Patrona Müşfik, İşçiye Kuzgun Devlet
İlkay Meriç
İşçi sınıfı tüm dünyada büyük bir saldırı dalgasıyla yüz yüze. Ekonomik ve sosyal hak gaspları, sendikasızlaştırma, uzayan çalışma saatleri, düşen ücretler, ücretsiz izinler, emniyetsiz çalışma koşulları tüm ülkelerde norm halini alırken, işsizlik oranları da tarihi rekorlar kırıyor. Türkiye’de de benzer saldırılar artarak devam ediyor. Üstelik Türkiye işsizlik oranının yüksekliği bakımından OECD birinciliği ve dünya ikinciliği unvanıyla bu alanda başa güreşiyor. Kuşkusuz burjuvazi bu durumdan yararlanmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. İşçileri her türlü dayatmaya boyun eğmek zorunda bırakmak için, sırada bekleyen işsiz yüz binlerin varlığını bir tehdit unsuru olarak kullanıyor.
Patronlar sınıfının icraatçısı AKP hükümetiyse saldırılara yasal kılıf hazırlamak için hizmette kusur etmemekte. Patronları son derece memnun eden icraatlardan biri de, “krizin ve işsizliğin çözümü” olarak gösterilen “Teşvik ve İstihdam Paketi”. Sermaye örgütlerinin iltifatına gark olan söz konusu paketi, burjuva medya da övgüde sınır tanımayan cümlelerle manşetlere taşıdı: “Bugün: İşsizliğe Neşter”, “Milliyet: En İddialı Teşvik Paketi”, “Radikal: Yatırıma Büyük Teşvik”, “Star: 'Paket' Değil Yeni Ekonomi”, “Tercüman: Kurtuluş Paketi”, “Türkiye: İş ve Aş Paketi”, “Zaman: Yeni Teşvik Paketi İle Türkiye Yatırım Üssüne Dönecek”!
Bir yıl önce de “İstihdam Paketi” adı altında bir paket hazırlanmış ve patronlara yapılan kıyaklarla işsizliğin önemli ölçüde azalacağı iddia edilerek büyük bir umut dalgası yaratılmıştı. Ne var ki 2008 Haziranında yapılan söz konusu yasal düzenlemeden sonra, işsizlik oranı düşmek bir yana üst üste tarihî rekorlar kırarak fırladı. Kayıt dışılığı önleyeceği ve sigortalı işçi sayısını arttıracağı iddia edilen o paketin ardından, Eylül ayında 9 milyon 163 bin olan sigortalı işçi sayısı 2009 Martında 8 milyon 352 bine düştü. Yani yedi ayda yaklaşık 800 bin sigortalı işçi işini kaybetti. Son bir yıl içindeyse 1 milyon 800 bine yakın sigortalı işçi aynı kaderi paylaşarak işsizler ordusuna katıldı. Teşviklerle patronların cebi doldurulurken işçiye yine işsizlik, yine açlık, yine sefalet düştü.
Hükümet ve sermaye, şimdilerde de, yatırımların teşvik edilmesi sayesinde işsizlik sorununa çözüm bulunacağını savunuyor. Peki bu seferki yasa paketi neleri öngörüyor? Kısaca bakalım.
Müşfik devletten patronuna teşvik
Sektörel ve bölgesel teşvik esasına dayanan yeni paket, 81 ili gelişmişlik düzeyine göre dört bölgeye ayırıyor. Normalde yüzde 20 olan kurumlar vergisi oranları, yeni yatırımlara yönelik olarak, birinci bölgede yüzde 10, ikinci bölgede yüzde 8, üçüncü bölgede yüzde 4 ve dördüncü bölgede yüzde 2’ye indiriliyor. Patronlar işe yeni alacakları işçiler için ödedikleri sosyal güvenlik priminin işveren payını, birinci bölgede 2 yıl, ikinci bölgede 3 yıl, üçüncü bölgede 5 yıl, dördüncü bölgede 7 yıl boyunca ödemeyecekler.
Bunun yanı sıra, birinci bölgede “yüksek teknoloji gerektiren yatırımların”, ikinci bölgede “nispeten teknoloji yoğun sektörlerin” desteklenmesi öngörülüyor. Ağırlıklı olarak doğu ve güneydoğu illerini içine alan üçüncü ve dördüncü bölgede ise, tarım ve tarıma dayalı imalat sanayi, konfeksiyon, deri, plastik, kauçuk, metal eşya imalatı gibi “emek yoğun sektörlerin” destekleneceği söyleniyor.
Paket, patronlara Hazine tarafından finanse edilecek düşük faizli kredi olanağı da sunuyor. Ayrıca, “büyük proje yatırımları ile bölgesel ve sektörel bazda belirlenmiş yatırımlara” yatırım yeri tahsis edilecek. Yani Hazine arazileri patronlara peşkeş çekilecek. Makine ve teçhizat alımlarında KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti de sağlanan diğer kıyaklar arasında.
Sosyal Güvenlik Kurumunun açık vermesinden yakınarak emeklilik yaşını 65’e yükselten ve kurumun finansmanında tüm yükü işçiye bindirmekten çekinmeyen devlet, sıra patronlara geldiğinde bonkörlükte sınır tanımıyor. İşçinin sigorta priminde ya da ödediği vergide en ufak bir indirime gidilmezken, “zavallı” patronların sırtlarındaki “prim yükü” Hazine tarafından üstleniliyor. İşçi ücretlerinin asgari ücretin de altında seyrettiği doğu illerindeki ucuz emeğe yönlendirilen patronlara, bu ucuzluk yetmezmiş gibi bir de geniş muafiyetler tanınıp çeşitli olanaklar sağlanıyor. İşçi sınıfından örgütlü bir ses yükselmediği takdirde, sıradaki adım bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesidir. Bütün bunların gerçekte büyük sermayenin kâr oranlarını yükseltmek için yapılan düzenlemeler olduğu çok açıktır. İşçilerin gözüyse “yatırımları teşvik ederek yeni iş olanakları yaratıyoruz” yalanıyla boyanmaya çalışılmaktadır.
“500 bin kişiye iş yaratılacak”mış
4 Haziranda yaptığı basın açıklamasında paketin içeriği konusunda bilgi veren Erdoğan, “bu paketle yaklaşık 500 bin kişiye mesleki uygulamalı ve girişimcilik eğitimi veya doğrudan istihdam imkânı oluşturuyoruz” diyerek “müjde” veriyordu. Bu 500 bin işin ne olduğunu ise şöyle açıklıyordu:
- Okulların ve sağlık kuruluşlarının bakım ve onarımları, ağaçlandırma ve çevre düzenlemesi gibi toplum yararına işlerde, yaklaşık 120 bin işsize, 6 ayı geçmeyecek şekilde iş imkânı oluşturulması.
- Açılacak kurslar vasıtasıyla 200 bin işsize mesleki beceriler kazandırıp, meslek edinme imkânı sağlanması.
- 10 bin işsize girişimcilik ve eğitim danışmanlığı verilerek, kendi işini kurma yolunda destek olunması.
- Lise ve üstü eğitim almış 100 bin gencin stajyer olarak istihdam edilmesi ve bu kapsamda özel sektörde staj yapacakların sosyal güvenlik primlerini 6 ay boyunca devletin karşılaması.
İşsizliği “eğitimsizliğe” bağlayıp kurslarda eğitim almış işsizlerin kolayca iş bulabileceği yanılsamasını yaratan hükümet, eğitimlilerin işsizliğiniyse “deneyimsizliğe” bağlıyor. Bunlar staj yapıp deneyim kazanınca rahatça iş bulabileceklermiş! Sorunu eğitim yetersizliğinde, vasıfsızlıkta görmeyi, daha doğrusu öyle göstererek işçileri oyalayıp kandırmayı amaçlayan AKP hükümeti, bu ülkede üniversite mezunları arasında bile işsizlik oranının yüzde 20’yi geçtiği, yüksek vasfın çoğu kez rahat iş bulmaya değil işe alınmamaya yaradığı gerçeğini gözlerden saklayabileceğini sanıyor.
Hükümetin amacı bir yandan patronları her türlü yükümlülükten azade kılmakken, bir yandan da, geçici işçileri, stajyer işçileri, kursiyer işçileri vb. işsizlik istatistiklerinden silerek işsizlik oranını düşük göstermektir. Gerçek işsizliği bin bir dolapla düşük gösteren TÜİK istatistiklerine, bir de bu yolla müdahale edilmek istenmektedir.
Geçtiğimiz yıl yürürlüğe konan İstihdam Paketi, genç işçilerin ve kadın işçilerin işveren primlerinin ilk yıl tamamı olmak üzere 5 yıl boyunca belli oranlarda İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmasını getirmiş ve fon patronların hizmetine sunulmuştu. Yeni paket de açılan bu yoldan ilerliyor. Mesleki eğitim kurslarının maliyeti, geçici ve stajyer işçilerin sigorta ve ücretleri İşsizlik Sigortası Fonunun sırtına yükleniyor. Bu arada “âli” devlet, işçilerin parasıyla işçi çalıştırmayı büyük bir lütuf olarak gösteriyor.
İşsiz kalan işçiye yeni bir iş bulana kadar destek olmak üzere oluşturulduğu iddia edilen İşsizlik Fonu, devlet ve patronlar tarafından yağmalanıyor. Oysa işsizler ordusuna milyonlar eklenmişken, şu anda bu fondan sadece 312 bin işçi maaş alabiliyor. Söz konusu teşvik paketi açıklanırken, İşsizlik Sigortası Fonundan yararlanma şartlarının hafifletilip hafifletilmeyeceğine ilişkin bir soruya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer şu yanıtı veriyordu: “Popülist yaklaşımlarla hak sahibi olmanın ölçüsünü kaçırırsak 2 yıl sonra bizi suçlarsınız.”
Dinçer, “hükümet bu fonu sermayeye peşkeş çekerken kendisinden hesap sorulmasından ve suçlanmaktan hiç mi korkmuyor” sorusuyla karşılaşmamanın verdiği rahatlıkla konuşmaktadır. Çünkü karşısında bu sesi yükseltecek örgütlü bir işçi sınıfının olmadığının bilincindedir. Sendikaların, pakete ilişkin değerlendirmelerinde “olumlu ama eksik” demekle yetindikleri bir dönemden geçiyoruz ve bu durum işçi sınıfına var gücüyle saldıran sermayenin elini rahatlatıyor. Tüm bu saldırılara Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisi “Krize Karşı Pazara Çık” kampanyalarıyla destek verirken, DİSK’te de lafazanlık dışında bir hareket görülmüyor.
Kamuda 300 bin işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmelerde, hükümet, Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisinin işbirlikçiliğine güvenerek dediğim dedik tavrından vazgeçmiyor. İşçiye ve memura yüzde 5 zammı bile fazla gören AKP hükümeti bunun gerekçesini “bütçe açığı” olarak gösterirken, patronlara yönelik teşviklerde bu açığa kör kesiliyor. Sermaye hükümeti, kendisinden beklendiği üzere, piyasayı canlandırmak için işçinin alım gücünü arttırmak yerine patronların cebini dolduruyor.
Özel istihdam büroları
Paketin el çabukluğuyla yasalaştırdığı diğer bir uygulama da, özel istihdam bürolarına “geçici iş ilişkisi kurma” yetkisi verilmesidir. 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere’de ve Hollanda’da son derece yaygın olan işçi simsarlığı, şimdilerde özel istihdam büroları aracılığıyla yeniden hortlatılıyor. Bu uygulama, burjuvazinin üretim sürecini “esnekleştirme” arzusunun sonucu olarak, Avrupa ve ABD başta gelmek üzere dünyanın diğer ülkelerinde de giderek yaygınlaşmaya başlıyor. Geçici işçi kullanımının her türlü avantajından yararlanmak isteyen burjuvazi, emeğe dizginsizce saldırıyor. Patronlar, özel istihdam bürosu adı verilen modern işçi simsarlarından kiraladıkları işçilerin hiçbir sorumluluğunu üstlenmiyorlar. Ücret, sosyal güvenlik ve tazminat gibi işçi giderleri tümüyle bu bürolar tarafından karşılanıyor. Dolayısıyla işçiyle bu konuda muhatap olanlar onları kiralayan patronlar değil söz konusu bürolar oluyor.
İşçinin patron olarak istihdam bürosuyla muhatap olması, işyeri sorunlarına yabancılaşmasını, bilinç bulanıklığını ve “kadrolu” işçilerle arasına bir bariyer örülmesini de beraberinde getirmektedir. Taşeronluğun en kötü biçimi olan bu uygulamayla, sendikalaşmanın, hak arama mücadelesinin ve grevin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bunun yanı sıra, hakları istihdam bürosundaki patron tarafından gasp edilen işçinin ertesi gün yerinde yeller esen bir büroyla karşılaşma olasılığı, kapatılıp makineleri kaçırılmış bir fabrikayla karşılaşma olasılığından çok daha yüksektir. Bu uygulamanın yaygınlaşmasıyla birlikte işçi sınıfını en az taşeronluk sistemi kadar büyük bir tehlikenin beklediği açıktır.
Kıdem tazminatının gaspına doğru son dönemeç
AKP hükümeti uzun bir süredir kıdem tazminatının fona devredilerek gasp edilmesine dönük bir uygulamayı hayata geçirmeye çalışıyor. İşsizlik sigortasının hayata geçirilmesinin kıdem tazminatını gereksiz kıldığını savunan sermaye cephesi de, gereken yasal düzenlemenin bir an önce yapılması için bastırıyor. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, kıdem tazminatının fona devredilmesi konusunun Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun talebiyle gündeme geldiğini ve şu ana kadar TİSK’in sunduğu model üzerinde görüşmeler yapıldığını itiraf ediyor. “Ben istiyorum ki hep birlikte güle oynaya mutabakat sağlansın” diyen Dinçer, TİSK’in temel önerisinin işverenlerin yükünün azaltılması yönünde olduğunu söylemekten de çekinmiyor.
Lafa geldiğinde, hem Türk-İş hem de DİSK kıdem tazminatına el uzatılmasını “genel grev nedeni sayacakları” tehdidinde bulunuyor, ancak her iki konfederasyon da işçileri bilgilendirip harekete geçirmek için en ufak bir çaba harcamıyor. Üstelik Türk-İş, bu gasp çabaları karşısında, işçilere, “kıdem tazminatı konusunda herhangi bir değişiklik olmadığını” duyurup, “yersiz korkuya kapılmamalarını” salık vermektedir. “Kıdem tazminatında değişiklik yapılması, örneğin kıdem tazminatının kurulacak bir fona devredilmesi gibi konular 40 yıldır tartışılmaktadır” diyen Türk-İş genel merkezi, böylelikle işçilere “bu söylentileri dikkate almayın” mesajı veriyor ve onları tepkisizliğe iterek yasanın rahatça çıkması için hükümete zemin hazırlıyor. Hükümetle al gülüm ver gülüm bir ilişki içinde olan Hak-İş yönetimi ise, açıkça, kıdem tazminatının fona devredilmesini savunduklarını ve “sorunun diyalogla çözümünden” yana olduklarını söylüyor.
Hazırlanan tasarı yasalaştığı takdirde, kıdem tazminatı işçinin emekli olduğunda alabileceği şekilde fona devredilecek. Emeklilik yaşının 65’e, prim gün sayısının 7200’e çıkarıldığı dikkate alındığında, bu, milyonlarca işçi için asla alınamayacak bir tazminat anlamına geliyor. Oluşturulması planlanan bu fonun, sermayenin ve devletin emrine amade kılınıp tıpkı İşsizlik Sigortası Fonu örneğinde olduğu gibi yağmalanacağıysa çok açık.
Hükümetin ve sermayenin, kıdem tazminatının fona devredilmesinin hiçbir hak kaybına neden olmayacağına dair iddiaları koca bir yalandır. Hükümet, “şimdi pek çok işçi tazminat alamıyor, fona devredilince herkes alacak” diyor. Fakat yalnızca sigortalı, yani kayıtlı çalışan işçilerin kıdem tazminatı primleri yatırılacağı için fondan ancak onlar yararlanabilecekler. Oysa şu anda, işçi sigortasız çalıştığında bile, eğer bastırıyorsa, patronunun şikâyet edilme korkusu nedeniyle, fiiliyatta kıdem tazminatını alabiliyor.
Bir diğer yaygın sorunu ise, işçilerin gerçek ücretleri üzerinden sigortalanmamaları oluşturuyor. İşçi genelde asgari ücret üzerinden sigortalanıyor ama herhangi bir şikâyetle karşılaşmamak için kıdem tazminatı gerçek ücreti üzerinden hesaplanarak veriliyor. Oysa fona devredilmesi halinde, işçinin kıdem tazminatı primleri de sigortada görünen meblâğ üzerinden yatırılacak ve işçi ancak o ücret üzerinden tazminat alabilecek.
İşçinin başka açılardan maddi kaybı da söz konusu. Mevcut durumda kıdem tazminatı hesabı son ücret üzerinden yapılırken ve işçinin her türlü ekonomik ve sosyal hakları (yol parası ya da servis maliyeti, yemek parası ya da yemek veriliyorsa onun maliyetine karşılık gelen para, ikramiyeler ve diğer yan ödemeler) kıdem tazminatı hesaplamasına dâhil edilirken, fona devir halinde bu ek ödemeler hesaba katılmayacağı gibi ücret de son yılın ortalaması üzerinden hesaplanacak.
Bunların yanı sıra, kıdem tazminatı alabilme koşullarında da büyük bir hak gaspı yapılıyor. Mevcut iş yasalarına göre, bir işyerinde 1 yılını dolduran işçi, şu hallerde kıdem tazminatı alma hakkına sahip bulunuyor: Haklı bir sebep olmadan işten çıkartılma, haklı bir sebeple işi bırakma, askerlik nedeniyle işten ayrılma, kadın işçi açısından evlendikten sonraki bir yıl içinde işi bırakma, emeklilik için gerekli gün sayısını doldurup yaşını doldurmayı beklemek üzere işten ayrılma, emeklilik ve ölüm. Oysa fona devredilmesi halinde, sadece, adına en az 10 yıl fona prim ödenen işçilerin, emekli işçilerin ve ölü işçilerin (yasal mirasçıları) kıdem tazminatı alma hakkı olacak.
İşçinin hakları gasp edilirken, beklendiği üzere kıdem tazminatına ilişkin yasa tasarısında da patrona kıyakta sınır tanınmamaktadır. Yasanın işçiye yutturulma gerekçesi, işverenlerin ödemeleri gereken kıdem tazminatını, işverenden düzenli şekilde aylık primler halinde toplayıp, fonda biriken bu parayı emeklilik durumunda işçiye vermektir. O takdirde, her bir yıllık çalışmaya karşılık bir aylık brüt ücret olarak ödenmesi gereken kıdem tazminatı için patronların fona her ay, aylık brüt ücretin 12’de birini (yani %8,3’ünü) ödemeleri gerekirdi. Ama devlet, “ne lüzum var, ben ne güne duruyorum” diyor patronuna. Sonuç, “siz en fazla %3’ünü ödeyin, gerisini ben karşılarım” oluyor. Böylelikle patronlar kıdem tazminatının %63’ünden otomatik olarak kurtuluyorlar ve bunu onlar adına devlet (Hazine) üstleniyor. Bir süre sonra fonun kamunun sırtında büyük yük oluşturduğu gerekçesiyle tasfiye edilmesine ve kıdem tazminatının toptan tarihe gömülmesine hiçbir işçi şaşırmamalıdır.
Yasa taslağına göre, “Kıdem Tazminatı Fonu, Yönetim Kurulu tarafından işletilir ve yönetilir. Fon Yönetim Kurulu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının önerisi üzerine müşterek kararname ile atanacak bir temsilci ile en fazla işvereni temsil eden işveren konfederasyonu tarafından seçilen iki ve en fazla işçiyi temsil eden işçi konfederasyonunca seçilen bir üyeden oluşur. Fon yönetim kuruluna müşterek kararname ile atanan temsilci başkanlık eder. Kararların oluşumunda oyların eşitliği halinde başkanın bulunduğu taraf çoğunlukta sayılır.”
Görüldüğü gibi, fon yönetiminde, işveren sendikalarından iki ve bakanlıktan bir temsilcinin oluşturduğu şer ittifakı karşısında işçiye sadece bir temsilci hakkı veriliyor. Yani 3’e karşı 1. Böyle bir kurulun, fonu işçinin lehine kullanması beklenebilir mi?
Burjuvazi, her türlü yönteme başvurarak sömürüyü ve saldırıyı dizginsizce arttırıyor. Bu saldırıları geri püskürtmenin yolunun mevcut örgütsüzlük koşullarını aşarak burjuvaziye karşı tek yürek ve tek yumruk halinde mücadeleye atılmaktan geçtiği açıktır. Unutulmamalı ki, işçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, örgütsüzse hiçbir şey!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder