BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

25 Ekim 2009 Pazar

İLHAN ABİ NASILSIN

'İlhan Abi Nasıl?'
Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Orhan Bursalı, gazetenin İmtiyaz Sahibi ve yazarı İlhan Selçuk'un sağlık durumuna ilişkin bir yazı yazdı. Evet nerede bir okurla karşılaşsam, toplantıda bulunsam, telefonla konuşsam, neredeyse hepsi “Merhaba, nasılsın iyi misin”den sonra soruyorlar “İlhan Abi nasıl?”.. Yani neredeyse lafın gelişi bana nasılsın diye soruyor, sözü hemen İlhan Abi’ye getirmek ve sağlığı konusunda “gazetenin içinden-ilk elden” bilgi almak için!.. Gözümün içine bakıyorlar; bazıları şöyle gözlerini kısıyor, beş duyusu yüzümde odaklı, acaba doğruyu mu yoksa baştan savmak için biraz yalan mı söyleyeceğim, anlamak için... İlhan Selçuk’u 15 gün kadar önce Özlem Yüzak ile birlikte hastanede ziyaret etmiştik. Akşamdı, günün yorgunluğu üzerindeydi, yanında 5 dakika kaldık, yavaş konuşuyordu, dinlenmesi gerekiyordu, dikkatimi düşünme sistematiğine yoğunlaştırdım, akıl yürütme ve anımsama berraktı. Bir yerde “Cumhuriyet Bilim ve Teknik” dedikten sonra da hemen düzeltmişti “Bilim ve Teknoloji...” 20 yıl süren Bilim ve Teknik adının verdiği alışkanlığı ben bile yer yer sürdürüyordum. Bazen düzeltiyordum, bazen de değil. Dedim ki kendime, “ikimizin de ağzından Bilim ve Teknik çıkıyor ve düzeltiyorsak, ya ikimiz de bunadık ya da her şey yerli yerinde!”
***
4 gün önce Orhan Erinç ile birlikte bu defa öğle üzeri odasındaydık, sohbet için çağırmıştı ve bizi bekliyordu. Yatağının kenarında bir koltuğa oturmuştu... Giyimi albenili, müthiş bir sadelikte ve o derece de güzel. Ayağında çok rahat, siyah “pantofel”ler. Dizlerinin üzerinde kremsi bir örtü. Üzerinde kısa kollu, tabii ki yakasız, önü boyundan yarım açık, şüphesiz ki siyah mı siyah, son derece şık, gidip de hemen bir yerlerden bulup satın alamayacağınız kalın bir “tişört” mü desem... Yüzü dolgun, pembe; gözleri ışıl ışıl, iki kolu koltuğun üzerinde. Bizi sağ eliyle karşıdaki divana buyur etti. Bir an öyle ayakta durdum ve anlattığım bu görüntüyü belleğime aldım. Beğenmiştim. İyi bir el (Ülfet Hanım’ın eli gözü) üzerindeydi, belli ki. Manzara etkileyiciydi! Umut vericiydi.. Sevindiriciydi. Kadınlar da hayran kalırdı! İlk ziyaretimdeki İlhan Selçuk’tan eser yoktu karşımda! Görüntü iyiydi de bakalım “içerik” nasıldı!!!
***
Sözü o açtı. Kısa bir “tahlil” yaptı. İktidarın durumunu ana çizgileriyle dile getirdi. Aşağıya doğru indiklerine işaret etti. Gazetenin iyi bir sınav verdiğini söyledi, sonra yatağın üzerinde koltuğa yakın çapraz duran Cumhuriyet’i eliyle tuttu, Cumhuriyet gibi bir gazete yok, yalnızız dedi. Arkadaşlarımız o gün gerçekten kapağı pırıldayan dolgun bir gazete üretmişlerdi! Doğan Medya’nın durumundan bahsettik biraz. Yaşadığımız “ileri”, “uygar vb.” zaman dilimiyle kıyaslandığında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belki de hiç görülmemiş bir baskının gazete-medya üzerinde uygulandığını konuştuk. Medya üzerindeki baskılara sonuna kadar karşı çıkmak gerekiyordu... Daha pek çok olayı konuştuk, Türkiye’ye ve hayata ilişkin. İlhan Selçuk, TV’leri seyrediyordu, dizilere bakıyordu; dedi ki “Herkesin seyrettiği dizilere giremiyor dinci söylem. Girseler, diziler ilgi çekmeyecek... Bu umut vericidir toplum için. Kadın erkek, aşk meşk, hayata ilişkin konular etrafında akıp gidiyor filmler. Laik topluma fazla nüfuz edemediler...” Arap ülkeleri de bizim dizileri seyrediyor, dedim... İslam dünyasında halk arasında ana akım, özgürlükten yanaydı, boyunduruktan değil... Bizdeki bazı tarikat-cemaat TV’leri karabasan gibi diziye benzer filmlerle-programlarla köktenci-öbür dünyacı azınlık bir kesimin kafasını yıkayabiliyor, onları doyurabiliyor sadece. Ablam ki namazında niyazında, hacca ve umrelere gidip gelmiş, bunların bir tek TV ve programına baktığı yok...
***
İlhan Selçuk, gazete yazılarını çokça izleyemiyor. Ben de, “Ağabey, sizin yokluğunuzda hazır bir boşluk yakalamışken neler yazıyoruz neler” dedim. “Yapma yahu” diye yanıt verdi... Beyin, düşünce, mantık, izleme-gözlem çok iyi. Espriler yerinde. Kara mizah mükemmel sürüyor! Kendisine ve bizlere yönelik... Gözümün önünde, kalp ameliyatından önce son yazdığı ve ödül verilen o müthiş yazı belirdi! Fiziksel olarak yorgunluğu yenecek zamana ihtiyacı var biraz. Fizik tedavileri, yapması gereken hareketler yoruyor. Dolayısıyla bu zorluklardan kaçmak istiyor! Beyni ile bedenini yönetmesi gerek! Öğlen fizik tedavisi için hemşire girdi odaya, beş dakika kadar daha zamanımız olduğunu söyledi. İlhan Selçuk “İşte geldi” dedi. O hemşire bilimi temsil ediyor, dedim, talimatlarına uymak zorundayız... Ukalalığıma güldü! Kaldığımız hastane odasından, özgürce yürüyüp çıkmak... Biraz bunları konuştuk... Yazmak isteyip de henüz yazamamak: Hayatı yazmakla geçmiş bir beyin için zor bir durum.. Zekânın bedene isyanı! Bütün hastalıkların şu veya bu şekilde, az veya çok, hepimizin üzerinde birtakım kalıcı izleri vardır. Sadece hastalıkların mı! Hayatın, doğanın, “olduğu”, “doğduğu” gibi bıraktığı ne var şu yerkürede! Hayat, doğum bir mucize. Bu mucizeyi akıl başta olduğu sürece “dışa vurmak”.. Her nasılsa, her biçim ve içerikte... Önemli olan, düşünsel ve fiziksel, yapabilir, üretebilir olabilmek bir an önce, şöyle ya da böyle... “Gelirim tepenize yeniden görürsünüz gününüzü..” dedi. İlhan Selçuk, şaşırtıcı, güldürücü, isyankâr... İyi ki çağırmış, gitmişiz.. Yanından mutlu ve umutlu ayrıldık.
25 Ekim 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !