BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

23 Aralık 2010 Perşembe

KUBİLAY

"Büyük ordunun kahraman genç zabiti, Cumhuriyetin kıymetli muallimi Kubilay Bey temiz kanı ile cumhuriyetin hayatiyetini kuvvetlendimiş ve güçlendirmiş olacaktır"

Mustafa Kemal ATATÜRK
Menemen Olayı ya da Kubilay Olayı, 23 Aralık 1930 günü gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica hadisesi.İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin şeriat isteyen bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri. Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, kurulan Divanı Harp'te failler idam dahil çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır

Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen) kuruldu.

Spor Emekçileri Sendikası Kuruldu
Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek -Sen) Kuruldu.
Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen) kuruldu.

Sporun her dal ve kademesinde görev alan amatör, profesyonel spor emekçilerini bünyesinde barındıracak Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikasının, 13 Aralık 2010 tarihinde İstanbul Valiliğine verilen dilekçeyle kurulduğu açıklandı.

Kurucu başkanlığını Galatasaraylı eski futbolcu Metin Kurt'un yaptığı Spor Emek-Sen'in, spordaki örgütlenmenin canlandırılmasını, sporcuların alınıp-satılan, kiralanan bir mal olmaktan çıkartılmasının amaçladığı bildirildi.

TÜRKİYE SPOR EMEKÇİLERİ SENDİKASI KURULUŞ BİLDİRGESİ

İşçi sınıfı üretim sürecinde sermayeye karşı sürdürdüğü emek mücadelesini yeniden üretim sürecine taşıyamadı. Sol düşünce, sporda bir türlü mücadele stratejisi ve taktiği yaratamadı. Sol pratiği mücadele söylemine oturtamadığı için, görmezlikten geldiği alanlardan biri de spor oldu. Oysa sol yaşamın üretildiği alanlarda olduğu kadar, ondan da fazla yaşamın yeniden üretildiği alanlarda da olmalıydı. İşçi sınıfı, hak ve özgürlükler savaşımını spor arenalarında da vermek istiyorsa, öncelikle bu alanı içten kavramalıdır. Unutulmamalıdır ki, spor gerçeğine giden yol, spordaki sonuçları tartışmaktan, yorumlamaktan değil, sporu sorgulamaktan geçmektedir. Günümüzde popülerleşmiş her spor dalı ortak özellikler göstermektedir. Toplumun ilgi alanına itilebildiği ölçüde tekelci sermaye kuruluşlarının ve büyük firmaların mali desteğinde birçok spor branşı öne çıkartılabilmektedir (örneği; plaj voleybolu). Söz konusu firma ya da ekonomik-ticari kuruluşların yanına kamu hizmet yetkilileri de katılmakta; hatta bunlara Zonguldak, Karabük, Rize-Çaykur vb. örneklerinde olduğu gibi devlet işletmeleri bile dâhil edilmektedir. Kısacası özel kesimden, kamu kesimine kadar geniş bir yelpazede desteklenen 'spor' ülkemizde başka çok az devlette ve ülkede görünür bir doğrudanlıkla politikanın içine çekilmektedir. İster bir yerel yönetimin (belediyelerin), ister bir özel kuruluşun “evladı” olarak hayata geçirilsin, bu kulüplerin doğuşları doğrudan ya da dolaylı politik bir motivasyona dayanmaktadır. Türkiye’deki sermaye kuruluşları sosyal hizmet görüntüsü altında aslında bol bol reklâmlarını yapmakta ve sporun artık dillere pelesenk olan apolitizasyon sürecini destekleme işlevini öne çıkartmaktadırlar. Onca sosyal hizmet alanı dururken spora yapılan yatırımlar büyük sermaye açısından rasyoneldir. Durum böyle iken, başta işçi sınıfı ve emeğin öteki katmanları olmak üzere toplumun çok geniş bir kesimini finans kapitalin çıkarları doğrultusunda egemen ideolojiye ve onun politikalarına bağlamakta önemli bir rolü olan spor nedense işçi örgütlerinin ve temsilcilerinin gerekli ilgisini eleştirel olarak dahi çekmemiştir. Popüler kültürün bu çok etkili alanı, öteki kültür sanayi alanları gibi, entelektüel kesimlere terk edildi. Faşist dayatmalarla kesintilere uğratılmadığı dönemlerde bile işçi, emekçi örgütleri mücadeleyi emek-ücret-hak temelinde sınırladı, emeğin yeniden üretim süreçlerine (doğum, fiziksel, ruhsal eğitim, kültürel eğitim vb.) taşıyamadı. Oysaki sanat, kültür, spor gibi etkinlikleri dışardan kavramaya yöneliş, bizleri futbol deyimiyle avuta çıkarır. Bu alanları dönüştürmek için öncelikle içeriden kavramak gereklidir. Burjuvazi tarafından metalaştırılan doğrudan üretici olmayan sanat, kültür ve spor alanlarında özellikle 1980 sonrası yaşanan olumsuzluklar, sol için çıkarılması gereken derslerle doludur. Doğrudan üretici olmayan, kültür, sanat ve spor gibi etkinliklerin aslında doğrudan yaşamın üretildiği alanlar olduğu olgusundan yola çıkarak buralarda da sınıf mücadelesi verilmelidir. Bu mücadele verilmeden toplumsal ilerlemeyi nihai zafere ulaştırabilecek yeni insana ulaşılamayacağının kavranması, yeni strateji ve taktikleri de gündeme getirecek konumdadır. Spor olayını içten kavrayan bir spor emekçisi bugüne değin solun sporda etkili olma mücadelesindeki strateji ve taktiklerini tümüyle pratikte uygulama uğraşı olarak algıladı. Spor'a karşı çıkmak veya spor'da ayrı örgütlenmeyi denemek ile sonuçta bir yere varılamaz! Geçmişte sosyalist ülkelerden esinlenerek amatörlüğü profesyonelliğe alternatif gösteren mücadele pratiği içersinde bu anlayışın da bilimsel bir temele dayanmadığı görülmüştür. Çünkü sporcunun amatörü olabilir, ama sporun amatörü yoktur. Spor olayı finans kapitalin iktidarını güçlendirdiği araçlarından birdir. Bu gerçeğe vardığımız anda mücadelenin ancak ayrım gözetmeksizin tüm spor alanlarında ter dökenlerin örgütlenmesi amacına yönelmesi gerekir. Bu yönde mücadeleyi sürdürmek için sporcu arkadaşlarla birlikte alınan örgütlenme kararı 12 Eylül darbesi nedeni ile hayata geçirilememiştir. Bugün sporda da emek mücadelesi geçmişten daha da önemli hale geldi. İşçi sınıfının mücadelesi en geniş anlamda bir haklar mücadelesi, insanca var olma mücadelesidir. Şimdi yeni ve başka bir dünyanın adına bir mücadele olarak bu alana gecikmeden gerekli önem ve ilgiyi yükseltmek, örgütsel pratikleri hayata geçirmek zamanıdır. Sol artık sözünü ettiğimiz ilkeler doğrultusunda sessizliğini bozmalı, ayağa kalkmalı sporda da göreve başlamalıdır.

Bu sonuçlar ışığında;

Spor-Sen’in amacı; Emeğin en yüce değer olduğu ilkesinden hareketle; spor emekçilerinin haklarının güvencesini, spora ve sporcuya özgün koşulların bilimsel yöntemlerle değerlendirildiği bir Spor İş Yasası’nın çıkarılmasında görür. Bunun için kurumlaşmış spor yapılarında çalışan emekçilerin ekonomik, demokratik ve sosyal haklarını savunmak, geliştirmek ve güvence altına almak doğrultusunda, Spor İş Yasası’nın çıkartılmasının sağlanması hedefiyle, uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak tüm gücüyle mücadele etmeyi TEMEL AMAÇ ilan eder. Temel İlkeler:

Günümüzde spor bir oyun değil, sporcular da oyuncu değildir. Oyun spora bir dizi kural bırakmış, sermaye oyunun kurallarını vahşi kapitalizmin rekabet ideolojisiyle kuşatıp, metalaşan bir spor sektörünü ortaya çıkarmıştır. Spor çok açıktır ki, oyuna dayalı zeminini yitirerek katıksız bir işe dönüştürülmüştür.

1.Uluslararası alanda barış ve karşılıklı eşit haklı çıkarlara dayalı, kaba kuvvetin dışlandığı ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi,

2.Ülke toplumsal yaşamının her alanında hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, emel hak ve özgürlüklere ve çağdaş demokratik ilkelere tam bir uyumun sağlanması,

3.Doğal çevrenin ve ekolojik dengenin korunması,

4.Evrensel temel hak ve özgürlüklerin kazanılıp, korunması,

5.Uluslararası sözleşmeler ve Uluslararası Çalışma Örgütü kararlarına dayalı sendikal hak ve özgürlüklerin eksiksiz yaşama geçirilmesi, geliştirilmesi, çalışma ve yaşama koşullarının uygar ve çağdaş bir düzeye ulaştırılması,

6.Üyelerinin; yaşamın her alanında etkin olmasını sağlayacak sosyal, mesleki ve kültürel niteliğe ulaşması,

7.İşçilerin ekonomik ve sosyal hakları ve çalışma koşullarının geliştirilmesi,

8.Sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesi,

9.İşsizliğin önlenmesi ve iş güvencesinin sağlanması, uğruna mücadele etmeyi temel amaçları olarak kabul eder.

10.Spor, sosyal alan içinde bir eylem biçimi olarak ele alınmalıdır. Sporcularda bu sosyal alanın içinde değerlendirilmelidir.

11.Çalışma (emek) ile spor karşılaştırıldığında sporun bir iş kolu, sporcunun da emekçi olduğunun gerçeği ortaya çıkmaktadır. Oyun amacı kendinde olan, dış bir amaca hizmet etmeyen bir eylem biçimidir. Çalışma (iş)yaşamımızı devam ettirmek için sürdürülmesi gereken sürekli bir çabadır.

12.Sporcu kesinlikle oyuncu değildir. Spor; sporcunun ekmek parasını kazandığı ya da kazanabileceği varsayımıyla tüm gününü spora adamak zorunda bırakıldığı bir eylem biçimidir.

13.Kısa ve net: Sporcu mesleği spor olan kişidir.

14.Sporun kendi kendinin amacı olmadığı, aksine modern üretim tarzının bir sonucu olduğunu kavramak, bir anlamda sporu kavramak demektir.

15.Günümüzde sporcu, spor kurumlarında lisanslı spor yaptırılan veya bu iş yerlerinde çalıştırılan spor iş kolundaki işçilerdir. İster amatör olsun, ister profesyonel sıfatlı olsun tüm sporcular aynı işi yapmaktadır. Bu nedenle tüm sporcuların sosyal güvenlik hakları vardır, tüm sporcular acilen sosyal güvenlik sistemi içine alınmalıdır.

16.Spor-Sen üyeleri arasında dostluk ve dayanışmayı sağlar.

17.Toplu sözleşmeli, grevli sendikalaşma hakkının eksiksiz kullanılması için mücadele eder.

18.Özel olarak kadın, genç ve çocuk spor işçilerinin sorunlarıyla ilgili bilimsel araştırmalar yapar, yaptırır, geçmişte bu amaca yönelik yapılmış araştırmalardan yararlanır, ayrıca bu amaçları geliştirmek için; araştırma enstitüsü ve buna benzer birimler, mesleki dallarda işlikler kurar. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre gerekli çözümler üretilir. Bu doğrultuda çalışarak, yetkili merciler ve kamuoyu nezdinde gerekli girişimlerde bulunur. Özellikle kadın sporcuların sendikal mücadelede yer almaları için gerekli hür türlü düzenlemeleri ve kolaylığı kadın sporculara sağlar.

19.Yasanın öngördüğü koşullar gözetilerek üyelerin işsizlik, evlenme, doğum, hastalık, sakatlık, yaşlılık, emeklilik ve ölümlerinde olması gereken dayanışmayı sağlar, eğitimlerine destek verir.

20.Spor-Sen; Yukarıda sıralanan amaçlar ve ilkeler doğrultusunda sandık ve fonlar oluşturur veya bunların kurulmasına yardımcı olur.

21.Spor-Sen; Amaç ve görevlerinin gerektirdiği her türlü taşınır, taşınmaz malları alır, satar, devreder. Taşınmazlar üzerinde tesisler kurar, gerektiğinde inşaat yapar, yaptırır. Taşınmazları üzerinde mülkiyetten doğan ayni ve tüm yasal haklarını kullanır.

22.Spor-Sen; Üyelerinin sosyal güvenliklerinin temini için kolaylıklar sağlar. Eğitim, sağlık, kreş tesislerinin vücuda getirilmesi için çalışır.

23.Spor-Sen; Ayrıca yazılı ve görsel medyada spor emekçilerinin ekonomik, demokratik haklarını savunmak ve güvence altına alınmasına yönelik çalışmalarda bulunur.

21 Aralık 2010 Salı

GEÇMİŞ OLSUN ORDİNARYÜS ... HOŞGELDİN

Lefter vatanına döndü

Atina'da rahatsızlanan efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis, İstanbul'a getirildi. Atina'da geçirdiği rahatsızlık sonucu yoğun bakıma alınan Lefter'in şuurunun yerine gelmesinin ardından Fenerbahçe Kulübü harekete geçerek efsane futbolcuyu Türkiye'ye getirdi. Fenerbahçe Asbaşkanı Murat Özaydınlı ve Kulüp Müdürü Serkan Acar, Atina'ya giderek Lefter'i ziyaret etti. Gerekli işlemlerin ve kontrollerin yapılmasının ardından Lefter Küçükandonyadis,'ambulans uçakla İstanbul’a getirildi. Efsane futbolcunun tedavisine İstanbul Memorial Hastanesi'nde devam edilecek.

19 Aralık 2010 Pazar

BURASI TÜRKİYE

BURASI TÜRKİYE

Uludağ'da 30 kişi kayboldu
Dağcı oldukları belirtilen 30 kişinin, tırmandıkları Uludağ'da mahsur kaldıkları bildirildi. Bursa- Bursa Sivil Savunma Arama Kurtarma Birlik Müdürü Yalçın Mumcu, sabaha karşı jandarmaya ulaşan kişilerin, Uludağ'da yönlerini kaybettikleri ve nerede olduklarını bilemediklerini söylediğini bildirdi. Dağcı olduklarını öğrendikleri bu kişilerin bulunması için sivil savunmanın 12 kişilik dağcılık ekibini hemen bölgeye sevk ettiklerini anlatan Mumcu, kendi ekipleri ve jandarmanın kaybolan kişilere ulaşmaya çalıştığını belirtti. Jandarma ekiplerinin söz konusu kişilerle telefon irtibatı kurduğu ve yerlerinin tespit edildiği öğrenildi. Öte yandan meteoroloji istasyonundan alınan bilgiye göre, Uludağ'da kar kalınlığı 85 santimetre ve hafif şekilde kar yağışı sürüyor. Hava sıcaklığının eksi 1 derece olduğu bölgede, görüş mesafesinin yer yer 50 metreye kadar düştüğü bildirildi.

TEKEL işçileri 4-C için yeniden çadır kuracak

TEKEL işçileri 4-C için yeniden çadır kuracak

Çeşitli illerden Ankara'ya gelen Tekel işçileri, ''4-C uygulamalarını'' protesto etti. İşçilerin, çadır eylemlerine yeniden başlayacakları belirtildi. Ankara - ''4-C'ye, taşeronlaşmaya ve güvencesiz çalışmaya hayır'' sloganları atarak Abdi İpekçi Parkı'nda toplanan işçilere, çeşitli sivil toplum örgütleri ve sendikalar ile CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal da destek verdi. Sosyal, burada yaptığı açıklamada, Tekel işçilerinin insanca, hakça yaşama savaşı verdiğini, Ankara'da yaptıkları eylemle TBMM'ye seslerini duyurmaya çalıştıklarını belirterek, ''Tekel eyleminde bir tarih yazıldı, 78 gün boyunca burada esnaf, halk Tekel işçileriyle bütünleşti'' dedi. Tekel işçilerinin sesinin dünyada yankı bulmasına rağmen, hükümet tarafından duyulmadığını ileri süren Soysal, işçilerin verdikleri mücadelenin baskıyla sonlandırılmaya çalışıldığını söyledi. Bir insanlık suçu olan 4-B ve 4-C uygulamalarını ''ortaçağdan kalan vahşi kapitalizm'' olarak nitelendiren Soysal, haklı mücadelelerinde Tekel işçilerinin sonuna kadar yanında olacaklarını ifade etti. Tekel işçileri adına konuşan Manisalı Tekel işçisi Arzu Güneş de Tekel işçilerinin büyük mücadelesine rağmen 78 gün sonunda işçilerin iradesi dışında Tek-Gıda İş'in mücadeleden havlu atmasıyla Tekel direnişinin başarısızlığa uğratıldığını söyledi. Anayasa Mahkemesinde görüşülmesi gereken 4-C maddesinin henüz mahkemenin gündeminde bile olmadığını belirten Güneş, ''İş kaybı tazminatları kesildi, sendika mücadeleyi terk etti, Anayasa Mahkemesi davayı gündeme almadı. Bu koşullarda eve, çocuklarımıza ekmek götürmek nasıl mümkün olabilir?'' diye konuştu. ''Mücadeleye devam edeceğiz" Güneş, Tekel direnişini ve çadır eylemini yeni biçimiyle sürdüreceklerini, 4-C'lilerle birlikte yeni bir iç örgütlenmeyi gerçekleştirerek mücadeleye devam edeceklerini sözlerine ekledi. İşçiler, daha sonra, Tekel eylemleri sırasında geçirdiği trafik kazasında ölen Hamdullah Uysal'ın hayatını kaybettiği Mithatpaşa Caddesine yürüyüşe geçti. ''Hamdullah Uysal ölümsüzdür'' sloganları atarak bir dakikalık saygı duruşunda bulunan işçiler, kazanın olduğu yere kırmızı karanfil bıraktı. Buradan, Sakarya Meydanına yürüyen işçiler, Tekel eylemindeki desteklerinden ötürü Sakarya esnafına kırmızı karanfil verdi. İşçiler, Sakarya Meydanında bir süre daha slogan attıktan sonra dağıldı. Öte yandan, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ankara İl Koordinasyon Kurulu'ndan yapılan yazılı açıklamada, Tekel işçilerinin haklı ve meşru mücadelelerinde yalnız olmadığı belirtilerek, TMMOB'un işçilerin yanında olduğu vurgulandı.

Yılbaşı öncesi kırmızı çamaşıra rağbet arttı (BURASI T.C. & A.B.)

Yılbaşı öncesi kırmızı çamaşıra rağbet arttı
Yeni yıla girerken ''kırmızı iç çamaşırı giymenin uğur getireceği'' yönündeki inanış, her yıl olduğu gibi bu yıl da aralık ayının başından itibaren, satışlarda yoğunluğu artırdı. İstanbul- Kırmızı iç çamaşırına rağbet edilen iki dönem ''yılbaşı'' ve ''sevgililer günü'' olurken, yıl içinde satılan kırmızı çamaşırların yüzde 70'i yılbaşı öncesinde satın alınıyor. İnanış, Avrupa ülkelerinin talebindeki artışı da tetikliyor. Yeni İnci Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Furkan Atakan, kırmızı iç çamaşırının özellikle kadınlar arasında ''fenomen'' olduğunu belirterek, ''Eskiden bilen uygulardı, şimdi ise yılbaşı öncesi en önemli alışveriş kalemlerinden biri haline geldi'' dedi. İşlerine olumlu olarak nasıl yansıtabilecekleri konusunda bu geleneğin temellerini araştırdıklarını ve karşılarına ''aşk ile ilgili beklentiler'' çıktığını kaydeden Atakan, şunları anlattı: ''İnanışa göre, özellikle Meksika, İspanya İtalya gibi ülkelerde, yeni yıl arefesinde, yani 31 Aralık'ta yeni yıldan aşk beklentisi olan kadınlar kırmızı iç çamaşırı giyermiş. Para isteyen ise sarı iç çamaşırını tercih edermiş. Bu gelenek, söz konusu coğrafyalarda hala devam ediyor. Türkiye'de de yaygın olarak tercih ediliyor. Biz de yeni yıla hazırlık olarak kasım ayının başından aralık ayının ortasına kadar üretimimizin yüzde 60'lık kısmını kırmızı iç çamaşırlarına ayırıyoruz. Bu yıl da ortalama olarak 100 bin parçalık bir koleksiyon oluşturduk.'' Atakan, Türkiye'de kırmızı iç çamaşırının uğur getirdiğine inanıp, bu geleneği geçmişte uygulayanlar bulunurken, son 5 yılda ciddi artış olduğunu gözlemlediklerini ifade ederek, diğer ülkelerdeki kadınlar ''yeni yılda aşık olmak'', ''sevdiğine kavuşmak'', ''evlenmek'' gibi niyetlerle kırmızı iç çamaşırı giyerken, Türkiye'deki anlayışın ''kırmızı don giyen donanır'' şeklinde ifade edildiğini söyledi. Atakan, ''Bu o kadar ilgi gören bir gelenek ki, eşlerine ya da sevgililerine yeni yıl için kırmızı boxer ya da slip alan kadın sayısı hiç de az değil'' diye konuştu. Kırmızı iç çamaşırına rağbet edilen iki dönemin ''yılbaşı'' ve ''sevgililer günü'' olduğunu vurgulayan Atakan, bunların dışındaki zamanlarda kırmızı iç çamaşırlarının daha çok özel günler, geceler için satın alındığını söyledi. Atakan, kırmızının, iç çamaşırında tercih edilen bir renk olduğuna değinerek, yıl içinde satılan kırmızı çamaşırların yüzde 70'inin yılbaşı için, geriye kalan büyük kısmın da sevgililer günü için satın alındığının söylenebileceğini dile getirdi. 'İhracat yoğunluğu, sadece bu ürün için doğudan batıya doğru yön değiştiriyor' Kırmızı çamaşır satışlarında yoğunluğun aralık ayıyla birlikte başladığına ve yine Aralık ortasından itibaren hız kazandığına işaret eden Atakan, ''Ocak ayının ilk günlerinde biraz duruyor ve şubat ile birlikte yine canlanıyor. Bu da yılbaşı, sevgililer günü dönemine denk geliyor. Aralık, ocak, şubat aylarında yoğun olarak kırmızı iç çamaşırı satıyoruz'' dedi. Atakan, kırmızı iç çamaşırının ağırlıklı olarak büyük kentlerin tercihi olduğunu, başta İstanbul, İzmir, Ankara olmak üzere metropollerdeki satış oranlarının daha yüksek olduğunu kaydederek, şu bilgileri verdi: ''İnternet üzerinden satışlarda ise sonuçlar karşısında biz önce şaşkınlık yaşadık ama sonra nedenini anladık. Çünkü internet üzerinden en çok doğu illerimizden sipariş alıyoruz. Bu duruma etki eden de kadının içinde yaşadığı toplumsal yapı. Gidip kırmızı çamaşırı dükkandan alamıyor ama internetten sipariş verebiliyor. Ve bu siparişleri verenlerin önemli bir kısmının da erkekler olduğundan eminiz. Sevdiği kadına kırmızı iç çamaşırı armağan etmek istiyor ama bunu biraz da yaşadığı ortam yüzünden alenen yapamıyor. Dolaylı yolları tercih ediyor böyle...'' Yeni İnci iç çamaşırlarını normal koşullarda ağırlıklı olarak Arap ülkelerine satıklarını, ancak kırmızı iç çamaşırı geleneği sayesinde yeni yıl öncesinde Avrupa ülkelerinden talep patlamasıyla karşılaştıklarını belirten Atakan, ihracat yoğunluğunun da sadece bu ürün için doğudan batıya doğru yön değiştirdiğini, başta İtalya olmak üzere Fransa, İngiltere ve Almanya'nın kırmızı çamaşıra talep gösteren ülkeler arasında bulunduğunu kaydetti.

CHAVEZ (BURASI VENEZÜELLA)

Chavez: O bu ülkeye giremez
Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, yönetimine saygı göstermemekle suçladığı yeni ABD Büyükelçisinin ülkeye girişine izin vermeyeceğini açıkladı. Caracas- Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, iktidardaki Birleşik Sosyalist Parti'ye yeni katılımlar dolayısıyla düzenlenen ve devlet televizyonundan naklen yayınlanan toplantıda, Büyükelçi Larry Palmer'ın ülkeye giremeyeceğini söyleyerek, ''Eğer gelirse onu havaalanında yakalamak gerekecek. Dışişleri Bakanı Nicolas Madura, ona benden bir kahve ısmarlayacaksın ve sonra bay bay. O, bu ülkeye giremez'' diye konuştu. Chavez, yeni Amerikan büyükelçisini istemediklerini Washington'a yazılı olarak da ilettiklerini belirtti. ABD'nin Caracas'a büyükelçi atadığı Larry Palmer, ağustos ayında yaptığı açıklamada, Venezüella topraklarında Kolombiyalı gerillalar olduğunu, Küba'nın Venezüella silahlı kuvvetleri üzerinde baskı uyguladığını ve askerlerin morallerinin düşük olduğunu söylemişti.

16 Aralık 2010 Perşembe

PROTESTO

TTB ve TMMOB'dan protesto
Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca hazırlanan ''İş Sağlığı ve Güvenliği'' yönetmeliğini protesto etti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde toplanan çok sayıda iş yeri hekimi ve iş güvenliği mühendisi, ''Bu yönetmelikler yine olmamış, siyasi iktidarı bir kez daha uyarıyoruz'' yazılı pankart açtı. Daha sonra ortak bildiriyi okuyan TTB Merkez Konseyi Başkanı Eriş Bilaloğlu, bakanlığın hazırladığı ''İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri'', ''İş Yeri Hekimlerinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri'' ve ''İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri'' hakkındaki yönetmeliklerin 27 Kasım'da Resmi Gazetede yayımlandığını hatırlattı. Bu yönetmeliğe göre, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmet sunumu ve eğitim hizmetlerinin taşerona devredildiğini ifade eden Bilaloğlu, taşeronluğun, birçok sakıncayı barındırdığından, mutlak zorunluluk hali dışında uygun görülmeyen bir çalışma biçimi olduğunu söyledi. Taşeronluğun, işçinin yaşam ve sağlık hakkını doğrudan ilgilendiren işçi sağlığı ve güvenliği alanında uygulanmak istenmesinin, sağlığın korunmasına ve geliştirmesine katkı sağlamayacağını belirten Bilaloğlu, ''Daha çok işçinin, daha etkin işçi sağlığı ve iş güvenliği önemleriyle karşılaşmasına yönelik çaba içinde olması gerekirken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğünün, taşeronlaştırmanın düzenleyicisi ve destekleyicisi olması doğru değildir'' dedi. İş güvenliği mühendisleri ve iş yeri hekimlerinin eğitim hizmetlerinin özel dershaneler aracılığıyla verilmesine yönelik ısrarı doğru bulmadıklarını ve kabul etmediklerini vurgulayan Bilaloğlu, yönetmeliklerden bekledikleri amacın, çalışanların iş yerlerindeki tehlikelerin en aza indirilmesi için oluşturulacak örgütlenme, normlar ve sürekli gözetimi mümkün kılan bir yapıyı ortaya çıkarmak olduğunu ifade etti. TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı'nın da aralarında bulunduğu grup, açıklamanın ardından dağıldı.

16 Aralık 2010

DERGİLERDEN

12 Aralık 2010 Pazar

YORUMSUZ

PROTESTO

Polis müdehaleleri protesto edildi

Beyoğlu'nda bir grup, İstanbul'daki gösterilerde polisin üniversite öğrencilerine müdahalesini protesto etti. Galatasaray Lisesi önünde toplanan ''Üniversitelerde Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi'' üyesi göstericiler, sloganlar eşliğinde Taksim Meydanı'na kadar yürüdü. Burada grup adına yapılan açıklamada, İstanbul'da gerçekleştirilen gösterilerde polisin üniversite öğrencilerine yönelik müdahalesi protesto edildi. Sınırsız düşünce, örgütlenme ve eylem özgürlüğü istediklerini ifade eden gruptakiler, polis müdahalesine maruz kalan öğrencilerin bazı medya organları tarafından suçluymuş gibi gösterildiğini kaydetti. Polis müdahalesine maruz kalan öğrenciler yerine, müdahale emrini verenlere soruşturma açılması gerektiğini savunan göstericiler, yasaklara karşı herkesi 25 Aralık'ta Ankara'da buluşmaya çağırdı. Göstericiler, açıklamanın ardından dağıldı.

Ahmet Kaya, ölümünün 10. yılında anıldı

Ahmet Kaya, ölümünün 10. yılında anıldı
Sanatçı Ahmet Kaya, ölümünün 10. yılında ''An Gelir-Onsuz 10 Yıl'' başlığıyla organize edilen törenle anıldı. Törende birçok sanatçı Ahmet Kaya'nın şarkılarını seslendirdi. Sanatçı Ahmet Kaya'ya 1999 yılında katıldığı Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreninde Kürtçe klip çekmek istediğini söylediği için davetliler, çeşitli hakaretler ederek, çatal bıçak fırlatmıştı. Linç edilmekten son anda kurtulan Kaya, hakkında çıkan haberler nedeniyle Fransa'ya gitti. Gurbette yaşamaya kalbi dayanmayan Kaya, 2000 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Ahmet Kaya, ölümünün 10'uncu yılında Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen ''An Gelir-Onsuz 10 yıl'' isimli bir törenle anıldı. Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'ın ev sahipliğinde organize edilen anma gecesine çok sayıda siyasi ve sanatçı katıldı.
Baydemir'e kürtçe kitap
Günay, yanına oturduğu Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir'e, bakanlığı tarafından basılan Kürt şair Ahmedi Hani'nin ''Mem u Zin'' adlı eserini hediye etti.
Önder: 2 bilinmeyen, 1 bilinen dil
Açılış konuşmasını yapan yönetmen Sırrı Süreyya Önder, konukları Türkçe, Kürtçe ve bir başka dilde ''merhaba'' diyerek selamladı. ''Birisi bilinen, ikisi bilinmeyen dilde hoş geldiniz. Eğer bu toprakların bütün alaşımını oluşturan bileşenlerini sayarak ''merhaba'' diyebilseydik, gece 'merhaba' ile biterdi. Bu topraklar bu kadar zengin'' diyen Önder, Ahmet Kaya'nın da sadece bunu söylediğini kaydetti. Ahmet Kaya'nın ''dostlarının arasında, güneşin sofrasında türkülerini söylemek istediğini'' belirten Önder, ''Siz de dostların arasında, güneşin sofrasındasınız, tekrar hoş geldiniz'' diye konuştu.
Rojin: Kimse artık linç edilmesin
Üzerinde Ahmet Kaya'nın fotoğrafının yer aldığı bir kıyafetle sahne alan Rojin, Kürtçe bir şarkı seslendirdikten sonra, ''Sesimde, şarkılarımda, senin şarkılarını taşımaya çalışıyorum. Seni hayatımın her anında yaşıyorum. Kimsenin bir daha bu ülkede linç edilmemesi dileğiyle'' dedi.
Saka: Sürgünü iyi bilirim
Gecede Ahmet Kaya'nın bir şarkısını seslendiren Fuat Saka da ''Sürgünün ne demek olduğunu iyi bilirim. O yüzden Ahmet Kaya'nın bir senelik sürgünlüğünde neler hissettiğini çok iyi anlıyorum'' diye konuştu.
Protokole kelepçe
Çıplak Ayaklar Dans Kumpanyası'ndan sanatçı Mihron Topasyan'ın Ahmet Kaya'nın ''Dokunma Yanarsın'' şarkısı eşliğinde sunduğu gösteri büyük alkış aldı. Sanatçı gösterisinin sonunda, elindeki plastik kelepçeyi protokole doğru attı.
‘Uçurtmam tellere takıldı’
Gecede, yönetmen Ümit Kıvanç'ın, Ahmet Kaya'nın ölümünün 10'uncu yılı dolayısıyla hazırladığı ''Uçurtmam Tellere Takıldı'' adlı belgeselin Türkiye'deki ilk gösterimi yapıldı. Ahmet Kaya'nın sesinden şarkıları eşliğinde hayat öyküsünün anlatıldığı bir saat süren belgesel, ayakta alkışlandı.
Hayaloğlu'nun görüntüleri
Anma gecesinde, sanatçı Yavuz Bingöl, Sayad Nova Korosu ile sahne aldı. Mehmet Aslantuğ'un Ahmet Arif'in ''Anadolu'' şiirini okuduğu gecede, Ezginin Günlüğü, Leman Sam, Mor ve Ötesi, Hayko Cepkin ve Ümit Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı Ahmet Kaya şarkılarını seslendirdi.
Gecede sahne alan gazeteci Banu Güven de şarkı seslendirdi.
Zeynep Tanbay Dans Topluluğu'nun gösteri sunduğu geceye, Aşık Mahsuni, Şivan Perwer ve Yusuf Hayaloğlu'nun görüntüleri de izletildi.
Eşi: Üçüncü çocukluğunu yaşayamadı
Gecenin sonunda Leman Sam tarafından sahneye çağrılan Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, katılanlara ve kendisine destek olanlara teşekkür etti. Gülten Kaya, ''Değerli bir Kürt yazarımız vardı, Mehmet Uzun. Sürgünden döndüğünde eşim gezdirmişti onu ve şöyle söylemişti 'İnsan üç kez çocukluk yaşar. Bir kendi çocukluğu, iki sürgündeki, üç de sürgünden döndükten sonra. Sen şimdi üçüncü çocukluğunu yaşıyorsun. O yüzden ben sana refakat edeceğim, İstanbul'u gezdireceğim'. Ahmet, üçüncü çocukluğunu yaşayamadan gitti'' şeklinde konuştu.
‘Artık üzülmeyin olur mu?’
Gülten Kaya, konuşmasını ''Uçurtması tellere takılanlardan biri olan sevgili yol arkadaşım Ahmet, eğer yeni bestelerini orada Yılmaz Güney'e, Hrant Dink'e, diğer güzel insanlara dinletiyorsan çok kıskanırım. Aslında biz üç kişiydik. Yan yanaydı ikisi yıllardır. Onlar gitti, ben kaldım. Canım Ahmet ve canım Yusuf ağabeyim, gidişinizle yaşadığım büyük yalnızlığım bu gece hafifledi. Artık üzülmeyin olur mu?'' sözleriyle tamamladı. Gülten Kaya, daha sonra, kapatılan DEP'in eski milletvekili Leyla Zana'nın gönderdiği mesajı okudu.
Çatallar ve gazete kupürleri
Bu arada salonun fuayesinde Çıplak Ayaklar Dans Kumpanyası'ndan Mihron Topasyan'ın, Magazin Gazetecileri Derneğinin 10 Şubat 1999'da düzenlediği ''Yılın En İyi 10 Müzik Yıldızı Yarışması'' ödül töreninde, Ahmet Kaya'nın konuşması sonrasında yaşanan çatal-kaşıklı kavgayı anlatan enstalasyonu ile o dönemde Ahmet Kaya aleyhinde çıkan haberlerin yer aldığı gazete kupürleri sergilendi.
Günay: Bu hepimize ders olsun
Programın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Gerçekten çok duygusal, önemli ve öğretici bir akşam oldu hepimiz için. Bundan sonra bu ülkenin insanlarına kıyılmasın, bütün kalbimle diliyorum. Bu hepimiz için öğretici olsun yeteri kadar, birleştirici olsun, barıştırıcı olsun” dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın törene katılmayı çok istediğini belirten Ertuğrul Günay, “O, programlarına devam etmek zorundaydı. O yüzden onun saygılarını, selamlarını getirdim Gülten Kaya arkadaşımıza. Bir anlamda hükümet üyelerini temsilen burada bulunuyorum'' diye konuştu. Günay, şöyle konuştu: “Dinlememekten, anlamamaktan, susturmaya çalışmaktan ve inatlaşmaktan Türkiye ne bedeller ödedi. Bu akşam çok masum bir cümlenin, bir insanı nasıl büyük bir yurt hasreti içinde, 'yorgansız olduğum için üşümüyorum, vatanımdan uzak kaldığım için üşüyorum' diyerek, 43 yaşında yüreği yurt sevgisiyle çarpan bir insanın, nasıl bu ülkeden gencecik yaşında aramızdan ayrıldığını çarpıcı biçimde gördük. Lütfen bu hepimize ders olsun, lütfen kimse kimseyi hangi içsel gerekçeyle olursa olsun susturmaya kalkmasın. Konuşma hakkını savunalım.'' Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya ise “Türkiye'deki bütün kültürler, diller, renkler ve sesler üzerinden Ahmet Kaya sürgünde kaybettiğimiz son sanatçı olsun istiyoruz. Bu amaçla burada Türkiye'nin renklerini ve seslerini bir araya getirmeye çalıştık'' diye konuştu.
Kaya: Kırgın değilim
Gülten Kaya, programları uymadığı için geceye katılamayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na herhangi bir kırgınlığı olmadığını belirtti.
'Çok yol almamız lazım’
Kaya, bir soru üzerine “Umuyoruz ki bundan sonra başka sanatçılar, başka aydınlar, başka muhalifler sürgün gibi ağır bir ceza yaşamak zorunda kalmazlar. Bu 10 yıllık süreçte bizim istediğimiz ve özlediğimiz düzeyde bir gelişme olabilir mi? Daha değil. Çok yol almamız gerek. Burada sivil toplumun, siyasetin ve halkın bütün renklerini ve seslerini buluşturmamızın sebebi buydu'' dedi.
HEPAR'dan protesto
Öte yandan, anma toplantısı sürerken Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) İstanbul Gençlik Kolları üyesi bir grup dışarıda protesto gösterisi yaptı. Ellerinde Türk bayrakları ve pankartlar bulunan göstericiler, Ahmet Kaya aleyhine sloganlar attı. Güvenlik önlemi alan Çevik Kuvvet ekiplerinin, Lütfi Kırdar’a yaklaşmalarına izin vermediği göstericiler, bir süre daha slogan attıktan sonra dağıldı.
Kimler katıldı?
Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'ın ev sahipliğinde organize edilen anma gecesine; Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, BDP Milletvekilleri Sırrı Sakık, Akın Birdal ve Ufuk Uras, AK Parti Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, CHP Milletvekili Mehmet Sevigen, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, öldürülen gazeteci Hrant Dink'in eşi Rakel Dink, yazar Ataol Behramoğlu ve sanatçı Mustafa Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu iki bine yakın davetli katıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, programları nedeniyle anma etkinliğine katılamadı.
12 Aralık 2010

11 Aralık 2010 Cumartesi

KADINLAR

Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru

İlk kadın mitinginin yıldönümü

İlk kadın mitinginin yıldönümü

Türkiye'de ilk kez 10 Aralık 1919'da Kastamonu'da düzenlenen ilk kadın mitingi kutlamaları yapıldı. On Aralık Kastamonu Platformunun öncülüğünde Kastamonu Kız Meslek Lisesi'nin önünden başlayan yürüyüş, Cumhuriyet Alanı'ndaki Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı’na çelenk konmasıyla devam etti. Kadın Derneklerinden oluşan grup, Vali Mustafa Kara ve Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu’nu makamlarında ziyaret ettiler. Program, Halk Eğitim Merkezi’nde “İstiklal Yolu’nda Türk Kadını” belgeselinin sunumu, Prof. Dr. Reşat Genc’in konferansı, “Kurtuluşu Aydınlatan Kadınlar” konulu konserle devam edecek program, Kastamonu Üniversitesi’nde “TRT Türk Sanat Müziği Konseri” ile son bulacak. Türkiye'nin yabancılar tarafından işgal edilmesini protesto etmek için 10 Aralık 1919'da Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) bahçesinde 3 bin Kastamonulu kadın bir araya gelip ülkenin işgalini ve insanlık dışı vahşetleri protesto etmişlerdi. Kadınlar, işgal kuvvetlerinin eşlerine de telgraflar çekerek duydukları üzüntüyü belirtmişlerdi. Miting düzenleme komitesi başkanı olan Zekiye Hanım, din ve istiklal için ölmeye ve kanlarını evlatlarının ve eşlerinin kanlarıyla karıştırmaya hazır olduklarını söylemişti.
10 Aralık 2010

ARKADAŞ

olmasın o ta içten

gülen gözlerde yaş

bir gün gelip ayrılsak da

seninle arkadaş
bir kıvılcım düşer önce
büyür yavaş yavaş
bir bakarsın volkan olmuş
yanmışsın arkadaş
dolduramaz boşluğunu
ne ana ne kardaş
bu en güzel bu en sıcak
duygudur arkadaş
ortak olmak her sevince
her derde kedere
ve yürümek ömür boyu
beraberce el ele
olmayacak o ta içten
gülen gözlerde yaş
bir gun gelir ayrılsak da
seninle arkadaş

"PARDON TÜRKAN ABLA" DESE DE YÖNETİM

ÇYDD'lilere Ergenekon üyeliğinden dava
Ergenekon soruşturması kapsamında Çağdaş Yasamı Destekleme Derneği üyesi 8 sanığa Ergenekon örgütü üyeliği iddiasıyla dava açıldı. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon soruşturması kapsamında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) yöneticileri ile üyelerinden oluşan 8 kişi hakkında hazırlanan iddianameyi kabul etti. Mahkeme heyeti, özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Ercan Şafak, Murat Yönder ve Zekeriya Öz tarafından hazırlanan iddianame üzerindeki incelemesini tamamlayarak, kabulüne karar verdi. Heyet, ÇEV'in eski başkanı Gülseren Yaşer hakkında da yakalama kararı çıkarttı.
İlk duruşma 18 Mart 2011'de
Ergenekon soruşturması kapsamında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) yöneticileri ile üyelerinden oluşan 8 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması 18 Mart 2011'de yapılacak. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 342 sayfalık iddianameyi inceleyerek kabul kararı vermesinin ardından tensip tutanağı düzenledi. Tensip tutanağında, sanıklar Hamdi Gökhan Ecevit, Ayşe Yüksel, Halime Filiz Meriçli, Aydın Ortabaşı, Ömer Sadun Okyaltırık, Fatma Nur Gerçel, Mustafa Namık Kemal Boya ve Gülseven Yaşer'in kimlik bilgilerine yer verildi. Tutanakta, sanıklar hakkındaki ''Ergenekon silahlı terör örgütüne üye olmak'', ''hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek'', ''devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek'' ve ''özel hayatın gizliliğini ihlal etmek'' suçları yer aldı. Mahkeme heyeti, tensip tutanağında, duruşmaların Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinin görüntülü ve sesli iletişim araçlarının kullanıldığı en büyük salonunda yapılmasını karara bağladı. Gülseven Yaşer'in, üzerine atılı eylemi işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunu, atılı eylemin CMK'nın 100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçlardan olduğunu, dosya kapsamı dikkate alındığında soruşturmanın başından beri bulunup ifadesinin alınamadığını ve yurt dışına çıkış yaptığını belirten mahkeme heyeti, iddianamede firari sanık olarak değerlendirildiği anlaşıldığından Yaşer hakkında, CMK'nın 98. ve devamı maddeleri uyarınca iddia konusu ''Ergenekon isimli silahlı terör örgütü üyesi olmak'' suçundan yakalama kararı çıkarılmasına hükmetti. İddianame ve eklerinin CD ortamına aktarılmasına karar veren mahkeme heyeti, diğer 7 sanığa ise, bu CD'ler de eklenerek ayrı ayrı meşruhatlı davetiye çıkarılmasına karar verdi. Sanıkların nüfus ve sabıka kayıtları dosyada yer aldığından tekrar istenilmesine gerek görmeyen mahkeme heyeti, iddianamenin irtibat nedeniyle ''Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmata ilişkin dava''yla birleştirilmesi talebinin ise sanıkların savunmaları tamamlandıktan sonra düşünülmesine karar verdi. Mahkeme heyeti, iddianamede sanıklara, ''iddia olunan Ergenekon isimli silahlı terör örgütü'' ile ilgili suç isnadında bulunulduğunu belirterek, bu örgütün varlığı, yapısı, varsa eylemleri konusunda bilgileri içeren yazıların İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatından geldiğini, bu yazılar ''Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmata ilişkin dava'' dosyasında bulunduğundan, yeniden istenilmesine yer olmadığına hükmetti.

İNSANIZ BİZ

insanız biz, insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş, en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.
ilkin yaşardık mağara kovuklarında,
farkımız yoktu vahşi hayvanlardan,
oysa şimdi betondan kocaman kentlerimiz var,
üst üste on milyon insan.
insanız biz, insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş, en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.
çıplak ayakla yürüdük yüzyıllarca,
sonra tekerlek icat oldu,
şimdi en son model modern lüks vasıtalarla,
kaldırımlar bile doldu.
insanız biz, insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş, en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz.
bir bir keşfettik doğanın tüm sırlarını,
artık top gibi oynuyoruz elektronlarla,
işte en muhteşem buluşumuz tepemize asılı,
yüz milyon megaton bomba.

(söz, müzik ve düzenlemesi şanar yurdatapan ile atilla özdemiroğlu'na ait olan, melike demirağ, iskender doğan, ertan anapa, funda anapa, esmeray ve kerem yılmazer tarafından seslendirilen eser. 1978 eurovision türkiye elemeleri'nde finale kalan 12 eserden biri olan ve ilk 5'e kaldığı açıklanınca siyasi tartışmaları da beraberinde getiren bu şarkı, nilüfer'in içinde yer aldığı "grup nazar"ın ardından ikinci olmuştu. yarışmanın favorilerinden olan nükhet duru ve modern folk üçlüsü'nün seslendirdiği "dostluğa davet" in 3. sırayı alması, siyasetin trt'ye ve müziğe karıştığı yorumlarına yol açmıştı.)

KURANDA KURTARANDA

BENİM KABEM İNSANDIR
Benim kebem insandır, Hele hele nenni dost nenni
Kuranda kurtaranda, Hele hele nenni dost nenni
İnsan oğlu insandır, Hele hele nenni dost nenni
Benim kebem sevildir, Hele hele nenni dost nenni
Kuranda kurtaranda, Hele hele nenni dost nenni
Sevili insanlardır, Hele hele nenni dost nenni
Benim kebem emektir, Hele hele nenni dost nenni
Kuranda kurtaranda, Hele hele nenni dost nenni
Emekçi insanlardır, Hele hele nenni dost nenni
Benim kebem dünyadır, Hele hele nenni dost nenni
Kuranda kurtaranda, Hele hele nenni dost nenni
Dünyayı insanlardır, Hele hele nenni dost nenni
Ellerin kebesi var benim kebem insandır
Kuranda kurtaranda insan oğlu insandır
Ellerin kabesi var benim kebem sevildir
Kuranda kurtaranda sevili insandır
Ellerin kâbesi var benim kebem emektir
Kuranda kurtaranda emekçi insandır
Ellerin kâbesi var benim kebem dünyadır
Kuranda kurtaranda dünyayı insandır

MEN DAKKA DUKKA

Ana muhalefet partisinden destek ve teşvik gören eylemciler, faşizm özentilerini daha fazla sergiler hale geliyorlar. Önce ana muhalefetin temsilcisi, iktidarı faşistlikle orada damgalarken, biraz sonra sizin bu yaptıklarınız faşizan baskıdır diyerek oradaki öğrencilere hitap ediyor. Arapların bir atasözü var. Men Dakka Dukka. Vurursa veya dak ederse, ona da vururlar, dak ederler. Olay bu.
diyor başbakan

Erdoğan öğrencilere Arapça seslendi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, fırsat olsaydı öğrencilere "Bu kadar paranız varsa akşama güzel bir omlet yapın yiyin" tavsiyesi vermek istediğini belirterek muhalefete Arapça yüklendi. Erdoğan "Men Dakka Dukka. Kim vurursa veya dak ederse ona da vururlar dak ederler" dedi.

AKP Genel Merkezi'ndeki Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nın açılış konuşmasını yapan Başbakan Erdoğan, 2011 seçimlerine yaklaşırken muhalefetin her yolu mübah gören bir anlayışla hareket ettiğini söyledi. Erdoğan; muhalefet partilerinin sokak olaylarını ve öğrenci olaylarını kışkırttığını ifade ederken "Hiçbir konuda anlaşamayanlar şu arda hükümete saldırı noktasında ittifak içine girmiş görünüyorlar. Şiddet içeren sokak eylemlerini medya çarşaf çarşaf sayfalarına taşırken CHP'de bu eylemcileri meclis koridorlarına grup toplantılarına kadar taşımaktan çekinmiyor. Kim bunlar illegal örgüt mensupları. Kim bunlar bütün illegal olaylar içinde yer alanlar. Bunlarla seçim kazanacaklarını zannediyorlar. Boşuna uğraşıyorsunuz. Eğer Bu ülkede fikir ve düşünce özgürlüğünü şiddete bulaştıranlarla şiddetle bunu götürmeye gayret edenlerle CHP'nin yöneticileri el ele verdiği sürece benim milletim onları hiçbir zaman affetmeyecektir" diye konuştu. Erdoğan öğrencilerin eylem yapmadan sadece basın açıklaması yapmadıkları zaman haber olmadıklarını bu nedenle de polise saldırdıklarını belirterek basına da yüklendi.

"Orantısız güç diyorlar, ne olacaktı?"

Başbakan Erdoğan, polisin özellikle İstanbul'daki öğrencilere karşı orantısız güç kullanması konusundaki eleştirilere de yanıt verdiği konuşmasında polisin görevinin can ve mal güvenliğini sağlamak, asayişi temin etmek olduğunu vurguladı. Rektörleri davet ettiği toplantıya göstericilerin davetsiz katılım sağlamak istediğini ifade eden Erdoğan "Davetsiz herhangi bir toplantıya icabet katılım diye bir şey söz konusu olabilir mi? Ona baskın derler, saldırı derler. Bu gelenler gerek ilk yaptığımız toplantıda gerek ikinci yaptığımız toplantıda neymiş 'biz gençliğiz bizimle ilgili toplantıyı bizsiz yapma hakkına sahip değiller. Dolayısıyla biz oraya girmek durumundayız' Ne alakası var. Biz gençlerimizle de bir araya geleceğiz. Ellerinde ifade şu 'bayraklarla geliyorduk' diyor. Bu nasıl bayrak ki onunla orada kalkıp Emniyet Müdürü'ne vurabiliyorsun. Bayrağın geçirildiği bir sopadır. Onunla Emniyet Müdürü'ne vuruyorsun. Emniyet Müdürü'nün kendini korumasını kimse savunmuyor. İllegal örgüt mensubunu savunuyor" dedi. Erdoğan şöyle devam etti: "Siyasi partilerin bazıları 'burada orantısız güç kullanılıyor' diyor. Ne olacaktı Dolmabahçe Ofisi'ne gelsinler, bassınlar orada arzu ettiğiniz tablo mu ortayla çıksın? Dünyanın neresinde böyle bir şey var. Hangi özgürlük projesinin içerisinde böyle bir şey olabilir. Her yerde bu tür toplantılar beli bir mesafeye kadar müsaade edilir. Orada bağırırlar çağırırlar pankartlarını asarlar. Bunlar tamam normal protesto haklarıdır. Neyi protesto ettiklerini de bilmiyorum doğrusu."

Omlet yapın tavsiyesi

(PASTA YİYİN DER GİBİ)

Erdoğan, eğitim konusunda yapılan yatırımlara da dikkat çekerken, öğrencilerin "Neyin eylemini yaptığını bilmediğini' dile getirdi. Bazı köşe yazarlarının 'Taş ile yumurta' tarifi yaptığını söyleyen Erdoğan "Önemli olan fiil burada. Neymiş taş atmamış yumurta atmış. Burada fiil önemli" dedi. Erdoğan öğrencilere fırsat olsaydı bir tavsiyede bulunmak istediğini de ifade ederek "Bu kadar hakikaten bol paranız var. Güzel bir omlet yapın da akşama omlet yiyin derdim" dedi.

"Men dakka dukka"

Öğrencilerin öğretmenleri konumundaki bir kişiye yumurtalı protestoda bulunmasının bir özgürlük olmadığını ifade eden Erdoğan "İnsanların konuşmalarına, düşüncelerine açıklamalarına, varlığına dahi tahammül edemeyenler çıkıp özgürlükte bahsedemezler" dedi. Erdoğan muhalefet partisinin öğrencilerin eylemlerine destek verirken, kendilerinin de bu protestolara maruz kaldığına vurgu yaparak muhalefete Arapça sözlerle yüklendi. Erdoğan şunları söyledi. "Üniversitelerde baskı ve şiddet uygulamayı özgürlük arayışı gibi gösterenler demokrasi perdesi altında faşizm yapmaktadırlar. Ana muhalefet partisinden destek ve teşvik gören eylemciler faşizm özentiliğini daha fazla sergiler hale geliyorlar. Önce ana muhalefetin temsilcisi iktidarı faşistlikle orada damgalarken biraz sonra 'sizin bu yaptıklarınız faşizan bir baskıdır' diyerek oradaki öğrencilere müdahale ediyor. Ne oldu, Arapların bir atasözü vardır. Men Dakka Dukka: Kim vurursa veya dak ederse ona da vururlar dak ederler. Olay budur. Bugün sırf hükümete karşı bu illegal eylemleri faşizan eylemleri teşvik edenler okşayanlar anında o kitlenin hedefi oldular. Ankara Siyasal'da bizim arkadaşlarımızla kendi arkadaşları da eyleme maruz kaldılar. Sonunda eylemi faşizm olarak nitelendirdiler. Ama ne oldu ertesi gün çıkıp genel başkanı ile eylemi mazur göstermenin saldırganlığı, mazur göstermenin gayretine girdiler. Biz bu ilkesiz siyaset tarzı ile meşgul olmayacağız. Bizi çekmek istedikleri tuzaklara biz gelmeyeceğiz."

"Her boyayı boyadın da"

Erdoğan, iddialarını ispatlarlarsa İsviçre bankalarında olduğu iddia edilen parayı vereceğini söylediği CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'Haram para istemeyiz' açıklamalarına "Her boyayı boyadın bir fıstık yeşili kaldı" sözleriyle yanıt verdi. Partisinin il Başkanları toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan, Wikileaks belgeleri üzerinden kendilerine yüklenen ana muhalefet partisine yanıt verdi. Erdoğan özellikle yolsuzluk iddialarına hukuki yollarla gereken cevapları vereceklerini kaydederek "Bazıları işi gücü bıraktı hiçbir belgeye dayanmadan dedikodulardan iddialardan ithamlardan yola çıkarak aklına ilk geleni söyleyerek bir tarz tutturmuş gidiyor. Bu zat iftirayı adeta meslek edinmiş durumda. İftira atmak konusunda hiçbir ilkesi yok hiçbir kriteri yok. Attığı her iftira yalanlandığında yüzü kızarmak mahcup olmak utanmak özür dilemek gibi hasleti de yok. Tek bir amacı tek bir gayesi var. Ben iftira atayım, ben çamur atayım. Tutmazsa da izi kalır. Böyle bir zihniyet" diye konuştu.

"Belge kim sen kim?"

Kılıçdaroğlu'nun iddialarını önceki Genel Başkan Deniz Baykal'ın da söylediğini hatırlatan Erdoğan "Müflis tüccar eski defterleri karıştırır dururmuş" dedi. Erdoğan şöyle devam etti: "Bunlar aynı zamanda Ergenekon avukatlığı da yapıyor. Belli avukatları sürekli Ergenekon'un avukatlığını yapmak üzere seferber olmuş durumda. Geçmişte Ergenekon'dan besleniyorlardı. Şimdi o kaynakları kuruduğu için ona benzer başka kaynaklar aramaya başladılar. Baktılar ki Wikileaks belgeleri Ergenekon'la benzer bir işi yapıyor. Aynı vazifeyi görüyor. Sorgusuz sualsiz Wikileaks belgelerine sarılıyorlar. İftirayı bile kendileri üretemiyorlar. Yabancı diplomatlardan ödünç alıyorlar. Yabancı internet sitelerinin iftiralarını alıp bunun borazanlığını yapıyorlar. En sert şekilde böyle bir şeyin olmadığını söylediğimizde yüzleri kızaracağı yerde utanacakları sıkılacakları yerde belgesini getir diyorlar. Sen 12 Eylül Halk Oylamasında gidip muhtardan belgeni alamadın. Oy kullanamadın. Şimdi kalkmış belge istiyorsun. Belge kim sen kim. Ben ispat edin hesapları bulun hesaptaki paraları size bağışlayacağım diyorum. Açıklama yapıyor 'Biz haram para istemeyiz' diyor. Anadolu'da güzel bir söz var; Her boyayı boyadın bir fıstık yeşili kaldı." Konuşmasında anamuhalefet lideri Kılıçdaroğlu'na yüklenen Erdoğan, CHP'ye oy verenlerin de Kılıçdaroğlu'nun üslubundan rahatsız olduğunu savundu. Erdoğan, "Öyle bir Genel Başkan düşünün ki, 12 Eylül halk oylamasında herkesi oy vermeye çağırıyor. Ama kendisi gidip oy kullanmıyor, hayır bile diyemiyor. 'Dersim'de analar ağlamadı mı?' diyen arkadaşına önce 'gereğini yapsın' diyor, ardından 'konu kapanmıştır' diyor. Dersimli kardeşlerime de sesleniyorum. Kursa bakmayın, bakın bunları hatırlayın. Böyle bir zat. Öyle bir genel başkan düşünün ki üzerindeki pahalı gömlek için 'parasını verdim' diyor. Ardından fatura başkasını adına çıkıyor. Genel af diyor, başörtüsü diyor, ardından çark ediyor. Çarşaf liste diyor, sonra blok listeyi savunuyor. 'Ben genel başkan adayı değilim' diyor; eresi gün adaylığını koyuyor. Böyle bir genel başkandan CHP'ye gönül vermiş vatandaşlarım memnuniyet duyabilir mi? Çünkü bunlar kamera şakası yapmaya alışmışlar" diye konuştu.

"Kronik sorunları çözdük, muhalefet sorununu çözemedik"

(ÇÖZÜNCE ARDINDAN NE GELİYOR ?..?)

Başbakan Erdoğan, muhalefet partisinin iddialarına ilişkin hukuk mücadelesi vereceklerini vurguladığı konuşmasında muhalefetin hiçbir somut proje üretmediğini, hakaretle projeyi birbirine karıştırdığını söyledi. Erdoğan, "Bunların aynı konuda iki gün aynı düşünceyi dile getirdiğini gören var mı? Maalesef Türkiye'nin kronik birçok sorun çözdük, ama muhalefet sorunu çözemedik. Bu sorun giderek daha da büyür" diye konuştu.

10 Aralık 2010 Cuma

TRT'DE SPOR VE KÜFÜR

22 Kasım 2010 akşamı TRT1 kanalında yayınlanan Stadyum programına izleyicilerin elektronik postayla soru sorarak katılabiliyor. Program sunucusu tarafından verilen elektronik posta adresine seyirci merak ettiği sorularını bu adrese gönderdi. İletide şunlar yazıyordu: “Sorularımız Hakan Şükür'e... Duyduk ki TRT'den Stadyum programı için her hafta 14 bin TL alıyormuşsunuz...para da HSBC Bank İstanbul Bomonti şubesine yatıyormuş...Eğer böyleyse... 1- Bu kadar para size neden veriliyor? İçiniz rahat mı...Hayır yani dini bütün bir insansınız ya ondan diyoruz... 2- Bu ücretin vergisi ödeniyor mu? Yani TRT'deki çalışma statünüzün adı nedir? 3- Bu ücretin alınmasında malum cemaatinizin payı ve gücü nedir? Ya da cemaat bu olayın neresinde ne kadar vardır? 4- Toplamda 728 milyarlık bir tutar bir hayli iyi öyle değil mi? Siz ne düşünüyorsunuz? Bakalım bu sorularımız bir cevap bulacak mı? Bekliyoruz... Sevgiler...saygılar... H.günel” Bu iletiye TRT’den gönderilen cevap şöyleydi:
(Türkçe yanlışları TRT’ye aittir) “Hayri bey hakan sukur geldikten sonra sponsorlugu gelirleri 10 kar artti bunuda yazsaydiniz ridvanlar m.denizliler 3er 5 er trilyon alirken musade ederseniz turk futbolunun en basarili ismida onlarin 6 da birini alsin cemaatle ne alakasi var ideolojik yaklastiginiz her halinizden belli” TRT’den gelen bu cevaba karşılık Günel şöyle bir mesaj gönderdi: “Sorun da bu ya... Bu kadar paraları Hakan Şükür, Denizli, Dilmen niye alır?...Neyin karşılığı bu paralar? Hangi işin? 17 milyon işsizin kıvranarak süründüğü bir ülkede üstelik...İdeoloji diyorsunuz...Bunun neresi ideoloji...? Üstelik ben hala sorularıma cevap alamadım... Sizin mailinizdeki savunma şuna benziyor biraz...Ağca katil ama başkaları benzer programlar yapınca suç değil, TRT yapınca suç... Böyle savunmadı mı TRT de kendisini?...Yuh olsun mu size, bana bizlere...hepimize...olsun mu? Hatta yazıklar olsun mu? Bence olsun...” TRT’den ise bu maile şöyle cevap geldi: “vicdani rahatmis arz talep meselesi ntv spor ve lig tv 3 katini veriyor gitmiyor hayri cim...” Hayri Günel TRT’ye yine cevap yazmaya devam etti: “Cevap bu öyle mi?... Bu kadar ayağa düştü yani Hakan Şükür... Böylesine orta malı oldu desenize... Bir de "Hayricim" değil "Hayri'ciğim" olacaktı yanılıyor muyum?...Laubaliliği ise hiç hesaba katmıyorum…Arz talep meselesi öyle mi…?” Ve devlet kanalı TRT’den Günel’e şöyle bir cevap geldi: “Sanane gerizekali kiskanclik yapma i..e seneyede 2 katini verecez rejiden yaziyoruz binlerce mail geliyor nede olsa turk futbolunun krali ve adami hakan var yayinda raitingler super sen bile seyrediyosun ya ayi” İşte TRT’nin Hayri Günel’e verdiği nihai cevap böyleydi. Kısacası Türkiye sonunda devlet televizyonundan "i..e" yanıtının verildiğini de gördü.

9 Aralık 2010 Perşembe

100 YILLIK SOSYALİZM ÇINARI

Bir sosyalizm çınarı
Tüm yaşamını sosyalizm mücadelesine adamış olan Behice Boran, aydın kimliği ile örgütlü kimliğini birleştirmeyi başaran ve öldüğü güne kadar mücadele etmekten geri durmayan kişiliğiyle sosyalizm mücadelesinin simge isimlerinden birisiydi.
TİP Genel Başkanı, milletvekili, akademisyen, barış savunucusu olan ve bunların tamamını örgütlü kimliğinde birleştirmeyi başaran Behice Boran, ölümünün 23. yıl dönümünde de bir okul olmaya devam ediyor. Çevresini aydınlatan, inatçı ve kararlı kişiliği ile sosyalizm mücadelesine tüm yaşamını adayan Boran, dost düşman herkeste saygı uyandıran bir isimdi.

Behice Boran: 'Sosyalist Doğulmaz, Sosyalist Yaşanır'
Tarihte bazı insanlar düşünceleri, eylemleriyle tarihin yönünü değiştirirler. Aslında onların tarihi değiştirmek gibi büyük hedefleri, amaçları yoktur. O’nlar, düşündükleri gibi yaşayıp, düşüncelerinin peşini hiçbir koşulda bırakmazlar. İşte bu nedenle onlar tarihi ve tarihsel kişilikler olurlar.
Behice Boran, Türkiye sosyalist-komünist hareketinin tarihinde, aynı zamanda Türkiye’nin siyasal tarihinde tarihi kişilik olmuş isimdir. Tarihin aklından söz etmek gerekirse; Behice Boran yaşadığı zamanın ve tarihsel sürecin aklı olmuş, bilim insanı ve siyasal kimlikli bir önderdir. “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır" demişti.
Boran düşündüğü gibi yaşadı.
Behice Boran; 1 Mayıs 1910’da Bursa’da doğan Boran, Arnatuköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirdikten sonra ABD’ye gitti. Michagan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını tamamladıktan sonra 1939’da Türkiye’ye döndü ve AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne doçent olarak atandı. Öğretim üyeliği yıllarında (1939-1948) çıkardığı “Yurt ve Dünya”, “Adımlar” dergilerinde sınıflar arası akışkanlık, işçi, köylü ve gençlik sorunları, demokrasi ve hümanizm konularında yazılar kaleme aldı.
Boran 1948’de siyasal görüşleri yüzünden Pertev Naili Boratav ve Niyazi Berkes ile birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı..1950’de kurucuları arasında yer aldığı Barışseverler Cemiyeti’nin ilk genel başkanı seçildi. Cemiyet, Menderes hükümetinin Kore’ye asker göndermesini kınayan bir bildiri yayımlayınca kapatıldı ve Boran 15 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Boran, 1953’te Türkiye Komünist Partisi (TKP)’ne yönelik büyük tutuklama furyasında tutuklandı. Kanıt yetersizliğinden salıverildi. 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Birinci Büyük Kongre’de (1964) MYK’ya seçildi. 1965 genel seçimlerinde TBMM’ye Urfa milletvekili olarak giren Boran, SSCB’nin Çekoslovakya’nın işgalinden (Ağustos 1968) sonra, Genel Başkan Mehmet Ali Aybar ile görüş ayrılığına düşen grubun içinde yer aldı. Tarihe Aren-Boran olarak geçtiler. Aybar ve arkadaşlarının partiden ayrılmalarının ardından, Behice Boran, TİP’in Dördüncü Büyük Kongre’sinde genel başkanlığa getirildi. (1970).
Boran, 12 Mart 1971 Muhtırasını izleyen günlerde tutuklandı. TİP Programındaki Kürt sorunu gerekçe gösterilerek Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. Boran 15 yıla mahkûm 1974`te çıkarılan Genel Af ile serbest kalan Behice Boran, 1975 yılında ikinci kez kurulan TİP`in yeniden genel başkanı oldu.
12 Eylül 1980 cuntasına kadar TİP genel başkanlığını sürdüren Behice Boran, 1980 cuntasında kısa bir süre gözaltında tutuldu. TİP kapatılırken, 1981 yılında Behice Boran`da yurttaşlıktan çıkarıldı.
Brüksel`de siyasi mülteci olarak yaşayan Behice Boran, ilerleyen hastalığına rağmen solun birliği için mücadelesini sürdürdü. Türkiye İşçi Partisi ile Türkiye Komünist Partisi, 7 Ekim 1987`de Brüksel`de düzenlenen bir basın toplantısıyla birleşip, Türkiye Birleşik Komünist Partisi(TBKP) adını aldıklarını açıkladı. TİP Genel Başkanı Behice Boran ve TKP Genel Sekreteri (Haydar Kutlu) Nabi Yağcı`nın katıldığı basın toplantısı öncesi Behice Boran`ın hastalığı ağırlaşmıştı. Doktoru bu toplantıya katılmasının intihar olacağını söylese de Boran, ilerleyen hastalığına rağmen bu toplantıya mutlak katılması gerektiğini söylüyordu.
10 Ekim 1987 sabahı uykusunda yaşama veda etti. Behice Boran için ilk tören Brüksel`de yapıldı. İkinci tören, Ankara`da TBMM düzenlendi. 18 Ekim`de ise İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı`nda on binlerce seveni tarafından toprağa verildi.
Yakın dostu Çetin Altan, Behice Boran’ı şöyle anlatıyor.
"Sosyoloji öğreniminin derinliklerine indikçe, çeşitli yaklaşım ve yorumların büyük ölçüde varsayımlara dayanan mantığı kendisini rahatsız ediyordu. Böyle bir bilim dalının daha tutarlı bir temele dayanması gerektiğini düşünüyordu. Bir öğle tatilinde yine sınıfın çalışkanlarından bir gençle kafeteryada Coca Cola içerlerken ona sosyolojide gözüne çarpan bu tutarsızlıktan söz etmişti. Ve Amerikalı genç kendisine ilk kez Marks'tan söz etmişti. Marks'ın yapıtlarına karşı merakı böyle uyanmış ve Marks'ın görüşlerini öğrendikçe, sosyoloji teorilerinde kafasına takılan boşluklar, yeni bir boyutta tutarlı bir zincir oluşturmaya başlamıştı. Boran'ın yaşamındaki bu dönemeç noktasını kendisiyle baş başa gün ışıyıncaya kadar konuştuğumuz çok oldu."
Bu dönemeç ona pek çok şey yaşattı.
"Bu kadar da olmaz"
1971'de tutuklu bulunduğu cezaevinden yakın dostu ve avukatı Necla Fertan'a yazdığı mektupta şöyle diyordu Behice Boran:
"Üzülmekten çok şaşırıyorum, bunca sorunun bir araya gelmesine. Bir romanda okusam, bu kadar da olmaz derim, melodrama kaçmışlar biraz derim. 64 yaşından sonra kolları sıvayacağım demek. Ama düşünüyorum da, ömrüm boyu kolları sıvamaktan öteye gidemedim gibi geliyor. Başlanıp geliştirilip, tamamlanmış bitirilmiş bir şey yok. Yarım kalmış hep. Meslek hayatım öyle, politik hayatım öyle, aile hayatım öyle. Hep bir yerde darbe yemiş, yarım kalmış. Bunun farkında değildim, hiç düşünmemiştim. Şimdi yazarken yaptım bu tespiti."
Çetin Altan'ın deyimiyle tek oğlunu dahi cezaevinde dünyaya getirmişti. Ve Çetin Altan'a göre, "Türkiye'nin siyasal tarihinden, çöl ortasında kurumamaya uğraşan bir pınar gibi, anıtsal bir dirençle gelip geçen ve insanlığın uğradığı haksızlıklarla dövüşmeyi kendine mezhep yapmış bir kutsal insandı o."
Hayatlara bakarak karar vermek
Her şeyi yarım kalmış gibi hissetse de, seçtiği yoldan hiçbir zaman pişmanlık duymamış, yakınmadan bedel ödemiş, kararlı, mücadeleci bir kadındı o.
İlk kadın parti başkanı, parti başkanı olmaktan da öte, bir liderdi.
İnandığı gibi yaşadı.
"Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yönetmelidir. İnsan nihayet ne kadar sosyalist olmaya devam etse de, bir gün bedeni bu fani dünyaya veda eder, ama işçi sınıfı partileri, işçi sınıfı var oldukça devam eder, gider. Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır," diyordu.

YORUMSUZ

Tarikatın kucağındalar

Tarikatın kucağındalar
Anaokulu yaşındaki çocuklara din dersi veren tarikat lideri internet sitesinde kendisini halife ilan etti. Sakarya Nakşibendi Dergâhı’nda anaokulu yaşındaki çocuklara din dersi veriliyor. Kendisini “halife” ilan eden Molla Mustafa tarikat üyelerinin buluşmalarını ve verdiği dersleri internette yayımlıyor. Yaklaşık üç ay önce kurulan internet sitesinde tarikatla ilgili yüzlerce video yayımlanıyor. “Yaz talebeleri talim dersi” adlı video açıldığında Molla Mustafa’nın küçük çocuklara din dersi verildiği görülüyor. Sakarya’daki dergâh “Osmanlı Nakşibendi Dergâhı” olarak kullanılıyor. www.sakaryevi.com adlı internet sitesi 9 Eylül 2010 tarihi itibarıyla yayına girdi. Siteyi incelediğinizde ilk gözünüze çarpan kendisini Nakşibendi Sakarya Halifesi ilan eden Mustafa Atmaca oluyor. KKTC ve İngiltere’de etkili olduğu bilinen tarikat lideri şeyh Nazım Kıbrısi “Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısi El Hakkani Hazretleri” olarak takdim edilirken sitede hayatı anlatılıyor. Yine internet sitesinde anaokulu yaşındaki çocuklara din dersi verildiği de görülüyor. Yaşları küçük olan bu çocuklara kendisini halife ilan eden Mustafa Atmaca ders veriyor.
Önce şeriatı bileceksin
İnternet sitesinde Nakşibendi Sakarya Halifesi Mustafa Atmaca’nın hayatının bir bölümü şu sözlerle anlatılıyor: “17 Ağustos 1999 tarihinde medresede tahsil görmekte iken Adapazarı depremi olur. Depremden dolayı bir müddet medreseden ayrılmak zorunda kalır. Sonra uzun tefekkürler başladı. ‘Nereye gidiyorsun, böyle mi ömrünü çürüteceksin sabah işe git akşam gel. Hiçbir ilmi ve manevi terakkiyat yok. Sen bunun için mi yaratıldın. Medreseye dön tahsilini tamamla.’ İşte bu sıralar Allahu Teala’nın inayeti ile tekrar medreseme geri döndüm. ‘Hocam’ hazretleri de beni kabul ettiler. Elhamdülillah. Verilen aralarla birlikte 10 senelik medrese tahsilinden sonra hocası Molla Muhammed hazretlerinin izni ile kendisi de Şeker Mahallesi’nde hizmete başlarlar. Mustafa Efendi bu dönemlerde sohbetler yapmaya insanlara şeri ilim öğretmeye başlar. Kuranıkerim bilmeyenlere Kuranıkerim dersleri, tecvid dersleri, ilmihal fıkıh dersleri öğretir. Yaz dönemi mektepli çocuklara ders verir. Arapça kavrayabilecek kişilere Arapça, kavrayamayacak kişilere de Osmanlıca dersleri verir. Talebelerine Osmanlıca fıkıh, hadis, meviza kitapları okutur. Büyükleri gibi o da ilim olmazsa olmaz der. Derviş de olacaksan önce şeriatını bileceksin. Namazsız zikir ehli olunmaz. Mustafa Efendi iki senedir (2008’den bu yana) kendi ufak ve şirin dergâhında bu âli hizmeti sürdürmektedir. Her hafta perşembeyi cumaya bağlayan akşam ‘hatme-i hacekan’ zikri cuma akşamı ve pazar akşamları sohbet vermektedir. İsteyenlere Arapça, Osmanlıca, Kuranıkerim kıraat ve tecvid dersleri de devam etmektedir. Sene de üç dört defa Şeyh Efendi K.S. hazretlerini ziyarete Kıbrıs’a gitmektedir. Daha önceleri ‘Huccetül-İslam’ adını verdiği medresesini şimdi ‘Osmanlı Nakşibendi Dergâhı’ olarak da kullanmaktadır.”

ADIM BAŞI KİMLİK DENETİMİ----İŞGAL ALTINDAMIYIZ ABİ !!!!!

ADIM BAŞI KİMLİK DENETİMİ----İŞGAL ALTINDAMIYIZ ABİ !!!!!

Bebeğini kaybeden genç kız yaşadıklarını anlattı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın rektörlerle düzenlediği toplantıyı protesto sırasında polis tekmeleriyle bebeğini kaybeden 19 yaşındaki genç kız yaşadıklarını anlattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle düzenlediği toplantıyı protesto sırasında polis tekmeleriyle bebeğini kaybeden 19 yaşındaki genç kız yaşadıklarını Habertürk Gazetesi'nden Ece Temelkuran'a anlattı. İşte Temelkuran'ın yazısı:
19 yaşında. Boyu 1.55 var yok. Yüzü yuvarlacık. Tatlıcık bir ses tonu var. Kahraman, küçük bir kız çocuğu. Kaşık kadar. “Dayanamazlar” diyor. “Babam çok üzülür. Annem çok üzülür. Sonra akrabalarımız var, onlar da belki kızar. Belki beni görmek istemezler artık. Onları çok üzerler benim yüzümden. Sonra belki... Yani dayak olmaz da... Yine de...”
İnsan Hakları Derneği’nin bir odasında yalnız başına bir kız çocuğu, bir kadının başına gelebilecek en korkunç şeyi yaşamış, polis tekmeleriyle bebeği düşürülmüş, bu dünyada bir başına duruyor ve... Kız çocukları niye böyle Allah’ım? Niye hâlâ başkalarını düşünür bir kız çocuğu acıdan rahmi sızlarken!
‘Bebeği kutuya koydular'
Ağlamıyor. Eylemi anlatırken, biber gazını nasıl gözüne sıktıklarını anlatırken, ellerindeki gaz yanığını gösterirken, hastaneye nasıl alınmadıklarını, polisin onu nasıl düşük yaparken bile gözaltına almak istediğini, sedye getirmediklerini, bebeğinin kalbinin duruşunu... Kasıklarına tekmeler atan polislere, “Hamileyim! Vurmayın!” diye bağırmasına rağmen vurduklarını anlatırken. Hatta “Belki duymamışlardır” diyor, inanamıyor belli ki, bir insanın bile bile bir kız çocuğuna bunu yapabileceğine... Ağlamıyor şunu söyleyene kadar: “Doktor geldi, ‘Bebeğinin kalbi durmuş, alacağız’ dedi. Sonra bebeği çıkardılar. (Parmağını gösteriyor) Bu kadarcıktı. Kutuya koydular. Kutunun üzerine benim adımı yazdılar. O zaman işte... (Kırılıyor ağzı, çenesi acıdan) Ağırıma gitti.”
Devlet yardım ediyor!
Böyle bir hikâyeyi anlatmak için bir kız çocuğu bu kadar direnci, bu kadar olgunluğu nereden bulur? Bilemedim. Devam ediyor: “Doktorlar dedi ki: Sende morarma yok. Bu bebeği kendi kendine düşürmüşsündür belki. İncelemeye alınacak.” Ben bir şey demiyorum, o da bir şey demiyor. Susuyoruz, uzun hava. Devam ediyor yine: “Devlet bana yardım edecekmiş, öyle dediler. Kürtaj parasını ödeyecekmiş devlet. 600 lira...” Susuyoruz, küfür. Bir kız çocuğunu bu devlet, bu hükümet, bu polisler böyle büyütüyor işte. 19 yaşında ölü bebeğini bir kutunun içinde önüne koyup “Korkma parasını vereceğiz” diyerek. O kız çocuğu, bir hastane odasında ilk kez kadın-doğum muayenesi masasına yatarken çıkıp utanmadan, erinmeden, üşenmeden “Huzur ve istikrarımızın önemi ve falan ve filan” diyerek.
Doğuracaktı...
Sevmişler çocuklar birbirlerini. Konuşuyorlarmış, düşünüyorlarmış “Ne yaparız?” diye. İkisi de öğrenci. Ama çok sevmişler ve bu bebeğin doğmasına da karar vermişler. Belki okulu bırakırlarmış, belki başka bir çözüm bulurlarmış ama doğuracakmış işte, kopamamış bebekten. Bilen bilir... Sonra işte polis düşük yaparken ona şöyle demiş:
“Bu yaşta çocuk peydahladın ha!” Gülmüş sonra. Böyle olmuş işte...
Önceki gün devletimiz, hükümetimiz ve Başbakanımız böyle korunmuş “huzursuzluktan” ve “istikrarsızlıktan”.
“Belki bebeğim olmaz benim” diyor. Gözleriyle bana soruyor, sanki “Olur” desem iyi gelecek. Birileri iyi bir şeyler söylesin istiyor. Yarın muayene olacakmış yeniden, söyleyeceklermiş bir problem var mı diye. “O masaya yatmak istemiyorum bir daha” diyor. “Çok kötü bir şey. Çok kötü oldum ben.”
Sonra yine başkalarını düşünüyor:
“Bir kadın daha vardı. Onun da kasıklarına vurmuşlar hep. Belki onun da çocuğu olmaz.” Bizim payımıza düşen...
Yine bakıyor yüzüme. İstiyor ki “Yok öyle şey. Herkesin, senin de güzel bebeklerin olacak” diyeyim. Şuncacık bir kız, annesi bile yok yanında, şimdi tanıştığı bir “abladan” iyi bir şey duymak istiyor. Söylüyorum ben de. Ne yapayım! Çünkü bu devlet, bu hükümet, bu polisler, bu emniyet müdürleri bizim payımıza da bunu düşürüyor. Bebeğini kaybetmiş bir kız çocuğuna söyleyecek laf aratıyor. Var mı öyle bir cümle?
“Ne yazayım?” diye soruyorum, “Söyle ne istersen onu yazayım.” “Bilmem ki” diyor. “Siz bilirsiniz.” “Boş ver sen şimdi” diyorum. “Söyle, ne istersen onu yazacağım.” “Ne isteyeyim?” diyor. “Bebeğimi mi!”
Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Alnından öpüyorum, elini tutuyorum. Çünkü işte, bu memlekette bizim payımıza bu düşüyor. Birbirimizin elini tutmaktan, sarılmaktan başka bazen çaremiz kalmıyor.

HAYRATMIŞ....

BELKİ DE BİR SESİM ARTIK!

Belki üç çocuğun ilkiydim
Belki de annemin tek çocuğu...
Polisleriniz beni tek gördü
Gözleri beni seçti, güçleri bana yetti.
Dipçikler, postallar,
Coplar, biber gazları benim içindi.
Ben korkunun bedeliyim
Devletin eliyle bir şiddetin kurbanı...
Üç çocuktan ilkiydim belki
Belki de annesinin tek çocuğu.
O acıyı hissettiğinde annem
ben torunlarınızdan küçüktüm...
Bir nefes olsaydım
Belki beni de severdiniz,
Belki de ilk oyuncağımı siz verirdiniz
Eğer görebilseydim...
Ama artık korkuyla yeniden hayat buldum.
Beni duyabiliyor musunuz!
Size bir ses evinden sesleniyorum
Vicdanınızın hep duyacağı...
Tayyip amca...
No Pasaran !