BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

27 Ekim 2014 Pazartesi

AYDEMİR GÜLER diyor ki;


Monday, 20 October 2014 - 09:14


Kobanê'den bizim Cephe'ye


Aydemir Güler


Geçen hafta soL portal'da ne anons ettiğimi unutmadım. Türkiye'nin nasıl “esnek” bir ülke haline geldiğini yazacağımı söylemiştim. Sözüm söz, ama araya 19 Kasım toplantısı girdi. Türkiye solda yeni bir cepheleşmeye sahne oluyor...


Bunu yazmak için bilgisayar başına oturduğumda ise ABD yetkililerinin açıklamalarını gördüm sabah sabah!


* * *


Kobanê'yi savunan Kürt güçlerine havadan yolladıkları hafif silahlarla mühimmatın hedefine ulaştığını müjdeliyor Amerikalılar! Kendilerinden emin; söz konusu tedarik olmasa büyük ihtimalle kentin düşeceği bilgisini veriyorlar. Ancak kurtulduğu da kesin olarak söylenemezmiş...


“Ölümün nefesi hissedilen, kuşatmaya karşı sırtını verdiği Türkiye sınırının ne tür hainliklere açılan bir kapı olduğunu bilemeyeceğin bir ortamda silahın, mühimmatın adresine mi bakılır?”


Haliyle bakılamaz! Ama başka şeye bakılır, bakılmalıdır.


Kobanê'nin askeri olarak düşmemesiyle politik olarak soldan düşmesi arasındaki diyalektiğe bakılmak zorundadır.


IŞİD bir provokasyon örgütüdür ve Kobanê'yi hedef seçmesindeki temel maksat defalarca analiz ettiğimiz gibi, PYD'yi ABD ittifakına ittirmektir. AKP hükümetinin de kuşatmayı takviye ederek aynı sonuca katkı verdiğini söyleyebiliriz. AKP'nin PYD'yi Şam'a doğru ittirme çabası ve bunda başarısızlığa uğramasıysa Türkiye'nin bir küme daha düşmesidir... Düşer, nasılsa esnemiş bulunuyor!


Kürt siyaseti açısından, girilen bu yol herhangi bir biçimde sürpriz değil. Ancak benzeri yolların her defasında “Türk sosyalizmi” tarafından aklanması artık gına getirdi. “Kürtçü Türk sosyalizmi” Kürt siyasetinin büyük güç oyunlarını hoşgörmekten çıkmış ve çoktandır gizli gizli keyif alma aşamasına geçmişti. Kimi tanıdık figürlerin kalkıp “çatışma çözümü” (conflict resolution) oyunlarına katılmaları, bu amaçla İngiliz gizli servisinden IRA'ya kadar -ve daha belki de kimler!- brifing alıp dünyayı gezmeleri buydu. Şimdi Kürt siyasetinin, kaderini emperyalizmle ortaklaştırmaya varacak adımlarını desteklemekle Kürt halkının katledilmesine karşı dayanışma ilişkisi kurmak arasında ayrım gözetme gereği gündeme bile getirilmiyor.


Kobanê'de IŞİD'in kuşatma mevzileri ABD tarafından vurulacak ve Kobanê ABD mühimmatıyla savunulacaksa, siyaseten kent düşmüştür! Bu tabloya “devrim sürüyor” adını takmak emperyalizmi aklamaktır.


Aması, fakatı yok! Zaten sömürgecilik de emperyalizm de soldan hep böyle aklanmıştır!


* * *


Türkiye'de solda hangi cephenin açılması gerektiği bellidir.


Emperyalizmi aklayanlardan ayrışmak solda başlı başına bir ayrım çizgisini ifade ediyor. Kimileri yukarda gösterilen yoldan yapıyorlar bunu. Başkaları AKP'nin emperyalizme ve emperyalizmin has adamı Fethullah Gülen'e karşı mücadelesine katılıyorlar! Geçen hafta HSYK seçimiyle göreve gelenlere kefil olup kendini sola yerleştiren şarlatanlık örneği tarih kayıtlarına eklenmiş oldu.


Ondan önce de TSK'nın 2 Ekim tezkeresiyle gericiliği de bölücülüğü de temizleyeceği yolunda bir kurgu vardı. Bu yaklaşımın yine AKP'nin sınırın ötesi için yaptığı “iki terör örgütü” formülasyonundan ne farkı var?


Bunlar sol değil, solun başkalaştırılma girişimleridir.


Türkiye'de solun genetiğinde laik, aydınlanmacı bir gericilik karşıtlığı vardır. Çıkartamazsınız, silemezsiniz.


Türkiye'de sol yurtsever doğmuştur, anti-emperyalistttir. Devraldığımız soru, “ne olacak bu memleketin hali” sorusu, emperyalizmin bölgemize dönük projelerinden kurtuluş çaresini araştırır, bunu kapsar.


Türkiye'de sol evrensel kuralların istisnası değildir ve hep emekçi olmuştur. O halde kamucudur, piyasa flörtleri genetiğimize aykırıdır.


Kürt sorununu Türkiye'de solun yumuşak karnı olarak görmekse saçmadır. Kürt sorunu solun problematiğine kaçınılmaz biçimde sonradan eklenmiştir ve 1960'larda verilen yanıtın bugünkü organik devamı, gönüllü birlik, hâlâ aşılmış, yerine başka bir şey konabilmiş değil. Olsaydı Kürt siyaseti “Türkiyeli olmak” konusunda bu kadar uğraşmaz, kestirip atardı.


* * *


Cephe ve artık adıyla Birleşik Haziran Hareketi, solun çok denenmiş ve çok yormuş, “birlikten kuvvet doğar” naifliğine değil, bu siyasal ve ideolojik denkleme oturmalıdır.


Haziran Direnişine yapılan gönderme dar anlamda sokak mücadelesi değil, Haziran'ın aydınlanmacı, yurtsever ve emekçi karakterinde bütünlük kazanır.


Yapmaya çalıştığımız budur...



-----------------------------------------------------------------------------------


Tuesday, 21 October 2014 - 11:03

Sola doğru son çıkış


Aydemir Güler


ABD'nin havadan gönderdiği silahların kaynağı Barzani mi, Talabani mi? Herhalde bunu tartışmayacaktık, farklılıklar bunun üstünden açığa çıkmayacaktı. Solda farklılıkların emperyalizmin Kürt denklemine bir kez daha dahil olmasını olumlayıp olumsuzlamak üstünden çıkmasında şaşırtıcı bir şey yok.


Tartışma hakikiyse sonuç doğurur. Bir kez tartışıldığında hayat aynı yerde değildir artık. Emperyalizmin devreye girmesini olumlayanların oluşturduğu yelpaze “devrimci sürecin ilerlemesi”nden “pratik mecburiyet”e kadar gidiyor.


Ne biri ne diğeri hoşgörü beklesin! Emperyalizmi olumlayan, bedelini ödeyecek. Çaresi yok.


Bedel dediysem, yanlış anlamayın, kastım son derece basit: Emperyalizmi olumlamak soldan kopuş dilekçesidir.


Dilekçenin dilekçe olması için bir merciye verilmesi gerekir. Örnek olsun, Fransız Komünist Partisi Yugoslavya'nın emperyalizm tarafından parçalanmasına kayıtsız kalıp, sonunda NATO'nun Belgrad'ı bombalamasına destek ilan ettiğinde yazmış olduğu “dilekçe” herhangi bir merciye verilememişti. Çünkü Fransa'da FKP'yi emperyalizm yanlılığını ilan etti diye solun dışında tasnif edecek bir politik odak yoktu. Halen de yok!


Aklı başında marksistler bu rezaleti protesto edip eleştirdiler. Ama kökleri 19. yüzyılın büyük mücadelelerine uzanan, Nazi işgaline karşı Direniş'in bir numaralı partisini “artık sol değildir” diye damgalamak politik güce bakar ve böyle bir politik gücün olmaması da rastlantı değil, objektif durumdur. Fransa solunda anti-emperyalizmin üstünü örten bir milliyetçi damar her zaman var olmuştur. Komünist hareketin kökleri Birinci Dünya Savaşının sosyal-demokrat, emperyalizm yanlısı ihanetinin içinden de geçmiştir ve bu etkiyi özümsemiştir. Bugün de sosyal-demokratlaşan FKP'nin NATO'culuğun etrafından dolanıp hâlâ solculuk taslamasını mümkün kılan bir objektivitedir bu.


Türkiye'de emperyalizm övgücüleri için pabuç çok daha pahalı!


Yine yanlış anlaşılmasın, burada da niyetim efelenmek değil. Yalnızca “bizim objektivitemizden” söz edeceğim.


Bizim ülkemizde sol genetik yapısı itibariyle anti-emperyalisttir. Osmanlı sömürgeciliği ve cumhuriyet döneminin yayılmacılığı, Kürtlere yönelik baskıcı asimilasyon politikası ve Kıbrıs'ın işgali, Fransız emperyalizminin Fransız sosyal-demokrasisinde ve komünizminde uyandırdığı hoş tınıları yaratmamıştır. Sol Kürtlerin uğradığı zulme hep (altını çiziyorum hep) karşı çıkmıştır ve bunun tanıkları arasında Doktor Hikmet'le Şair Hikmet, Behice hanımla Deniz ve Mahir ilk ağızda sayılabilir. Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, İsmail Bilen için de kimse kusura bakmasın, “Kürt sorununa ilgisizlik, kemalistlik, şovenizm” falan türü ucuz suçlamalar dayanaksızdır. Solda Kıbrıs konusunda düşülen hatalar süreklilik kazanamamış, kurumsallaşamamıştır. Bu başlıkta çok ısrar edenler solculuklarını Denktaş'ın arkadaşlığıyla değiştokuş ettiler. Solculuk verdiler, kontrgerilla eskilerinin sevgisini aldılar!


Türkiye soluna emperyalizm hoşgörüsü Türk milliyetçiliği üstünden değil, sol-liberalizm ve Kürt milliyetçiliği üstünden giriş kanalı bulmuştur. Yıllarca AB demokrasisinin üstün yanlarını dinlemedik mi! Solcular elbette ilke olarak anti-emperyalistti; ama bazen emperyalizm o somut durumun somut tahlilinde (bu da Leninizm oluyor!) olumlu bir etki yaratamaz mıydı?


Yaratamaz! Yanıt bu kadar basit. Ve nasıl içki şişede durduğu gibi durmuyorsa, emperyalizmi aklamak da “somut durumun somut tahlilindeki” gibi kalmayacaktır.


2003 ilkbaharında NATO uçaklarının Irak'ı bombalayışının Newroz'a denk getirilmesi rastlantı değildi. ABD daha önceleri kendisinin desteklediği Irak Baas'ından zulüm gören Güney Kürtlerine kol kanat geriyor, düşen bombalar köşeye kıstırılmış Kürt kitlelerinde Newroz kutlaması duygusu uyandırıyordu!


Orada durmadı. Barzani ve Talabani hareketleri emperyalizmin piyonu oldu. İlkine bir devletçik, ikincisine bölünmüş Irak'ın devlet başkanlığı hediye edildi. Sadece onlar değil, Irak Komünist Partisi'ne de işgal hükümetinde kültür bakanlığı verildi. O sıra Bağdat müzesi soyulmaktaydı!


Ne iyi ki, biz Türkiye'de Türkleri, Kürtleri ve diğer herkesi kapsayan ortak bir sol tanımına sahibiz. Musa Anter, Aziz Nesin kadar aydınlanmacı; Cigerxwîn, Nâzım kadar anti-emperyalisttir. Bütün kökenlerden solculuğumuzun genlerinde yüzü burjuva modernizmini aşmaya dönük bir aydınlanmacılık, kapitalist devletçiliğin ötesinde halka uzanan bir kamuculuk, milliyetçi değil anti-emperyalist vurgulu bir yurtseverlik ve emekçi sınıf karakteri var. Bunlardan herhangi biri yokmuş gibi davranan, “boşver işçi sınıfını” diyebilen, “okullar paralı olsun” diye saçmalayan, “şu zorunlu din eğitimine karşı çıkmayalım” diye gevşeyen ve “yahu bu Amerikan yardımı da hayat kurtarıyor” diye yolunu şaşıran soldan gider.


İşçi sınıfını boşverene verilecek yanıt emekçi halkımızın dağları taşları aşan örgütlü mücadelesi olamıyor. Özelleştirmecilere alternatif olarak tıkır tıkır işleyen bir eğitim veya sağlık hizmeti gösteremiyoruz; eski Türkiye'nin meraklısı değiliz! Eski Türkiye'nin aydınlanmacılığıyla övünecek halimiz de yok...


Zaten bunlar mümkün olsaydı, solculuktan sapma gösterene sapma değil meczup denirdi. Kürt siyasi hareketlerinin emperyalizmden medet umma noktasına gelmelerini mümkün kılan elbette, emperyalizmin yarattığı çaresizlik halidir. Bu hal gerçektir, somuttur. Bu hal önemsiz görülemez.


Ama özetle Türkiye başka yere benzemez. Emperyalizmle yolunu çakıştıran solcu kalamaz.


“Ee nerden alsalardı silahı?” Bu, dünyanın bütün ezilenlerinin emperyalist ve sistem içi politikalara entegre edilmesini meşrulaştıracak olan sorudur.


Bizim sorumuz ve çağrımız açık: Çaresizliğin alternatifini aramak ve yaratmak isteyen var mı? Buyrun sosyalizm mücadelesine...


Ha denirse ki, ama sosyalizm gerçekçi değil, komünizm zaten ölmedi mi... Tartışmamız hakiki sonuçlar doğurmuş demektir.




-----------------------------------------------------------------



Wednesday, 22 October 2014 - 12:00

Bol hakaret, birkaç soru, birkaç yanıt


Aydemir Güler


Genellikle soL portal yazarları olarak yayın düzenini söz verdiğimiz güne yazıyı yetiştiremeyerek bozarız. Bu hafta istisna oldu; bu yazıyla üst üste üçüncü gün yazmış oluyorum.


Çünkü sorular geldi.


Sorulara teşekkür, hakaretlere gülüp geçmece... Nedense Türk solunda “emperyalizme karşı mücadele de nereden çıktı” diyebilecek ölçüde bir çürüme var.


* * *


Hiç farkı yoktur! 12 Eylül faşizmi altında boy atan sivil toplumculuk, ünlü bir temsilcisinin söyleyişiyle “belirsiz yarınlar (sosyalizmi kastediyordu elbette!) için bugün feda edilemez” diyor ve pratikte Özal'ın arkasında kuyruğa giriyordu. O dönem komünist adını sırtında ağır bir yük gibi taşıdıkları sonradan anlaşılan kimileri Turgut Özal'ı gerçekten fırsat sandılar. Hem yasal alana çıkıverme, hem de komünizmi Gorbaçov usulü liberalleştirme fırsatı! Sosyalizm gündemde yoktu ki zaten...


Bu akım işçilerin Bahar Eylemlerine, Zonguldak'tan çıkıp yürüyenlerin “Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı” sloganına çarpmıştır.


Farkı yoktur! Kürt hareketi bunu izleyen evrede ilk kez ANAP'la beraber bir Kürt reformu yapılabileceğini düşünmeye başlamıştır. 1980'lerde sol ile Kürt ulusal kurtuluşçuluğu arasındaki mesafe, solun varlığının fiziken kuşkulu hale gelmesine bağlanabilir. Ama yenilgi yılları sosyalizmin bir seçenek olduğunun yadsınması anlamına gelmiyordu. Kürt hareketi için de böyle... “Özal'lı Kürt çözümü” fikriyle beraber durum değişmiştir. Bundan itibaren solla Kürt siyasi hareketi arasındaki mesafede, ikincinin birinciyi bir seçenek olarak görmemesi ön plana çıkmıştır. Kürt hareketi soldan en fazla tabiyet beklemiştir.


Sosyalizmin üstünü çizmek açısından farkı yoktur! Özelleştirme propagandası solda “kamu işletmeciliği hakikaten verimsizlik yaratıyor” diye yankı bulmuştu. Bunun adı sosyalist planlamanın, koskoca Sovyetler'de bile çökerken (!) bir seçenek olarak görülmemesiydi.


Bütün bu zırvalıklara ABD'nin Ortadoğu'nun diktatörlerine karşı demokrasi getirebileceği yolundaki fikirler de eşlik etti. “Yeni Dünya Düzeni”nin ilk kelimesi solun malı değil miydi zaten?


Bitmedi, arkadan AB sevdası geldi! Biraz sıkıştırsanız, elbette biliyorlardı orada da sömürünün hüküm sürdüğünü; ama Avrupa'nın kırıntısı bile geri kalmış Türkiye'den iyiydi. Ah şu askerler hizaya bir getirilseler...


Çünkü, aslında arka plan hep aynıydı: Sosyalizm gerçekçi değildi, alternatif olamazdı. Belki yeterince sivilleşirsek, ekonomimiz verimlileşirse, demokrasi gelişirse, Kürt sorunu çözülürse...


Sosyalizmin, yurttaşlık bilincinin gelişmesi, kalkınma, halkın katılımı ve halkların eşitliği için de kendine ait bir modeli olduğu unutulmuştu. Evet ya; sosyalizm, kapitalizm koşullarında ve emperyalizmin kucağında edinilebilecek yurttaşlığın, ekonomik gelişmenin, demokratik hakların toplamı değildir!


İnönü'nün, Demirel'in, Ecevit'in, Tayyip'in peşinde sürüklenilen yılları geçiyorum. Bu on yıllar boyunca Gelenek önce bir inat olarak ortaya çıktı. Sonra demokrasiyle yetinelim'cilerin hep bir ağızdan sekterlikle suçlayıp izole etmek için uğraştıkları bir parti hareketi inşa edildi. Öyle ki, anti-emperyalizmi, kamuculuğu, aydınlanmacılığı ve bunların her birinin içine sinmiş enternasyonalizmi bu ülkeden silmek herhangi bir babayiğidin harcı değildir artık.


Buraya kadarı soruların değil, iki gündür sosyal medyada yayılan düzeysiz sataşmaların yanıtıdır.


* * *


Bir soru PYD'nin Amerikan yardımı almasıyla Şam yönetiminin benzeri ilişkilerinin karşılaştırılmasına dayanıyor. Birine karşı çıkarken neden diğerinden söz etmiyordum?


Basit bir nedenle ki, Suriye Baas'ının bir gözünü emperyalizme dikmesi Türkiye'de sosyalist formasyonu doğrudan etkilemiyor. Örneğin kimse Esat'ın Obama'yla nikah tazelemesini bayram yapıp kutlamayacak. Dolayısıyla bunu yazmak aklıma gelmemiş olabilir...


Ancak Türkiye'de ve dünya solunda, emperyalist ve gerici taarruza karşı Suriye'yi savunanlar arasında Baas hakkında hayal görmeyen birileri aranırsa, soL tereddütsüz biçimde örnek gösterilebilir. Kuşkusuz Baas bir burjuva hareketidir ve herhangi bir burjuva hareketinin anti-emperyalizmi tutarlı bir ilke olarak hayata geçirme olasılığı yoktur.


* * *


İki gün önceki yazıda AKP'nin Suriye Kürt hareketini Şam'a doğru “ittirdiğini” yazmıştım. Burada kast ettiğim IŞİD ile TSK arasına sıkıştırılan PYD'nin Baas'la ittifaka girmesi veya işbirliğini daha belirgin bir tercih haline getirmesi olasılığı. AKP Suriye Kürtlerini Baas'la birleşmeye zorlamaya çalıştı. Bu yolla Kürt hareketini 'düşman Esed'in işbirlikçisi, kardeşi ilan edecek, Batıdan güç bulmasını önleyecekti, vs vs.


Bu planı bir fantezi sayıyorum. Sahada, savaş koşullarında karmaşık ilişkiler, işbirlikleri, ateşkesler, geçici çatışma durumları yaşanabilir. Bunlar olur; ama Kürt hareketinin verili yönelimi Baas'la ittifak olamaz. Kürt hareketinin pragmatizmi, ülkenin yarıdan fazlasını kaybetmiş, artık güçsüzlüğe ve kuşatılmışlığa mahkum yaşayacağı kesin bir Şam iktidarıyla ittifaka uymaz. Hele AB ve ABD başka bir ortaklık önerirken...


* * *


Bu hafta Kıbrıs'ı sadece örnek vermiştim. Aynı konuda daha önce yazdım. soL portal arşivinden bulunması mümkündür. Son olarak Temmuz sonunda yazdım diye hatırlıyorum...


Kıbrıs'ın üçte biri 1974'ten beri işgal altında. Buraya kadarı “nötr” bir dildir. Türkiye kırk yıldır, daha önce ayrı bir devletin hüküm sürdüğü bir ülkenin üçte birini silahla kontrol altında tutmaktadır. Bunun lugattaki adı işgal.


Barış Harekatı adı verilen operasyonsa nötr değil.


1950'lerde Britanya sömürgeciliğine karşı kurtuluş rüzgarına kapılan Kıbrıs 1960'lar ve '70'lerin başlarında belirgin biçimde sola kaydı. Doğu Akdeniz coğrafyasındaki stratejik konumu bile, Sovyet dostu ve sosyalizme açık bir Kıbrıs'ın dünya dengelerini yerinden oynatacağını görmeye yeter. Bu yönelimin durdurulması ve Kıbrıs'ın kadük edilmesi bir NATO planıdır. Yunan cuntası darbeye teşvik edilmiş, Türkiye'ye müdahale için yeşil ışık yakılmış (bunun için romantik Ecevit ve fetihçi Erbakan ikilisi bulunmaz bir şanstı!), yeni iç sınır utanmazca Britanya elçilik binasının bahçesine çekilmiştir.


Bu bütünlükten bakıldığında Kıbrıs'ta sorun Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında değil, emperyalizmle Adanın bütünü arasındadır. İşgale son verilmesini dile getirmekse, ilk önce ve en yüksek sesle Türkiye'de bizim için siyasal ve ahlaki bir görev sayılmalıdır. Aynı Kürt halkımızın uğradığı baskı, asimilasyon ve her tür adaletsizliğe önce Türkiye solunun karşı çıkması gibi... Erdoğan Ermenileri aşağıladığında bizim yerimizden fırlamamız gerekmesi gibi...


Kırk yılın sonunda Ankara Kuzey Kıbrıs'ı kumarhane/batakhane ekonomisine dönüştürmüş, mafiyöz/kontrgerilla düzeni oluşturmuş, nüfus yapısını Anadolu'dan göçle radikal biçimde değiştirmiş, Kıbrıslı Türklerin süregiden dışarı göçünü hızlandırmış bulunuyor.


soL'un parçası olduğu komünist çizgi Kıbrıs konusunda Türk milliyetçiliğinin dışında durduğu kadar, AB üyeliğini çare, AKP'yle diyaloğu bu çareye giden yol, İngiliz üslerini de pazarlık unsuru olarak gören gerici liberal yaklaşımlara da karşı çıktı.


Yurt içinde de, Kıbrıs'ta da, uluslararası sol harekette de sanıldığının ötesinde etkili olduk.


* * *


Kafalarda samimi sorular uyandırmış mıdır, bilemiyorum. Ama emperyalizmle ilişki sorgulamasında Lenin'in 1917'de Rusya'ya Almanya üstünden dönmesini ve İkinci Savaşta Stalin liderliğinin Batıyla ittifak kurmasını hatırlatanlar oldu. PYD'nin Amerikan koalisyonuna alınması ve askeri yardımla bunlar arasında bir benzerlik aramak, demagoji değilse, çok zorlama olur.


Bolşevikler Alman emperyalizmiyle beraber bir iş çevirmiş de kimse duymamış mı? Yoksa Ekim Devrimi, en başta Alman işçi sınıfına uzanan bir yoldaşlık çağrısı mıydı? “En başta”, çünkü Almanya beklenen dünya devriminin merkezi sayılmaya devam ediliyordu...


Sovyetler Birliği Büyük Anayurt Savaşını Amerikan ve İngiliz desteğiyle kazanmış da haberimiz mi olmamış? Nazizmi Kafkasya'dan Balkanlara, Berlin'e kadar süpüren Kızıl Ordu'nun Amerikalı danışmanları mı varmış? Yoksa uzun süre purolarını yakıp Hitler'in sosyalizmi yok etmesini bekleyen emperyalistler, tam da ibre Sovyetler'in ve solun lehine dönünce mi apar topar ikinci cepheyi açıp Avrupa'yı komünizmden korumaya mı soyunmuşlar?




No Pasaran !