BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Vatikan'ın gizli arşivinde Türk izleri...

Vatikan'ın gizli arşivinde Türk izleri...
Araştırmacı-yazar Rinaldo Marmara, Vatikan’ın Arşiv Kütüphanesi’nde Türk tarihine ışık tutacak nitelikte çok değerli evraklar bulunduğunu belirterek, 500’e yakın Osmanlıca el yazması eserin, Vatikan Kütüphanesi’nin 5 ayrı bölümünde muhafaza edildiğini bildirdi.
Marmara’nın "Vatikan’ın Gizli Arşiv ve Kütüphanesi’nde Bulunan Osmanlıca Eserler ve İstanbul Konulu El Yazmaları" başlıklı makalesi, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nde yayımlandı.Vatikan Kütüphanesi’nde takriben 70 bin el yazması, 100 bin öz geçmiş, bir milyon basılı kitap, 100 bin harita ve çizim bulunduğunu belirten Marmara, Vatikan Gizli Arşivi’nde ise dünyanın birçok devletinin tarihi ile ilgili çoğu gün ışığına çıkmayan yüz binlerce tarihi evrak olduğunu kaydetti.
"ARAŞTIRMA YAPMAK DENEYİM GEREKTİRİR"
Vatikan’ın Arşiv Kütüphanesi’nde Türk tarihine ışık tutacak nitelikte çok değerli evraklar bulunduğunu bildiren Marmara, şu bilgileri verdi:"Fakat bunları bulup çıkarmak hem zaman hem de yılların deneyimini gerektirir. Osmanlı sultanları ile zamanın papalarının veya kralların yazışmaları dikkate değer niteliktedir. Mesela Papa IX. Pio’nun Abdülmecid’e yazdığı 20 Haziran 1848 ve 9 Şubat 1850 tarihli mektuplar... Bolognetti bölümündeki, tarihsiz bir evrak ise Sultan III. Ahmet ile Papa VII. Alessandro arasındaki gerçek dostluğu dile getiriyor. Yine aynı bölümde III. Ahmet’in Polonya Kralı’na yazdığı 30 Eylül 1703 tarihli mektubunda, tahta çıkışını haber vererek bir önceki sultan ile yaptığı barışı onaylıyor.Bolognetti bölümündeki 65 sayfalık bir el yazmasında, Francesco Zenco, II. Beyazıd zamanına ait Türk örf ve adetlerini anlatıyor. Borghese bölümünde ise Türkiye’yi anlatan Giacomo Soranzo’nun 1576 tarihli 40 sayfalık el yazması mevcuttur.Dışişleri-savaş bölümü arşivlerinde, VI. Reşad’ın Papa’ya yolladığı el yazması mektubu bulunmaktadır. Sultan, mektupla ilgili III. Mehmet’in IV. Pol’a 9 Mart 1556 tarihli yazısı, IV. Mehmet’in Fransa Kralı XIV. Louis’e yazdığı mektup ve cevabı, III. Murat’ın Polonyalılara Eylül 1575 tarihli yazısı, II. Osman’ın 13 Şubat 1620 tarihli mektubu ve IV. Süleyman’ın I. Leopoldo’ya gönderdiği 1701 tarihli mektubu sayabiliriz. Aynı arşivde, 1898 yılında Sultan’ın, Vatikan’a gönderdiği hediyeleri görmek de mümkündür."
"LOZAN ANLAŞMASINA AİT VESİKALAR BULUNUYOR"
Marmara, İstanbul’daki eski Ruhani Reisliği’nin arşivlerinin ise Vatikan’da 196 dosyada muhafaza edildiğini belirterek, dışişleri bölümünde ise Lozan Antlaşması ve gayrimüslümler hakkında tarihi vesikalar yer aldığını bildirdi.Vatikan Kütüphanesi’nin muhtelif bölümlerinde, İstanbul konulu 14-18. yüzyıllara ait el yazmaları bulunduğunu kaydeden Marmara, bunlar arasında, "İstanbul’un Tasviri 1629", "Türklerin Örf ve Adetleri", "İstanbul Yangını 1633", "Şehrin Tasviri Osmanlı Ordusu ve Devlet Yönetimi Hakkında Bilgiler", "İstanbul’un Fethi" gibi eserlerin bulunduğunu bildirdi.Vatikan’ın gizli arşivlerinde, İstanbul şehrini anlatan el yazmalarının da mevcut olduğunu belirten Marmara, bunlara örnek olarak 1582 yılına ait Maffeo Veniero’nun İstanbul Tasviri’ni ve Venedik Sefiri Marcantonio Barbaro’nun 1573 İstanbul Anlatımı’nın sayılabileceğini bildirdi.

EDİP CANSEVER

Z.OLCAY - ANKARA'DA AŞIK OLMAK

YALNIZLIĞIM - Z.OLCAY

DÜŞLER SOKAĞI - EZGİNİN GÜNLÜĞÜ

Torun Eriksen-Draw Me A Heart

20 Mayıs 2010 Perşembe

FIKRA

Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır. Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına e-mail atmaya karar verir. Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir.... Mail farklı bir yerde farklı bir bayana gider. tam bu sırada kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür, arkadaşlarından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu yere yığılıp kalır. Odaya giren annesi, yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür:Kime : Sevgili karıma Konu : Yeni ulaştım. Tarh : 14 Mayıs 2009 Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz. Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım. seninde kayıtların hazır. Her şey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin. Not : Burası çok sıcak. : )

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Nat King Cole

Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Those days of soda and pretzels and beer
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Dust off the sun and moon and sing a song of cheer
Just fill your basket full of sandwiches and weenies
Then lock the house up, now you're set
And on the beach you'll see the girls in their bikinis
As cute as ever but they never get 'em wet
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Those days of soda and pretzels and beer
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
You'll wish that summer could always be here
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Those days of soda and pretzels and beer
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Dust off the sun and moon and sing a song of cheer
Don't hafta tell a girl and fella about a drive-in
Or some romantic moon it seems
Right from the moment that those lovers start arrivin
'You'll see more kissin' in the cars than on the screen
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
Those days of soda and pretzels and beer
Roll out those lazy, hazy, crazy days of summer
You'll wish that summer could always be here
You'll wish that summer could always be here
You'll wish that summer could always be here

FIKRA

Çanakkale'den 30-32 yaşlarında bir kadın,kucağındaki süt bebeğiyle otobüse biner.Yanına da iri kıyım... bir adam oturur.Otobüs Ezine'ye ulaştığında kadın çocuğunu emzirmek amacıyla memesini açar ve çocuğun ağzına verir.Ancak çocuk inatla memeyi emmek istemez.Kadın çocuğa kızar ve sert bir sesle;-Al yoksa amcaya veririm!..Adam göz ucuyla bakar ve önüne döner...Ayvacık'a geldiklerinde kadın yine memesini çıkarır ve çocuğu yine emzirmek ister, çocuk yine emmez ve yine aynı sözler kadının ağzından dökülür;-Al yoksa amcaya veririm.Bu olay her durakta tekrarlanır ve hepsinde de aynı şeyler yaşanır.Küçük kuyu, Altınoluk, Güre, Akçay derken Edremit'e kadar gelinir.Edremit'te de kadın;-Al yoksa amcaya veririm diyince adam patlar ; -Hanım hanım yeter artık!.. Vereceksen ver. Ben taa Ayvacık'ta inecektim, buralara kadar geldim...

AHŞAP'IN BÜYÜSÜ

YORUM YOK

KUTLAMA

BURSASPOR'UN ŞAMPİYONLUĞUNU KUTLARIM
FENERBAHÇELİ OLARAK

14 Mayıs 2010 Cuma

GÜNÜN SÖZÜ

Davacı zengin, davalı fakir ise,
Davacının olur, nizalı [kavgalı] arsa.
Davacı fakir, davalı zengin ise,
Davalıda kalır nizalı arsa.
Davacı da davalı da zengin ise,
Aradan çekilir, özür diler yargıç.
Davacı da davalı da fakir ise,
İşte o zaman yerini bulur hak.

İşsizlik Sanal Bir Sorunmuş!

İşsizlik Sanal Bir Sorunmuş!
İşçi sınıfına mensup olanların korkulu rüyasıdır işsizlik. İşsizlik korkusunu yaşamamış ya da işsiz kalmamış işçi neredeyse yoktur. İşsiz kalındığında ucunda açlık vardır ve açlık insana her şeyi yaptırır. Bütün öğretilmiş ahlâk kurallarını bir kenara iter. Sorun oldukça çıplak olarak kendini ortaya koyar: Ya ahlâki değerlerine sahip çıkacaksın ve açlıktan öleceksin ya da yaşama sımsıkı sarılarak ne gerekiyorsa yapacaksın! İşsizlik kapitalizm var olduğu sürece devam edecek bir sorundur. Fakat burada belirleyici olan işsizlik oranıdır. İşsizlik oranı yükselmedikçe kapitalistler için sorun sadece ve sadece istatistiksel bir sorundur. Kuşkusuz, işsizlik oranları için de diyalektiğin yasaları geçerlidir. Oran belirli bir değerin üzerine çıktığında, bu niceliksel değişim aynı zamanda niteliksel bir dönüşüm tehlikesinin de sinyallerini verir. Artık işsizlik oranı sadece bir sayıdan ibaret değildir ve kapitalizmin ideologları da soruna eskisi gibi hafife alan bir tarzda yaklaşmazlar. İşsizlik sorununa daha somut çözüm önerileri getirmek zorunda kalırlar. 1929 buhranı sonrasında işsizliğe çare olarak kamu yatırımlarının arttırılması ve istihdamı bu şekilde arttırma politikasının izlenmesi bunun en tipik örneğidir. Günümüzde de işsizlik oranı yükseldikçe yükseliyor. Kapitalizmin temsilcilerinden Erdoğan’dan da “somut” öneriler getiriyor: “Eğer TOBB 'benim 1 milyon 300 bin üyem var' diyorsa, biz diyoruz ki 'siz birer kişi ilave alsanız, ortalama istihdam etseniz bu üyelerinizi batırır mı? Hayır batırmaz. Batırmayacağına göre birer kişi istihdam edin. Birer kişi istihdam ettiği anda, 1 milyon 300 bin kişinin veya 1,5 milyon kişinin istihdam alanına girdiği anda işsizlik oranını nereye getireceğini tasavvur edin. 3 puana yakın düşüş oluyor. 10 puana otomatikman inmiş oluyorsunuz. Bir de TESK'te yapacağımız yeni düzenlemelerle attığımız adımları düşündüğünüzde zaten onun altına düşeriz.” Buradaki amaç, konuşmadan da anlaşılacağı üzere, işsizliğe kalıcı bir çözüm getirmek değil, işsizlik oranını belli bir değerin altına indirmektir. Burjuva iktisadının son dönemlerdeki moda kavramıyla, işsizliğin “sürdürülebilir” kılınmasıdır. Yani, kapitalizmin işsiz kitleler tarafından sorgulanmayacak hale getirilmesidir. İşsiz kitleler tarafından sorgulanmaya başlayan kapitalizm, bir süre sonra, işi olanlar tarafından da sorgulanmaya başlanacaktır ki, kapitalistlerin en çok korktuğu da işte bu “niteliksel dönüşüm”dür. Erdoğan için geriye bu somut öneri çerçevesinde kapitalistleri ikna etmek kalıyor. Fakat Erdoğan’ın aynı zamanda işçi sınıfını arkasına alması ve onları aslında kapitalizmin iyi bir şey olduğuna ama patronların bazen açgözlülük yaptığına ikna etmesi gerekiyor. O da tastamam buna uğraşıyor: “İşsizlik bana göre yapısal bir sorun değil, sanal bir sorun, insani bir sorun. Çünkü şu anda Anadolu'nun birçok yerinde bu işin başında olanlar, insani olarak, iş adamlarımızı söylüyorum, olaya yaklaşımda ne yazık ki parasal çıkar noktasındaki adımlarını birinci derecede ön plana çıkarıyor. ‘Ben nasıl daha fazla kazanırım’ derken, orada insanımızın sömürüsü yapılıyor, emek sömürüsü yapılıyor. Bu kadar açık konuşuyorum.” Ama Erdoğan kanunların patronların işçileri kolayca işten atmalarının önünde hiçbir engel teşkil etmediğinden bahsetmiyor. Ya da iş güvencesinin yasalarca teminat altına alınmasını sağlamaktan söz etmiyor. Bunlardan hiç mi hiç bahsetmezken, işçilere hoş gelecek sözlerle yetiniyor. Örneğin “emek sömürüsü”nü ağzına alıyor. Sanki emek sömürüsü kapitalizmin temel bir niteliği değil de açgözlü birkaç kapitaliste ait bir özellikmiş gibi bize vaaz veriyor. Diğer taraftan kriz, savaş gibi dönemlerde kadın ve çocuk emeğinin sömürüsünün alabildiğince arttığını tarih bizlere göstermektedir. Bunu bilen Erdoğan kadın işçilere de sesleniyor: “Özellikle bunu tekstil sektöründe çok acımasızca görüyoruz. Özellikle bunu bayanların istihdam edildiği yerlerde çok acımasızca görüyoruz. Ve sosyal güvencesi noktasında bile bu tür acımasız davranışların olduğunu görüyoruz. Şimdi sıkıştırdıkça da bunlar aslında yasal olarak var, sıkıştırdıkça bu defa feryada başlıyorlar. Ama biz artık üzerine üzerine bu işin gidiyoruz, gideceğiz.” Eğer işsizlik gerçekten ciddiye alınıyorsa ve amaç “sürdürülebilir” bir işsizlik değilse, işçi sınıfına iş güvencesi sağlanmalıdır. İş güvencesi garanti altına alınmadıkça 1,5 milyon işçi bugün işe alınır yarın ise kapı önüne konur. Üstelik bu iş güvencesi sadece yeni işe alınacakları değil bütün çalışanları kapsayacak şekilde olmalıdır. Bunu yapamayacak olanların işsizliğe çözüm önerisi Erdoğan’ın deyişiyle “sanal”dır!
Marksist Tutum okuru bir kamu emekçisi

NAZIM'DAN

antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
(…)
bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
(Nazım Hikmet)

Güler Zere Yaşamını Yitirdi

Güler Zere Yaşamını Yitirdi
Hapishanede, tutukluluk koşullarında kanser hastalığına yakalanan Güler Zere, serbest bırakılmasının üzerinden altı ay geçmeden kansere yenik düştü. Zere’nin tedavi süreci 2008 yılının Ağustos ayında ağzında açılan yara üzerine doktora başvurmasıyla başlamıştı. Fakat doktorların ve hapishane yönetiminin tedavi sürecini aksatması nedeniyle müdahale süreci geciktirildi. İlaçla geçiştirilmeye çalışılan ağrılarının kanserden olduğu anlaşıldığında da tedavi süreci oldukça ağır işletildi. Hastane koğuşunda yer olmadığını bahane eden hastane yönetimi, Zere’nin hastaneye yatırılmasına ve tedavi edilmesine engel oldu. Adli Tıp Kurumu da tedavinin hapishanede yürütülmesi gerektiğine dair rapor sunarak Zere’nin tedavisinin aksamasında büyük bir rol oynadı. Devrimci dostlarının ve birçok demokratik kitle örgütünün bir araya gelerek Güler Zere’nin ve tüm hasta tutukluların serbest bırakılması talepleriyle yaptıkları eylemlere devlet uzun bir süre sessiz kaldı. TTB’li doktorlar, Zere’nin hastalığına dört ay önce müdahale edilmiş olsaydı iyileştirilebileceğini söylüyorlardı. Devlet, beklemeye devam etti. Ve ancak iyileşemeyeceğine kesin kanaat getirdikten sonra, güya insani davranışta bulunarak, geçtiğimiz Kasım ayında tahliye edildi Zere. Tahliye edildikten sonra yatakta kalmaya gönlü razı olmadı Zere’nin. Hapishanede hastalıklarla boğuşan tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılması için yapılan eylemlere katılarak destek verdi. Devlet devrimcileri ölüme terk etmeye, katletmeye devam etmektedir. Burjuvazi baskıyla, şiddetle sosyalistlerin gözünü korkutabileceğini, işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçebileceğini sanıyor. Burjuvazi tarihsel bir yanılgı içerisindedir. Birleştiğinde nasıl dev bir güç haline gelebileceğini gören işçi sınıfı, sermaye sınıfından ve onun devletinden yaptıklarının hesabını soracaktır.

YORUM YOK

12 Mayıs 2010 Çarşamba

YORUM YOK

MUMLAR

TAKİYE

TAKİYE'YE TEHDİT MESAJLARI YAĞIYOR
Yurtdışında yaşayan gurbetçilerimizi dolandıran şirketlerin hikayesini anlatan ' Takiye ' filmine tehdit mesajları geliyor.Filmfabrik adına yapımcı Kadir Sözen, bir açıklama yaparak "Takiye filmi vizyona girdikten sonra hem Almanya'da ki ofise hem de Türkiye'de ki ofisimize mail ve telefon üzerinden tehditvari mesajlar gelmektedir. Ayrıca filmi desteklediğini söyleyen Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği ofislerine de tehdit telefonları gelmektedir. Gelen bir e-mail filmin İslam düşmanı insanlar tarafından yapıldığını ve yaptırıldığını öne sürüyor. Oysa film İslam adı altında insanların duygularını sömürüp onlardan ekonomik olarak faydalanmaya çalışan sahtekarların geçek yüzlerini ortaya sermektedir. Son 20 yıldır başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa'da yaklaşık 1 milyon insandan toplanan paranın 20 milyar dolar olduğu söylenmekte. Hatta TBMM tarafından kurulan meclis komisyonunun raporuna göre 12 milyar dolar para toplanmıştır. Filmfabrik olarak biz insanlara büyük acılar,travmalar yaşatmış bu meseleyi kendi doğrularımız,sezgilerimiz ve sinemacı birikimimizle ele alarak bir film olarak tasarlayıp hayata geçirdik ve şu anda tüm Türkiye'de sinemalarda oynuyor.Bu mesajları,tehditleri okudukça ve gördükçe yaptığımız için doğruluğundan bir kez daha emin oluyoruz." dedi.

11 Mayıs 2010 Salı

2008 YILI BAŞLARI

2008 yılı başları..
Bayburt.un Çayıryolu beldesi sakinleri, belediye hoparlöründen bir anons işitir:
-Sayın Çayıryolu sakinleri, beldemize 100 bin lira bağışta bulunan inşaat şirketine teşekkür ederiz!
Çayıryolu sakinleri, bu hayırseverliğin sebebini soruşturmaya başlar. Derken Bayburt Defterdarlığı.nın 239 bin 879 metrekarelik arsa satacağını, arsanın da kendi beldeleri içinde olduğunu öğrenirler.
14 Temmuz 2008 tarihinde yapılacak ihalenin bedeli, 1 milyon 250 bin liradır. Açık teklif usulü ile yapılacak ihaleye katılmak için 375 bin lira geçici teminat yatırmak gerekmektedir.
Söz konusu arsaya 220 konut, 3 fabrika bir okul ve bir cami yapacağını söyleyen firma, ihaleye katılmamıştır.
İhale 20 Ocak 2010 günü tekrar yapılacak. Bu arada ihale yapılmadığı halde, bölgede şantiye kuran şirketin faaliyetleri Bayburt valisi tarafından durduruldu!
Defterdarlığın, satışa sunduğu arazi ise köyün merası! Kanuna göre meraların vasfı değiştirilemiyor. Yani Mera Kanunu da ihlâl ediliyor.
* * *
Yine 2008 başları.
İstanbul.dan gelen iki gazeteciden kadın olanı, ABD.nin resmi yetkilisi gibi konuşarak, Kuzey Irak.taki Mahmur kampı sorumlusuna, .Kampa iki bin kişi daha alacaksınız. ABD bu işi bitirecek, Kürt devleti kurulacak. demektedir.
Mahmur kampında o sırada 10 bin kişi vardır. Katılacak olan iki bin kişi Kandil.den gelecek olan PKK.lılardır. Mahmur kampı dışında bölgede beş kamp daha vardır ve toplam nüfusları 30 bine yaklaşmıştır.
* * *
Çayıryolu sakinlerinden biri, şüphelenmiştir. 400 hanesi bile bulunmayan, köy iken belde ilan edilmiş, eski adı Sünür olan bu köyde yapılacak 220 konutta kim oturacak, kurulacak fabrikada kim çalışacaktı. Çevre köylerden gelenlerle birlikte köydeki iki okulda okuyan ilkokul öğrencilerinin sayısı 381 idi. Yani beldenin okul ihtiyacı da yoktu.
Köy derneğine, .Size bu konutları pazarlamak, satmak için başvuran oldu mu?. diye sorar, . hayır. cevabını alır. Bu köyde herkesin evi, yurdu vardı.
Sorup soruştururken bir toplantıda AKP.li bir yetkili, kolundan tutup kendisini bir köşeye çeker. Der ki, .ABD, Trabzon limanını istiyor. Trabzon.u içerden karıştırmak istediler, beceremediler. Üstelik Genelkurmay Başkanı, Trabzon.da yaptırdıkları askeri limanda demirleyen Oruç Reis firkateyninde basın toplantısı yaptı ve herkese Trabzon.u ne kadar önemsedikleri konusunda önemli bir mesaj verdi. Bayburt.un Çayıryolu beldesi, stratejik olarak Trabzon.a hakim bir mevkidedir. Türbesi sizin beldede olan Akkoyunlu Kutlu Bey, Pontus devletini burada kurduğu devlet ile devamlı rahatsız etmişti. Fatih Sultan Mehmet de Trabzon.un fethi için bu güzergâhı kullanmıştı. Şimdi Trabzon.u rahatsız etmek için sizin köye Mahmur kampından getirilecek 1500 kişi yerleştirilecek. Böylece PKK.nın Karadeniz.e açılma stratejisi gerçek olacak. Konya.da da aynı sıkıntı var. Sizin köydeki 220 konutluk projenin parasını Dünya Bankası veriyor. Şimdilik kimseye bir bilgi verilmiyor ama plânlanan budur. Haberiniz olsun..
* * *
Konuyla ilgili MHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Bölükbaşı, .Mahmur Kampı, teröristlerin Türkiye gelişinde bir ara transfer istasyonu olarak kullanılacak. iddiasında bulunmuştu ve .Mahmur Kampı.ndan Türkiye.ye getirilecekler için özel yerler inşa edileceğini. açıklayan İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı suçlamıştı.

JOJOBA

Yüzyılın bitkisi Denizli'de üretilecek
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Biyoloji Bölümü, yağı, ağır sanayi, ilaç ve kozmetik sanayisinde kullanılan, 25 metreyi bulan kökleriyle de erozyon ve çölleşmeyle mücadeleye katkı sağlayan jojoba bitkisinin üretimi ve tohum ıslah çalışması için üretim merkezi kurdu.
2009 yılında ''PAÜ Kurumsal Altyapı Projesi'' olarak başlanan çalışmalarda, jeotermal sularıyla ünlü Sarayköy ilçesinde hazine arazisi kiralandı.
''PAÜ Jojoba Adaptasyon Merkezi'' adı verilen üretim merkezinde, jojoba tohumları bir ay önce toprağa ekildi.
Proje Yürütücüsü ve Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Yeşim Kara, Amerika kıtası bitkisi olan jojoba için kurulan üretim merkezinde, 3 hafta sonra ürün almayı hedeflediklerini dile getirdi.
Toprak seçiciliği olmayan bitkinin her türlü toprakta yetişebildiğini belirten Kara, bu nedenle tarımsal üretimde bir alternatif ürün olabileceğini söyledi.
Kara, merkezi sayesinde, biyoteknolojik olarak da değerlendirilecek olan bitkinin tohum maliyetlerinin de düşürülmesinin planlandığını ifade ederek, şöyle konuştu:''Ege Bölgesi'nde Denizli'de kurulacak mikroklimatik merkezlerde, çeşitli yöntemlerle jojoba yetiştiriciliği yapılacak. Bu projenin PAÜ'de gerçekleştirilmesi halinde, yüzyılın bitkisi olarak kabul edilen bitkinin tohum ıslahı çalışmaları Ege Bölgesinde ilk kez Pamukkale Üniversitesi tarafından yapılacak. Gerek jojoba bitki üretim tekniğinde, gerekse sera şartlarındaki çalışmalarda yeterli bilgi birikimine sahibiz. Projede yardımcı araştırmacı görevini yapacak olan Prof. Dr. Ramazan Mammadov, antioksidan ve yağ içeriği üzerinden çalışmalar yapacak.''Çiftçilere alternatif ürün imkanı verecek
Ege Bölgesi'nde tohum ve fide üretme merkezi olmadığından, Denizli'de tarımsal üretme teknikleri uygulanamadığını anlatan Kara, ''Biz, yapmaya başladığımız fide üretim tekniğiyle çiftçimize artık bu olanağı da sağlamayı amaçlıyoruz. Bu ürün, çiftçilerimize alternatif ürün ekme imkanı da sağlayacak'' diye konuştu.
Genel tohum ekimi yöntemiyle jojoba bitkisi yetiştireceklerini ifade eden Karaca, bitkiden elde edilecek yağ ile sanayi yağı konusunda dışa bağımlılıktan kurtulma olanağı sağlayacağını, uzun yıllar bozulmama özelliğiyle de Türkiye'ye büyük ekonomik katkı sağlayacağını belirtti.Kara, Jojoba bitkisinin toprak seçiciliği olmadığına dikkati çekerek, kırsal kesimdeki iş gücünün değerlendirilmesi sonucunda jojoba üretiminden elde edilecek yüksek kazanç ile kırsal kalkınmaya önemli düzeyde katkı sağlayacağını söyledi.
Bitkinin, 25 metreye kadar inen kökleriyle de erozyonu ve çölleşmeyi önleyeceğini vurgulayan Kara, "Jojoba bitkisi, diğer bitkilerin yetişmediği kurak, çorak, verimsiz ve eğimli topraklarda yetişebilmektedir. Düşük sıcaklık sorunu olmayan ekolojik ortamlarda, aynı zamanda mükemmel ağaçlandırma ve erozyon önleyici bir bitki özelliği taşımaktadır'' diye konuştu.Sağlık sorunlarına da iyi geliyor
Kara, hiçbir özel bakımı olmayan bu bitkiden elde edilen yağın yemeklik olarak da kullanılabileceği gibi, kanser, böbrek bozuklukları, saç dökülmesi gibi sağlık sorunlarının tedavisinde de kullanıldığını ifade ederek, ülke ekonomisine kozmetik, ilaç, tank yakıtı ve daha birçok alanda kullanılarak anlamlı bir katkı sağlayacağını ileri sürdü.
Jojoba bitkisinin üretiminin bugün İsral'in elinde olduğuna dikkati çeken Kara, Hindistan ile yağ ihracı yapan bu ülkenin tohumlarını hiçbir dış ülkeye satmadığını, dünyadaki mevcut üretiminin 2 bin ton olduğunu, ancak bu rakamın mevcut talebi karşılayamadığını, bu nedenle yeni üretim merkezlerine ve dikim alanlarına ihtiyaç duyulduğunu bildirdi.
Kara, jojoba bitkisinin üretim aşamasını tamamladıktan sonra, TÜBİTAK projesi hazırlayarak, bu bitkiden biyodizel tank yakıtı üretmeyi planladıklarını ifade ederek, ''Bu bitkinin yağı, ağır sanayinin birçok kollarında kullanılabilmektedir. Biyodizel tank yakıtı en maliyetli yakıtlardan biridir. Biz, jojobadan biyodizel tank yakıtı üreterek, bu alanda ülkemize katkı sağlamayı istiyoruz'' dedi.
11 Mayıs 2010

10 Mayıs 2010 Pazartesi

ECE AYHAN - SADRAZAM ALAYI

1. Bir sadrazam ölmüş; faytonu yokuş aşağı Sirkeci’ye götürülüyor eller üzerinde. Kara bir gemiyle Eyüp Sultan’a gömülecektir.
2. Yerine atanan bir istimbot da rıhtıma yanaşmış sarı şeritli ak. Yukarı hükümete iktidara çıkıyor.
3. İki alay karşılaşır yol ortasında. Bir gelgit. Ağır ve sert bakarlar birbirlerine durmak eylemi.

A.BEHRAMOĞLU'NDAN

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan

İSTİFA ETTİ

DARISI......

KENTİN YEŞİL ALANLARI OLAN PARK-BAHÇELERİN(YANİ CİĞERLERİMİZİN)
KAPALI ALANLARA ÇEVRİLMESİNE OKEY VEREN
MUHTARLIKLARI YEŞİL ALANLARIMIZIN ÜZERİNE KONUŞLANDIRTAN
KEŞAN BELEDİYESİNE
"kapak olsun"
darısı
KEŞAN BELEDİYESİNİN BAŞINA

Fikret Otyam çevre ödülünü reddetti

Fikret Otyam çevre ödülünü reddetti
Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin 13. Çevre Hizmet Ödülü çerçevesinde Türkiye ölçeğinde ödüle layık görülen gazeteci, yazar ve ressam Fikret Otyam, bu ödülü almayacağını bildirdi.
Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof .Dr. Bülent Topkaya'ya bir yazı gönderen Otyam, Türkiye ölçeğinde çevre hizmet ödülüne layık görüldüğünü hatırlatarak, gösterilen ilgiye ve sonucuna teşekkür ettiğini kaydetti.''Böyle bir ödülü yüreğimde ve ödül raflarımda taşımak kıvancım olacaktı'' diyen Otyam, yazısında şu ifadelere yer verdi:
''Sayın Kurul Üyelerinin 'çevre bilinci ve doğa sevgisinin gelişmesine' dair görüşlerime uymayan bir hususu, yürekten apaçık belirtmek isterim. Ben yaştaki (1926) sedir, çam ve nice ağaçların acımasızca kıyıma uğratıldığını acıyla izlerken ve bu acımazsızlığı/kıyımı kıyasıya eleştirirken, aynı amaçlı bir ödülün Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu'na da verilmesi, doğa sevgime ve bu konulardaki yazılarıma ters düşeceği; aldığım takdirde yaşanan orman katliamına ortak sayılacağımdan ödülünüzü alamayacağımı bildiriyorum. Beni anlayacağınızı umar, en içten saygılarımı sunarım.''
10 Mayıs 2010

7 Mayıs 2010 Cuma

GÜZELLİK BUDUR

DEVE KİNİ

Deve deyip geçmeyin, Kini çok derindir !..
İngiliz gazeteci, Sina'da karşılaştığı bir Bedevi'ye sorar: "Sence lider kimdir?" Bedevi; "Bir tanım yapmak yerine, bir öykü ile sorunuza cevap verebilir miyim?"der. Gazeteci; "Elbette, anlat öykünü" diye yanıtlar. Bedevi anlatır; "Benim gibi bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü'nde yol almaktadır. Birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nadiren tek tük görülen kuşlar, bu kez toplu halde, karanlığın aksi istikametine doğru, telaşla kanat çırpmaktadır. Çölün mutlak sessizliği, daha da yoğunlaşır sanki. Deneyimli Bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar. Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar. Sonra yine heybelerden, katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırın alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler. Son düğümü henüz atmıştır ki; fırtına bulundukları bölgeye ulaşır. Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağanağı, neredeyse delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir: “Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin?” der. Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve; “Peki, başını çadıra sokabilirsin.” diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır. Durmak bir yana, fırtına giderek daha da gemi azıya almaktadır. Deve, sahibine tekrar yalvarır; “Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım.” Biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de 'Peki' der Bedevi. Fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır; “Efendi, ne olur,hörgücümü de çadıra sokmama izin ver..” Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır. Bu duruma, Bedevi’den önce, deve tepki gösterir; “Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan.”
* * *
'Lider kimdir?' demiştiniz; Bu hikâyeyi mesnet alarak cevap vereyim. “Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır."
Atatürk'ten sonraki lider İsmet İnönü; Köy Enstitüleri'ni kapatarak, Cumhuriyet Devrimleri'nin kırsala uzanan kollarını kopardı. Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi. Sonraki lider Demirel; Menderes'ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi. Arada gelen ve çoğumuz tarafından, Cumhuriyet devrimlerinin, laisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir başka lider olan Ecevit, Fethullah Gülen ile muhabbetli olmaktan sonuç bekledi.
Sonraki lider Turgut Özal; Zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı. Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar. Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgâr gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu. Ecevit, Bahçeli, Yılmaz’lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti. Recep Tayyip Erdoğan’la devenin hörgücüde artık çadırın içine girmiştir…
Özetle;
Atatürk'ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra yavaş yavaş girmesine izin verdiler. İzin vermenin ötesinde teşvik ettiler.
Biz de Bedevi'nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:
1) Türkiye; '10Kasım 1938'den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, 72 yıl geçirmiştir.
2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine “vurmak” üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.
3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye'nin milli eğitim politikası “teokratikleştirilmiştir” ve “teokratikleştirilmektedir”.
4) 29 Ekim 1923'te gerçekleştirilen 'devrim', bila fasıla tam 87 yıl süren bir “Karşı devrim” ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.
Son söz:

"Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir." “Deve” deyip geçmeyin; kini çok derindir. Sizi çadırın dışına atacak kadar.

MİLLETİN VEKİLİ OLMAK

İş: T.C. Milletvekilliği

Görev tanımı: Parti başkanının vereceği talimat doğrultusunda mecliste parmak indirilip kaldırılacak. Sosyal haklar: Ayda 9,5 milyar TL maaş 2 yılda emeklilik hakkı Emekli olunca ömür boyu ayda 6 milyar TL maaş
Ülke Norveç:
Kişi başı milli geliri: 98.000 $.Milletvekili maaşı: 7.500 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: 65’ten sonra.Maaşın milli gelire oranı: % 7.6.
Ülke İsviçre:
Kişi başı milli geliri: 65.000 $.Milletvekili maaşı: 4.200 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 6.4.
Ülke Danimarka:
Kişi başı milli geliri: 64.000 $.Milletvekili maaşı: 5.000 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 7.8.
Ülke Finlandiya:
Kişi başı milli geliri: 52.000 $.Milletvekili maaşı: 4.000 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Memur gibi.Maaşın milli gelire oranı: % 7.6.
Ülke Hollanda:
Kişi başı milli geliri: 52.000 $.Milletvekili maaşı: 5.660 $.Yan ödeme: 150 $.Emeklilik: Memur gibi.Maaşın milli gelire oranı: % 10.8.
Ülke Avusturya:
Kişi başı milli geliri: 50.500 $.Milletvekili maaşı: 8.100 $.Yan Ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 16.
Ülke Belçika:
Kişi başı milli geliri: 47.000 $.Milletvekili maaşı: 5.064 $.Yan ödeme: 1.423 $.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 10.6.
Ülke İngiltere:
Kişi başı milli geliri: 46.500 $.Milletvekili maaşı: 6.200 $.Yan ödeme: Londra kenti9 gidiş-geliş bileti.Emeklilik: Memur gibi.Maaşın milli gelire oranı: % 13.3.
Ülke Fransa:
Kişi başı milli geliri: 46.000 $.Milletvekili maaşı: 4.648 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: 55 yaş sonrası.Maaşın milli gelire oranı: % 10.
Ülke İtalya:
Kişi başı milli geliri: 40.000 $.Milletvekili maaşı: 9.150 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Memur gibi.Maaşın milli gelire oranı: % 22,8.
Ülke İspanya:
Kişi başı milli geliri: 37.000 $.Milletvekili maaşı: 2.312 $.Yan ödeme: 1.500 $.Emeklilik: Memur gibi.Maaşın milli gelire oranı: % 4.
Ülke Çek Cumhuriyeti:
Kişi başı milli geliri: 21.000 $.Milletvekili maaşı: 1.900 $.Yan Ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 9.
Ülke Litvanya:
Kişi başı milli geliri: 15.000 $.Milletvekili maaşı: 820 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 5.4.
Ülke Polonya:
Kişi başı milli geliri: 14.000 $.Milletvekili maaşı: 1.893 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 13.5.
Ülke Ermenistan:
Kişi başı milli geliri: 4.000 $.Milletvekili maaşı: 200 $.Yan ödeme: Yok.Emeklilik: Yok.Maaşın milli gelire oranı: % 5.
ÜLKE
TÜRKİYE.
Kişi başı milli geliri: 10.000 $.
Milletvekili maaşı: 5.600 $.
Yan ödeme: Harcırahlı.
Emeklilik: Yaş sınırı yok.
Çifte emekli geliri var.Maaşın milli gelire oranı: % 56.
Küba'daki durum:
Milletvekili maaşı yok.
Beceriksiz çıkarsa, halkın geri çağırma hakkı var.
Emeklilik yok.Harcırah, yolluk yok.
Sadece ve sadece Küba halkına hizmet etme onuru var.

YORUM YOK

6 Mayıs 2010 Perşembe

NERMİN HOCA

Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı. Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Evlenme teklif eder ve evlenirler. İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızı olur. Kızına Nermin adini verir. Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir. Baba İzmir’de ölür. Aile, geçim sıkıntısına düşer. 14 yasındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur. Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır. Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir. Annesinin haberi olmadan Türk Büyükelçiliği’ne başvurur. Ona bir pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler. Bası sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir. Olayı öğrenen annesi de ona destek verir. Üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk baslar. Tren, Türkiye topraklarına girer. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu çok ilginç bulur, giriş izni de hemen verilir. Öykü uzun... Küçük Nermin, İstanbul’da bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır. İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar. Türkçenin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır. Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar. Tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savunur, savunur, savunur... Bir oğlu olmuş, adını da Mustafa Kemal koymuştur... Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi. Deniz Baykal da sonradan yetişmişti. Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yasam öyküsünü anlattı bize... Ve sözlerini söyle noktaladı: - Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım. Niçin Kemalist olduğumu, öyle sanıyorum ki artik anlamışsınızdır... Çok etkilendiğim bu öyküyü yazdığımda, sonunu söyle bağlamıştım: 'Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz...' Bakıyorum da aradan gecen zamanda, ne Nermin Hoca’nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not... Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi! ..”
Bazen küçük bir hayat hikâyesi, binlerce kitaptan çok daha fazla şey anlatır.
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 1990

6 MAYIS 1972

YUSUF ASLAN
Sevgili Babacığım,Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri, benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum. Babacığım, bu olayda da annemin ve Yücel’in, senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğlun bir günde öldürülmesi, kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum. Babacığım annemi ve Yücel’in, senin desteklerine muhtaç olduklarını söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim. Benim için her zaman bol bol öpün. Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarım ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel’i, ablamı, Aziz abiyi, hasretle kucaklarım babacığım. Sağlıcakla kalın“Bizler asılarak bir defa şerefimizle öleceğiz.Fakat,sizler bizleri asanlar şerefsizliklerinizle her gün öleceksiniz.Kahrolsun ABD emperyalizmi.Kahrolsun faşizm.Yaşasın tam bağımsız Türkiye”
HÜSEYİN İNAN
Babama, Anneme, Kardeşlerime ve Akrabalarıma, Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanin sonunda karşılaşacağı tabii sonuç bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acılarınızı tahmin ediyorum. İlerde durumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler !… Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil… Candan selamlar.
DENİZ GEZMİŞ
Baba; Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969′ ölen arkadaşım Taylan Özgür’ ün yanına gömülmek istiyorum. Oğlun Deniz Gezmiş

Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur, her taraftan gelir

Deniz Gezmiş, yakalanıp Ankara’ya getirildikten sonra İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile basının önüne çıkarıldı. Basın mensupları önünde yaşanan dialog şöyledir:
- İşte bu pejmürde kılıklı adam, THKO’nun kumandanı imiş, iyi bakın kılığına, kıyafetine, suratına…
- Ben THKO kumandanı değil, neferiyim.
- Sen kahraman mısın?
Deniz Gezmiş- Siz de kahraman oldurunuz için istifa ettiniz değil mi? Siz Demirel’in neferisiniz, ben THKO’nun…(12 Mart muhtırasından sonra Demirel hükümetinin istifasına gönderme yapıyor)
Bakan Menteşoğlu- Nereye gidiyordunuz?”
Deniz Gezmiş- Devrime…
Bakan Menteşoğlu- (Eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz Gezmiş
- Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur, her taraftan gelir

DÜŞENLERE

DÜŞENLERE

"yarin yanağından gayrı paylaşmak için herşeyi"
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgarıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında

6 MAYIS

sizin ölmenizi emredenler

sanmasınlar ki;

sonsuza değin yaşayacaklar

4 Mayıs 2010 Salı

ŞİİR

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.
Jose Marti

ARKADAŞ - M.DEMİRAĞ

Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş

Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş

Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince, her derde, kedere

Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele

Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş

Bir gün gelip, ayrılsak bile seninle arkadaş

(Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş)

Evet arkadaş;kim olduğumu, ne olduğumu

Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana

Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın

Bana yürümeyi öğrettin yeniden

El ele ve daima ileriye

Bir gün.

Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile

Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız

Ve aynı yolda yürüdükçe Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir

Ayrılsak bile kopamayız

No Pasaran !