Sağlık Skandalı mı, Kapitalizm mi?
Ezgi Şanlı
1 Temmuz 2009
Mayıs ayında Balıkesir Çocuk Hastalıkları Doğum ve Bakımevinde bir “sağlık skandalı” daha yaşandı. Tüp bebek yöntemiyle, henüz beş buçuk aylıkken dünyaya gelen Halil Bebek, “öldü” denilerek kuvözden alınmış ve bir karton koli içerisinde ailesine teslim edilmişti. Birkaç saat sonra yaşadığı anlaşılmış, hastaneye kaldırılmış ancak kurtarılamamıştı. Olayın insan ruhunu yaralayan ayrıntıları medyada uzun uzun anlatıldı. Ne kadar büyük bir “sağlık skandalı” olduğu defalarca vurgulandı. Sağlık Bakanı, Balıkesir İl Sağlık Müdürü, Meclis Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı gibi sağlık alanında “etkili ve yetkili” isimler, zehir zemberek açıklamalar yaptılar. Sorumluların en ağır şekilde cezalandırılacağı yolunda naralar attılar. Mağdur ailenin acısını derinden paylaştıkları yalanını yüzsüzce tekrar edip durdular. Olayda sorumluluğu görülen iki doktor açığa alındı. Ama tıpkı daha öncekiler gibi, bu olayın da asıl nedenleri ve sorumluları ortaya çıkarılmayacak. Bebeğin ailesi bu tarifsiz acıyla baş başa bırakılacak ve olayın üstü örtülecek.
Elbette ki bu tespit bir kehanet değildir. Daha önce yaşananlar yaşanacakların işaretidir. Son zamanlarda sağlık skandalı olarak lanse edilen olayları hatırlayalım. Tüm vücudu yanmış bir çocuk. Acıyla kıvranıyor. Babası gerekli parayı ödeyemediği için hastane çocuğu tedavi etmiyor. Başka bir hastanede küçük bir yangın çıkıyor, yoğun bakımdaki sekiz hasta ölüyor. Bir ambulansın kapısı açılamayınca içindeki hasta ölüyor. Dört kişilik odada yedi hasta tedavi görüyor. Hastane enfeksiyonları yüzünden aynı hastanede birkaç haftada 20’nin üzerinde bebek ölüyor ama o hastanede enfeksiyon olmadığı söyleniyor. Sağ böbreği çalışmayan hastanın ameliyatla sol böbreği alınıyor… Bu sonu gelmeyen “skandalların” bir veya birkaçını muhakkak hatırlıyoruzdur. Bu olayların kahramanları kimlerdir peki? Bu acılara mahkûm edilenler kimlerdir? Kaderleri kendileri tarafından yazılmayan bu insanlar hangi bütünün parçasıdır? Bu soruların yanıtı nettir. Onlar işçi sınıfının evlatlarıdır. Patronlar sınıfının kapısını böyle skandallar çalmaz.
Ne yazık ki gezegenimizdeki evrim sürecinin doruğunu oluşturan insan soyu, kahrolası sınıflı bir düzen içinde kıvranıyor. Dili, bilinci, yaratan elleri, dünyayı dönüştürme gücü olan bu varlık, hâlâ insanın insanı sömürdüğü bir dünyada yaşıyor. İnsanlığın kanını emen kapitalizm, 21. yüzyılın kahredici gerçeği olmaya devam ediyor. Bu yüzden Halil Bebeklerin kaderi değişmiyor, değişemiyor.
Daha önceki “skandallara” rağmen hiçbir önlem alınmamasının sebebi kapitalist kâr düzeninden başka bir şey değildir. Doktorları suçlayarak işin içinden çıkmadan önce bazı gerçekleri hatırlamakta fayda var. Meselâ Türkiye’de doktor başına 745 hasta düşüyor. Bu rakam Avrupa ülkelerinden tam dört kat fazla. Yani bir doktor hastasına, ölü mü sağ mı olduğunu anlayabilecek kadar bile vakit ayıramayabilmekte. Sağlık işçilerinin uzun çalışma saatleri, 24 saat nöbet zorunlulukları, kapitalistlerin “az kişi ve maliyetle çok iş” yani ucuz işgücü mantığının bir yansımasıdır.
Bir diğer sorun da işçilerin en çok başvurduğu devlet ve sigorta hastanelerinin teknik donanımı ve kapasitesidir. Bu hastanelere on yıllardır hiçbir ciddi yatırım yapılmadı. Türkiye’de sağlık harcamalarının bütçedeki payı %4 civarındadır. Ülkenin artan nüfusuna rağmen bu rakam 48 yıldır yerinde sayıyor. Sağlık harcamaları OECD ülkelerinin beşte biri düzeyinde. Üstelik yeni yasal düzenlemelerle “paran kadar sağlık” anlayışı iyice pekiştirildi. Ancak “sağlığın için kaliteli hizmet ve gelişmiş teknoloji” anlayışı sadece patronlar sınıfına hizmet eden özel hastanelerde geçerli kılındı. Hastanelerinin tıbbi donanım eksikliği uluslararası sağlık kuruluşlarınca tescil edilen Türkiye’de bu sebepten ölümlerin haddi hesabı yok.
Sorunun diğer bir boyutu da şudur: Tıp fakültelerinde verilen eğitimle doktorların gerekli mesleki donanımı kazanması, insan yaşamının değerine odaklanması kapitalist sistem altında mümkün değildir. Onlar gelecekte “kariyer yapmak” mantığıyla hareket etmeye, parlak bir performans sergilemeye programlanmaktadırlar. Performansları, baktıkları hasta sayısıyla, maliyeti yüksek tedavi uygulamamakla, ucuz malzeme kullanmakla ve bunlara benzer kriterlerle ölçülmektedir. Hastasının bir insan olduğunu unutmak, ona yabancılaşmak, bu şartlar altındaki bir sağlık çalışanı için gayet normaldir.
Yaşayan bir bebeğe ölü raporu verdiği için doktorlara esip gürleyen, sorumluları cezalandıracağını söyleyen Sağlık Bakanı bu gerçekleri elbette biliyor. Balığın baştan koktuğunu da biliyor. Ancak mide bulandıran bir aymazlıkla sorumluları cezalandırmaktan bahsederken kendisini hiç hesaba katmıyor. Sağ olan bebeğe ölü raporu verenlerin insan olamayacağından bahsediyor. İşçi sınıfının sağlık hakkını elinden alan yasaları ve uygulamalarıyla kendisinin yaptığı farklı bir şeymiş gibi ahkâm kesiyor. İşte, işçi sınıfına “paran yoksa öl” anlamına gelen saldırıları dayatanlar, patronlar sınıfının hizmetindeki bu ikiyüzlü zevattır.
Elbette bir bebeğin hayatı söz konusuyken o doktorlardan özen ve hassasiyet beklemekte yanlış olan bir şey yoktur. Özellikle işçi anne-babaların evlatlarına bakan doktorlar, toplumun tüm zenginliklerini yaratan emekçi halka karşı çok daha büyük bir sorumlulukla davranmalıdırlar. Dünyayı döndüren işçi sınıfının, tüm güzellikleri hak ettiğini unutmamalıdırlar. Ancak gerçeklerin üstünü örtmek için, insanlık dışı koşullarda çalıştırılan, hastasının bir insan olduğu bile unutturulan iki doktoru günah keçisi ilan etmek, bu yolla işin içinden sıyrılmak ikiyüzlülüktür.
Kapitalizm tüm dünyanın gerçeğidir. Bu tipte vakalar tüm dünyada yaşanıyor. Özellikle emperyalist-kapitalist piramidin daha alt basamaklarında bulunan ülkelerde bu manzaralara daha çok rastlanıyor. Zaten medya tarafından fikri sorulan profesörlerin, yetkili kişilerin olaya yaklaşımı da bu durumun sanki geri kalmış bir ülkeymiş gibi Türkiye’de yaşanmasına tepkiden ibaretti. Aslında onların derdi olayın örtbas edilemeden açığa çıkmış olmasıdır. Yoksa her gün buna benzer onlarca vaka yaşanıyor ve hiçbirinde böyle bir “hassasiyet” gösterilmiyor. Çünkü çark dönmeye, kârlar büyümeye devam ediyor. Kapitalizmin skandalları ancak kapitalizmle beraber son bulur.
İşçi sınıfı örgütlenmeden, insanca yaşamayı ve üretmeyi başaramaz. Sağlık çalışanları da örgütlenmeden kendilerine dayatılan çalışma koşullarını değiştiremezler. İşçi aileleri her düzeyde örgütlü bir sınıfın parçası değillerse diğer bütün alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da insanca bir muamele ile karşılaşmazlar. Bu gerçeğin bedelini ödemek ise dünyaya henüz beş buçuk aylıkken gelen minicik bir bebeğe bile düşebilir. İşte asıl skandal budur. Asıl skandal kapitalizmin kendisidir.
İnsanları insanlığından eden patronlar sınıfının çıkarları için, onlara hizmet etmek için dünyaya gelmiş ve yaşıyor olmak ya da tüm skandalları, çürümüşlüğü, saçtığı pis kokuları, insanlığın damarlarına zerk ettiği zehriyle kapitalizmden kurtulmak… Hangi seçenek için yaşamaya ve ölmeye değer? İşte asıl düğüm noktası buradadır. Seçimini bilinçli, örgütlü ve mücadele dolu bir yaşam olarak belirleyen işçiler, önce kendi kaderlerini, sonra işçi sınıfının kaderini, sonra da tüm insanlığın kaderini değiştireceklerdir.
Her şeye rağmen hayatta kalmayı ve büyümeyi başaran Halil Bebekler olacak ve sınıf kardeşleriyle beraber yıkacaklar saltanatını rezaletin, çirkefin. Kurutacaklar bataklığı. Ant olsun ki o bataklığın yerinde, güneşin ve gökyüzünün altında, mutluluğun dünyası kurulacak. “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamanın güzelliğine varmak için dünyaya gelmek yetecek. Çünkü o dünyada ölüm herkes için uzun ve onurlu bir yaşamın ardından gelecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder