BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

28 Temmuz 2011 Perşembe

YORUMLU

HABERLER

Yargı-Sen kapatıldı

Ankara 15. İş Mahkemesi, Yargıçlar ve Savcılar Sendikasının (YARGI-SEN), kapatılmasına karar verdi. ANKA Ankara- Ankara 15. İş Mahkemesi, Yargıçlar ve Savcılar Sendikası'nın (YARGI-SEN) kapatılmasına karar verdi. YARGI-SEN karara itiraz edecek. YARGI-SEN Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, "Bu davanın açılması zaten nasıl bir sürecin bizi beklediğini önümüze koydu. Türkiye'de örgütlenemeyen, kendini ifade edemeyen hakkını aramayan bir yargının varlığı amaçlanıyor" dedi.
Hakimler ve savcılar tarafından kurulan YARGI-SEN, Ankara Valiliği'nin kapatılması istemiyle açtığı dava Ankara 15. İş Mahkemesi tarafından kabul edildi. Mahkeme, sendikanın kapatılmasına karar verdi.
Ankara Valiliği, Anayasa'nın sendika kurma hükümlerini düzenleyen 51'inci maddesine dikkat çekerek, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'na göre, yüksek yargı organlarının başkanlarının, üyelerinin, hâkimlerin ve savcıların sendika kuramayacakları ve üye olamayacakları gerekçesiyle dava açtı. Davanın bugünkü karar duruşmasına YARGI-SEN'in Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Hazine Avukatı, İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş, Ankara Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Erol Aras ve çok sayıda avukat katıldı. Duruşmada Ankara 15. İş Mahkemesi Hakimi Ali Şahin, tarafların davaya ilişkin son sözlerini sordu.
Sendikal haklarımız kısıtlanıyor
YARGI-SEN'in Kurucu Başkanı Eminağaoğlu, Türkiye'nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere ve Anayasa'nın 90. maddesine atıfta bulunarak, "Açılan dava yersizdir. Davanın açılması dahi Türk Ceza Kanunu'nun sendikal hakların etkin kullanılmasına ilişkin olan maddeyi ihlal etmektedir" dedi. Anayasanın 90 maddesinde yapılan değişiklik uyarınca Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'ndaki kısıtlayıcı hükümlerin uygulanma kabiliyetinin kalmadığını belirten Eminağaoğlu, davanın reddini talep etti. Hazine Avukatı ise davanın kabul edilmesi talebinde bulundu. Tarafları dinleyen Ankara 15. İş Mahkemesi Hakimi Şahin ise Ankara Valiliği'nin açtığı davayı kabul ederek "YARGI-SEN"in kapatılmasına karar verdi.
Mahkeme etki altında da kalınmıştır
Duruşma sonrasında YARGI-SEN'in kapatılması kararını değerlendiren Eminağaoğlu, "Bu davanın açılması zaten nasıl bir sürecin bizi beklediğini önümüze koydu" dedi. Türkiye'de örgütlenemeyen, kendini ifade edemeyen, hakkını aramayan bir yargının varlığının amaçlandığının savunan Eminağaoğlu sözlerine şöyle devam etti: "Böyle bir yargıdan adalet dağıtması bekleniyor. Bu tabloya biz yargıçlar ve savcılar seyirci kalmamak için sendikal örgütlenerek karşı koymak amacıyla yola çıktık. Önümüze tamamen bir siyasi baskıyı yansıtılırcasına bu dava açılarak çıkıldı. Süreçte YARGI-SEN'in yönetim kurulu üyeleri Ankara dışına atanarak, sendikanın etkin bir şekilde çalışması engellendi. HSYK'nın yapmış olduğu işlemler mahkemede bugünkü kararın yol göstericisi ve etkileyicisi niteliğinde işlemlerdir. Mahkeme bu yolla etki altında da alınmıştır."
Var olan tablodan çıkış için çözüm üretmesi gerekenlerin sivil toplum örgütleri olduğunu belirten Eminağaoğlu, karar duruşmasında siyasi partilerin YARGI-SEN'e destek vermemesine sitem etti. Eminağaoğlu, "Sendikaların burada olmaması demokrasi ortamında nasıl bir dağılmışlık içerisinde bulunduğumuzu ortaya koymaktadır. Hukuk mücadelesini sonuna kadar devam ettireceğiz. YARGI-SEN'in mücadelesi sadece bu örgütün kendi varlık mücadelesi değildir. Türkiye'de hukukun etkin üstün ve egemen olması için yapılan bir mücadeledir. Bu mücadelede sonuna kadar devam edilecektir" dedi. Sendikanın kapatılması kararına öncelikle iç hukuk yollarında temyiz edileceğini belirten Eminağaoğlu, karara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve ILO süreçlerini de kullanacaklarını ifade etti.
Yargı bağımsızlığına indirilmiş bir darbedir
İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş ise "Yargı bağımsızlığı yargının örgütlenme özgürlüğüne sahip olduğu yerde vardır. Hukuk devleti örgütlenme özgürlüğünü koruyan kollayan bir devlettir. Yargıç ve savcıların bağımsız olarak örgütlenme özgürlüğü varsa o zaman onlar bağımsızdır. Yargı bağımsızlığına indirilmiş bir darbedir" dedi. Ankara Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Erol Aras da verilen kararın hak arama hürriyetine indirilmiş ağır bir darbe olduğunu belirterek, "Hukukun üstünlüğü ve demokrasi konusunda yapılan mücadelenin aldığı büyük bir yenilgidir. Bizim yargıçlarımız ne yazık ki Anayasa'nın 90. maddesinde yapılan değişikliği bir türlü algılayamadılar. Uluslararası hukukun geçerliği olduğu gerçeğini bir türlü içselleştiremediler. Anayasa'daki sendikal örgütlenmenin önündeki engeller Anayasa'nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle tamamen bertaraf edilmiştir" diye konuştu.
28 Temmuz 2011

2

Hopa soruşturmasına izin çıktı

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Hopa'daki Jandarma Komutanı ve İlçe Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni verdi.

ANKA

Ankara- İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Artvin Hopa'da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da içinde bulunduğu seçim otobüsüne yönelik saldırıyı inceleyen Mülkiye Müfettişleri'ne ön raporda talep ettikleri, "Hopa Jandarma Komutanı Yüzbaşı Halit Çalmuk ve İlçe Emniyet Müdürü Fatih Ünlü hakkında soruşturma yapma" izni verdi.

Başbakan Erdoğan'ın miting için gittiği Artvin'in Hopa ilçesinde ortam gerilmişti. Miting öncesinde başlayan olaylar mitingden sonra da devam etmiş, AKP konvoyundaki araçlar taşlanmış, bir koruma polisi yaralanmıştı. Güvenlik kuvvetlerinin sert müdahalesinin ardından bir kişi kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti.

Olayların ardından iki mülkiye, bir polis başmüfettişi ile bir yarbaydan oluşan dört kişilik müfettiş grubu bölgede inceleme yaptı ve İçişleri Bakanlığı'na ön inceleme raporu verdi.

Müfettişler incelemede, jandarmanın olaylara müdahale etmeyerek seyirci kaldığı iddialarını da mercek altına aldı. İddiaları gündeme taşıyan fotoğraf ve görüntüler basın yayın organlarından istendi. Fotoğrafların incelenmesinin ardından Hopa İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Halit Çalmuk'un ifadesine başvuruldu. Çalmuk, güvenlik planlamasında jandarmaya "geçidi tutma görevi" verildiğini açıkladı. Çalmuk, "Ben emrimdeki askerlerle geçidin güvenliğini sağladım. Bana başka bir görev verilmedi" dedi.

Savunmayı inandırıcı bulmayan Müfettişler, Jandarma komutanının ihmali olduğu kanaatine vardı. Müfettişler, Jandarma Komutanı Halit Çalmuk ile İlçe Emniyet Müdürü Fatih Ünlü hakkında İçişleri Bakanı'ndan soruşturma izni istedi.

31 kişinin gözaltına alındığı, 13 kişinin tutuklandığı olaylarla ilgili ön inceleme raporunu inceleyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, bugün müfettişlere bu iki görevli için soruşturma izni verdi.

28 Temmuz 2011

3

YURTKUR da türbana vize verdi

ÖSYM'nin üniversiteye giriş sisteminde adaylarda aradığı 'başı açık fotoğraf' ve 'sınava başı açık gelme' şartlarını kaldırmasının ardından YURTKUR da benzer bir uygulamaya imza attı.

Cumhuriyet

Ankara- Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu (YURTKUR) Genel Müdürü Hasan Albayrak, yaptığı yazılı açıklamada, yeni akademik yılda yurtlara kayıt kabul işlemlerinde kız öğrencilerin başörtülü ya da başı açık olduğuna bakılmaksızın getirdikleri fotoğrafların kabul edileceğini belirtti.

28 Temmuz 2011

4

İmam hatiplilere burs ayrıcalığı

İmam hatip liselerinde Milli Eğitim Bakanlığı'ndan (MEB) burs alan öğrenci sayısı 6.5 kat arttı.

Mahmut Lıcalı

Ankara- Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ekonomik desteğe ihtiyaç duyan başarılı ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine verdiği karşılıksız burs hizmetinde imam hatip liseli öğrencilerine ayrıcalık tanıdı. İmam hatip liselerinde 2010 yılında burs alan öğrenci sayısı yaklaşık 6.5 kat artarken Anadolu öğretmen liselerinde eğitim gören öğrencilerin bursu ise 4 kat düştü. Her 10 imam hatip öğrencisinden 1’i burs almaya başladı.

MEB Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2010-2011” adlı çalışmada yer alan veriler bakanlığın imam hatip liselerine sağladığı burs desteğini ortaya çıkardı. MEB’in verilerine göre, 2009 yılında Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı Anadolu imam hatip ve imam hatip liselerinde okuyan 3 bin 857 öğrenciye burs desteği verilirken 2010 yılında bu rakam yaklaşık 6.5 kat artarak 24 bin 395’e yükseldi. Aynı yıl Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı Anadolu öğretmen liselerinde okuyan 20 bin 418 öğrenci burs imkânından yararlanırken 2010 yılına gelindiğinde öğretmen liselerinde burs alan öğrenci sayısı 15 bin 397 azalarak 5 bin 21’e düştü.

İmam hatip lisesinde okuyan öğrencilere sağlanan rekor düzeydeki destek diğer meslek liselerine ise yansımadı. Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı ortaöğretim kurumlarında okuyan burslu öğrenci sayısı 2009’da 3 bin 334 iken 2010 yılında bu rakam 3 bin 316’ya geriledi. Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’nde de 2009 yılında 1982 öğrenci burs desteğinin yararlanırken, 2010’da burs alan öğrenci sayısı yalnızca 6 kişi artarak 1998 öğrenci olarak hesaplandı. Genel ortaöğretim kurumlarında okuyan öğrencilerin yüzde 3.4’ü burs imkânından yararlanabiliyor. İmam hatip liselerinde ise bu oran yüzde 10.3’ü buluyor.

28 Temmuz 2011

22 Temmuz 2011 Cuma

ŞERO

DİYORUM Kİ;

İYİLİĞİMİ İSTEDİLER HEP YILLAR BOYU
DAYANAMADIM SONUNDA VERİYORUM İYİLİĞİMİ
BUNDAN SONRA KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN OLACAĞIM
HER İKİ KİŞİDEN BİRİNİN ELİNE VERECEĞİM ÜÇÜN BİRİNİ
AMMMMA NE OLURSA OLSUN
HER DAİM YUMRUK YILDIZIN ALNINDAN ÖPECEĞİM

20 Temmuz 2011 Çarşamba

YORUM?

VRETTAKOS'DAN

ÖLDÜRÜLENiN YAKINMASI
Elinde gül var, dediler, öldürdüler beni.
Gülümsüyorsun, dediler, öldürdüler beni.
Bir gün şafak sökerken bir güvercinin yürek acısı
evimin damına kondu, gördüler.
Gizleyemedim içimdeki sevgiyi, gördüler.

YORUMLU

onlarmı puşt bizdemi puştluk,ama yazık oluyor çocuklara,yeter artık
BARIŞ İSTEYELİM

19 Temmuz 2011 Salı

SÖZ

● Nikos Kazancakis ●
‎''İnsan, uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz.''

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Cevabı Esen Rüzgarda

Cevabı Esen Rüzgarda
daha kaç köyden sürülsün insan adam oluncaya dek?
daha kaç derya dolaşsın martı bulsam diye bir tünek?
daha kaç toptan atılsın gülle harp toptan kalkıncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun, cevabı esen rüzgârda.
daha kaç yıl kök salsın ağaç bahar açıncaya dek?
daha kaç yıl kök söksün bu halk yerin bulsun diye hak?
daha kaç aydın ışığı görüp görmezlikten gelecek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun, cevabı esen rüzgârda.
daha kaç can canından geçecek cana yetinceye dek?
daha kaç el boş açılsın göğe göğermedikçe yürek?
daha kaç teller kopsun sazlardan bu ses duyuluncaya dek?
cevabı, dostum, rüzgârda bunun, cevabı esen rüzgârda.
Şiir : Bob Dylan
hep seninleydik ve hep seninle olacağız
senin için çarpacak ve duracak kalbimiz

1907 Marşı

1907’de doğdu aşkımız

Sarı Lacivert renkleri oldu şarkımız

Sporun her dalında bizim şanımız

Hiç bitmedi, bitmeyecek bizim aşkımız

1907’de doğdu aşkımız

Sarı Lacivert renkleri oldu şarkımız

Sporun her dalında bizim şanımız

Hiç bitmedi, bitmeyecek bizim aşkımız

Sarı Lacivert rengimiz

Fenerbahçe herşeyimiz

Hiçbir şeye değişmeyiz

Çünkü Fenerbahçeliyiz

Sarı Lacivert rengimiz

Fenerbahçe herşeyimiz

Hiçbir şeye değişmeyiz

Çünkü Fenerbahçeliyiz

Sarı Lacivert rengimiz

Fenerbahçe herşeyimiz

Hiçbir şeye değişmeyiz

Çünkü Fenerbahçeliyiz

Sarı Lacivert rengimiz

Fenerbahçe herşeyimiz

Hiçbir şeye değişmeyiz

Çünkü Fenerbahçeliyiz

İSLAM ÇUPİ DEMİŞ Kİ

Fenerbahçe'nin müttefiklerle mücadelesi sadece yeşil sahalarla da sınırlı kalmayacak, Cihan Harbi'nde vatana feda ettikleri diğer sporcuları gibi, futbolcularının büyük bir bölümünü yine işgal yıllarında İstanbul'dan Anadolu'ya silah aktarılmasında etkin bir rol oynatarak vatanının ihtiyaç duyduğu konuda hayatlarını budaktan esirgemeyeceklerdi. " İttihad ve Terakki'nin bir kolu olduğu " ithamı ile işgal kuvvetlerinin devamlı olarak bastırması sonucunda kulübün kapatılma çalışılmaları ortamına rağmen, yurdun düşmandan kurtulması yolunda üstlendiği tarihi misyonu en ulvi bir biçimde yerine getirerek, bir başka idealde de yarınlara örnek olacak olan Fenerbahçe Spor Kulübü, aydınların, işgal yıllarının acılı şehit ailelerinin, hulasa Türk ulusunun şeref ve cesaret duygularının yurda adeta armağanı oluyordu. İşte bu nedenledir ki ulu önderimiz Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılında ilk spor kulübü olarak Fenerbahçe Spor Kulübü'nü ziyaret ediyor ve de kulüp şeref defterinin nezdinde de, tarihin altın sayfalarına da şu mısraları geçiyordu;
" Fenerbahçe Kulübünün her tarafta mazhar-ı takdir olmuş (takdirle şereflendirilmiş) bulunan asar-ı mesaisini(yaptığı üstün çalışmaları) işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbab-ı himmetini (üstün hizmet veren kişileri) tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası (yerine getirilişi) ancak bugün müyesser (mümkün) olabilmiştir. Takdirat (takdirlerimi) ve tebrikatımı (tebriklerimi) buraya kayt ile (kaydetmekten dolayı) mübahiyim ( mutluyum).

3. 5 . 1334 (1918). Ordu Kumandanı : MK (İmza) "
bugün yine FENERBAHÇE'mizi karartmaya kapatmaya çalışıyorlar;
ama maalesef bugün MUSTAFA KEMAL yok!!!!!!

9 Temmuz 2011 Cumartesi

KISSA

onlar ki; kötüdür,dört dönerler hem alemin hem beşerin etrafında
para ve güç onlardadır
yönetirler çirkin yüzleri ve elleriyle tüm coğrafyaları
hep planları vardır mevcutlarında
şu bölgeye silah sat
bu bölgeye lüksü sat
yönet kazan
kazan yönet
KAOS
onlar ki; saftırlar
inanırlar
kandırılmaya hazırdırlar
oysa hem ona hem düşman bildiğine silahı satan hep aynıdır
(dört dönenlerdir)
inanırlar
yönetenlerine ve yönetenlerini yönetenlere
saftırlar
iyiliklerini verirler hep en küçük menfaatler karşılığında
kurnaz sanırlar kendilerini
hile - hurdayı
dini , tanrılarını severler
okurlar kutsal dedikleri kitaplarını
kendi dillerinde olmasa bile
hiç bir şey anlamasalar bile
(gözyaşı dökerler)
onlar ki; saftırlar
ve paraları olsa onlarda yönetmek isterler
yönetenler gibi

KAOS

oysa vakti zamanları geldiğinde
her birinin
ne para gelir onlarla birlikte
ne güç
kıssadan hisse;
"gerçek diye bir şey yoktur,hayatı bildiğin gibi yaşa"
(h.sabbah)

KAOS

8 Temmuz 2011 Cuma

ÇAM AĞACI

KOZALAKLARINI ÇAM AĞACININ SAVURDU RÜZGAR...!!!!!!
YILLAR YILLAR BOYU
ZAMANI GELMEDİ Mİ DAHA DÖKÜLEN KOZALAKLARI TOPLAMANIN

KUTADGU BİLİG'DEN

DEMEKKİ YÖNETİRKEN AÇ GÖZLÜ OLMAYACAKSIN
Aç gözlülük, ilacı devası olmayan bir hastalıktır;
onu bütün dünya hekimleri bir araya gelse, yine tedavi edemezler.
Kutadgu Bilig

?

İnsanda dilince değişir kader, Ya yurda baş olur, ya başı gider.
Kutadgu Bilig ...
umutlarımız tükeniyormu

7 Temmuz 2011 Perşembe

SATILAN MAL GERİ ALINMAZ

1) Akıl almaz hak ihlalleriyle dolu davaların fütursuzca sürdüğü bugünlerde Avrupa basını ve sözcülerinin sistemli sessizliği bize şunu öğretiyor: On yıllar boyunca Türkiye’nin AB üyeliği tam anlamıyla ‘komiserlik’ düzeyinde yürütülmüş. Avrupa’nın gerçekte Türkiye’ye duyarlılığı, ilgisi ve iletişimi ‘sıfır’.. Avrupa Türkiye ilişkilerini tayin edilen sömürge komiseri benzeri kişilerle idare etmiş, bu kadar.
On yıllar boyunca insan hakları, ifade özgürlüğü, uyum yasaları gibi durmaksızın başa vurarak direktiflerle söyledikleri her şey, ısrarla dile getirdikleri evrensel insan hakları sorumluluğu ya da evrensel değerler gereği asla değil, bir kez daha doğrulanıp artık tescillendi.
Türkiye’yi tayin ettikleri komiserleri ve tavladıkları yazarlarla dize getirmek, akıl almaz şartlarla Türkiye’yi AB’ye bağlamak, şeksiz şüphesiz bu kadar..
Gerçekten Avrupalı sözcülerin ve Avrupalı basının ‘insan hakları’ ‘ifade özgürlüğü’ gibi dertleri olsaydı bugünkü ortaçağ yargılamalarından bir küçücük haber, şikayet duyardık..
Kılıçdaroğlu’nun sosyalist enternasyonalist toplantısında çıkışı da olmasaymış, onlarca yıl her gün manşetten söze giren hergün buyruklar veren efendilerin Türkiye’de neler olup bittiğini tek satır dile getirdiklerini hiç görmeyecektik..
Avrupalı bir çok gazete ve ajansın Türkiye’de onlarca profesyonel temsilcisi var ve hepsi ‘sessizliği’ni koruyor. Bu ‘sessizlik’ ilgisizlikten ya da düş yakamdan ya da ne halin varsa gör sessizliği değil, onaylanmış planlanmış daha önceden bildiğimiz bir sessizlik..
Bu bilmediğimiz bir şey değil, İran’a ya da Çin’e vs. muhalifseniz sesiniz duyulur, şimdiye değin Avrupa’nın evrensel kurumlarından henüz milli yerel direnen insanların haklarına dair tek satır şikayet duyulmadı, unutmayın.
2) Ülkemizde Uzan gibi Halis Toprak gibi benzerine Osmanlı’da gördüğümüz ‘müsadereler’ bir devlet politikası olarak devreye sokulmuştur. Malı, parası, serveti olan herkes trafik suçu dahi olsa bir bahane bulunup ‘müsadere’ edileceği korkusunu yaşıyor..
Mesela, Fenerbahçe’de kıyamet koparken herkesin aklına başta Aziz Yıldırım, mesela Nihat Özdemir, kulüp yöneticilerinin servetlerinin önce itibarsızlaştırıp sonra güçten düşürülüp sonra hacizlerle ‘müsadere’ edilip AKP’nin yeni zenginlerince paylaştırılacağını konuşuyor.
Sıra bir gün Gençlerbirliği’nin un tüccarı meşhur zengini Cavcav’a gelir mi geyiklerine çoktan başlandı, bahane bulunsun bulunmasın mutlaka geleceği, gör bak, bahisleri her kahvede her masada konuşuluyor..
Benim gördüğüm şu: Avrupalı ortağı olmayan her servet sahibi kaçacak mı satacak mı ‘panik’ içinde..
Bu ön görüşle üç-dört yıl sonra Türkiye’de iki tür servet sahibi kalacak, birinciler, AKP’nin yeni zenginleri, ikinci tür, Avrupalı ortakları olan büyük holdingler..
Bir de tabii ki şunlar, zenginlikleri yüz milyon doları aşmayan sivrilmemiş göze batmamış servetler, ki bu servetler AKP’nin bir telefonuyla seçime yatırım yağ, makarna gibi kumanya paketleri yapıp halka dağıtan, AKP’ye inanmadıkları halde yaşamak için AKP ilçe başkanlığı gibi çalışmak zorunda kalan servetler..
3) Yeni gelecek iktidarın ilk işi de AKP’nin yeni zenginlerini vergi borcu, ihalede usulsüzlük, muhasebe kayıtlarıyla oynama gibi bir şey bahane edip binlerce serveti tekrar müsadere edecek, başka şansı yok..
Bir hafta önce cari açığın durdurulamayacağı gerçeği sonun başlangıcıdır diyen yazıma bir AKP’liden ‘sanki siz gelseniz ekonomiyi düzeltebilecek misiniz?’ diye çıkıştı, doğru, beş yüz milyar dolar borcu kapatacak bir ekonomi peygamberi tarihte görülmedi, size yapabileceğim tek iyilik şu fıkrayı anlatmak:
Keçi’nin biri susamış kuyunun ağzına gelmiş, kuyunun içinde bir miktar su ve bir tilki.. Kuyuya bağırmış tilki kardeş o su temiz mi? Tilki, gel aşağı gel temiz, iç.. Keçi kuyuya inmiş suyu içmiş.. Sonra tilkiye ‘şimdi buradan dışarı nasıl çıkacağız?’ demiş. Tilki: Buradan çıkış yok, demiş.. Keçi paniğe kapılmış ve kuyunun ağzına ışığa doğru bakarken kendi kendine ‘burada vakit de geçmez’ demiş.. Tilki, üzülme Keçi kardeş, şimdi arkanı dönüp duvara dayan.. Korkma, sonra da ben dayanırım.. Bir sen bir ben, ben çıkış yok dedim vakitten derdin olmasın..

4) Cari açık (zarar) her ay on milyar çıtasında sabitlenip ekonomide paniğe yol açınca önce liberal köpekler havlamaya başladı.. ‘Bu nasıl basın cari açık on milyar dolar kimse haber yapmıyor, konuşmuyor, buradan çıkış yok’ diye fırsat buldukları ekranlarda korku dolu gözlerle havlamalarını sürdürdüler..
Bu liberal köpeklere de güzel bir fıkram var:
Havalar kötüye gitmeye başlayınca Çiftçi önce koyunlarını kesmiş.. Ertesi yıl yine kötü gitmiş havalar, bu sefer öküzleri kesmiş.. Derken kapıdaki köpekler havlamaya başlamış.. Çiftçi köpeklere yaklaşmış, yahu, sizin etiniz de yenmez siz niye havlıyorsunuz… Peşinden çiftçi: Yahu sürü de kalmadı ki kurt gelsin çakal gelsin siz niye havlıyorsunuz.. Köpekler: Yok yok, havalar bozdu, biz ona havlıyoruz..

5) II. Dünya Savaşı sonu aynı zamanda tarihte ilk defa ‘ırk’ kelimesinin de ebediyen mahküm edildiği tarihin adıdır. Irkçılık Avrupa’ya bir görüşe göre yirmi otuz milyon bir görüşe göre kırk elli milyona insana mal oldu..

Savaş sonrası ayakta kalan tüm yazarlar filozoflar suçluyu ilan etti: Irkçılık. Suçlu ilan edilmekle kalmadı yeni hazırlanan yasa tüzük anayasa her şeyden temizlendi..

Peki Avrupa elli milyon insana mal olan ‘ırkçılık’tan mesela ‘ırk’ kelimesini kullanmadan yaşayabilir miydi?

Yaşayamazdı, bu yüzden hızla: ‘etnik’ kelimesi bulundu..

‘Irk’ demekle ‘etnik’ demek aynı şeydir.. Ancak ‘etnik’ kelimesi ırk kelimesi gibi yıpranmış değil, işin içine ‘kültür’ü de yani etnik kültür denilince makyajı daha güzel görünmeye başlandı..

Ve Avrupalı yazar ve filozoflar etnik lafını sere serpe kullanmaya başladı, kalmadı, Avrupa Parlamentosu yasaları sözcüleri doya doya ‘etnik’ ‘etnik kültür’ güzellemeleriyle ötüşe geçtiler..

Tuhaftır, bizim genç çocuklar, açıyor sözlükleri okuyorum, aynı cümle içinde genç yazar adayı ‘ırk’a karşı geliyor aynı cümle içinde ‘etnik’i siyasal olarak savunuyor..

Bu genç çocuklara söylüyorum, ağbileriniz sizi fena kandırdı, şimdi sözlüklere girdiğiniz binlerce girdi’yi ya silin ya yeniden düzenleyin, Radikal 2 okuyarak geleceğiniz yer işte bu saçmalıktı, ırka karşı çıkıp etnik’e sahip çıkmak.. Ve bir de bilmiş bilmiş yazmıyorlar mı?

6) Yandaş medyayı ne zaman açsam baştan sona CHP’yi suçluyor iftira atıyor karalama kirletme güya itibarsızlaştırmak için yalan yanlış binlerce köşe yazısı..

Sağ altmış yıldır iktidarda Özal’a Demirel’e Tansu’ya tek eleştirileri yok, on dakika iktidarda kalmamış CHP’ye sabah akşam sinsi yalanlarla saldırıyorlar.

Eski Yunan’dan kalma çok sevdiğim fıkra gibi sözdür, engerek yılanı dikenli çalıların içinden geçerken sırtına dikenler takılır dikenleri bir yük gibi sürükler..

Tilki, sırtında dikenlerle giden yılanı görünce şöyle diyor:

BİR GEMİNİN YÜKÜ KAPTANINA BU KADAR MI YAKIŞIR?

7) Tayyip Erdoğan bey hiç olmayacak bir şey söyledi, CHP milletvekillikleri 15 Temmuz’da düşürülür diyen vekilini ‘surçü lisan’ etti, deyip tashih etti.. CHP de şaşırdı bu tevile, Tayyip Erdoğan ağız mı değiştirdi diye kafası karıştı..

Şaşırmasın CHP...

Bir tavşan avcılardan kaçıp bir oduncuya sığınmış.. Oduncu kardeş beni saklar mısın demiş.. Oduncu onu bir kulübeye gizlemiş. Peşinden avcılar gelmiş oduncuya tavşanı sormuş.. Oduncu, ağzıyla ‘burada tavşan mavşan yok’ derken, gözleriyle gizlice kulübeyi işaret etmiş.. Avcılar oduncunun göz işaretini anlamamış söylediğine inanıp gitmişler. Sonra tavşan kulübeden çıkıp gitmiş. Oduncu, seni avcılardan sakladım, insan bir teşekkür etmez mi, demiş.. Tavşan: ‘tabii ki iyilik yapana teşekkür edilir, ancak gözü başka ağzı başka konuşana edilmez’…

8) Seçim etkilenmesin diye sadece Fenerbahçe şike davası değil Zahid Akman davasının da seçim sonrasına bırakıldığı anlaşılıyor.. Avrupa’da hukuk denilen şey sümenaltı edilemez, bugün değil yarın mutlaka hesabı sorulur ve bu kadar aleni mahkeme kararlarını göz göre göre kimse çiğneyemez..

Cemaatin karanlık odalarında şu tv’yi açma şu kitabı okuma diye askeri disiplinle büyümüş ve kopyalarla savcı hakim olmuş bu gençlerin insanlık kültürü tabii ki çok zayıf. Bu saatten sonra betonlaşmış kafalarını da değiştirmek mümkün değil, ancak pedagojinin (eğitim felsefesinin) büyük iddiaları vardır, yüz öğrencinin yüzü de sağır olabilir ama içlerinden bir tanesi olsun öğretmenin gözlerindeki ışıktan ne söylediğini anlayabilir..

Bu savcılar istediğimiz kadar eleştirelim bu topraklarda büyüdü, eksik kalan insanlık kültürünü, çağların dinlerden de büyük insanlık derslerini bir şekilde bizler yılmadan anlatmalıyız, olur ki bir tanesi olsun, ki şimdi takip için mecburen bizi okuyorlar, hikayenin ışığı kimbilir gözlerini kamaştırır…

Zahid Akman’ı tabii ki alacak sorgulayacaklar, biz unutsak, Almanya unutmuyor..

Çoban, akşam sürüyü toplarken bir keçi otun başından ayrılmıyor, dövüyor vuruyor ayrılmıyor, kalkmış taşla vurmuş keçiye, keçinin boynuzu kırılmış.. Çoban sahibime ne derim diye korkup keçiye yalvarmış: sakın sahibime söyleme.. Keçi: hadi söylemedim ama kırık boynuzu nasıl saklayayım..

Ayakta kalmış birkaç yazar da ısrarla deniz fenerini yazdı çizdi, oralı olan olmadı.. Ve İslamcı basın, iktidarın deniz fenerini sahiplenip gizlemesini ‘iktidarın gücüne kudretine’ yordu.. Evet savcıları polisi medyası sakladı ama bir yere kadar, insan şimdi soruyor, yahu, daha baştan soruşturup içeri alsaydınız, Türkiye’de hukuku ve hukuk ahlakını bu denli çürütmek kokuşturmak hangi müslümanın serveti daha da katlamak içindi..

Çobanın biri denizde kaval çalıp balıkları oynatmak istemiş, çalıyor çalıyor ancak balıklar hiç oralı değil.. Çoban, bu kadar güzel kaval çalıyorum niçin oynamıyorsunuz diye isyan edip ağını atıp balıkları yakalamış ve getirip balık ağını sahilde kumsala boşaltmış.. Ne görsün, balıkların hepsi zıp zıp zıplamaya oynamaya başlamış.. Çoban: Ben size denizde güzel güzel çaldım oynamadınız, sizi gizleyen sudan çıkar çıkmaz bakıyorum hepiniz ‘hoplamaya’ başladınız..

9) Tayyip Erdoğan bey, CHP’ye ‘tükürdüklerini yalayacaklar’ diye efeleniyor, göreceğiz, tükürüğünü kim yalayacak? Birkaç zamana kalmaz Tayyip Bey ağız değiştirirse şaşırmayın..

Aynen şöyle: İki tilki Menderes’ten su içmek istemiş, ancak su öyle sert akıyor ki ırmağa yanaşamıyorlar. Biri havalı havalı kasılarak, yahu ne korkuyorsun bak ben içiyorum, deyip yanaşmış… Yanaşmasıyla akıntıya kapılıp gözden kaybolması bir olmuş.. Tam o esnada arkadaşı arkadan bağırmış: Yahu nereye gidiyorsun ne güzel su içmesini öğretiyordun, bana.. Akıntıya karışan tilki: Şehirde bir işim var, dönüşte öğretirim…

10) Aklıma gelen herkes Ankara’dan nefret eder Ankara’ya küfreder yine aklıma gelen herkes milletvekili olup Ankara’ya gelmek için ölümcül bir yarışa girer, bana soruyorlar, niçin vekil olmuyorsun, ben zaten Ankara’dayım..

Ankara’ya gelecek vekiller, Ankara’ya güneyden Anadolu’dan gelen bütün uçaklar Ankara’dan batıya Anadolu’ya kalkan bütün uçaklar tamı tamına hizasıyla Anıtkabir’in üstünden geçer.. Bunun sebebi rotadır şüphesiz pilotlara sorun şehirlerdeki en belirgin yukardan görülecek yerler diye söyler, doğrudur..

Ancak düzenli seferler başladığında Ankara’da eski yön hesabı mesafe alınacak çok fazla belirgin yerler vardı, şehre girip çıkarken Atatürk’e bir saygı olarak başladı, çoktan unutuldu..

Saygısı unutuldu rotası kaldı ama olsun güzergah aynı, sormak istiyorum, Mustafa Kemal adını ağzına almamaya yeminli vekiller sizi Ankara’ya hangi rotanın uçakları taşıyor?

11) Evet meclis kilitlendi şimdi de ligler kilitlendi daha dün üniversiteye hazırlık sınavları kilitlenmişti, ekranlar paso ful yandaş medyanın elinde muhalefete başka tür düşünceye zaten kilitli ekranlar, Ergenekon Balyoz sürecinde ortada sahici belgeler yok mahkemeler karar veremiyor, Hukuk çoktan kilitlendi,Türkiye’de yavaş yavaş alanlar meydanlar basın meclis lig üniversiteler kepenklerini teker teker kapatıyor….

Ve akıl almaz cari açık ve bir tek inek yetiştiremeyen köylü ve Urfa’da satılan Hollanda hıyarı… Ama yandaş medyayı okuduğunuz zaman karanlık bir örtü bir maskeleme bütün bunları unutturma operasyonu sürüyor..

Adamın biri çok acıkmış, nehre balık avlamaya gitmiş, ancak elinde bir olta ağ yok.. Oysa nehrin kenarında biri oltayla diğeri ağla balık avlıyor.. Adam demiş ki ağım yok oltam yok ama açım, ne yapayım, elime taş alıp suya vurayım belki bir balığın kafasına denk gelir.. Vurmuş vurmuş su bulanmış.. Oltayla ve ağla balık avlayan bağırmış, ‘yahu niye suyu bulandırıyorsun’… Aç adam: Suyu bulandırmayayım da aç mı kalayım..

Yandaş medyanın yazarları keşke karnınızı doyuracak başka yetenekleriniz olsaydı..

12) Güzel halkım siyasal eleştirisini binlerce yıl hep zekice fıkralarla dile getirdi, evet, bugünlerde anlatılıyor, Ege’de adamın biri köyü tarlayı borca kaptırmış, çaresiz ve parasız kalmış, bir yaban domuzu bulup pazara inmiş, belki alan olur satarım, diye..

Pazarda bir müşteri gelmiş, müşteriye domuzu övüyor, bu çok doğurur, demiş.. Müşteri ‘ben çok doğuran değil kurbanlık koyun arıyorum, kurban keseceğim..’ demiş.. Bizimki: Korkma korkma bu Bush’un domuzudur sana kurbanlık da doğurur helaldir..

13) Dışişleri bakanımız Türkler’in tarih sahnesine çıktığı Hunlar’dan bugüne devlet geleneğinde nihayet bir ilki başardı, başka bir ülkenin toprağına isyancı milislerin karargahına girip cephede cesaret veren bir konuşma yaptı. Bu şu demek, Türkiye ilk günden beri uluslar arası toplantılarda PKK’nın Avrupa ve Amerika tarafından desteklendiği silahlandığı örgütlendiği tezini artık masaya süremeyecek.. Ya da yarın İranlılar Van’da ya da Gürcüler Doğu Karadeniz’de (Allah korusun) milislerini silahlandırıp üstelik Gürcü ya da Rus dışişleri bakanı Kaçkar dağlarına ya da Barzani Ağrı Dağına gelip bölücülerin karargahlarını ziyaret ederse, söyleyecek lafınız yok..

Üstelik milislerin üniformaları ve silahları tarafımızdan verildi.. Masrafı Kaddafi’nin el koyduğumuz paralarından çıkartacağız.. Ancak Libya’dan alacaklarımız dondurulan meblağdan çok çok fazla..

Geçen aylarda Bağdat’ta işgal sonrası kurulan mecliste bir yasa çıktı, sıkı durun, yasa şunu diyor: Amerikan ordusunun körfez savaşında yaşadığı zararların tazmini..

Hem Irak’a saldırmışlar hem de gemilerin topların yiyeceklerin gördükleri zararların tazminini bir milyon insanı öldürülmüş Iraklılar’dan istiyorlar..

Galiba Kaddafi sonrası Libya’dan bizimkiler önce alacaklarını sonra yaptıkları bu masrafları çıkartacaklarını sanıyor, Fransa, İngiltere, Amerika hatta Rusya’yı da keriz sanıyorlar… Bir de bu politikalarına ‘Osmanlıcılık’ diyorlar, evet bir Osmanlıcılık var, ama bu Osmanlıcılık Libya’da Suriye sınırında değil, Osmanlıcılık’larını Türkiye’deki işadamlarını savcı polis marifetiyle sıraya sokup ‘müsadere’ ederek tatmin ediyorlar..

14) Bir devletin olmazsa olmaz varlığı ‘sabit toprak’ı ve ‘ulusal süreklilik’i bu iktidar tarafından tartışılır tehlikeye maceraya atılır hale gelindi ve bahsi geçen güneydoğu sorunu ‘kilitlenmiş’ çözülmez hal almış ve yaptıklarına bakın, hayaller içinde uçarak kitleleri Osmanlıcılıkla uyuşturuyorlar..

Maymun mezarlıktan geçerken mezarları gösterip soyuyla sopuyla övünüp kasılmış, benim ecdadım benim dedem benim atalarım bunlar diye gösterirken, tilki maymuna: ‘Nasılsa mezardan kalkıp bu maymun bizim torunumuz değildir diyemeyecekler, salla maymunum salla!’

15) Birkaç gün önce Radikal’de mi Hürriyet de mi okudum, İsmet Berkan bir gömlek mi almış, defolu mu çıkmış üstüne mi oturmamış, mağazaya iadeye gitmiş, malı geri almamışlar, sorumlu bir tüketici davranışı sergileyip ısrar edip haklarını aramışlar mış mış..

Daha birkaç yıl önce Ergenekon soruşturmaları başlayınca paso gönüllü ve iştahlı ‘iddialar var efendim, kuşkular var efendim’ diye manşetlerden yayın yaptılar, bugünkü ‘kör karanlığa’ ‘mutlak otoriteye’ giden yolu açtılar, vagonları treni döşediler, yetmedi, satır aralarında ‘ülkenin huzuru rahatlığı demokrasisi yerleşiyor’ diye allı ballı yazılar yazdılar. Sayelerinde haksız hukuksuz yaka paça tutuklamalar sürerken onlar uslanmaz bir pişkinlikle hepimize demokrasinin örf ve adetleri dersleri verdiler.

Sonra tertemiz demokrasinin sıcacık kanında tarikat şeyhlerinin gözleri kurt adam gibi belirmeye ve kan soğumaya başladı, trene cemaatin savcıları gaz bombalı polisleri bindi, tren meçhul bir ortaçağa doğru harekete girdi, derken önce ‘bizimkiler’ postalandı.

Bizimkiler ‘zafer kazanmış komutanlıktan’ tasfiye edilen gazetecilere ve patronları, müsadere edilen işadamlarına dönüşünce, hafifçe serzenişler başladı..

Olsun, İsmet Berkan bey’in apoletleri sökülmedi ve Hürriyet’e iade edildi ve hemen bizim gibi karışık duygulu ve hüznü nihayet keşfetmiş ve tutkulu ileri demokrasi aşkının pişmanlıklarını çokta ele vermeyen kinini içine akıtan yazılar yazmaya başladı…

Bu başdöndürücü demokrasi aşkı kırgınlıkları birkaç yıl içinde olup bitti. Refuze edildiler, kovuldular ve hatta ayıp ayıp kovulmalarına dahi ses çıkartamadılar.

İşlevsiz ve kurumsuz ve iktidarsız kalan ‘küstahlıkları’ yine de boş durmadı, otobanda arabadan fırlayan jant kapağı gibi bir müddet serseri ve hedefsiz yazacaklarını hepimiz bekliyorduk..

Şimdi öğreniyoruz ki hırslarını mağaza tezgahcısı kızlardan çıkartıyor, mağaza sahiplerine ‘ileri demokrasinin tüketici hakları’ dersleri veriyorlar.. Düne kadar manşetten orduya başbakana yargıtaya Voltaire makamında ders verirken birkaç ay sonra ‘büyük matematik zekalı derslerini’ tezgahtar kızlara alışveriş adabı üzerinde denemeye başladı..

( Ayrıntıya girip tezgahçı kızın ya da mağaza sahibinin ‘vicdansızlık ve sorumsuzluk’ gibi kelimelere kahramanlarımız tarafından muhatap olduğunu da eklemek lazım..)

Daha dün aygır kızıştırır gibi bakanlara komutanlara demokrasi öğretirken birkaç gün sonra tezgahtar kıza ‘vatansever kapitalist ahlakı’ öğretmeye başlıyorsun..

Buradan nasıl bir ‘roman kahramanı’ çıkar, toplumun görüp görebileceği en zararlı yaratık portresi… Sayelerinde şu dev medya makinesi durmakla kalmadı sayelerinde Türkiye kilitlendi…

Kör otoritenin kör iktidarını hazırlayanlar bir özür bir pişmanlık dahi dile getirmeden kaldıkları yerden yazmaya devam ettiler, sonra kahramanımız bir gömlek almış üstüne uymamış, tüketiciye haksızlıkmış, mağazanın mutlaka iadeyi kabul etmesi lazım mış..

Kendisini Hürriyet’in geri aldığına göre mağazanın da gömleği alması gerekiyormuş gibi bir psikoloji içinde olmalılar..

Mağaza sahipleri Aydın Doğan’dan daha onurlu haysiyetli şu cevabı vermişler:

SATILAN MAL GERİ ALINMAZ…

16) Ellerine geçirdikleri güçle ilk yaptıkları pervasızlıkla bizleri yok etmek olan artık medyanın bit pazarında ikinci el jartiyere dönüşen bu zavallıların hiç birini yaşadıkça cevapsız bırakmayacağım..

Şu yayın yönetmenliği elinden alınan pastırmalık kart öküze çıkartılmışa da değmez ama bir lafım olacak..

Daha birkaç yıl önce sırf şahsi kapris ve gıcıklıklarını tatmin için savaş ilan eden manşetler atanlar ne kadar hızlı bir düşüşle ‘hafif zevklerin adamı´ pozuna giriverdiler.

Yaşadıkları bozgunu unutturmak için mi arada bir küçük hedeflere hücum düzenleyip yine kirli çamaşırlarını bizlere yıkattırmak istiyorlar..

65 yaşına dayanmış hala hayatını icad edememiş ve sadece dayak yiyince ‘duygularını’ devreye sokan bu sıradan adamların sülalesi tüccar Aydın Doğan’ın çuvallarından boşaltılmıştı..

Ve hepsi kasıldıkları mağrur köşelerinde nihayet ölmekteler, ama hala köşelerinde kepazeleşip çürümenin pis kokusunu dahi piyasa yapıp ‘gündem adamı’ heveslerini tatmine çalışıyorlar.

Ki bunu da beceremeyip ceset parçalarını ovalanmış ayak parmağı kiri üçüncü sınıf tarikat ekranlarının kozalaklarınca hatır hutur afiyetle yeniyor..

Hala kalkmış bizlere ‘racon kesiyor’, ‘akıl, ders’ vermeye çalışıyor, direktifleşmiş üslubunu otuz yıldan beri tek yaptığı şey olan yüzünü ekşiterek yine birilerine nasihat makamında saydırdı…

‘Hakaret ve küfür’ü diline dolayanlara acıyormuş, hakaret ve küfür edenler çaresiz zavallılarmış, hakaret ve küfür üslubu insanların değil hayvanlarınmış mış..

Muhatabı da kartondan incik cincikten can sıkıntısı evcilikler icad eden aile programlarından tanıdığımız Derya Baykal tarzı orlon yün fantezisi tavuk götünden lale suratlı, kitapları bir liraya satılan bir kifayetsiz..

Sanat ve düşüncede avuntu bulacak zekaları olmadığı için kalem uçlarını cam parçası çizikleri gibi kullanıp kelime ve harf maymunluklarıyla kudurmuş, boyama hamur suratlı kadın…

İnsan ruhuna yumuşaklık iyilik verecek tarihlerin en kutsal kişisi ‘kalem’ işte bunların ellerinde. Sıkıcı düşüncelere burun kıvırıp kahvaltılarını, kızlarını, seyahatlerini, şaraplarını her şeylerini yazıyorlar. Yetmiyor arada bir çekişip dalaşıp birbirlerinin kulaklarını dişleyip kopartıp, gibi yapıp, birbirlerinin kulak kirini erotik bir şovla emerek temizliyor rahat ediyorlar..

Bize ne yesinler birbirlerini, ancak, yıllarca hakaret küfür ediyor suçlamalarıyla bizleri de aynı cümlelerle mahküm etmeye çalıştılar..

Hepsinden çok yazı yazdım, hakaret küfür ediyor diye yok etmeye çalıştıkları Nihat Genç’in metinleri üç dört bin sayfayı geçti ve bu binlerce sayfa içinde küfür tabir edilecek cümleler yarım sayfayı geçmez ve bu yarım sayfa da köy atasözleri, deyimler, geleneksel fıkralarla işlenmiş yani edebi sanatlar içine girer.

Canımı yakan şu, bir sürü kaniş köpek yıllarca ama yıllarca benim için katil diye yazmış silmiş bir daha yazmış bir daha silmiş ve biz de ‘yılan’ diye karşılık vermişiz, şimdi, bize yıllarca ‘katil’ demeleri unutulmuş ama her gün ‘bize yılan’ dedi hakaret etti cümlesini çevirdikçe çeviriyorlar..

Aynı şekilde Irak’a savaş ilan etmişler ve peşinden Türk Ordusu’na hadi savaşa yazıları yazmışlar biz de sinirlenip sert birkaç kelime kullanmışız, şimdi, Türkiye’ye savaşa soktukları o günler unutulmuş, geriye bizlerin ‘hakaret’ tabir ettikleri cümleler kalmış..

Aynı şekilde Karadeniz Otoyolu’nun yirmibeş milyar dolarını afiyetle yemişler, on yıllarca gazetelerinde tek satır yazmamışlar, bizler de sinirlenmiş birkaç kelime söylemişiz, şimdi, bir coğrafyanın zalimce parçalanmasını herkes unutmuş, şimdi geriye sadece Nihat Genç var ya ‘küfür ediyor’ kalmış..

Aynı şekilde Türkiye’nin bankaları elli milyardan yüzelli milyara afiyetle yemişler ekranlara düşüp rezil olmuşlar biz de ağzımız dolu bağırmışız, şimdi, o milyar dolar hırsızlıklar unutulmuş, geriye Nihat Genç var ya hakaret ediyor kalmış..

Üstelik ‘hakaret ediyor küfür ediyor’ suçlamasıyla Nihat Genç’in edebi kişiliğini karakterini bir yazar olarak varlığını mahküm edip boğmaya çalıştılar..

Bunu herkes öğrensin, tam tersine ‘herkes susuyorken’ kimsecikler tek satır etmeye korkuyorken Anadolu Tarihi’nin en galiz kelimelerini sahafları didik didik ederek bulup suratlarına yapıştırdım..

Yazı kalem edebiyat dediğiniz ‘duygu’ oluşturma sanatıdır, yüzlerce hikaye yazarken hedefim insan evladının vefa, şükür, ihanet, açlık, haksızlık gibi en vazgeçilmez değerlerini çok güçlü estetik ifadeler ve dramatik yapı içinde anlatmaktı..

Peki ‘duygu’ oluşturamayan beceriksiz yazarlar ne yapar, asıl okuyucuya hakareti onlar yapar, şöyle, açın yazılarını hep şöyledir, ‘ben şunu sevmem, bunu severim, buna karşıyım, buna değilim, bunu beğendim bunu beğenmedim, bundan hoşlandım bundan hoşlanmadım, bunu tuttum, bunu tutmadım, bu adamım, bu değil, o var ya nasıl güzel, o var ya nasıl berbat, dün gece var ya doyamadım, nasıl anlatamam…’ sonsuza kadar çoğaltın..

Kanaat duygu düşünce oluşturması gereken biz yazarlar için en kaba en vahşi yazı tarzı ve asıl okuyucuya hakaret bu tür yazılardır..

Yazar olabilmeniz için çok sıkı sosyoloji ve siyaset bilimi eğitiminiz ve ışığında çok güçlü analiz yeteneğiniz, çok çarpıcı tasvirleriniz, çok derinden bağlanmış kurgu kabiliyetiniz olacak..

Hırsız işadamlarının kırbaçlığını yazarlık diye bize satan beyefendi, iyi dinle, ben bu yüzden çok okunuyorum, o gazetenizde otuz yıl boyunca yazan ya da sizin reklamına doyamadığınız hiçbir yazar ‘trajlarıma, şöhretime’ ve kalemimin güzelliğine ulaşamadı.

Size bir otuz yıl daha avans veriyorum, Nihat Genç kalitesinde bir hikaye ya da herhangi bir yazımı yazabilecek bir adamı bakalım çıkartabilecek misiniz?

Sizinle üçüncü sınıf dinci kozalak yazarların dahi hergün enseye tokat kolayca dalga geçmesinin sebebi, işte bu.

Derya Baykal tarzı cin zekanızdan türeyen ısmarlama yazarların hiç biri ‘acıyı’ ‘çatışmayı’ ‘açlığı’ ‘çaresizliği’ ‘insan sızısını’ vs bu otuz yıl içinde tek kelimecik olsun tasvir edemedi..

Ve iş işten geçip herkesin gerçek boyu ortaya çıktıktan sonra bugün hepinizin özendiği yutarak okuduğu notlar aldığı imrendiği yazarın adı Nihat Genç oldu…

Çok geç kaldınız demeyeceğim, yine bir hikaye anlatacağım:

Tilki bir gün ejderhayı görmüş ağzından alevler çıkıyor ve boyu çok uzun.. Ben de demiş bunun gibi olmak istiyorum, çaresizce ormanda düşünmüş düşünmüş ve sonunda boyunu uzatmak için bir ağacın sarmaşığına kuyruğunu düğümleyip asılmış, vay ki vay, kuyruğu kopmuş.. Kuyruk sokumundan ateşler fışkırıyor acı acı bağırarak sağa sola koşuşturuyor, derken Ejderha görmüş tilkiyi, ne oldu tilki kardeş, tilki: sana özendim, demiş.. Ejderha: İyi de tilki kardeş alevler benim ağzımdan çıkıyor, senin götünden fışkırıyor..

Saygıyla...

Nihat Genç

SİYASET - PARA - DİN

DÜZENİN SAHİPLERİ ;
SİYASET VASITASI İLE YÖNETİRLER,
PARA SAYESİNDE HÜKMEDERLER,
DİN SAYESİNDE İNSANLIĞI KUL YAPARLAR

Şeytan Ayetleri İslamın Gerçeği

"Gördünüz mü Lat'ı, Uzza'yı, Menat'ı; İşte bunlar yüce turnalardır, şefaatleri de elbette ki umulur."
Muhammed
"Şeytan Ayetleri" diye ünlenen sözlerin önce Kuran'a ayet olarak sokulduğu, bu sözlerde "Lat, Uzza, Menat" adlı tanrıçalar övüldüğü için putataparların, peygamber ve inanırlarıyla birlikte secde ettikleri, bir olay olarak kaynaklarda yer alır. Konu, bilim namusu içinde ve soğuk kanlı olarak tartışılmalıdır. Telaşa, heyecana gerek yok. Ortada bir olgu, bir gerçek varsa -ki vardır-, "hayır yok böyle bir şey" demekle yok olmaz.
Kimi polemikçiler, Humeyni'nin cinayete azmettirici fetvası doğrultusunda tutumlar sergilediler. Ve saldırı üstüne saldırıda bulundular.
Şimdi, olayın gerçekliğini dile getiren kanıtları görelim:
1-"Şeytan Ayetleri" olayına değindiği , bu olayı dile getirdiği savunulan ayetler:
a) Hacc suresinin 52. ayeti ve izleyen ayetler.
52. ayette, her peygamberin okuduğu şeye, şeytanın bir şeyler kattığı ama tanrının, şeytanın kattığını hükümsüz bıraktığı ve kendi ayetlerini geçerli -sağlam kıldığı, anlatılır. Görüldüğü gibi anlatım, Şeytan Ayetleri diye bilinen ayetlerin, Kuran'a sokulup sonra çıkarıldığı, sokanın şeytan, çıkaranın da Cebrail aracılığı ile tanrı olduğu yolundaki ifadelere uygundur. Zaten tefsirler de bunu için bu ayetleri, olayın yansıtıcısı olarak görürler. 52.ayetten sonraki ayetlerde de aynı olaya uygun anlatımlar bulurlar.
b) İsra suresinin 73. ve 75. ayetleri:
Bu ayetlerin anlamları şöyledir:
"Ey Muhammed! Seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırıp daha başkasını ileri sürerek bize iftira etmeye sürüklüyorlardı nerdeyse. O zaman seni dost bulacaklardı. Eğer seni pekiştirmiş olmasaydık, andolsun ki, onlara eğilim gösteriyordun, az kalsın. O zaman sana, yaşamı da , ölümü de kat kat azab biçiminde tattırırdık. Sonra da bize karşı bir yardımcı bulamazdın."
2-Hadisler:
Hadis 1: "Peygamber Mekke'de Necm suresini okurken secde etti ve onunla birlikte,-aldığı toprağı alnına götüren yaşlı birinin dışında Müslüman ve putatapan herkes secde etti." Kaynak: Buhari (hadis no:555), Tirmizi ve öteki hadis, fıkıh kitapları.
SORU:
1-Peygamberin can düşmanı diye nitelenen putataparlar nasıl oldu da, Muhammed ile bir araya gelebildiler?
2-Putataparlar nasıl oldu da, Muhammed ile birlikte secde ettiler?
Bu soruların karşılığını bulabilmek için, bundan sonraki iki hadis iyi incelenmelidir.
Hadis 2: "Peygamber Mekke'de iken Necm suresini okuyordu, Lat'ı, Uzza'yı ve bir öteki, üçüncü (put) olan Menat'ı gördünüz mü ?" diyen yere gelince şeytan, peygamberin diline şunu atıverdi
"İşte bunlar, yüce turnalardır. Şefaatleri de elbette ki umulur." Bunun üzerine putataparlar:
"Muhammed daha önce değil, bu gün tanrıçalarımızı iyi sözlerle andı!" dediler.
Yine bunun üzerine Peygamber secde etti ve onlar da secde ettiler. İşte bu nedenle de Tanrı şu ayeti indirdi:
"(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber yoktur ki, şeytan onun okudukları arasına, bir şeyler katıp bırakmasın. Tanrı, şeytanın bıraktığını bozar, kendi ayetlerini güçlendirir. Tanrı bilendir, hikmetlidir." (Hacc suresi, ayet:52) (Anlatan Peygamberin arkadaşları: Abdullah İbn Abbas'ın da içinde olduğu bir topluluk. Kaynak: Süyuti, İbn Hacer)
Ve çok açık görülüyor ki:
Putataparların Peygamberle birlikte secde etmelerinin nedeni :"Peygamberin üç putu (Lat, Uzza, Menat) öven sözlerle anması ve bunu, ayet olarak okumasıdır." Bu sözlerin oluşturduğu ayetler, tanrının ayetleri değil "şeytanın ayetleri"dir. Bu ayetler sonradan sureden çıkarılmıştır. Hacc suresinin 52. ayetinde anlatılanda budur.
Bu konuda uzun söze gerek yok. İslam dünyasının en büyük uzmanlarından Suyuti ve İbn Hacer "hadis"i sağlam ve olayı gerçek kabul ediyorlar. Süyuti'de, İbn Hacer'de hangi hadisin sağlam, hangisinin çürük olduğunu en iyi bildikleri İslam dünyasında kabul edilegelmiş uzmanlardır. Ve bunlar için de "dinsiz, İslam düşmanı" suçlaması yapılamaz.
Kısacası:
1."Şeytan Ayetleri" olayı gerçektir. Bunu yok sayma çabaları da boşunadır.
2.Diyanet İşleri Başkanlığı en büyük İslam otoritelerince de sağlam kabul edilen hadise dayalı ayetlerle destekli bu olayı yok sayma yerine ülkede kimseye yararı olmayan din terörünü kınayıcı çabalara girse çok daha yararlı bir tutum göstermiş olurdu. Çünkü gerçek olduğu halde bu olaya "iftira"dır, "dinsizlerin uydurmasıdır" biçimindeki sözler, cinayete azmettiren fetvalara çanak tutmaktan başka bir şeye yaramaz.
Turan Dursun

2 Temmuz 2011 Cumartesi

KANDAN KINA YAKILMAZ

I.KANLI SİVAS’TAN
OZANLAR ŞEHRİ’NE
Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da Kanlı yaş akıttım baharda yazda Dedemi astılar KANLI SİVAS’TA Darağacı ağlar Pir Sultan deyü Pir Sultan Abdal’ın tarihsel duruşundan mıdır nedir bilinmez yakın zamana kadar Sivas denilince akla Pir Sultan ve Alevilik gelirdi. Ne var ki Sivas Alevilerin nazarında Pir Sultan’ın asıldığı şehir olarak pek makbul bir sicile sahip değildir. Yine de Aleviler bu olayı bir kan davasına dönüştürmemişler, iktidar mensupları ile Sivaslı sıradan insanı ayırmışlar ve Sivas’a “ozanlar şehri” olarak sahip çıkmışlardır. Hatta yetiştirdiği ozanlar dolayısıyla Sivas’ın ayrıcalıklı, özel bir yeri vardır denilebilir. Nasıl olmasın ki Ağahi, Aşık Veli, Ali İzzet, Aşık Veysel, Kemter ve daha niceleri... Sivas toprağında yetişmemiş miydi? Sivas şehri’nin kara tarihi/talihi cumhuriyetle bir parça dönmüştür. Çünkü Sivas köhne Osmanlı’nın yerine kurulan genç Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı yerlerden biri olmuştur. Bundan dolayıdır ki Sivas Şehri demokrat ilerici kimliğiyle bilinmiş, anılmıştır.
II.PİR SULTAN’IN DİRENCİ
HIZIR PAŞA’NIN İHANETİ

İlimi sorarsan köyümdür Banaz Yakılsın yıkılsın ol KANLI SİVAS Bir ben ölmeyinen cihan yıkılmaz Açılın zındanlar Pir’e gidelim! 12 Eylül sonrasında Sivas’ın toplumsal dokusunda köklü değişiklikler olur. Sivas büyük göç veren şehirlerin başında gelir. Sivas’tan göçenlerin çoğunu ilerici unsurlar, Aleviler oluştur. Onlardan boşalan yerleri ise tam karşıt güçler doldurur. On yıl içinde Sivas’ın yüzü kararır. 1989 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin belediye başkanlığını kazanmasıyla gerici güçler bütünsel olarak Sivas’ta kurumsallaşmaya başlar. Belediye olanakları sınırsız bir biçimde Şeriatçı çevrelerin hizmetine sunulur. Anadolu’nun bu demokrat kimlikli kenti gerici bir dokuya bürünmüştür. 12 Eylülcülerin toplumsal güçleri bastırmak için dinci gericiliği kullanmaları sonuçlarını vermiş, gerici güçler sahiplerinin dahi zor kontrol ettikleri bir noktaya gelmiştir. Tarih boyunca Sivas kentinin şahsında hep iki çizgi varlığını devam ettirir. Pir Sultan Abdal’ın başeğmez direnişçi yolu ile Hızır Paşa’nın hain, ihanetçi çizgisi. Bu iki farklı dünya anlayışı, bu insanlığın hizmetinde olma ile ona ihanet etme çizgisi 2 Temmuz 1993 tarihinde bir kez tarih sahnesinde ortaya çıkacaktır.
III.SİVAS ELLERİNDE SAZIM ÇALINIR

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği geleneksel olarak 1978’den beri düzenlemekte oldukları Banaz Pir Sultan Abdal Şenlikleri daha görkemli, daha kalıcı bir biçimde gerçekleştirmek için 1993 yılında da aylar öncesinden hazırlıklara başlarlar. Tüm demokratik kitle örgütlerine ve Alevi kuruluşlarına çağrı yaparak Banaz şenliklerini paylaşmayı, birlikte yapmayı teklif ederler. Bu etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülür. 1993 şenlikleri için bilinen tanınan yazarları sanatçıları yapılan davete olumlu yanıt verirler. Pir Sultan Abdal Şenlikleri Pir Sultan Abdal’ın toplumsal ve inançsal duruşuna uygun olarak geniş kapsayıcı sosyal bir organizasyon olacaktır. Ankara’dan İstanbul’dan Anadolu’nun dört bir yanından yola çıkan Pir Sultan yolcuları 1 Temmuz 1993 sabahı Sivas’ta buluşurlar. Programa göre iki gün Sivas’ta etkinlikler gerçekleştirilecek ardından ise Banaz’a geçilecektir. Fakat Sivas eski Sivas değildir, daha sabahın ilk saatinde, daha Sivas’a girer girmez farkedilir bu. İnsanı sıkıp boğan, söylenmesi gerekip de söylenmeyen bir söz gibi rahatsız eden bir havası vardır Sivas’ın. Pir Sultan’ın torunları kendi havalarını hakim kılmakta gecikmezler şehre. Şenlik başlar, deyişler, semahlar birbirini izler. Söyleşiler, paneller izleyici ile dolup taşar. Korkulacak bir şey olmadığını düşünür herkes. Kaygıların boşuna olduğunu söylerler birbirine. Sivas da bizim şehrimiz derler. Ne yazık ki bir gün geçmeden bu görüşlerin tam tersini yaşayacaklardır.
IV.PLANLI PROGRAMLI KATLİAM
Sorma be birader mezhebimizi, Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır. Mezhep bilmeyen, insanlık yolu dışında başka yol tanımayan, sevgiyi kendisine din edinmiş insanlar Sivas’ta kendileri için kurulan tuzaklardan habersizdirler. Sivas’ı bilip tanıyanlar şenlikle ilgili olarak kaygılarını dile getirdiklerinde, şenliğin devletle/kültür bakanlığıyla ortak olarak düzenleniyor olması, Sivas valisinin demokrat kimlikli bir kişi olması, iktidar ortaklarından SHP’nin Alevilerin oy verdikleri bir parti olması gerekçe gösterilerek kaygı giderilmeye çalışılmıştır. Tüm bunların birer yanılgı olduğu anlaşılacaktır ama ne pahasına... Şeriatçı karanlık güçler günler öncesinden Sivas’ta Alevilerin, demokratların varlık göstermesini engellemek ve onlara “müslüman mahallesinde salyangoz sattırmamak” için hazırlıklara girişirler. Gazete ilanları vererek, bildiriler hazırlayıp dağıtarak yalan dolana dayalı provakasyon ortamı hazırlarlar. Güya şenlik için Sivas’a gelecek olan Aziz Nesin peygamberin eşine hakaret eden Salman Rüştü’nün kitabını yayınlamıştır. Bu tamamen yalandır, ne bir hakaret ne de bir kitap yayınlama olayı sözkonusu değildir. Ama yalana dayalı tahrik şeriatçılar için yeni bir şey sayılmaz. Daha 1978 yılında, yine Sivas’ta “Aleviler camiyi bombaladı” yalanını uydurup halkı birbirine düşürmeye kalışıkan kendileri değil midir? Maraş katliamı öncesi aynı provakasyonu yapmamış mıdırlar. 2 Temmuz’dan 15 gün önce şeritaçılarca tüm Sivas’a dağıtılan Müslüman Kamuoyuna başlıklı ve altında Müslmanlar imzası olan bildiride halk “cihada” çağrılır:”Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir Kâfirler şunu iyi bilmeli ki: İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.” İlk gün şeriatçılar pusuda beklerler. Saldırı için her zaman yaptıkları gibi Cuma gününü ve Cuma namazını beklerler. 2 Temmuz günü Cuma namazından çıkan kalabalıklar katillerin kışkırtmasıyla harekete geçeler. Önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne saldırırlar. Arkasından Sivas katliamının yaşanacağı Madımak Oteli kuşatılır. Tüm dünyanın gözü önünde Sivas katliamı yaşanır. 2 Temmuz Sivas katliamı üzerinden geçen yıllara rağmen Alevilerin nazarında küllenmemekte, tam tersine Sivas yangını Alevilerin kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Sivas katliamı Alevilerin yaşadığı diğer bir çok katliamlara benzemekle birlikte ondan bazı çok trajik unsurlarla farlılık göstermektedir. Bu nedenle “Sivas’ın ışığı sönmeyecek”, bu nedenle “Sivas unutulmayacak” sözleri bu katliama karşı her fırsatta dile getirilmektedir. Çünkü 8 saat insanlar Madımak Otelinde kendilerine bir yardım eli uzanmasını beklerler. Cumhurbaşkanı aranır, başbakan aranır, başbakan yardımcısı, bakanlar aranır. Tanıdık bildik etkili yetkili kim varsa bir umut olarak aranır ama güvenlik güçleri de dahil hiçbir güç gelip de şeriatçı güçleri dağıtmaz, Pir Sultan torunlarını kurtarmaz! Bu ne derin acıdır! Bu ne büyük bir trajedidir. Sivas’ta göz göre göre insanlar katledilir. Şeriatçılar bir bayram yerinde buluşmuş gibi Madımak Oteli’ni sarar ve insanlarımızı katlederler. Bu katiller günler öncesinden hazırlık yapmalarına rağmen yakalanmamış, engellenmemiştir. Sivas gibi küçücük bir şehirde kimin ne dolap çevirdiğinin bilinmemesi mümkün müdür? Tersine istihbarat birimleri “olay çıkacağını rapor ettik” demektedirler. Olay çıkmamış, katliam yaşanmıştır. Sivas belediye başkanı katilleri “gazanız mübarek olsun” diye kutlamaya kadar işi vardırmıştır! 8 saat genç kızlarımızın, oğlanlarımızın, şairlerimizin, bağlama ustalarımızın, semahçılarımızın çığlıklarına tüm insanlık kulaklarını tıkamıştır. Başta iktidar sahipleri olmak üzere! 8 saat içinde dünyanın bir başka ucuna müdahale edilebildiği halde, Sivas’a yardım gönderilmemiş, insanların katledilmesine engel olunmamıştır! Sivas nasıl unutulur?
BUNLARI UNUTMA!
Bazı anlarda bazı sözler söylenir, bazen bu sözlerin ve bu sözleri söyleyenlerin asla unutulmaması gerekir. Bu sözler ve onları söyleyenler yeni acılar yaşanmaması için, yeni katliamlar olmaması için, dostu düşmanı tanımak ve aklımızdan çıkarmamak için kesinlikle unutulmamalıdır. Taşlara, demirlere bu sözler kazınmalı ve bir kenara konulmalıdır. Sivas katliamı yaşanırken de unutulmaması gerekin sözler söylenmiştir. Hem de bu sözleri dönemin Cumhurbaşkanı, dönemin başbakanı söylemişlerdir. Bu sözler bize katliamın arkasındaki gizi ifade etmektedir.
UNUTULMAYACAK SÖZLER BİR

“GÜVENLİK GÜÇLERİ İLE HALKI KARŞI KARŞIYA GETİRMEYİN!”
Sözün sahibi Cumhurbaşkanı’dır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Katiller Madımak Otelini kuşatmış, insanlar içeride çığlıklarla yardım beklerken bu sözü defalarca Sivas valisine ve emniyet müdürüne söylemiştir. Demirel’in vatandaş dediği şeriatçı katillerdir. Ve güvenlik güçlerinin onlara müdahale etmesine engel olmakta, katillerin işlerini rahatça yapmalarını istemektedir adeta. Katillere karşı gelmeyin, bu sözün anlamı bundan başka nedir? Bu söz nasıl unutulur?
UNUTULMAYACAK SÖZLER İKİ
“OTELİ SARAN VATANDAŞLARIMIZA BİR ŞEY OLMAMIŞTIR!”
Sözün sahibi Başbakan’dır. Başbakan Tansu Çiller. Çiller Madımak Otelini saran ve insanlarımızı katleden şeriatçı katillere bir şey olmadığını, katillerin burunlarının kanamadığını müjdelemektedir. Başbakan’ın vatandaş dediği de şeriatçı katillerdir. Ya içeride çığlıklarla yardım bekleyenler? Onların vatandaşlık hakları? Onların yaşama hakları? Çillerin umrunda olan, Çillerin bu sözleri ile gözetip kayırdığı katillerdir mağdurlar değil. Bu sözler nasıl unutulur? Ya bu sözleri söyleyenlerin partisine oy veren, oy vermeye çağıran Aleviler, sözde Alevi önderleri onlar nasıl unutulur?
V.ATEŞTE SEMAHA DURANLAR

ŞİVAS ŞEHİTLERİMİZ
Nesimi Çimen:Üç telli curanın üstadı. Sarız 1926 Asım Bezirci:Sosyalizm ve Edebiyat. Erzincan 1927 Metin Altıok:Kara kutu, şiir, felsefe. Bergama,1941 Muhlis Akarsu:Kula kulluk yakışır mı? Kangal 1948 Behçet Aysan:Sefa’sını ölümüle öğreten şair. Ankara 1949 Muhibe Akarsu:Akarsuyum böyle miydi ahdımız? Kangal 1958 Edibe Sulari: Davut Sulari’nin yadigarı. Erzincan 1953 Uğur Kaynar:Militan, şair, elyazarı. Zara 1956 Asaf Koçak:Yok devenin kuşu, bir sır “Cop Cumhuriyeti”nin çizeri, Yerköy 1957 Erdal Ayrancı:Hep barikatın başında. Niğde 1958 Sehergül Ateş:Biz onunla baba kız değildik. O hem sırdaşım, hem yoldaşım, hem dayanağım ve gücümdü; babasının sözleri. Ankara 1953 Hasret Gültekin:Koçgiri’den, Han Köyü’nden. 1965 Muammer Çiçek:Bir oyun yazdı “İnadına Yaşamak”. Muammer Çiçek:Bir oyun yazdı “İnadına Yaşamak”.Yalınyazı Köyü, Zile 1967 Gülender Akça:Abidin ve Sultan’ın gözbebekleri. Divriğinin Şahin Köyü’nden, 1968 Mehmet Atay:Şahanım, şahdamarım, yangın yüreklim. Divriği 1968 Sait Metin:Uzundu, usuldu dedemin boyu. Divriği 1970 Carina Johanna:Alevilik araştırmacısı, “yabancı değil”. Hollanda 1970 Gülsün Karababa:Babası”Kızım benden daha iyi saz çalacak” derdi. Divriği 1971 İnci Türk:Çiçek açar domur domur dal verir. Balıkesir 1971 Huriye Özkan:Havanın yüzünde semah dönerken. Ankara 1971 Murat Gündüz:Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, en sevdiği dize.Ankara 1971 Ahmet Özyurt:Çok seviyorum düşüncelere dalmayı. Enstein gibi düşünerek kendimden geçmeyi. Kendi dizeleri. Ankara 1972 Handan Metin:Tüm güzellikleri toplayıp uzun bir yola çıktın. Ankara 1973 Yeşim Özkan:Ballıhan, erenlerin bal çiçeği. Ankara 1973 Yasemin Sivri:Kamber’in profesörü, kitap kurdu. Ankara 1974 Serpil Canik:Kuş olup güvercin donunu giyen, Uyan dağlar uyan Serpil geliyor. Ankara 1974 Serkan Doğan:Başıma kızıl bağla, arkamdan ağıt yakma anam, Ankara 1974 Belkıs Çakır:Güne Umut’tan. Ceylanlara karışıp semaha duran. Ankara 1975 Nurcan Şahin:Kim yakıştırabilir sana ölümü? Ankara 1975 Özlem Şahin:Okur, meraklı, yerinde duramaz, yaşam delisi. Ankara 1976 Asuman Sivri:Semah, semah tutkunu, abisinin delisi. Ankara 1977 Menekşe kaya:Sazı elinde İsmail’in.Ötme bülbül ötme gönlüm şen değil. Ankara 1977 Koray Kaya:Pir Sultan’ın genç şehidi. Ve hep öyle kalacak. Ankara 1981 Yanyana öldüler. Ve yanyana gömüldüler Karşıyaka’da. Karşıyaka’nın onur gülleri, direnç gülleri, Pir Sultan Şehitleri...

VI.SİVAS DAVASI
“İnsanlık tarihinde din adına işlenen böyle bir vahşet görülmemiştir.” Sivas katliamının bulunabilen, ele geçirilebilen sanıkları çeşitli mahkemelerde yargılandılar. Sivas davası hala sürmektedir!
Dava süreci nasıl gelişti?
Katliam davası güvenlik gerekçesiyle Sivas’tan Ankara’ya nakledildi. Yargılamaya adiyen adam öldürme eylemi davası olarak başlanılmıştı. Mahkeme davayı planlı programlı, örgütlü bir katliam olduğu gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderdi. Ankara DGM 1994 yılında verdiği ilk kararında olayı basit bir “yangın çıkararak adam öldürme” olarak değerlendirdi. Hatta işi daha da azıtarak Aziz Nesin’in katilleri tahrik ettiğini dahi ileri sürdü ve buna dayanarak katillerin cezalarında indirim yaptı. DGM’nin bu hukuka ve maddi gerçekliğe aykırı kararını inceleyen Yargıtay DGM kararının tümüyle hukuka aykırı olduğunu saptadı. Yargıtay DGM’nin olayı basite aldığını, yanlış değerlendirdiğini vurgulayarak olayda şeriatçılar tarafından laik düzene yönelik bir kalkışma olduğunun belirlenmesi gereğine işaret etti. 28 Şubat sürecine denk gelen günlerde Ankara DGM’de yargılama yeniden başladı. Bu kez sanıklar hakkında “anayasal düzeni bozarak şeriat devleti kurmaya kalkışmak” eyleminden ceza verilmesi yoluna gidildi. Mahkeme 33 sanığı idam cezasına çarptırdı.(1997) Bu karar Yargıtay’ca yeniden incelendi ve bazı usul hatalarından dolayı bozularak eksikliklerin giderilmesi için yeniden Ankara DGM’ye gönderildi. Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 33 sanık DGM’ce yeniden idam cezasına çarptırıldı. Sanıklar bu kararı temyiz ettiler. Dava dosyası şu an Yargıtay’da incelenmekte. Ankara DGM’sinin sanıklar hakkında idam kararı verirken dayandıkları gerekçe tüyler ürperticidir: “İnsanlık tarihinde din adına işlenen böyle bir vahşet görülmemiştir.”
VII.SİVAS DERSLERİ
Sivas katliamı gerek Alevi örgütlenmesinde gerekse Alevilerin bilincinde bir dönüm noktası olmuştur. Sivas katliamından çıkan birinci ve temel ders, yalnızca ve yalnızca kendi gücüne ve örgütlülüğüne güvenmenin zorunluluğudur. Aleviliği yönelik ağır bir kuşatmanın yaşandığı ve saldırıların gündeme geldiği şu günlerde Alevilerin kimlik mücadeleleri için güçlü örgütlülükler yaratması zorunluluğu görevi her zamankinden daha yakıcıdır.
No Pasaran !