BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

27 Ağustos 2009 Perşembe

GODOT'YU BEKLEMEK

'Godot'yu Bekler Gibi İstanbul Depremini Beklemek...
Çağdaş afet yönetimi ve doğal afetlerle mücadele, her şeyden önce, doğadaki mevcut tehlikelerin iyi bilinmesini; ve bu tehlikelerin yol açabileceği can kayıplarının ve yaralanmaların, ekonomik, sosyal ve psikolojik kayıpların azaltılabilmesi için, doğanın en akılcı yol ve yöntemlerle kullanılmasını gerektiren topyekûn bir mücadeledir; ve bu mücadelede, en sade vatandaştan en yetkili makamlara kadar, herkese büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.Ünlü Fransız yazar Samuel Beckett’in, “Godot’yu Beklerken” adlı oyununda Godot’yu bekleyenler, kimi zaman bulundukları yeri ve zamanı unutan, kimi zaman çekip gitmek isteyen ama bunu yapacak cesareti içlerinde bulamayan, ancak yine de neden beklediklerini tam olarak bilemedikleri halde, beklemeyi kendilerine iş edinenlerdir.Oluşturduğu yapay Ergenekon depremi ile amaçladığı sivil darbeyi, adeta saman altından su yürütürcesine, sinsi sinsi gerçekleştirmeye çalışan AKP hükümeti, 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depremini unutmuş gibidir ve olası gerçek İstanbul depremini de sanki unutturmak istemektedir.Çünkü, 17 Ağustos 1999’dan bu yana tam on yıl geçmiş olmasına karşın Türkiye depremlerle mücadele adına ve İstanbul’u olası bir büyük depreme hazırlama adına bir arpa boyu bile yol alamamıştır.Öte yandan, yerel yönetim, yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi de olası bir büyük İstanbul depreminin neden olabileceği can kayıpları için ceset torbası depolamak ve mezar yeri hazırlamaktan öte fazla bir şey yapmamıştır. İstanbul’da denetimsiz, kalitesiz ve çarpık yapılaşma bütün hızıyla devam etmektedir.Depreme dayanıksız okullarKent içi ulaşım sorunu henüz çözülememiştir. Çocuklarımız depreme dayanıksız okullarda eğitimlerini sürdürmektedir.Hastalarımız depreme dayanıksız hastanelerde yatmaktadır. Halkımızın zamanlarının önemli bir bölümünü geçirdikleri alışveriş merkezlerinin çoğunun depreme dayanıklı olup olmadıkları belli değildir.Öte yandan, konu ile ilgili bilim insanlarımızın, kamu kuruluşlarımızın ve sivil toplum örgütlerimizin deprem zararlarını azaltma, erken uyarı sistemleri geliştirme ve depremleri önceden haber verme konularındaki projelerine ve çalışmalarına ne merkezi ne de yerel yönetimlerce gerekli maddi destek sağlanmaktadır. Bu durumun en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, AKP Hükümeti’nin deprem konusuna ve doğal afetlere olan yanlış yaklaşımı ve uygulamakta olduğu çağdışı politikadır. Bu politika, deprem olmadan önce yapışacak çalışmalar ve alınacak önlemlerle, olası bir depremin oluşturabileceği zararların en düşük düzeyde tutulmasını öngören ‘zarar azaltma politikası’ yerine; deprem olduktan sonra, oluşan zararın devlet tarafından karşılanmasını öngören ‘yara sarma politikası’dır.Doğal afetlerle mücadeleÇağdaş afet yönetimi ve doğal afetlerle mücadele, her şeyden önce, doğadaki mevcut tehlikelerin iyi bilinmesini; ve bu tehlikelerin yol açabileceği can kayıplarının ve yaralanmaların, ekonomik, sosyal ve psikolojik kayıpların azaltılabilmesi için, doğanın en akılcı yol ve yöntemlerle kullanılmasını gerektiren topyekûn bir mücadeledir; ve bu mücadelede, en sade vatandaştan en yetkili makamlara kadar, herkese büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ancak belki de ‘D’ harfi ile başladığı ve onlar için ‘darbe’ çağrışımı yaptığı için ‘deprem’ sözcüğü AKP’nin Hükümet Programı’nda bile yer almamaktadır. Halkımız ise ne yapacağını bilemediği için kaderi ile baş başa ve çaresizdir.Sonuç olarak, merkezi ve yerel yönetimi ve halkı ile tüm Türkiye, olası bir büyük İstanbul depremini, neyi neden beklediğini ve ne yapacağını bilmeden, adeta Godot’yu bekler gibi, beklemektedir.
17 Ağustos 2009
İstanbul Depreme Nasıl Hazır Olur?
Semih Tezcan
Tüm İstanbul’u taramak ve ‘göçer’ nitelikli ‘çürük elmaları’ bulup çıkarmak, çok az zamanda ve çok az bir finansman ile (bina başına yaklaşık 600 TL kadar) gerçekleştirilebilir. Böylece, İstanbul’u depreme ‘hazır’ hale getirmek ve pratik olarak İstanbul’da ‘sıfır’ can kaybını yakalamak mümkündür.Son günlerde Ege ve Akdeniz’de meydana gelen küçük şiddetli depremler, bize yakın geçmişteki deprem felaketlerinin acısını kısmen de olsa hatırlatır olmuştur. On yıl önce 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremindeki acılı günleri bir daha yaşamamak ve İstanbul’u, beklenen şiddetli bir depreme ‘hazır’ hale getirebilmek için yapılması gerekenleri nedense yapmıyoruz. İstanbul bir depreme kesinlikle hazır değildir!Ne yazık ki, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Kadir Topbaş dahil, en üst düzey kamu yöneticileri İstanbul’da kamu binalarının peyderpey güçlendirildiği intibaını vererek, gerçekdışı bir ‘toz pembe’ tablo çiziyorlar ve özel yapıları da sahipleri güçlendirsin diyerek işin içinden sıyrılıyorlar. İşte size gerçek fakat acı bir tablo:• İstanbul’da 1 milyon bina var. Sadece, yüzde 1’i güçlendirildi.• İstanbul’da 3 bin okul var. Sadece 250’si güçlendirildi.• İstanbul’da 635 kamu hastanesi var. Sadece 10’u güçlendirildi.• İstanbul’da 128 öğrenci yurdu var. Sadece 1’i güçlendirildi.Bu acı tablo sadece İstanbul için mi geçerli? Ne yazık ki, birinci derece deprem kuşağında olan tüm illerimiz aynı feci durumda... Hiçbiri depreme hazır değil!Bina güçlendirmek çözüm değil!Esasında çoğumuzun yanlış algıladığı bir gerçeği dile getirelim. Depreme ‘hazır’ olmak demek, ‘mal kaybını’ önlemek değil, ‘can kaybını’ önlemek olduğuna göre, yapılacak şey kesinlikle, ‘güçsüz’ binaları güçlendirmek “değildir”. Çünkü, deprem değil, bina öldürür! O halde, bütün enerjimizi can kaybına neden olabilecek ‘göçer’ nitelikli binaları bulup çıkarmaya hasretmeli ve sadece bu tip ‘göçer’ nitelikli binaları ya güçlendirmeli veya iskândan arındırmalıyız. Başbakanlık istatistiklerine göre, İstanbul’da ‘göçer’ nitelikli binaların oranı yüzde 4’ü geçmez! Nitekim, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminde, can kaybına neden olan göçük binaların, toplam bina stoku içindeki oranı yüzde 6’yı geçmemiştir.Hızlı değerlendirme yöntemi ‘tek çözüm’!Eğer, binaları tarayarak deprem yönetmeliğine göre ‘güvensiz’ olanlarını değil, sadece ‘göçer’ nitelikli olanlarını bulup fişleyebilirsek, pratik olarak İstanbul’da şiddetli bir depremde can kaybı ‘sıfır’ olur ve kimsenin ‘burnu bile kanamaz’! Deprem Yönetmeliği’ne göre ‘güvensiz’ sayılan tüm binaların (toplam bina stoku içinde böyle güvensiz binaların oranı yüzde 96 kadardır) güçlendirilmesi teşebbüsü ve fikri çıkmaz bir sokaktır. Akılcı değildir. Gereksizdir. Çünkü, İstanbul’da mevcut 3 (üç) milyon kadar ‘güvensiz’ konutun güçlendirilmesi için en az 30 milyar dolara ve 30 seneye ihtiyaç vardır. Ne bu para bulunabilir ne de bu zaman!Yapılacak tek şey, bilimsel isabet ve doğruluk derecesi kanıtlanmış hızlı değerlendirme yöntemlerinden biri ile ‘bina taraması’ dır. Bina taraması ile, ölümlere neden olabilecek ‘göçer’ nitelikli binalar bulunup fişlenir. Bir binanın ‘göçer’ nitelikli olup olmadığını, en son geliştirilen P25-Hızlı Değerlendirme Yöntemini kullanarak ve özel ultrasonik aletler ile beton kalitesini ölçerek, yaklaşık yüzde doksan kesinlikle ve bir saatlik bir çalışma süresinde belirleyebilmek kabildir.Tüm İstanbul’u taramak ve ‘göçer’ nitelikli ‘çürük elmaları’ bulup çıkarmak, çok az zamanda ve çok az bir finansman ile (bina başına yaklaşık 600 TL kadar) gerçekleştirilebilir. Böylece, İstanbul’u depreme ‘hazır’ hale getirmek ve pratik olarak İstanbul’da ‘sıfır’ can kaybını yakalamak mümkündür [1, 2, 3, 4].Birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde bulunan tüm illerimiz için en akılcı çözüm, can güvenliğini esas almak ve dolayısıyla, sadece kat kat üstüne yıkılma riski taşıyan binaları bulup çıkarmaktır. ‘Göçme riski’ bulunduğu belirlenen bir binanın sahibine iki veya üç yıl gibi bir süre verilerek, bu süre içinde binasını ya yıkıp yeniden inşa etmesi veya binasını iyice güçlendirmesi istenir. Bu süre sonunda gerekeni yapmayanların binaları, İmar Kanunu’nun ilgi hükümlerine (maili inhidam maddesi) uyularak, polis marifeti ile iskândan arındırılır. Göçme riski bulunmayan binaların sahiplerine, binalarının ‘göçme riski’ taşımadığını gösteren, bir kalite belgesi = sertifika verilir. Böylece, o binada oturanlar deprem korkusunu ve stresini üzerlerinden atmış olurlar.Bu gurur ve sevinci yaşayabilmenin tek şartı, binalarımızı hızlı değerlendirme yöntemlerinden biri ile taramakta ve ‘göçer’ nitelikli olanlarını bulup çıkarmakta yatıyor. Aksi halde, şiddetli bir depremde İstanbul’da 20 bin veya üzerinde bir can kaybının vereceği acılara katlanmak gerekecek...Göçer nitelikli binalar bulunup fişlendiği takdirde, en şiddetli bir depremde bile ‘kimsenin burnu kanamayacak’ ve can kaybı pratik olarak ‘sıfır’ olacaktır. İşte, bu nedenle, bu çalışmaya “Sıfır can kaybı” projesi denilmektedir. Sıfır can kaybı projesinin ana hedefi, adından da anlaşılacağı üzere, tüm özel sektör ve kamu binalarında, can kaybının önlenmesi ve bu arada doğal bir yan ürün olarak can kaybı beklenmeyen binaların belirlenmesidir.Sorumluluk ve görev kimin?Burada en önemli husus, sıfır can kaybı gibi önemli bir risk yönetimi projesinin gerçek sahibinin özel sektör değil, devletin ve ilgisi nedeni ile yerel yönetimin ta kendisi olduğudur! Çünkü, bir binanın kat kat üstüne göçme riskinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi, tamamen bir “can kaybını önleme projesi” olduğu için, anayasaya göre, sorumluluk doğrudan devlete ve görevi icabı yerel yönetimlere aittir. Zaman akmaktadır. Bu nedenle, 1. ve 2. derece deprem bölgelerinde bulunan tüm il ve ilçelerimizde ‘sıfır can kaybı’ projesi derhal uygulanmalı, yerel yönetimler tarafından göçme niteliği bulunan ve bulunmayan tüm özel sektör ve kamu binalarının taranmasına hemen başlanmalıdır. Bu kaçınılmaz ve geciktirilemez anayasal bir görevdir. Bir iki ilçede yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan, bilimsel isabet derecesi zayıf tarama çalışmalarına derhal son verilmelidir. Mal sahipleri dilerlerse, binalarının ‘göçme riski’ taşıyıp taşımadığını, bir uzman kuruluşa şüphesiz kendileri de tayin ettirebilirler.
18 Ağustos 2009
Godot'yu Beklerken (Fransızca: En attendant Godot, İngilizce: Waiting for Godot)
1949 yılında Fransızca olarak yazılan ve ilk kez 1953'te Paris'de sahnelenen, Samuel Beckett'ın ünlü eseridir. Zamanla ülke çapında bir ün kazandı. 1954 yılında Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrildi ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başladı. Avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşti. Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları Vladimir ve Estragon, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışırlar. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek işlevinin yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar. Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğunu bilinmeyen bir kimseyi veya "şeyi" beklemelerini konu alan absürd tiyatronun en önemli eserlerinden birisidir. Oyun Türkiye'de 1963 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oynanmıştır. Godot'yu Beklerken AST'ın oynadığı ilk oyundur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !