BİR ŞEY YAPMALI
CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN
.....................
cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak
.................
Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi
6 Temmuz 2009 Pazartesi
KÖŞEDEN
Belge ve Siyasal Yönleri...
Alev Coşkun
Hükümet bu belgenin aslını bulup çıkarmakla görevli ve sorumludur. Sürekli böylesi konuları öne çıkaran, bu konulardan siyasal rant sağlamaya çalışan bir yaklaşım AKP hükümetini giderek daha da yıpratıyor.ABD’nin ünlü dışişleri bakanlarından Kissinger’e yakıştırılan bir söylem vardır. Kissinger demiş ki: “Ortadoğu’da feodal düzen sürüyor, demokrasi olamaz. Orada demokrasinin önemli ölçüde uygulandığı ülke Türkiye’dir. Aynı zamanda Türkiye çok büyük bir ülkedir ama, çoğu zaman kendi gücünün ayırdında değildir.”Özellikle son yıllara baktığımızda bu yargının doğruluğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Hiç olmayacak, incir çekirdeğini doldurmayacak konular için ne kadar zaman yitirdiğimiz, ne kadar enerji tükettiğimiz ortada...2002 yılından bu yana Meclis’te sayısal çoğunluğu ele geçiren AKP, siyasal gücü de elde etti, hükümet oldu ama iktidar olamadı. Çünkü Milli Görüş’ten gelen, kafalarının içindeki temel hedeflerden bir türlü kopamadı.Danıştay, Yargıtay, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları açıkça ortada dururken, oy alma kaygılarıyla türbanı gündemin baş konusuna taşıdı...Ülkeye zaman ve enerji kaybettirdi. Ama, sonunda hep kaybeden AKP oldu. AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odak noktası olduğunun Anayasa Mahkemesi tarafından saptanmasından sonra AKP’nin açıkça yalpaladığı görülür... Hırçınlık yapıyor, hata yapıyor.AKP’nin Deniz Feneri davasında, RTÜK Başkanı konusunda yaptıkları bu olgunun en çarpıcı kanıtlarıdır.Belge ve gerçeklerŞimdi kamuoyunun karşısında yeni bir konu var... Önce Taraf gazetesinde yayımlanan, sonra da tüm yandaş basın tarafından üzerine atlanılan ve kimilerince “irtica eylem planı”, kimilerince “AKP ve Gülen hareketini bitirme planı” adı verilen belge...Bu belge üzerinde duralım ve kimi gerçekleri sıralayalım:Belgenin Genelkurmay Başkanlığı’na ait olduğu, Kurmay Albay Dursun Çiçek tarafından imzalandığı ve Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu olan Av. Serdar Öztürk’ün yazıhanesinde bulunduğu belirtiliyor.Bu belge üzerinde günlerdir tartışma var; özellikle yandaş basın ve TV’ler belgeyi bir gerçek olarak kabul edip yayın yapıyorlar. Vatandaşın kafasını karıştırıyorlar.Oysa mantıksal ve hukuksal olarak aşağıdaki temel soruların sorulup yanıtlarının aranması gerekir:Soru: Belge adı verilen bu yazılı metin nedir?Yanıt: Belge adı verilen bu metin fotokopidir. Yazının aslı henüz ortada yoktur.Soru: Bu kâğıttaki metnin altındaki imza gerçek ve ıslak (yani bu kâğıda bizzat atılan) imza mıdır?Yanıt: Bu kâğıttaki imza ıslak imza değildir.Soru: Bu kâğıt fotokopi olduğuna göre, bu yazıya Albay Çiçek’in imzası teknik olarak konulabilir mi?Yanıt: Evet, Albay Çiçek’in bir başka belgedeki imzası alınıp bu fotokopi yazısına teknik olanaklarla monte edilebilir...Soru: Bu belge Genelkurmay’ın yazım biçimine uyuyor mu?Yanıt: İddia edilen bu belge Genelkurmay’ın yerleşmiş yazışma usullerine uymamaktadır.Bu koşullar çerçevesinde aslı ortada olmayan bu kâğıdın altındaki imzanın Albay Çiçek’e ait olması da bir anlam taşımıyor. Bugünün teknik olanakları içinde, bu yazının altındaki imzanın Albay Çiçek’e ait olması, belgenin gerçek olduğunu da kanıtlamıyor. Çünkü belge adı verilen kâğıt aslında bir fotokopidir. Bu nedenle Albay Çiçek’in imzası o kâğıdın altına kesme - yapıştırma tekniğiyle konulmuş olabilir. Önemli olan, bu belgede ıslak imzanın bulunup bulunmamasıdır. Bu çerçevede sözü edilen bu belge yasal olarak bir kanıt oluşturmaz.TSK ve Gülen cemaatiGerçekler böyle iken bir kaşık suda fırtına yaratılıyor...Hatta, Başbakan Yardımcısı Arınç, Bolu’da belgeyi gerçek kabul ederek “Bu belge halkın iradesine karşı, demokrasiye karşı bir ihanettir” diyor.Pekiyi bu noktaya nasıl gelindi? Bu olayın çıkış noktası nedir? Şimdi oraya dönelim.Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, önce Harp Akademileri’nde açılış dersinde kuramsal çerçevede bir konuşma yaptı. 14 Nisan günü de Genelkurmay’da basınla uzun bir söyleşi gerçekleştirdi.Bu konuşmalarda TSK’nin, anayasanın ilk 3 maddesinde yer alan laik Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalacağını belirtiyordu.TSK’nin görüşlerini Genelkurmay Başkanı yeni bir yaklaşım ve yeni bir “üslup”la belirtirken, “din istismarı” ve “irtica” konularına değiniyor ve geniş örgütlenmesiyle üstü kapalı olarak “Gülen cemaati”ni işaret ediyordu.Bir süre sonra, ABD’de yaşayan Gülen’in, özellikle ışık evleri ve cemaat yurtlarıyla ilgili endişeler taşıdığı, bu yerlere silah yerleştirilip sonra “itham” altında tutulacakları hususlarına yer veren bir açıklaması gazetelerde yer aldı.İşte bu açıklamadan bir süre sonra yukarıda sözü edilen “fotokopi belge”nin tutuklu Av. Serdar Öztürk’ün yazıhanesinde bulunduğu Taraf gazetesinde manşetten yayımlandı.Kim etkilenecekBugün baktığımızda, Türkiye adeta dış ve iç güçlerin kuvvet savaşımı verdikleri bir arenaya benziyor.Dış güçler deyince hiç kuşkusuz Ortadoğu, Kafkaslar, Anadolu ile ilgili tüm devletler (ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, İsrail) akla gelmektedir. Kimi konular istenildiği gibi uzatılıyor, istenildiği derecede basında ve TV’lerde gösterime giriyor. İçeride de çok ciddi bir güç savaşımı var.Şimdi serinkanlı olarak bir siyasal analiz yapma zamanıdır. Bu belgenin hedefi nedir? Belge temel olarak üç noktayı hedef alıyor gibi görünmektedir:1. TSK, 2. AKP hükümeti, 3. Gülen cemaati.Şimdi bu noktaları siyasal çözümlemeye tabi tutalım:Bu belgenin aslı bulunmadıkça, TSK’yi böylesi uyduruk bir belge ile yıpratmak olanaksızdır. Tersine TSK’ye yapılan bu saldırılar ters tepiyor, hatta bu derece saldırıya uğrayan TSK halk indinde daha da sahipleniliyor.Bir an için belgenin aslı bulunduğu kabul edilse ve altındaki imzanın da Albay Çiçek’e ait olduğu kesinleşse bile, Genelkurmay bu belgeyle ilişkili olanları cezalandırarak daha da güçlenecektir.AKP’ye gelince, hükümet bu belgenin aslını bulup çıkarmakla görevli ve sorumludur.Sürekli böylesi konuları öne çıkaran, bu konulardan siyasal rant sağlamaya çalışan bir yaklaşım AKP hükümetini giderek daha da yıpratır. Bir belgenin doğru olup olmadığını ortaya çıkaramayan bir siyasal iktidar durumuna düşer. Hem konuları ortaya atıyor hem de sonuca ulaşamıyor ve çözümler üretemiyor durumuna gelir.Başbakan bu durumu sezmiş gibi görünüyor.. Belge Taraf’ta yayımlandığı sabah esip gürleyen Erdoğan, öğleden sonra yumuşadı, daha sonraları da kurumlar arası uzlaşmadan söz etmeye başladı. Başbakan Yardımcısı Arınç bir yana bırakılırsa hükümet kanadında ve Cumhurbaşkanı Gül’de daha serinkanlı bir tavır sergileniyor. Erdoğan’a yakın yazarlar daha yumuşak yorumlar yapıyorlar.Üçüncü nokta, belgenin Gülen cemaatine getireceği etkilerdir.Fethullah Gülen bu belgeden önce böylesi yaklaşımların olacağını haber verdiği için, ister istemez belge ile ilişkilendiriliyor. Belgenin F tipi örgütlenmeler tarafından üretildiği yazılıp söyleniyor. Eğer belgenin aslına ulaşılamazsa, Taraf’ın bu manşet haberinden olumsuz olarak en fazla kim etkilenecektir:TSK mi, AKP hükümeti mi, yoksa Gülen cemaati mi?Bekleyip göreceğiz...
İki Ülke İki Devrim...
Alev Coşkun
Milliyet’teki köşesinde Taha Akyol “İki Ülke, İki Devrim” başlığıyla bir yazı yayımladı (22.06.2006 Milliyet).Bu yazıda 1979 İran İslam devriminden söz edilmekte, İran’da “Koruma kollama kurumları”nın işleyişi anlatılmakta ve İran’da devrimi korumak adına “Rehberlik Makamı”, “Anayasayı Koruyanlar Konseyi” gibi vesayet kurumlarının oluşturulduğunu, bu kurumların “tarafsız” olmadıklarını belirtmektedir.Bu yargılar doğrudur. Akyol, ayrıca, İran devriminin en başarılı olduğu iki alanın nüfus kontrolü ve şehirleşme eğitimi olduğunu, eğitimin yaygınlaştırılmasında İran’ın Türkiye’nin önüne geçtiğini belirtmektedir.Bu bilgilerden sonra Akyol, şu yargıya varıyor: “Artık şehirleşmiş, okumuş, az çok dünyadan haberdar olmuş kitleler hem rejimin yasaklarından sıkılıyor hem de ekonomik durgunluktan. Değişim isteği toplumsal bir dinamik haline gelmiştir.”Bu yargılardan sonra, Akyol “... iki ülkede de (Türkiye ve İran) devrimin yetiştirdiği nesiller ‘karşı devrim’ macerası istemiyor, ama antidemokratik yasakların kalkmasını, liberal özgürlüklerin gerçekleşmesini istiyor” diyor.Yazının başlığına bakınca insan Türk ve İran devriminin değişik yönlerden karşılaştırmasının yapılacağını sanıyor. Oysa yukarıdaki paragrafta üzerinde durulan “liberal özgürlüklerin gelişmesi” kavramından başka bir karşılaştırma yapılmamış.1923’te Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Devrimi ile 1979’da din adamı Humeyni ve mollaların önderliğinde gerçekleşen İran İslam devrimi birbirinden temelde ayrı olan devrimlerdir. Türk devrimi, laik bir Cumhuriyet yaratmıştır.İlerici bir harekettir, bir aydınlanma devrimidir. Otokratik din devleti yıkılmış, halifelik kaldırılmış ve laik ilkelere dayalı bir devlet kurulmuştur.Kadın erkek eşitliğini öne çıkaran, şeriat yasalarından laik yasalara, din eğitiminden çağdaş eğitime, “biat” kültüründen vatandaşlığa, ümmetten ulus devletine dayalı yepyeni bir toplum yaratılmıştır. İran İslam devrimi, din temelinde gelişen aslında gerici bir harekettir.Laik Türk Devrimi ile İran İslam devrimi arasındaki tek benzerlik, her ikisinin de “anti-emperyalist” niteliğidir. Bunun dışında toplumsal yaşam, bilimin yol göstericiliği, eleştirel aklın öne çıkışı, kadınlara eşitlik sağlanması yönünden Türk devrimi ile İran hareketi arasında hiçbir benzerlik yoktur.Akyol, bu yazısında son gösterileri, bir “karşıdevrim” macerası olmadığını, ama “antidemokratik yasakların kalkması” ve “liberal özgürlüklerin gerçekleşmesi” hareketi olarak görmekte Türkiye’de de “liberal özgürlüklerin gerçekleşmesi” istemlerine gönderme yapmaktadır.Bu yargı yanlış, mantıktan uzak ve talihsiz bir paralellik kurmaktan öte bir anlam taşımaz. Akyol, Türkiye’de türban istemlerini, tarikat ve cemaat örgütlenmelerini, liberal özgürlüklerin gerçekleşmesi gibi görüyorsa, büyük yanılgı içerisinde bulunuyor demektir.Akyol, her ne kadar ertesi günkü yazısında görüşlerini yumuşatmak yoluna gitmişse de; liberal etiketini kendilerine uygun gören yazarların tarihi gerçekleri saptırmamaları ve toplumsal gelişmeleri gerçekçi temellere dayanarak analiz etmeleri doğru olur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
No Pasaran !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder