Ulusal sorun nedir, ne değildir?
Ulusal sorun, bir ulusun bir başka ulusun egemen sınıfları tarafından baskı ve egemenlik altında tutulmasından kaynaklanan siyasal bağımsızlık sorunudur. Bu sorunun çözümü, ezilmekte ve egemenlik altında tutulmakta olan ulusun kendi devletini kurma hakkına dayanır. Ezilen ulusların mücadelesi 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında dünya politikasında önemli bir yer tutmuştur. Bu mücadeleler sonucunda birçok ezilen ulus, bağımsız bir devlet kurarak bu sorunu çözmüştür. Ulusal farklılıklardan kaynaklanabilecek gerilimlerin emperyalist-kapitalist güçler tarafından kullanılmasıyla patlak veren çatışmaların ortadan kaldırılabilmesi ise ancak kapitalist sistemin yıkılmasıyla mümkün olabilecektir. Ulusal kurtuluş mücadeleleri Marksistler açısından meşru mücadelelerdir, çünkü tarihsel olarak haklı bir talep etrafında şekillenmektedir.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) nedir?
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, esas olarak ezilen ulusun bağımsız bir devlet kurma hakkıdır. Bu hak bu açıklığıyla konmadığı sürece, hem ezen ulusun egemenleri tarafından hem de ezilen ulusun mülk sahibi sınıfları tarafından çarpıtılmaya açık hale gelir. Marksistler ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını, sulandırmaksızın, yani onların dilerlerse ayrı devlet kurmalarını kabul kapsamında desteklerler. Bu hakkı hangi biçimde kullanacağı ezilen ulusun iradesine bırakılmalıdır. Ulusal sorun, ezilen ulus ayrılma ve bağımsız bir devlet kurma hakkını elde edinceye kadar gerçekte çözülmeden kalır. Kültürel vb. tavizlerle çözüldüğü iddia edilen ulusal sorunların kısa bir süre sonra çok daha şiddetli bir temelde patlak vermesi bunun kanıtıdır. Ayrılma ve kendi devletini kurma hakkı tanınmaksızın, ezilen ulusa eğitimde vb. kendi dilini kullanma, kültürel özerklik gibi bazı tavizler vererek ulusal sorunu çözme iddiası bir burjuva aldatmacasıdır.
Enternasyonalizmle UKKTH çelişir mi?
Tam tersine, bir başka ulusun kölece bir boyunduruk altında tutulmasına sessiz kalan bir işçi hareketi enternasyonalist değil, şovenist bir temelde şekillenmiştir. Ezen ulus milliyetçiliğine karşı savaşım vermeyen bir enternasyonalist yaklaşımdan söz edilemez. Ezilen bir ulusun bağımsız devlet kurma istemini gerçekleştirmesi, işçi sınıfının ezen ve ezilen ulusa mensup kesimlerini birbirinden uzaklaştırmaz. Tersine, işçi sınıfının bu farklı kesimleri ancak bu sayede siyasal bakımdan benzer bir konuma ulaşabilir ve asıl sorunun kapitalizm olduğunu, emperyalist-kapitalist dünya sistemi yıkılmadıkça, her türlü ekonomik eşitsizliğin yeniden ve yeniden üretileceğini kavramaya daha açık hale gelirler.
Ezilen ulus milliyetçiliği ile ezen ulus milliyetçiliği bir tutulabilir mi?
Milliyetçilik burjuva ideolojisidir. Ne var ki bu gerçekten kalkarak, ezilen ve ezen ulus milliyetçiliğini aynı kefeye koymak büyük bir yanlıştır. Çünkü ezen ulus milliyetçiliği, egemen ve ezen bir devletin tüm toplum üzerindeki baskısının bir kılıfı durumundadır. Gerçekte var olmayan bir ulusal çıkarlar söyleminin üzerinde şekillenir ve bütünüyle sahtekârlıktır. Bu tür bir milliyetçilik hâlihazırdaki kapitalist bir devleti savunduğundan tümüyle gericidir. Oysa ezilen ulusun milliyetçiliği, bir ulusun ezilmesi ve tahakküm altında tutulması gerçekliğini dışa vurur. Ezenlere ve egemenlere dönük bir başkaldırının ifadesidir. Tıpkı 1789 Fransız devriminde olduğu gibi, ezilen ulusun milliyetçiliği gecikmiş bir burjuva demokratik devrimin ideolojisi olarak hizmet eder. Gecikmiş, geçmişten miras kalmış ve tarihsel ilerleyiş içinde henüz ulaşılmamış bir hedefi önüne koyması bakımından gerici değil, göreli bir ilerici rol oynar.
Ezilen ulusun mücadelesi sosyalist bir mücadele olmak zorunda mıdır?
Ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi, kendi doğası gereği, bir ulus devletin kurulması hedefiyle sınırlıdır. Bu hedefin kendisi sosyalist bir hedef değildir. Buna rağmen tarihsel açıdan ileri bir adım olduğundan ilerici bir hedeftir. Ulusal hareketler, özünde burjuva demokratik hareketlerdir ve işçi sınıfının desteğini hak ederler. İşçi sınıfı, ulusal hareketleri sosyalist olduğu için ya da sosyalist hedefleri gözetmesi koşuluyla desteklemez. Türlü bahanelerle, sosyalist olmadıkları vb. gerekçesiyle ulusal kurtuluş hareketlerini kötüleyenler, gerçekte kendilerinin birer sosyalist değil şovenist olduklarını dışa vurmuş olurlar. Sosyalizmle bir ilişkisi olmamasına rağmen, ulusal kurtuluş hareketleri yine de işçi sınıfının çıkarına olabilir. Çünkü, ulusal sorunun varlığı, hem ezen ulusun hem de ezilen ulusun işçilerinin gözünde, asıl olanın işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkmayı hedefleyen mücadele birliği olduğu gerçeğinin gölgelenmesine yol açmaktadır. Dahası, ezilen ulus emekçilerinin bu talepler etrafında ayağa kalkması, işçi sınıfının önderliği altında gerçek kurtuluş ve özgürlük savaşımına, yani toplumsal devrime yönelme olanağı da yaratmaktadır.
Küreselleşmeci ideolojinin (Globalizm) temel yalanlarından biri burada yatmaktadır. Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanda da burjuva ideolojisi olgulara diyalektik bir biçimde bakamaz. Olguların birbirleriyle çelişik yönlerinden biri diğerine nazaran öne çıkartılır. Olgunun diğer yönü tümüyle ihmâl edilir. Bir kez gerçekliğin çelişik karakteri göz ardı edildiğinde, artık tüm nesnel gelişme yönü tek taraflı abartılmaya, süreçler olup bitmiş sonuçlara indirgenmeye başlanır. Eğilimler tek yanlı mutlaklaştırılır.
Kapitalizm, dünyanın ekonomik bütünleşme eğilimini daha başından itibaren içinde barındırır. Bu eğilim, emperyalizmin başlangıcı olan 20. yüzyılla birlikte daha belirgin bir görünüm almıştır. Günümüzde artık gerçekten de bir dünya ekonomisinden bahsedebiliyoruz. Bu durum kaçınılmaz olarak siyaset ve hukuk alanı üzerinde de bir baskı oluşturuyor. Bu alanda da bir uluslararasılaşma eğilimi kendisini hissettiriyor. Ancak kapitalizmin dünyayı ekonomik olarak birleştirme eğilimi, dünyayı siyasi olarak da birleştirebileceği anlamına gelmiyor. Burada karşısına ulus-devlet engeli çıkıyor. Tüm burjuva ideologları bu engelin artık aşıldığını söylüyor olsalar da gerçek asla bu değil. Bu engeli kapitalizm aşamaz. Onun temel çelişkilerinden biri budur. Ama çelişki, hareketin kaynağıdır, onun itici gücüdür. İşte tam da bu nedenle, kapitalizm bir yandan ulus-devleti siyasal olarak da aşmaya dönük birtakım kısmi adımlar atmaya çalışıyor, diğer yandan da attığı her adımda tökezleyip kurduğu sözde birliklerin dağılma, parçalanma tehdidiyle yüzyüze geliyor. Biz Marksistler, bu olguyu da, diğer tüm olgular gibi, kendi çelişkisi içerisinde ele almak zorundayız. Her iki eğilim de vardır ve biribiriyle çatışma halindedir. Ve tam da bu çatışmalı yapısı, kapitalizmi gitgide kendi sonuna doğru sürüklüyor. Ama o, hiçbir zaman ulus-devleti ortadan kaldıramayacak. Bu deli gömleğinden insanlığı kapitalizm değil, işçi sınıfının devrimci mücadelesi kurtaracak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder