Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır....
Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu bağırıp, çağırarak tekmelerler. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir. Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve:
- "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim" der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der:
- "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim."
-Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları:
- "Bakın" der:
- "Henüz maaşımı alamadım, bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?"
- "Olanaksız bayım" der içlerinden biri,
- "Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz."
BİR ŞEY YAPMALI
CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN
.....................
cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak
.................
Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi
23 Ocak 2011 Pazar
SESLENİŞ
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o b...üyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşında kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutama bizi...
Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, prangalar vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi...
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
Uğur Mumcu
22 Ocak 2011 Cumartesi
Doğayı Yok Etmede Avrupa Birincisi Olduk
Doğayı Yok Etmede Avrupa Birincisi Olduk
Avrupa'nın kuşlarıyla ilgili yapılan son değerlendirmelere göre Türkiye'nin kuş türlerini ve doğal yaşam alanlarını Avrupa'da en hızlı kaybeden ülke olduğu anlaşıldı. Türkiye'nin kuşlarının neslinin tükenmesinin ana nedeni HES ve barajlar.
Rapora göre geçtiğimiz 10 yıl içinde doğal yaşam alanlarının kaybolması nedeniyle Türkiye'deki 465 kuş türünün en az yüzde 55'i ciddi oranda azaldı. Kuşların yok oluş hızında Türkiye’yi, yüzde 46,4'lük bir oranla AB üyesi İsveç takip ediyor. Kuşların en iyi korunduğu ülke ise İngiltere. İngiltere'de son on yılda kuş türlerinin yüzde 37,6'sının nüfusu arttı.
Bilimsel çalışmalar, Türkiye'de kuş türlerinin ve doğal alanların yok olmasının ana nedeni HES (hidroelektrik santal) ve barajlar olduğunu ortaya koyuyor. 2000'den çok HES ve binlerce baraj ile Türkiye'nin Avrupa'nın en çok HES ve baraj inşaatı yapan ülkesi olduğu biliniyor. HES ve baraj yapımlarında doğanın korunması ile ilgili hiçbir esas dikkate alınmadığı için pek çok akarsu ve sulakalan kuruyor. Türkiye'de kaybedilen sulak alan miktarı Marmara Denizi'nden daha büyük bir alan kaplıyor. Hızla kaybedilen doğal yaşam alanlarının başında akarsular, bozkırlar ve kıyı alanları yer alıyor.
Turnalar ve en nadir bitkiler yok oluyor
HES ve baraj inşaatları nedeniyle kaybolan türler arasında Anadolu kültürünün ayrılmaz parçası turnalar da yer alıyor. Türkiye'de ondan daha az tellli turna kaldığı tahmin edilirken, eskiden daha yaygın olan turnanın sayısının ise elliden daha az olduğu kabul ediliyor. HES ve baraj inşaatları durmadığı takdirde, on yıl içinde en az üç kuş türünün tümüyle yok olacağı tahmin ediliyor. Dünyada sadece Türkiye'de yaşayan yaklaşık 500 bitki türünün de yine HES'ler nedeniyle on yıl içinde yeryüzünden silineceği tahmin ediliyor. HES ve barajların zarar verdiği türler arasında Akdeniz foku gibi deniz canlıları da yer alıyor. Nehirlerin denize taşıdığı besin maddelerinin HES ve barajlar nedeniyle azalması sonucunda Akdeniz foku ve pek çok canlının nesli azalıyor.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken yaptığı açıklamada, “Kuşlar doğanın erken uyarı sistemleridir. Eğer doğada bir sorun varsa bunu ilk olarak oradaki kuşlardan gözlemlersiniz. Çünkü kuşların uçarak oraya terk etme kabiliyeti vardır. Son yayımlanan bu bilimsel rapor da bize gösteriyor ki Türkiye’de kuşların artık kaçacak alanları dahi kalmamış. Sayıları her yerde olağanüstü bir hızla azalıyor. Zengin Anadolu doğasına verilen bu zarar doğa dilinde başka türlü anlatılamaz” dedi.
Yapımı planlanan HES’lerin, kuşlar için olduğu kadar doğa ve kırsal yaşam için de büyük bir yıkım olacağını kaydeden Eken şunları söyledi:
“Türkiye’de ki canlı çeşitliliğinin yüzde 90’ına yakını Önemli Doğa Alanı dediğimiz Türkiye geneline dağılmış sınırları belli 305 alanda toplanmış durumda. Bu alanlar uluslar arası öneme sahip ve Anadolu’nun zengin biyoçeşitliliğinin devamı açısından korunması gereken alanlar. HES ve barajlar nedeniyle bu alanların neredeyse tamamı tehdit altında. Eğer HES ve baraj projeleri hayata geçirilirse bu alanlarda yaşayan canlı türleri geri dönüşü olmayan bir şekilde yok olacak. Ne yazık ki bu bilimsel bir gerçek.”
HUKUKÇULAR: ISLIKLI PROTESTO SUÇ DEĞİLDİR
Islık protestosu sokağa indi
Galatarasaylılar, Aslantepe'deki ıslık protestosu için sokaklara döküldü.
Saat 14.00'te başlayan ve 2 saate yakın yürüyüşe, binlerce kişi katıldı..
Galatasaray, FenerChe gurubu ve Beşiktaş'lıların da katıldığı taraftarlar ve vatandaşlar ıslık protestosuna karşı yürütülen baskıları kınamak için Taksim'de yürüdü.
Ellerinde "Senden büyük Allah var, susmayacağız, Şah değil padişah değil, önce ter dökenler kazanacak" yazılı pankartlar taşıyan taraftarlar olaysız bir şekilde dağıldı.
21 Ocak 2011 Cuma
"Eczaneler içler acısı durumda"
"Eczaneler içler acısı durumda"
Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanı Erdoğan Çolak, son yıllarda hükümetin yaptığı değişikliklerle başta sağlık alanı olmak üzere, eczacıların, "işçileşmeye" başladığını ifade etti.
Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanı Erdoğan Çolak, başta devlet ve özel hastaneler olmak üzere kamuda ve sanayide eczacı istihdamının artırılması gerektiğini belirtirken, mesleğe yeni atılmış eczacıların kendi işinin sahibi olarak sağlık hizmeti vermelerinin zorlaştığını söyledi.
Çolak, son 30 yılda ülkede ve tüm dünyada yaşanan değişimlerin, hem mesleki hem de toplumsal şemaları ciddi biçimde değiştirdiğini ifade etti. Çolak, "TEB Haberler" dergisindeki açıklamalarında, eczacılar açısından en önemli adımın işçi ve işçi emeklilerinin serbest eczanelerden ilaç alması ile atıldığını söyledi. Çolak, hükümetin sağlık alanındaki değişiklikleriyle bu durumun bir yandan hizmet sunulan nüfusu genişlettiğini ancak, diğer yandan da mesleği kamu uygulamalarına bağımlı hale getirdiğini ifade etti.
"Kamunun memurları gibiyiz"
Kısa ya da uzun vadede bu uygulamanın değişeceğini öngörmediklerini belirten Çolak, bu gelişmeler sonucunda eczacıların yalnızca gelirlerinin azalmadığını, artık "kamunun memurları" gibi çalışmak zorunda bırakıldıklarını söyledi.
Bu sürecin bir bütün olarak, meslek perspektifini değiştirdiğini, bu sürecin yalnızca izleyicisi olmadıklarını belirten Çolak, dünyadan gelen rüzgarın belirlediği birtakım yapısal büyük değişikliklerden de ne kendi hayatlarını ne de mesleki davranışlarını tam olarak koruyamadıklarını aktardı.
"Mücadele halindeyiz"
Erdoğan Çolak, meslek örgütü temsilcileri olarak siyasi, bürokratik ya da ekonomik düzenlemelerin iyileştirilmesi, meslektaşlarının ekonomik ve sosyal açılardan korunması ve güçlendirilmesi içim mücadele halinde olduklarını belirterek, şöyle dedi:
"Bu mücadelemiz de sürecektir. Ancak ortadaki manzaraya baktığımızda, bunu yeterli olmadığını düşünüyorum. Bugün yalnızca ekonomik mücadele yeterli olmaz. Bizler bugün hem kendimizi hem de toplum için, mesleğimizin anlam şemalarını yani, algılanışını ve işleyişini yeniden tarif etmeliyiz."
Çolak, bunun için yapılması gereken ilk adımın da mesleğin rotasını belirlemek gerektiğini, yani "geleceğe bir ışık yakmak için bugünün fotoğrafını iyi çekmek" olduğunu belirterek şu noktaların altını çizdi:
"Bugün yaşananların adımları, geçmişte atılmıştır. Bugün atılan adımlar ise, geleceği kuracaktır. Bu nedenle, bugün kendi ideal meslek anlayışımızın somut adımlarını birlikte atmalıyız. Bize göre geleceğin eczacılığının merkezinde bir sağlık danışmanı olarak topluma çeşitli hizmetler üreten eczacı bulunmaktadır."
Çolak, bunun için eksiklikleri tespit edip gerekli adımları atmalarının gerektiğini söyledi. Çolak, gerçekleştirilen Eczacılık Kongresi'nde de, var olan sorunları anlamak, farklı çözüm önerilerini birlikte tartışarak, geleceği bugünden kurmak için kolektif bir adım attıklarını belirtti.
21 Ocak 2011
19 Ocak 2011 Çarşamba
12 Ocak 2011 Çarşamba
YORUMU YOK
Heyhat, müminlerin ve agnostiklerin de ortak olduğu... dinsel bir tutuma destek vermek için, ekonomik düzene evrensel itaatten daha iyi ne olabilir? Yaşamak yerine sürünerek hayatta kalma zorunluluğunun katlanılmaz sefaletine, gezegen çapındaki kaynakların yok olma tehdidi de eklendi. Öyle ki, insan soyunun, başta kendi insanlığı olmak üzere, her şeyi feda ettiği bu sürünerek hayatta kalmak bile artık garanti değil ve halklar arasında karşılıksız bir kurban edilmeden, terkedilmişlik duygusundan, deyim yerindeyse rıza gösterilmiş bir ölümün kabulünden başka bir şey hüküm sürmemektedir.
Din, maneviyat adına reddetse de, maddi çıkarları yönetmekten hiç geri kalmaz. Yoksulluk ve merhamet, ölüm ve öte dünya, günah ve günahın satın alınması pazarlarından az kâr sağlamadı!
Yoksullaşma ölü sermayenin aşırı büyümesiyle at başı gidiyor. Sefaletin ve ıstırabın büyüdüğü yerde, din açgözlülükle burnundan soluyor.
Din, sömürü sözleşmesini semavi bir vekâletin sürekliliği üzerinde kuran ve köleliğin silahlarıyla mücadele ettiği totalitarizmi sürekli yenileyen ekonomi anlayışıdır.
Din, yıkıcılığa ve itaatsizliğe varana dek diz çökmedir.
İnsanın insan tarafından yaratılmasını küçümseyen ve engelleyen her tutum, inkâr edilemez bir şekilde dinseldir.
Raoul Vaneigem
KIVIRCIK ALİ'NİN ANISINA
ISIRGAN OTU
Yaylalara veda ettik veda dağlara
Yatağı yorganı alıp düştük yollara
Külü çemeni değiştik kör betonlara
Köyü düşündükçe anam içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Gülü çemeni değiştik kör betonlara
Köyü düşündükçe anam içimyanıyor
Yanıyor da ciger aney yürek kanıyor
Burda dost bildiğin anam ısırgan otu
Elini tuttun mu bil ki elin yanıyor
Şeref ekmek bulamazken şerefsiz bulur
Götürdükçe ciger aney içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Şeref ekmek bulamazkenşerefsiz bulur
Götürdükçe ciger aney içimyanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Hasan dayımınan damda harman savurmak
Gülsüm güller Asumana suda rastlamak
Bahraçta tutan yoğurda parmağı banmak
Aklıma düştükçe anam içim yanıyor
Yanıyor da ciger aney yürek kanıyor
Bahraçta tutan yoğurda parmağı banmak
Aklıma düştükçe anam içimyanıyor
Yanıyor da ciger aney yürek kanıyor
Burda dost bildiğin anam ısırgan otu
Elini tuttun mu bil ki elin yanıyor
Şeref ekmek bulamazken şerefsiz bulur
Götürdükçe ciger aney içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Şeref ekmek bulamazken şerefsiz bulur
Götürdükçe ciger aney içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
Burda dost bildiğin anam ısırgan otu
Elini tuttun mu bil ki elin yanıyor
Şeref ekmek bulamazken şerefsiz bulur
Götürdükçe ciger aney içim yanıyor
Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor
11 Ocak 2011 Salı
7 Ocak 2011 Cuma
Hür Adam: Dinmeyen bir öfkeye dair
Hür Adam: Dinmeyen bir öfkeye dair
"Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi"ye dair ne söylenebilir; bir özyaşamöyküsünden ziyade, tarikat odaklı, dini motifli, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir siyasi propaganda için çekildiği zaten malum iken.
Alper Turgut
Belki, Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir filmin yapamadığı oranda ve günümüz koşullarının da yardımıyla hatlarını gayet belirgin çizdiğini, hedefini direkt belirlediğini vurgulayabiliriz. Elbette, sistem eleştirilebilir, yanlış sorgulanabilir, bir dönem masaya yatırılabilir. Ancak bunca hınç ve öfke niye? Sonuçta; doğruluğu tam olarak kanıtlanmamış bilgilerle bir kurmaca film çekiyorsunuz, hayali de değil, somut olarak algılansın istiyorsunuz. Peki, bu, “mevcut” düşmanlığı körüklemekten öte ne işe yarıyor?
Film, henüz vizyona girmeden önce hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma açılmıştı. Yönetmen Gani Rüzgar Şavata da “Hür Adam'ın senaryosunun kendisine ait olduğunu iddia ederek, filmin yapımcısı, yönetmeni ve senaristi Mehmet Tanrısever hakkında suç duyurusunda bulundu.
Şimdi bu soruşturma ve iddiaların, alenen cemaat ve tarikat propagandası yapan, biyografiden çok, Atatürk ve Cumhuriyet ile hesaplaşmayı eksenine oturtan Hür Adam'ın, gişede ekmeğine yağ süreceğini düşünüyorum. Evet, reklâmın iyisi, kötüsü olmaz. Filmin yönetmeni Mehmet Tanrısever'i daha çok “Minyeli Abdullah” ile hatırlıyoruz. Hür Adam'ın basın gösterimi çıkışında, bizlere, Tanrısever'in “Varolmanın Yolunda Zengin Olmak” adındaki kitabı dağıtıldı. Kendi deyimiyle “Sıradışı bir hayatın öyküsü”nde, Tanrısever'in aynı zamanda bir sanayici olduğunu da öğrenmiş olduk. Bazen yönetmenler (ister ve arzu ederlerse), filmlerinde oynayabilir, tonla örneği var. Ancak bir yönetmenin, biyografide, yani gerçeklik taşıdığı iddia edilen bir filmde, üstelik aynı dönemde yaşamadığı halde, kendi adıyla dâhil olduğunu ilk kez gördük. Mehmet Tanrısever, cemaat ile birlikte resmen sıraya girmiş Saidi Nursi'den helallik alıyor ve din adına yaptıkları için Saidi Nursi, onu tebrik ediyor, sinema tarihinde böyle bir şey yok. Filmin, 160 dakikayı aşan süresi ve sıkça ve illallah dedirtecek denli tekrara düşmesi de, bir başka eksik yanı. Isparta’ya bağlı Barla’ya sürgüne gönderilen Saidi Nursi’nin, gelecekte okullar açacağız, dünyanın her yerinde şubelerimiz olacak sözüyle de, sanki günümüze atıfta bulunuluyor. Gelelim, Hür Adam’daki Saidi Nursi’nin Atatürk ile karşılaştığı o tuhaf sahneye. Film boyunca hep alçakgönüllü olan, kimseye sesini yükseltmeyen Saidi Nursi, Atatürk’ün karşısında bacak bacak üstüne atıyor ve bir anda gürlüyor, bildiğiniz fırça atıyor. Dini ulema, aniden siyasete soyunuyor. Amaç mı? Bırakın, bunu sağır sultan bile biliyor.
7 Ocak 2011
Hür Adam mış.....
HİÇ BİR AHLAK KURALI,BİR ULUSUN KURTULUŞ SAVAŞINI VERMİŞ,ÖNDERLİĞİNİ YAPMIŞ İNSANIN KARŞISINDA BACAK BACAK ÜSTÜNE OTURMAYI,HİDDETLE ÇIKIP KAPIYI ARDINDAN ÇARPMAYI DOĞRU VE KİBAR DAVRANIŞ OLARAK GÖREMEZ VE BÖYLE BİR DAVRANIŞI ALKIŞLAYAMAZ.ALKIŞLAYANLAR ANCAK VE ANCAK O KABA EYLEMİN TAKİPÇİLERİ OLABİLİR.
CUMHURİYETİN KURUCUSU VE ULU ÖNDERİ,LAİKLİĞİ COĞRAFYAMIZA GETİREN ATA'MIZA KARŞI YAPILAN BU SAYGISIZLIĞIN TEK ANLAMI CUMHURİYETİ VE LAİKLİĞİ HAZMEDEMEMEKTİR.
BU KABA DAVRANIŞ ANCAK VE ANCAK CUMHURİYET VE ONUN GETİRDİĞİ DEVRİMLERE KARŞI TARAF OLAN ŞERİATI GETİRMEK İSTEYENLERİN DAVRANIŞIDIR. BU KABALIĞI İNSANA DAİR OLAN HER TÜRLÜ SOSYOLOJİK DÜŞÜNCE KABALIK VE HÜMANİSTLİK DIŞI EYLEM-GERİCİLİK-BAĞNAZLIK-YOBAZLIK OLARAK BETİMLEYEBİLİR ANCAK
ŞİMDİ BÖYLE İĞRENÇ BİR FİLM YAPANLAR VE YARDAKÇILARI SANMASINLAR Kİ;ATAMIZIN LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETİNİ YIKIP ,KENDİ SİSTEMLERİNİ KURABİLECEKLER .....
SONUNA KADAR KARŞILARINDAYIM
SONUNA KADAR KARŞILARINDAYIZ
2 Ocak 2011 Pazar
DÜŞENLERE
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgarıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
No Pasaran !