Bebeğini kaybeden genç kız yaşadıklarını anlattı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın rektörlerle düzenlediği toplantıyı protesto sırasında polis tekmeleriyle bebeğini kaybeden 19 yaşındaki genç kız yaşadıklarını anlattı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle düzenlediği toplantıyı protesto sırasında polis tekmeleriyle bebeğini kaybeden 19 yaşındaki genç kız yaşadıklarını Habertürk Gazetesi'nden Ece Temelkuran'a anlattı. İşte Temelkuran'ın yazısı:
19 yaşında. Boyu 1.55 var yok. Yüzü yuvarlacık. Tatlıcık bir ses tonu var. Kahraman, küçük bir kız çocuğu. Kaşık kadar. “Dayanamazlar” diyor. “Babam çok üzülür. Annem çok üzülür. Sonra akrabalarımız var, onlar da belki kızar. Belki beni görmek istemezler artık. Onları çok üzerler benim yüzümden. Sonra belki... Yani dayak olmaz da... Yine de...”
İnsan Hakları Derneği’nin bir odasında yalnız başına bir kız çocuğu, bir kadının başına gelebilecek en korkunç şeyi yaşamış, polis tekmeleriyle bebeği düşürülmüş, bu dünyada bir başına duruyor ve... Kız çocukları niye böyle Allah’ım? Niye hâlâ başkalarını düşünür bir kız çocuğu acıdan rahmi sızlarken!
‘Bebeği kutuya koydular'
Ağlamıyor. Eylemi anlatırken, biber gazını nasıl gözüne sıktıklarını anlatırken, ellerindeki gaz yanığını gösterirken, hastaneye nasıl alınmadıklarını, polisin onu nasıl düşük yaparken bile gözaltına almak istediğini, sedye getirmediklerini, bebeğinin kalbinin duruşunu... Kasıklarına tekmeler atan polislere, “Hamileyim! Vurmayın!” diye bağırmasına rağmen vurduklarını anlatırken. Hatta “Belki duymamışlardır” diyor, inanamıyor belli ki, bir insanın bile bile bir kız çocuğuna bunu yapabileceğine... Ağlamıyor şunu söyleyene kadar:
“Doktor geldi, ‘Bebeğinin kalbi durmuş, alacağız’ dedi. Sonra bebeği çıkardılar. (Parmağını gösteriyor) Bu kadarcıktı. Kutuya koydular. Kutunun üzerine benim adımı yazdılar. O zaman işte... (Kırılıyor ağzı, çenesi acıdan) Ağırıma gitti.”
Devlet yardım ediyor!
Böyle bir hikâyeyi anlatmak için bir kız çocuğu bu kadar direnci, bu kadar olgunluğu nereden bulur? Bilemedim. Devam ediyor:
“Doktorlar dedi ki: Sende morarma yok. Bu bebeği kendi kendine düşürmüşsündür belki. İncelemeye alınacak.”
Ben bir şey demiyorum, o da bir şey demiyor. Susuyoruz, uzun hava. Devam ediyor yine:
“Devlet bana yardım edecekmiş, öyle dediler. Kürtaj parasını ödeyecekmiş devlet. 600 lira...”
Susuyoruz, küfür.
Bir kız çocuğunu bu devlet, bu hükümet, bu polisler böyle büyütüyor işte. 19 yaşında ölü bebeğini bir kutunun içinde önüne koyup “Korkma parasını vereceğiz” diyerek.
O kız çocuğu, bir hastane odasında ilk kez kadın-doğum muayenesi masasına yatarken çıkıp utanmadan, erinmeden, üşenmeden “Huzur ve istikrarımızın önemi ve falan ve filan” diyerek.
Doğuracaktı...
Sevmişler çocuklar birbirlerini. Konuşuyorlarmış, düşünüyorlarmış “Ne yaparız?” diye. İkisi de öğrenci. Ama çok sevmişler ve bu bebeğin doğmasına da karar vermişler. Belki okulu bırakırlarmış, belki başka bir çözüm bulurlarmış ama doğuracakmış işte, kopamamış bebekten. Bilen bilir... Sonra işte polis düşük yaparken ona şöyle demiş:
“Bu yaşta çocuk peydahladın ha!”
Gülmüş sonra.
Böyle olmuş işte...
Önceki gün devletimiz, hükümetimiz ve Başbakanımız böyle korunmuş “huzursuzluktan” ve “istikrarsızlıktan”.
“Belki bebeğim olmaz benim” diyor. Gözleriyle bana soruyor, sanki “Olur” desem iyi gelecek. Birileri iyi bir şeyler söylesin istiyor. Yarın muayene olacakmış yeniden, söyleyeceklermiş bir problem var mı diye. “O masaya yatmak istemiyorum bir daha” diyor. “Çok kötü bir şey. Çok kötü oldum ben.”
Sonra yine başkalarını düşünüyor:
“Bir kadın daha vardı. Onun da kasıklarına vurmuşlar hep. Belki onun da çocuğu olmaz.”
Bizim payımıza düşen...
Yine bakıyor yüzüme. İstiyor ki “Yok öyle şey. Herkesin, senin de güzel bebeklerin olacak” diyeyim. Şuncacık bir kız, annesi bile yok yanında, şimdi tanıştığı bir “abladan” iyi bir şey duymak istiyor. Söylüyorum ben de. Ne yapayım! Çünkü bu devlet, bu hükümet, bu polisler, bu emniyet müdürleri bizim payımıza da bunu düşürüyor. Bebeğini kaybetmiş bir kız çocuğuna söyleyecek laf aratıyor. Var mı öyle bir cümle?
“Ne yazayım?” diye soruyorum, “Söyle ne istersen onu yazayım.”
“Bilmem ki” diyor. “Siz bilirsiniz.”
“Boş ver sen şimdi” diyorum.
“Söyle, ne istersen onu yazacağım.”
“Ne isteyeyim?” diyor.
“Bebeğimi mi!”
Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Ben çok küfür biliyorum. Alnından öpüyorum, elini tutuyorum. Çünkü işte, bu memlekette bizim payımıza bu düşüyor. Birbirimizin elini tutmaktan, sarılmaktan başka bazen çaremiz kalmıyor.
"Birbirimizin elini tutmaktan, sarılmaktan başka bazen çaremiz kalmıyor."
YanıtlaSilEvet. çözüm burda, çözümü gösteren ender yazılardan biri değil mi? Örgütlü insan güçlüdür, el ele tutunarak oluşturacağımız örgütlere ihtiyacımız var.