Sosyalist Enternasyonal’in Konumu ve Görevleri
V. İ. Lenin
Bugünkü bunalımın en vahim özelliği, Avrupa sosyalizminin resmi temsilcilerinin çoğunluğunun burjuva milliyetçiliğine, şovenizme yenik düşmesidir. Tüm ülkelerin burjuva basınının onlardan kâh alayla kâh lütufkâr bir övgüyle bahsetmesinin geçerli sebepleri var. Sosyalist kalmak isteyen biri için, sosyalizmdeki bu bunalımın nedenlerini açıklamak ve Enternasyonal’in görevlerini analiz etmekten daha önemli bir vazife olamaz.
Bu bunalımın, ya da daha doğru ifade edelim, İkinci Enternasyonal’in çöküşünün oportünizmin çöküşü olduğunu kabul etmekten korkanlar var.
Örneğin Fransız sosyalistleri arasında oybirliğinden ve sosyalizmdeki eski grupların savaş sorunundaki tutumlarını güya değiştirdiklerinden bahsediliyor. Ne var ki bunlar temelsiz iddialardır.
Sınıf işbirliğinin savunulması; sosyalist devrim düşüncesinin ve devrimci mücadele yöntemlerinin terk edilmesi; burjuva milliyetçiliğine uyarlanma; milliyet ve ülke sınırlarının tarihsel olarak gelip geçici olduğu gerçeğinin unutulması; burjuva yasallığın fetişleştirilmesi; “halkın geniş kitlelerini” (yani küçük-burjuvaziyi) kendisinden uzaklaştıracağı korkusuyla sınıf bakış açısından ve sınıf mücadelesinden vazgeçilmesi –bunlar kuşkusuz oportünizmin ideolojik temelleridir.Sınıf işbirliğinin savunulması; sosyalist devrim düşüncesinin ve devrimci mücadele yöntemlerinin terk edilmesi; burjuva milliyetçiliğine uyarlanma; milliyet ve ülke sınırlarının tarihsel olarak gelip geçici olduğu gerçeğinin unutulması; burjuva yasallığın fetişleştirilmesi; “halkın geniş kitlelerini” (yani küçük-burjuvaziyi) kendisinden uzaklaştıracağı korkusuyla sınıf bakış açısından ve sınıf mücadelesinden vazgeçilmesi –bunlar kuşkusuz oportünizmin ideolojik temelleridir. Ve İkinci Enternasyonal önderlerinin çoğunun bugünkü şovenist ve yurtsever ruh halinin üzerinde geliştiği zemin budur. Değişik bakış açılarına sahip gözlemciler, İkinci Enternasyonal önderliği içerisinde gerçekte oportünistlerin ağır bastığına uzun zamandır işaret ediyorlardı. Aslında savaş basitçe, hızla ve göze batan bir şekilde, oportünizmin bu yaygınlığının gerçek boyutlarını açığa çıkarmıştır. Bunalımın olağanüstü keskin oluşunun eski gruplar içerisinde bir dizi harmanlanmaya yol açmış olmasında şaşırtıcı olan hiçbir şey yoktur. Ne var ki, bir bütün olarak bakıldığında, bu tip değişimler yalnızca bireyleri etkilemiştir. Sosyalizm içerisindeki eğilimler aynı kalmıştır.
Fransız sosyalistleri arasında tam bir oybirliği mevcut değildir. Vaillant bile Guesde, Plehanov, Hervé ve diğerleriyle birlikte şovenist bir çizgi izliyor. Vaillant, bugünkü savaşın emperyalist bir karakterde olduğunu ve Fransız burjuvazisinin en az diğer ülkelerin burjuvazisi kadar bu savaşın patlak vermesinden sorumlu olduğunu söyleyen bazı Fransız sosyalistlerinden protesto mektupları aldığını itiraf etmek zorunda kaldı. Bu protesto seslerinin yalnızca muzaffer oportünizm tarafından değil aynı zamanda askeri sansür tarafından da boğulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Britanya’da, Hyndman grubu (Britanya Sosyal-demokratları –Britanya Sosyalist Partisi) tümüyle şovenizmin pençesine düştü; sendikaların yarı-liberal önderlerinin çoğunun da durumu budur. Şovenizme direniş, oportünist Bağımsız İşçi Partisi’ndeki MacDonald ve Keir Hardie’den geldi. Bu kuşkusuz kaidenin istisnasıdır. Ne var ki, Hyndman’a uzun zamandır muhalif olan bazı devrimci Sosyal-demokratlar bugün Britanya Sosyalist Partisi’nden ayrılıyorlar. Almanlarda ise durum nettir: oportünistler kazandı; sevinç içerisindeler, hallerinden hoşnutlar. Kautsky’nin başını çektiği “Merkez” oportünizme yenik düşmüş ve onu en ikiyüzlü, en bayağı ve kendini beğenmiş bir safsatacılıkla savunuyor. Protestolar devrimci Sosyal-demokratlardan geliyor –Mehring, Pannekoek, Karl Liebknecht, Almanya ve İsviçre’nin Almanca konuşan kesiminden bir dizi başkası. İtalya’da da saflar çok belli: aşırı oportünistler, Bissolati ve şürekası, “anavatan” savunusundan, Guesde-Vaillant-Plehanov-Hervé’den yana. Devrimci Sosyal-demokratlar (Sosyalist Parti) Avanti! önderliğinde şovenizmle savaşıyor ve savaştan yana olanların burjuva ve bencil tabiatını teşhir ediyorlar. İleri işçilerin geniş bir çoğunluğunun desteğine sahipler. Rusya’da, tasfiyeciler kampının aşırı oportünistleri, basında ve halka açık konferanslarda seslerini şovenizmi savunma lehinde yükselttiler bile. P. Maslov ve Y. Smirnov, anavatanın savunulması gerektiği bahanesiyle Çarlığı savunuyorlar. Görüyorsunuz işte, Almanya “bizi” savaşla tehdit ederek ticari anlaşmalar dayatmak istiyor, Çarlıksa (buna inanmamız isteniyor) Rusya nüfusunun onda dokuzunun iktisadi, siyasi ve ulusal yaşamını boğmak için kılıç, kırbaç ve darağacı kullanmamıştır! Sosyalistlerin gerici burjuva hükümetlere katılmasını yerinde bir tutum olarak görüyorlar, bugünün savaş kredilerine ve yarının daha büyük silahlanma harcamalarına onay veriyorlar! Plehanov milliyetçiliğe kaydı ve Rus şovenizmini Fransız hayranlığıyla gizlemeye gayret ediyor; Alexinsky de öyle. Paris Golos’ta Martov, etrafındaki kalabalıktan daha namuslu davranıyor, hem Alman hem de Fransız şovenizmine karşı çıktı, Vorwärts’a, Bay Hyndman’a ve Maslov’a da karşı çıkıyor. Fakat bir bütün olarak uluslararası oportünizme ve onun en “etkili” savunucusu olan Alman Sosyal-demokrat merkezciler grubuna kararlı bir şekilde karşı çıkmaktan korkuyor. Orduya gönüllü katılımı sosyalist bir görevin yerine getirilmesi olarak gösterme çabaları (Sosyal-demokratlardan ve Sosyal-Devrimcilerden oluşan Rus gönüllüleri grubunun Paris deklarasyonuna bakın) yalnızca Plehanov’un desteğini aldı. Bu çabalar Paris’teki Parti grubumuzun çoğunluğu tarafından mahkûm edilmiştir. Bu sayıdaki başyazı Parti Merkez Komitesi’nin tutumu konusunda okuyucuları bilgilendirecektir. Yanlış anlaşılmayı daha baştan önlemek için, partimizin görüşlerinin ve formülasyonlarının tarihiyle ilgili şu gerçekleri burada ortaya koyalım. Savaşla birlikte kopan örgütsel ilişkileri yeniden kurmakta yaşanan muazzam zorlukların üstesinden geldikten sonra, bir grup Parti üyesi ilk iş olarak “tezler”i hazırlamış ve 6-8 Eylül tarihlerinde bu tezleri yoldaşlar arasında sirkülasyona açmışlardır. Ardından bu tezler İsviçreli Sosyal-demokratlar aracılığıyla Lugano’daki İtalyan-İsviçresi Konferansının (27 Eylül) iki delegesine gönderilmiştir. İlişkileri yeniden kurmak ve Parti Merkez Komitesinin bakış açısını formüle etmek ancak Ekim ayının ortasında mümkün hale gelmiştir. Bu sayıdaki başyazı “tezler”in nihai biçimidir.
Avrupa ve Rus Sosyal-demokrat hareketindeki durum kısaca budur. Enternasyonal’in çöküşü bir vakıadır. Bu çöküş, Alman ve Fransız sosyalistleri arasında basın yoluyla yapılan polemiklerle kesin bir şekilde kanıtlanmış ve yalnızca Sol Sosyal-demokratlar (Mehring ve Bremer Bürger Zeitung) tarafından değil, ılımlı İsviçre gazeteleri (Volksrecht) tarafından da kabul edilmiştir. Kautsky’nin bu çöküşün üstünü örtme çabaları ödlekçe yapılmış birer hiledir. Enternasyonal’in çöküşü, burjuvazinin esiri haline gelmiş oportünizmin apaçık çöküşüdür.
Burjuvazinin tutumu açıktır. Oportünistlerin burjuva argümanları dile getirdiği de bir o kadar açıktır. Baş makalede söylenenlere ek olarak, Die Neue Zeit’taki, enternasyonalizmin, sözümona anavatan savunusu için bir ülkenin işçilerinin başka ülkelerin işçilerini vurmasına dayandığını ileri süren aşağılayıcı ifadelerden bahsetmek bile yeterli!
Anavatan savunusu sorunu –oportünistlere cevap olarak söylemeliyiz ki– bugünkü savaşın somut tarihsel tabiatı değerlendirilmeksizin ortaya konamaz. Bu emperyalist bir savaştır, yani, kapitalizmin en yüksek gelişimi döneminde, onun sona yaklaştığı bir zaman diliminde yürütülüyor. Komünist Manifesto’da, milliyet ve anavatanı burjuva sistemin ve dolayısıyla burjuva anavatanın esas biçimleri olarak tanımamızın sınırları ve koşulları vurgulanarak, işçi sınıfının ilkin “kendisini ulus içinde oluşturmak” zorunda olduğu söylenir. Oportünistler kapitalizmin yükselişi döneminde doğru olan bu gerçeği onun bitiş dönemine de uygulayarak onu çarpıtırlar.Komünist Manifesto’da, milliyet ve anavatanı burjuva sistemin ve dolayısıyla burjuva anavatanın esas biçimleri olarak tanımamızın sınırları ve koşulları vurgulanarak, işçi sınıfının ilkin “kendisini ulus içinde oluşturmak” zorunda olduğu söylenir. Oportünistler kapitalizmin yükselişi döneminde doğru olan bu gerçeği onun bitiş dönemine de uygulayarak onu çarpıtırlar. Eski döneme ve feodalizmi değil bizzat kapitalizmi yıkma mücadelesindeki proletaryanın görevlerine atıfla Komünist Manifesto açık ve kesin bir formül sunar: “İşçilerin vatanı yoktur.” Oportünistlerin bu sosyalist önermeyi kabul etmekten ve hatta birçok durumda bu önermeyi açıkça dikkate almaktan bile neden bu denli korktukları herkes tarafından gayet iyi anlaşılabilir. Sosyalist hareket anavatanın eski çerçevesi içerisinde zafer kazanamaz.Komünist Manifesto açık ve kesin bir formül sunar: “İşçilerin vatanı yoktur.” Oportünistlerin bu sosyalist önermeyi kabul etmekten ve hatta birçok durumda bu önermeyi açıkça dikkate almaktan bile neden bu denli korktukları herkes tarafından gayet iyi anlaşılabilir. Sosyalist hareket anavatanın eski çerçevesi içerisinde zafer kazanamaz. İnsan toplumunun yeni ve daha üstün biçimlerini yaratır. Bu biçimler içerisinde her milliyetten çalışan kitlelerin meşru ihtiyaçları ve ilerici özlemleri, mevcut ulusal bölünmüşlüğün ortadan kaldırılmasıyla sağlanan uluslararası birlik aracılığıyla ilk kez karşılanmış olacaktır. Burjuvazinin, ikiyüzlü “anavatan savunusu” çağrılarıyla emekçi kitleleri bölmek ve birliğini bozmak için gerçekleştirdiği girişimlere, sınıf bilinçli işçiler, farklı uluslardan işçileri, tüm ulusların burjuvazisinin egemenliğini devirme mücadelesinde birleştirmek üzere yepyeni ve sebatkâr çabalarla cevap vereceklerdir.
Burjuvazi emperyalist yağmayı saklayarak kitleleri eski “ulusal savaş” ideolojisiyle aldatıyor.Burjuvazi emperyalist yağmayı saklayarak kitleleri eski “ulusal savaş” ideolojisiyle aldatıyor. Bu yalan, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme sloganını öne süren proletarya tarafından açığa çıkarıldı. Stuttgart ve Basle kararlarının sloganı buydu. Bu kararlarda genel olarak savaş değil tam da bugünkü savaş göz önünde bulunduruluyor, “anavatan savunusu”ndan değil “kapitalizmin yıkılışını hızlandırmak”tan bahsediliyor, savaşın yarattığı krizden bu amaçla yararlanmaktan ve Paris Komünü örneğinden söz ediliyordu. Paris Komünü ulusların savaşının iç savaşa dönüşmesinin bir örneğiydi.
Kuşkusuz böylesi bir dönüşüm kolay bir iş değildir ve yalnızca şu ya da bu partinin heveslenmesiyle gerçekleştirilemez. Ne var ki bu dönüşüm genelde kapitalizmin nesnel koşullarına, özelde ise kapitalizmin son dönemine içseldir. Sosyalistler faaliyetlerini bu doğrultuda, yalnız ve yalnızca bu doğrultuda yürütmelidirler. Onların işi, savaş kredileri için oy kullanmak ya da “kendi” ülkelerindeki (ve müttefik ülkelerdeki) şovenizmi körüklemek değil, öncelikle bizzat “kendi” burjuvazisinin şovenizmine karşı mücadele etmektir. Bu mücadele, kriz olgunlaşıp burjuvazi bizzat kendisinin çizdiği yasal çerçeveyi ortadan kaldırdığında, yasal mücadele biçimleriyle sınırlandırılamaz. İç savaşa yol açan eylem çizgisi budur, şu ya da bu momentte Avrupa’daki büyük yangının iç savaşa dönüşmesine sebep olacak çizgi budur.
Savaş tesadüfi bir olay da değildir, (yurtseverlik, insanlık ve barış vaazı veren oportünistlerden geri kalmayan) Hıristiyan papazların düşündüğü anlamda “günah” da değildir. Savaş kapitalizmin kaçınılmaz bir aşamasıdır, kapitalist yaşam tarzının barış kadar meşru bir biçimidir.Savaş tesadüfi bir olay da değildir, (yurtseverlik, insanlık ve barış vaazı veren oportünistlerden geri kalmayan) Hıristiyan papazların düşündüğü anlamda “günah” da değildir. Savaş kapitalizmin kaçınılmaz bir aşamasıdır, kapitalist yaşam tarzının barış kadar meşru bir biçimidir. Bugünkü savaş bir halklar savaşıdır. Bundan çıkan sonuç, bizlerin de “popüler” şovenizm akıntısına katılmamız gerektiği değil, ulusu bölen sınıf çelişkilerinin savaş zamanında da var olmaya devam ettiği ve kendisini savaş koşullarında dışa vurduğudur. Orduya katılmayı reddetme, savaş karşıtı grevler vb., silahlı burjuvaziye karşı silahsız mücadele şeklindeki bütünüyle anlamsız, sefil ve ödlekçe hayallerdir, kıyasıya bir iç savaş ya da bir dizi savaş olmaksızın kapitalizmin yıkılmasını isteyen nafile arzulardır. Her sosyalistin görevi, ordu içinde de sınıf mücadelesinin propagandasını yürütmektir; tüm ulusların burjuvazilerinin emperyalist bir silahlı çatışma içerisine girdikleri bir çağda ulusların savaşını iç savaşa çevirmeye dönük bir çalışma yegâne sosyalist faaliyettir. “Ne pahasına olursa olsun barış” şeklindeki tiksindirici, sofuca ve budalaca çağrılar kahrolsun! İç savaş bayrağını daha da yükseltelim! Emperyalizm Avrupa kültürünün kaderini tehlikeye atıyor: bir dizi başarılı devrim olmadığı sürece bu savaşı diğerleri takip edecek. Bunun “son savaş” olduğu yolundaki laflar içi boş ve tehlikeli bir uydurmacadır, (Golos’un zekice ifadesiyle) filisten “mitoloji”nin bir parçasıdır. Proleter iç savaş bayrağı yalnızca yüz binlerce sınıf bilinçli işçiyi değil, bugün şovenizmle aldatılan ama savaşın dehşetinin yalnızca gözünü korkutup bastırmakla kalmadığı aynı zamanda aydınlattığı, eğittiği, uyandırdığı, örgütlediği, çelikleştirdiği ve “kendi” ülkesinin ve “yabancı” ülkelerin burjuvazisine karşı savaşa hazırladığı milyonlarca yarı-proleteri ve küçük-burjuvayı da bir araya getirip harekete geçirecektir. Bu, bugün değilse yarın, savaş sırasında değilse ondan sonra, bu savaşta değilse bir sonrakinde mutlaka gerçekleşecektir.
İkinci Enternasyonal öldü, oportünizm tarafından alaşağı edildi. Kahrolsun oportünizm, yaşasın Üçüncü Enternasyonal. Yaşasın sadece “dönekler”den (Golos’un istediği gibi) değil oportünizmden de temizlenmiş Üçüncü Enternasyonal.
İkinci Enternasyonal, on dokuzuncu yüzyılın son üçte birlik döneminde ve yirminci yüzyılın başlarında en acımasız kapitalist kölelikle ve en hızlı kapitalist ilerleyişle geçen uzun ve “barışçıl” dönem boyunca proleter kitlelerin ilk örgütlenmesindeki yararlı hazırlık çalışmasının kendi payına düşen kısmını yerine getirdi. Kapitalist hükümetlere karşı devrimci bir saldırı için, tüm ülkelerin burjuvazisine karşı siyasal iktidarı ele geçirmek üzere bir iç savaş için ve sosyalizmin zaferi için proleter güçleri organize etme görevi Üçüncü Enternasyonal’e düşüyor!
1 Kasım 1914’te Sotsial-Demokrat’ta yayınlandı.
Zor bir yazı, yazılı yapmazsan okuyacağım!
YanıtlaSilHEM YAZILI SINAV HEM SÖZLÜ MÜLAKAT HEMDE ZAMANLI KOŞU VAR
YanıtlaSil