"Küba Füze Krizi" ABD'nin Türkiye'ye, SSCB'nin ise Küba'ya nükleer füze yerleştirmesiyle başlayan bunalımdır. Kriz bir nükleer savaşa yol açmadan aşılabildiyse de, kalıcı sonuçlar doğurdu. SSCB ile Çin arasındaki ilişkilerin bozulmasına, Fransa'nın ABD'den bağımsız olarak kendi nükleer programını oluşturmasına, soğuk savaşın giderek yumuşayan bir hat izlemesine yol açtı.
Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren bu krizin kökeni, ABD'nin Türkiye'ye Jüpiter isimli uzun menzilli nükleer başlık taşıyabilen füzeler yerleştirmesine dayanmaktadır. SSCB; kendi sınırlarına bu kadar yakın bir bölgeye yerleştirilen bu füzelerden çok rahatsız olmuştu. Aynı şekilde SSCB de ABD sınırlarına yakın bir bölgeye nükleer başlıklı füzeler yerleştirmekte gecikmedi.
Fidel Castro, ABD'nin başarısızlıkla sonuçlanan Domuzlar Körfezi Çıkartması sonrasında Sovyet füzelerinin kendi ülkesine yerleştirilmesine izin vermişti. Bu füzelerin yerleştirilmesi işlemine başlanmıştı, ancak ateşleme için gereken bazı parçaların henüz Küba'ya ulaşmadığı biliniyordu. 22 Ekim'de Sovyetler Birliği'nden bu parçaları taşıyan gemilerin yola çıktığı istihbaratını alan ABD, Kennedy'nin televizyon aracılığıyla, Sovyetler Birliği'nden gemileri geri göndermesi talebinde bulundu, ancak bu talep dikkate alınmadı. Füze malzemeleri taşıyan Sovyet gemileri Küba'ya yaklaşırken, Kennedy Küba'nın denizden abluka altına alınmasını emretti. Küba'ya hiçbir gemi yanaşmayacaktı ve ablukayı delmeye çalışan gemiler derhal batırılacaktı.
ABD, bu kararları alırken NATO veya Birleşmiş Milletler gibi çeşitli anlaşmalarla bağlı olduğu örgütlerden ne izin alıyor, ne de akıl danışıyordu. Sadece gerekli olduğunu düşündüğü bilgileri paylaşıyordu. ABD'nin "müttefikleri", nükleer bir savaşın eşiğine geldikleri bir anda bile, bir piyondan öteye gidemeyeceklerini görmüş oluyorlardı.
Kruşçev, 27 Ekim 1962'de Kennedy'e gönderdiği mektupta, ABD'nin Türkiye'deki füzeleri sökmesi halinde SSCB'nin de Küba'dakileri sökeceğini, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtti, Küba'daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD'nin de aynı güvenceleri Küba için vermesi gerektiğini ekledi.
Başkan Kennedy ise aynı tarihli cevabi mektubunda, Küba'daki füzeler söküldüğü taktirde Küba'ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba'yı işgal etmeyeceği güvencesini verdi, ancak Türkiye'deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçındı. Kennedy, mektubunda "Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir" diyordu.
Bu mektup diplomasisi devam ederken, iletişimin ve yanlış anlamaların önüne geçebilmek için "hotline" denilen bildiğimiz kırmızı telefon diplomasisi de devreye girmişti. Bu şekilde kararlar daha net ve çabuk karşılıklı olarak iletilebiliyordu.
ABD'nin ve Sovyetler Birliği'nin karşılıklı talepleri ve vaatleri ilkesel olarak her iki taraf içinde makul görülmüştü. Kruşçev, bunun üzerine gemilerin geri dönmesi emrini verdi ve bunalımın tansiyonu hızlı bir şekilde düşmeye başladı. 28 Ekim 1962'de ABD'nin, Küba'ya uyguladığı abluka kaldırıldı ve bunalım tamamen ortadan kalkmış oldu.
Fidel Castro, bu krizinin başlamasını şöyle anlatıyor: "Füzeleri 16 Ekim'de tespit ettiler. Çok yüksekten uçan bir Amerikan U-2 casus uçağı, fırlatma rampalarının fotoğrafını çekiyor. Aslında füzelerin tam yerini Amerikalılara Sovyet istihbarat servislerinden Albay Oleg Penkovskiy'in verdiği biliniyor. U-2 bunları sonradan buluyor. Kennedy aynı gün, ayın 16'sında haberdar ediliyor, kriz o anda başlıyor."
Ekim Füzeleri bunalımının yarattığı sonuçlar, her ülke açısından farklı oldu. SSCB ile ABD arasında varılan anlaşma, Çin'in sert tepkisine neden oldu. Çin ile SSCB arasındaki ilişkiler ciddi şekilde bozuldu. ABD'nin Avrupalı müttefikleri, kendi nükleer programlarını oluşturmaya başladılar. Dünya işçi sınıfı ise kapitalistler arasındaki nükleer silah yarışının insanlığı felakete sürükleyeceğini gördü.