran ve susmakta olan domuz ve horozu görmüş bu sırada. "hey domuz ve horoz efendi" diye seslenmiş tanrı onlara "kusur mu var,eksik mi var yarattıklarım da?" domuz ve horoz yine susmaktalarmış. bu esnada şeytan domuz ve horozun kulaklarına eğilip "bir şey eksik deyin ona,üzüm veren,ezilerek suyu fıçılara doldurulan,sonunda şarap olan bodur bitkiyi söyleyin ona"demiş.
"hey domuz ve horoz , neden susuyorsunuz?" diye bağırmış tanrı, dev elini kaldırarak.    
domuz ve horoz cevap vermişler şeytandan aldıkları cesaretle ve şeytanın sözleri ile "büyük usta, ne diyebiliriz ki biz,ellerinizi kutlarız,dünya güzel,nazar değmesin,ama üzüm veren,ezilerek suyu fıçılara doldurulan,sonunda şarap olan bodur bitki de olsaydı dünyamızda daha da iyi olurdu" demişler.
"demek buydu isteğiniz,şimdi size gününüzü gösteririm serseriler" demiş tanrı öfkelenerek "demek benden şarap istiyorsunuz ha,sarhoşluk istiyorsunuz benden,içip içip gülmek eğlenmek istiyorsunuz öyle mi ? peki o halde asma olsun" demiş kollarını sıvayarak,ellerine biraz çamur almış ve bir asma yaparak,toprağa dikmiş ve "kim fazla içerse bundan yapılan şaraptan"demiş ki ; "lanetim şöyledir, o kimsenin zihni harozun ki gibi,yüzü de domuzun ki gibi olsun"....

kıssadan hisse;
şarap güzeldir....




devam eden hikayenin şimdiki zamanı






devam eden hikayenin şimdiki zamanı


finans-kapitalin en geri en şoven öğelerinin açık terörist diktatörlüğünde, babil artığı tefeci - bezirgan bir toplum yaşarmış ve bu toplumda eğitim işini gulyabani üreten kalpazan şirketi üstlenmiş,eğitimini alıp mezun olanların hepsinin birden içi kara - yüzü kara - ağzı kara imiş ,aynı onlara eğitimi verenler gibi...
 toplumun geri kalanı da  okuyup - sorgulamayı adet edinmediklerinden ve sadece kendilerine verileni kabul ettiklerinden dolayı yaşananlar karşısında susmayı ve sadece kendilerine buyrulanı ve uygun görüleni yaşıyorlarmış...


No Pasaran !