OLAĞANÜSTÜ HÂL Mİ DEDİNİZ, NEREDE?
Yıllardır yırtınıp durdum “memleket paramparça olacak” diye…
Oyun çok âşikâr ve merhametsizce oynanıyor. Zâten emperyalizmin, kolonializmin (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Colonialism veya http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%B6m%C3%BCrgecilik) merhameti olmaz.
Kolonializm için Türk Dil Kurumu (TDK) kolonyalizm demiş, okuma özürlü çoğunluğumuz bunu “kolonya tutkunluğu” sanacağı için, ben kolonializm demeyi tercih ediyorum.
Emperyalizm (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Imperialism veya http://tr.wikipedia.org/wiki/Emperyalizm) ile kolonializm aynı iblisin iki çehresi:
Biri emperyalizm (Lâtince imperium’dan) müstevlîlik (ânında sözlük: yayılıp istilâ etme) demektir ve şu komponentleri vardır:
1) Bir ülkenin topraklarını genişletmesi, 2) Bir milletin veya toplumun başka bir ulusu veya toplumu vergiye bağlaması, 3) Bir milletin veya toplumun başka bir ulus veya toplumun topraklarındaki kaynaklarından yararlanması, 4) Bir ülkenin veya toplumun başka bir bölgeye kendi kültürünü yayması ve oranın halkını köle olarak kullanması.
Öbürü müstemlekecilik (kolonializm, sömürgecilik)…
Sömürgeciler genellikle sömürdükleri bölgelerin kaynaklarına el, iş gücüne, pazarlarına el koyar ve aynı zamanda sömürgeleri altındaki halkın sosyokültürel, dinî değerlerine baskı uygularlar. Sömürgecilik ile emperyalizm kimi zaman birbirleri yerine kullanılan terimler olmakla birlikte emperyalizm, şeklî olduğu kadar şeklî olmayan alanlarda da kontrolün hâkim gücün elinde bulunduğunu durumlarda kullanılmaktadır. Sömürgecilik terimi aynı zamanda bu sistemi meşrûlaştırmak veya yaymak için kullanılan bir dizi inanca da işaret etmektedir, zira sömürgeciler kendilerinin sömürdükleri insanlardan daha üstün olduklarına inanırlar. Sömürdükleri insanları gelişmemiş toplumlardan seçerler. Dünya bu sömürgecileri, gelişmemiş toplumları refaha kavuşturmak ve gelişmelerinde katkıda bulunmak amacıyla baskı altında tuttukları şeklinde idrak eder veya öyle idrak edilmesi sağlanır. Bir bakıma iyimserlik havası estirilir. Sözde bilimsel teorilerle de desteklenmeye çalışılan bu tip inançlar daha çok 19. Yüzyıl’da Avrupa’da yayılmış ve Avrupalılar’ın bütün dünyada sömürgeci güç olarak yayılmasının da sözde meşrû(!) dayanağı olmuştur.
Avrupa sömürgeciliği kabaca iki büyük dalgaya ayrılabilir. İlki keşiflerle başlamış ikincisi de 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında başlayan dönemidir…
Farklı sömürgecilik tipleri vardır. Sömürgecilerin büyük kentlerdeki halkları sömürdükleri topraklara taşıdıkları tipe örnek ABG’nin ilk on üç eyâleti, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Arjantin ve Sovyet döneminde Sibirya’da gerçekleştirilmiştir. Sömürgeciler sömürdükleri topraklardaki yerli halkı kontrol etmesi veya güçle tehdit etmesi için İngilizler’in Hindistan’da, Mısır’da, Hollandalılar’ın Uzakdoğu’da ve Japonlar’ın sömürge imparatorluklarında yaptıkları gibi yöneticiler atarlar. Bâzen Lâtin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sömürgeci gücün kendi topraklarından getirdiği halklar yerli halklarla karışır, bâzen de -ki çoğunlukla olan budur, Fransa’nın yönetimi altındaki Cezayir’de veya Güney Rodezya’da olduğu gibi, ırken ayrı topluluklar hâlinde yaşamaya devam ederler. Bir başka türde de Barbados, Saint-Domingue ve Jamaika gibi ülkelerdeki geniş çiftliklere (plantasyon) beyaz sömürgeciler siyah köleler getirerek çalıştırırlar. Bir diğer sömürge türünde ise sömürgenin asıl amacı bölgenin daha geniş bir şekilde kolonize edilmesi değil ticarettir.
***
Jenosit yâni soykırım nedir, onu da hatırlayalım (http://www.keremdoksat.com/2006/09/01/soykirim/) mekânından:
SOYKIRIM (JENOSİT), ırk, din, dil ve kültür gibi belli özelliklere sâhip toplulukların veya grupların açık biçimde yok edilmesidir.
Çeşitli biçimleri vardır. Bunlar:
1. Fiziksel jenosit: İnsan vücudunun yok edilmesidir. Son yüzyılda toplulukların toptan yok edilmesi biçiminde görülmüştür. 1945 yılında kurulan uluslararası Nurenberg Mahkemesi Alman savaş suçlularına jenosit suçuyla yargılayıp, mahkûm etmiştir.
2. Biyolojik jenosit: Zorunlu kısırlaştırma yoluyla bir ırkın çoğalmasını önlemek, âileleri parçalamak, belli grup üyelerinin birbirleriyle evlenmelerini önlemektir.
3. Kültürel jenosit: Düşünce adamlarını elimine etmek, okul, müze, kütüphâne, kulüp, tapınak ve benzeri kurumları yok etmektir.
Amerika’yı istilâ etmek için giden müstevliler kıt’anın esas sâhibi olan “Kızılderililer’i” hem savaşlarla öldürüp, hem de tek hayat kaynakları olan bufaloları büyük sürüler hâlinde uçurumlardan aşağı yuvarlatıp soylarını tüketerek 70.000.000 (yetmiş milyon) kişiyi katletmişlerdir. Bufalo, Kızılderili’nin etiyle, derisiyle, boynuzuyla… her şeyiyle tek yaşama kaynağı idi. Bugün hayatta kalan pek az gerçek Amerikan Kızılderilileri’nde ise %100′e varan depresyon, alkolizm ve bunlara bağlı ölümler söz konusudur; uranyum işinde çalıştırılırlar.
Yâni günümüzde dünyaya demokrasi getirmekle (!) meşgûl olan Bush ve çetesinin dedelerinin yazdığı tarih bütün jenosit türlerini muhtevî, hâttâ aşan bir mâhiyet taşımaktadır.
Günümüzde ise Türkiye’de her üçü artarak Türkler’e uygulanmaktadır. Doğum kontrolü sâdece Türk bölgelerinde yapılmakta, Kürtler’in çoğalması ise teşvik edilmektedir. Terör hâdiselerinde on binlerce insanımız vefat etmiştir. Türk kültürü ise alenen Kürtleştirilmektedir. Sürekli pompalanan ve bütün televizyonlarda devamlı program yapan sözüm ona san’atçıların alayı Kürt’tür. Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk büyük amacı Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır. Bunu anlamak için biraz gazete televizyon seyretmek, biraz olup bitene bakmak kifâyet eder; fazla zekâya gerek yok!
Yapan kim? Türkler’i ve mensup oldukları İslâm’ı en büyük belâ olarak gören bütün Batı âlemi. Diğer İslâm ülkeleri (İran hâriç) zâten kucaklarında olduğu için, bütün plânlar bizim üzerimize müteveccihtir; İran için de bizi kullanmak istemektedirler. Bu arada bütün millî servetimiz “Küreselleşme” ve “AB’ye girme” yutturmacalarıyla tarihî düşmanlarımızın eline verilmektedir. Bu komplo teorisi filân değildir. Adamlar artık çok alenî oynuyorlar oyunlarını; bir anda müthiş bir Kürdofili ile akın akın Güneydoğu’ya gelmekteler. Kör bile görür, yeter ki görmek istesin.
Millî reflekslerimiz söndürülüyor. Büyük medya beyinleri dehşet, vahşet ve paparazzilerle afyonluyor. Türk askerinin kafasına geçirilen çuvalı unutturmak için dev bir bütçe ve uluslararası katılımla alelacele çekilen hayâlî bir “Kurtlar Vâdisi-Irak” filmiyle sanki gerçekmişçesine intikam aldığımız zannettirilmek isteniyor. O kadar trajikomik ki, gala gecesinde dâvetlileri Amerikan Askeri kılığında adamlar karşılıyor. Bu hazin senaryodan bizim cenahta nem’alanan da -ne hazindir ki- bir Türk holding patronudur.
Peki, benim sevgili Kürt kardeşlerim sanıyorlar mı ki bu toprakları onlara bırakırlar?
Tabii ki hayır! Henüz feodal kabileler topluluğu aşamasını aşamamış, tek bir lisana bile sâhip olmayan Kürtler’i kullanıp Türk belâsından (!) kurtulduktan sonra, onları kukla gibi kullanıp, işleri bitince de posayı atar gibi harcarlar. Tıpkı Kızılderililer’e yaptıkları gibi! Ne hazin ki, artık zafer süngünün de ucunda değil; bilgi, bilim ve teknolojide.
Kardeşlerim, uyanık ve dikkatli olalım. Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk’ün sâyesinde kurulan son hür ve bağımsız Türk devletini kurda kuşa yem ettirmeyelim. Gün o gündür. Askerliğe, mesleğimize intisap ederken ettiğimiz yemini hatırlayalım. Sağcımızla, solcumuzla, Kürtlük de dâhil her türlü etnik mensubiyetimizle, Büyük Önder’in söylediği “kültürel milliyetçilik” düsturu altında toplanalım.
Neydi o?
“Ne mutlu Türk’üm diyene“.
Anneannesi yarım kan Çerkez, babaannesi Etiler’e dayanan, soyadı Rumca ama öz be öz Türk olan Mehmet Kerem Doksat
***
Artık dananın kuyruğunun kopacağı noktadayız.
Radikal (kökten) dincilerle radikal Komünistler veya Diyalektik Materyalistler hep el ele vermişlerdir.
Çünkü hepsinin ütopyasında “kendilerinin” nâmütenâhî ve ezelî saadete kavuşacakları bir cennet, günahkâr olan “ötekilerin” ise ebediyen azap çekerek mahvolacakları bir cehennem vaâdi vardır.
Bu sebeple de emperyalistlerin (müstevlîlerin) ve kolonialistlerin (müstemlekecilerin) amaçlarına kolayca âlet olurlar, maşa olarak kullanılırlar…
Türkiye’de başlatılan kültürel jenosite, artık biyolojik jenosit de eklenmiş, eklemlenmiştir. Türkiye hızla Kürdiyeleştirilmektedir ve bu ülkede yaşayan diğer etnik yâhut millî unsurların mensupları da sürekli olarak memleketin dekompoze olup parçalanmasına hizmet etmektedirler.
Bakın, BDP’nin 19 ve 20 Haziran tarihlerinde, yâni Türkiye’nin dikkati Şemdinli’deyken Diyarbakır’da yaptığı İl Genel Meclisi Başkanları ve Belediye Başkanları toplantısında ne oluyor: BDP, Doğu ve Güneydoğu’da elinde bulunan belediyeleri “özerkleştirmek” için mücadele kararı aldı. Yâni “siyasî yetkiyi halka devretmek” adı altında, bir tür ikili iktidar modelinin ilk aşaması olarak, belediyeler üzerinde İçişleri Bakanlığı yetki ve otoritesini reddetmeye hazırlanıyorlar.
Ertesi gün İstanbul Halkalı’da, askerî personeli taşıyan servis otobüsünün geçişi sırasında bomba patlaması sonucu 3 asker şehit oluyor, 1 genç kız da hayatını kaybediyor. Gümüşhâne’nin Kelkit ilçesi kırsalında güvenlik güçleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada 2 terörist etkisiz hâle getiriliyor, 1 terörist yaralı yakalanıyor. Diyarbakır’ın Silvan ilçesindeki Bağdere Jandarma Karakoluna PKK üyelerince açılan tâciz ateşi sonrası çıkan çatışmada 1 er şehit oluyor, 1 er yaralanıyor, 4 terörist ise ölü ele geçiriliyor.
Cumhurbaşkanı Gül, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu Çankaya Köşkü’ne dâvet ediyor. Hâlâ Kürtleşmiş Alevî mi yoksa Türk Alevîsi mi olduğu meçhûl olan Turkish Gandhi, yurt gezilerini sürdürdüğünü ve pazartesi günü Gaziantep’ten Adıyaman’a geçeceğini belirterek, randevu günü Ankara’da olamayacağını, Köşk’teki görüşmenin pazartesinden sonra gerçekleşebileceğini bildiriyor. Yâni ana muhalefet partisi liderinin bu olaylar umurunda değil, en azından bu intıbâ doğuyor!
Zâten TRT’nin dergisi Tele VİZYON’da bakın ne neşrediliyor: TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in kurum adına sâhibi olarak göründüğü derginin Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Keten imzalı “Gandi Kemal: Türk solunun yeni umudu mu?” başlıklı yazıda, Kılıçdaroğlu’nun geçmişiyle ilgili ince ayrıntılar kaleme alınıyor ve “Kılıçdaroğlu Âilesi, Dersim’de Cebeligiller olarak tanınıyor. Bu sülale, Kureyşan Aşireti’ne bağlı ve Dersim İsyanı’na katılmış” diye ilâve ediliyor.
Demek ki bu Turkish Gandhi Kürtleşmiş Türkler’den.
Pennsylvania’ya şükran…
Türkiye’de geçen yıl açılan toplam 143 kuyudan 53’ünde petrol, 30’unda doğal gaz bulunuyor. Kuyulardan 33′ü kuru çıkarken, 27 kuyuda ise çalışmalar sürdürülüyor.
***
Hadi, şimdi bulmacanın parçalarını bir araya getirelim:
Türkiye yer altı ve üstü kaynakları açısından işlenmemiş bir cevher hâlindedir.
Petrolün yanı sıra, Bor da buna dâhildir.
Önümüzdeki aylarda bütün Türkiye’de Kürt ayaklanmaları başlayacaktır.
Bunlara bütün radikal (köktenci) unsurlar da iştirak edecektir (Radikal [kökten] dincilerle radikal Komünistler veya Diyalektik Materyalistler hep el ele vermişlerdir) sözlerimi hatırlayınız!
Eli kolu bağlanmış ve itibârı zedelenmiş TSK bunlarla başa çıkmakta yeterli olamayacaktır.
Fethullahçılar ve Nakşibendîler’den müteşekkil polis gücü de nâçar kalacaktır.
İç hârp başlayacaktır.
Kimin kiminle, niçin ve neden dövüştüğünün belli olmadığı mahşerî bir ortam doğacaktır.
Bunlardan birkaçı Batı’dan yardım isteyecektir.
Belki HAARP teknolojisiyle beklenen deprem de ilâhî(!) bir şekilde buna eklenecektir (bkz. http://www.haarp.alaska.edu/ ve http://en.wikipedia.org/wiki/High_Frequency_Active_Auroral_Research_Program).
İşte, emperyalistler ve kolonialistler de “demokrasi, barış ve adalet getirmek üzere” ülkemize askerî harekât başlatacaklardır.
İlk olarak da, aynen Irak’a “demokrasi, barış ve adalet getirirken yaptıkları gibi”, nüfus kayıtlarını tahrip ve tahrif edeceklerdir ve Türk’lerin kayıtlarını berhava edeceklerdir.
***
Senelerdir “Türkiye çapında Olağanüstü Hâl ilân edelim, bir Millî Mutabakât Hükûmeti kurulsun ve her kurum ne gerekiyorsa onu yapsın” diye çırpındım.
Söylediklerim büyük medyada da, internette de dalga dalga yayıldı ama bol memetik mutasyona uğrayarak!
Faşist, kafatasçı, Yetersiz Ülkücü, güvenilmez takıyyeci Atatürkçü, Nazi, Sabetaycı, Siyonist -sıkı durun- Gizli Komünist… ilân edildim.
Şimdi kalkmış Milliyetçi Hareketsizlik Partisi’nin belâgat ve hitabet ustası genel başkanı bunu Güneydoğu için söylüyor. Bu bile oyunun parçası… Allah bilir bunları söylemeden önce Devletlû ile telefonlaşmışlardır dahi…
Sâdece Güneydoğu’da ilân edilecek her türlü seferberlik, bölücülüğe ve bölünmeye ancak hizmet eder! Üniversitede ekonomi tahsil etmiş, 1968’den beri fiilen siyasetin içinde bulunan bu zât bu çok basit hakikati göremez mi?
***
Yâhu, nedense hep karşıma o büyük adamın, Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk’ün şu meşhur sözleri geliyor: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün bir vatandır”!
Fakirin gücü, bunları yazıp yedi düvele yollamaktan ibâret.
Atatürkkoid değilim ki!
Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 22 Haziran 2010 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder