BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

22 Ağustos 2009 Cumartesi

KURŞUNLAR HEPİMİZE

UĞUR MUMCU
METİN GÖKTEPE
ONAT KUTLAR
Kurşunlar Hepimize
Sandalyeden düştü denilen Evrensel Muhabiri Metin Göktepe'nin statta ölü bulunduğu ortaya çıktı... Tanıkların anlattıkları tüyler ürpertiyor.
Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 günü, Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde meydana gelen olaylarda yaşamını yitiren Orhan Özen ile Rıza Boybaş’ın Alibeyköy’de yapılan cenaze törenine, “Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar” diyerek gitti. Ancak, “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte “ısrarcı” davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü. ‘Sandalyeden düştü’ Ertesi sabah, Eyüp Nöbetçi Savcısı Erol Canözkan Metin Göktepe’nin öldüğünü ve cesedinin Adli Tıp’ta olduğunu söyledi. Savcı Canözkan, Metin Göktepe’nin gözaltına alındığını ancak, akşamüzeri serbest bırakıldıktan sonra Eyüp’te bir çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düşüp öldüğünü iddia etti. Ancak kısa bir süre sonra açıklanan geçici otopsi raporunda, Göktepe’nin ölüm nedeni “kafa travmasına bağlı beyin kanaması ve doku içi kanama” olarak belirlendi. Daha sonra da Metin’in çay bahçesinde değil, stadyumda ölü bulunduğu ortaya çıktı. Evrensel gazetesi, 10 Ocak Çarşamba günü, “Metin katledildi, susmayacağız!” manşetiyle çıktı. Arka sayfada ise “Bu yürek susmayacak” denildi. Gazetede yer alan bütün haberlere Metin Göktepe imzası atıldı. “Gerçeği yazmaya devam edeceğiz. Ve asla susmayacağız” denilen başyazıda şu görüşler öne sürüldü: Muhabirimiz Metin Göktepe, polis tarafından dövülerek öldürüldü. Son 5 yıl içinde Metin, öldürülen 25’inci gazeteci. Bu 25 gazetecinin ortak özelliği, ülkeyi yönetenlerin hoşuna gitmeyen gerçekleri yazmak ve “faili meçhul” bir biçimde öldürülmek. Savcılık ve yetkililer, Metin Göktepe’nin gözaltındayken gerçekleştirilen öldürülmesini de bir “faili meçhule” dönüştürmek istiyor. Oysa olay ne “faili meçhul”dür ne de sıradan polisler tarafından işlenen bir cinayettir. Olayın gelişim seyrinden de anlaşılacağı gibi Göktepe, diğer gazeteciler arasından seçilerek alınmış ve öldürülmüştür. Bu tutum açıkça; kurulduğu günden beri işçilerden, emekçilerden, devrimcilerden, demokratlardan yana saf tutan ve gerçekleri yazmakta ısrar eden Evrensel’e ve gerçek peşinde koşan gazetecilere verilen bir gözdağıdır. Tanıklar konuşuyor… Alibeyköy girişinde gözaltına alınan Deniz Özcan, 17-25 yaş arasındaki hemen herkesin gözaltına alındığını ve onar kişilik gruplar halinde Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldüklerini söylüyor ve “içerde” olanları şöyle anlatıyordu: “İşkencehane dedikleri bir yere indirildim. Yaklaşık 20-25 dakika dövüldüm. O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri, ‘İşte bu gazeteci, buna özel muamele’ dedi. On kişi Metin’in üzerine çullandı. Metin’e, coplarla ve kazma sapına benzer sopalarla vuruyorlardı. Metin yaklaşık on dakika sonra bayıldı. Su döküp ayıltılar. Biraz bekleyip tekrar dövmeye başladılar. Kafasında yarıklar oluşmuştu. Burnu falan kanıyordu. O ara Metin çok kan kaybettiği için ben kalkıp polislere saldırdım. Polisler beni tuttukları gibi kafamı duvara vurdular. Ben yarı baygın şekilde, montumun aralığından Metin’i görüyordum. Polisler benim baktığımı fark etmemişti. Metin çok kan kaybediyordu. Tuttular tuvalete götürdüler. Tuvalette lavabo kandan tıkanmıştı. Getirdiler, yine dövdüler. Metin’in orada öldüğünden eminim. Polislerden biri, ‘Bu ölecek. Bunu hastaneye götürelim’ dedi. Ama diğerleri ‘Ölürse ölsün sana ne’ diyerek onu dışarı çıkardılar ve dövmeye devam ettiler. Birbirlerine Haydar, Abdullah, Ali diye sesleniyorlardı...” Tüm tanıklar aynı noktada birleşiyordu, Metin Göktepe, gözaltında dövülerek öldürülmüştü. Göktepe’nin, “Ben gazeteciyim, beni niye dövüyorsunuz?” demesi üzerine, polislerin daha fazla dövmeye başladıklarını ve Metin’in “özel bir muameleye” tabi tutulduğunu, gözaltındaki pek çok kişi duymuş ve görmüştü.
Kurşunlar Hepimize
12 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesi “Öfkenle çoğalacağız” manşetiyle çıktı. Gazetenin birinci sayfası, tümüyle Onat Kutlar’a ayrıldı. “Acımız ve Yolumuz” başlıklı başyazıda şu görüşlere yer verildi: “… Gerçekte bu kanlı cinayetlerin hedefinin Cumhuriyet gazetesinin kimliğiyle sınırlanmadığını herkes biliyor.
Kutlar, kutlama için gittiği The Marmara Oteli’nde bir paltonun cebine bırakılan bombanın patlamasıyla ağır yaralandı ve 12 gün sonra yaşam savaşını kaybettiYazar, şair, senarist, eleştirmen Mehmet Arif Onat Kutlar 25 Ocak 1936’da Alanya’da doğdu. Gaziantep Lisesi’nden mezun olduktan sonra İÜ Hukuk Fakültesi ve Paris Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde öğrenim gördü.1965’te evlendiği Sevil Akdoğan’dan iki oğlu olan Kutlar, edebiyattaki özgün yerini 1980 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazanan “İshak” adlı kitabıyla aldı. Kutlar’a Sinematek’teki çalışmalarından dolayı 1975’te Polonya Kültür Nişanı, 1994’te de Fransa’dan Chevalier de l’ordre des Arts et des Lettres nişanı verildi. Evlilik yıldönümü Filiz Kutlar ile evli olan Onat Kutlar, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi ve Cumhuriyet gazetesi yazarıydı.30 Aralık 1994 günü eşi Filiz Kutlar ile evlilik yıldönümünü kutlamak ve dostlarıyla buluşmak üzere, saat 18.30’da The Marmara Oteli’nin giriş katındaki Opera Pastanesi’ne (Cafe Marmara) giden Onat Kutlar, 15 dakika sonra, bir paltonun cebine bırakılan bombanın patlaması sonucu ağır yaralandı, arkeolog Yasemin Cebenoyan yaşamını yitirdi. Kutlar, hastanede sürdürdüğü yaşam mücadelesinde, 11 Ocak sabahı, saat 09.02’de yenik düştü. Örnek düşünce adamıOnat Kutlar’ın ölümü, kamuoyunda derin bir üzüntü yarattı. Çeşitli kişi kurum ve kuruluşlar telefon, faks ya da yayımladıkları mesajlarla “başsağlığı” dilediler. Tepkilerde, sanat, özgürlük ve barış tutkunu Onat Kutlar’ın “daha güzel bir dünya için” yaşamı boyunca ortaya koyduğu mücadelenin yanı sıra düşünceleri ve geride bıraktığı eserlerin kendisini ölümsüzleştirdiği vurgulanarak Türkiye’nin Kutlar’ın ölümüyle “örnek bir düşünce adamını” kaybettiği görüşü dile getirildi. Öfkenle çoğalacağız12 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesi “Öfkenle çoğalacağız” manşetiyle çıktı. Gazetenin birinci sayfası, tümüyle Onat Kutlar’a ayrıldı. “Acımız ve Yolumuz” başlıklı başyazıda şu görüşlere yer verildi: “… Gerçekte bu kanlı cinayetlerin hedefinin Cumhuriyet gazetesinin kimliğiyle sınırlanmadığını herkes biliyor. Hedef, laik Türkiye Cumhuriyeti’dir, Atatürk’ün aydınlanma devrimidir; ama devlet, hükümet, siyasal iktidar, elini kolunu bağlamış, çaresizlik içinde oturuyor: Hiçbir şey yapamıyor, ne cinayetleri aydınlatabiliyor ne de yeni cinayetlerin işlenmesini engelleyebiliyor. Sevgili Onat Kutlar’ın acı ölümü karşısında, dünden bugüne olan-bitenleri düşündükçe karamsar olmamak elde değil!... Ne var ki biz yolumuzda yürüyeceğiz. Onat Kutlar’ın kişiliğinde simgelenen aydınlık, özgürlük, çağdaşlık, güzellik, sanat kavramlarını ülkece özümsemenin ne kadar güç olduğunu, tarihsel bilinci olanlar bilirler. Uygarlığın ne kadar pahalı olduğu, insanlık tarihinin sayfalarında yazılıdır. Eğer Uğur’lara, Onat’lara layık olmak istiyorsak, bu yoldaki uzun yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Zaten bir başka yol, insanlıkta şimdiye dek keşfedilmemiştir.” İBDA-C üstlendi Kutlar’ın tedaviye alındığı Amerikan Hastanesi’nde omuriliğine saplanan cam parçaları nedeniyle felç olup ölümle pençeleştiği saatlerde gazeteleri arayan bir kişi, saldırıyı İslami Büyükdoğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C) örgütü adına üstlendi.İstanbul’da yılbaşı öncesi ve yılbaşı gecesi terör estirmeye kararlı olduğunu medya kuruluşlarına yaptıkları duyurularla bildiren İBDA-C adlı aşırı İslamcı örgüt, yayın organı olan Taraf dergisinin 30. sayısında yılbaşı etkinliklerinin “günah” olduğunu ve katılanların cezalandırılacağını duyurmuş, The Marmara Oteli ile çok sayıda eğlence merkezinin de bulunduğu bir liste yayımlayarak buralara karşı bombalı saldırılara girişileceğini belirtmişti. Bu tehdit dolu yayınlar, gazeteler ve televizyonlarda da haber olarak yayımlandı. 29 Aralık gecesi ilk olarak Taraf dergisindeki listede yer alan ve Taksim’de bulunan bir birahaneye konan ses bombası patladı. Aynı akşam İBDA-C örgütünün militanları üstlendiler. İstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri bu saldırıdan sonra “soruşturma sürüyor” açıklamasını yaptılar.Yılbaşının hemen sonrasında ise Taraf dergisinin 31. sayısında saldırılar bir “başarı” olarak gösterilirken, yapılan saldırılar fotoğraflarıyla birlikte yayımlanarak “cezalandırdık” dendi. Ne kanıt, ne tanık varİstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, her zaman olduğu gibi saldırının faillerinin yakalanması için olayla ilgili başlatılan soruşturmanın hassasiyetle sürdürüldüğünü bildirdiler. Yetkililer daha sonra, olayın İBDA-C tarafından gerçekleştirildiği konusunda ne kesin bir kanıtın ne de görgü tanığının olduğunu, PKK olasılığı üzerinde durduklarını açıkladılar.Onat Kutlar, 14 Ocak günü gözyaşları ve alkışlarla toprağa verildi. Kutlar’ın cenazesinin kaldırıldığı sırada Başbakan Tansu Çiller’in İstanbul’da, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’e “başarılarından ötürü” plaket vermesi tepkilere yol açtı. Tehditler sürdü Taraf dergisinde 1995’i “savaş yılı” ilan eden İBDA-C adlı örgüt, olaydan birkaç gün sonra Cumhuriyet gazetesine ve aydınlara yönelik tehditlerini sürdürdü.Kutlar’ın tedavi gördüğü hastaneye hiçbir güvenlik engeliyle karşılaşmadan girme cesaretini gösteren İBDA-C militanları, Taraf dergisi aracılığıyla Kutlar’ı ziyarete gidenlerin isimlerini yayımlayıp ölümle tehdit ettiler. Yazıda, saldırının ardından Onat Kutlar’ın kaldırıldığı Amerikan Hastanesi’ne giren iki kişinin, Fatih’in Çarşamba semtinden “Mahmut Efendi hazretlerinin halifelerinden Kemal Efendi” ile “cemaatin bir istasyon şefi” olduğu bildirildi ve “ölüm fermanı”nın, “istasyon şefi”nin ihbarı üzerine alındığı açıklandı. Kanal D, 30 Aralık 1994’te Amerikan Hastanesi’ne gelen “istasyon şefi”ni görüntüledi. PKK mi, İBDA-C mi?Kutlar’ın öldüğü bombalama eylemini üstlenen şeriatçı terör örgütü İBDA-C, yayın organı Taraf dergisinde The Marmara Oteli’ne bomba koyduklarını açıkladığı halde polis üzerine gitmedi ve PKK’ye yönelik olarak düzenlenen bir operasyonda yakalanan 20 kişinin Kutlar’ın ölümüne neden olan bombalama olayını gerçekleştirdiğini belirtti. Olay, PKK’nin bazı eylemleriyle birleştirildi.Yargılama aşamasında savcılığın verdiği mütalaada, sanıklardan Deniz Demir, Hicran Kaya, Abdülcelil Kaçmaz ve Hasan Kızılkaya’nın ölüm cezasına çarptırılması istendi.Çok sayıda bombalama eylemini terör örgütü PKK adına gerçekleştirdikleri iddiasıyla yargılanan 20 sanıktan 4’ü, 2003 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklardan 2’sinin beraatını kararlaştıran mahkeme, 12 sanığın cezalarını ise erteledi.‘Terör içindeyim'Onat Kutlar, olaydan bir süre önce kaleme aldığı “Herkesin Kaybettiği Tek Oyun” başlıklı yazısında terör konusunu ele alıyor ve şunları söylüyordu: “…Terörün anlamı ve kapsamı, onu kullanana göre değişmez. Giyotinin bıçağı, kutsal kralı, vatansever ve bozulmaz Robespierre’i, hayalci ozan Chenier’yi, serseri San Culotte’lardan birini ya da hain İsviçreliyi aynı umursamazlıkla keser.Tıpkı Güneydoğu Anadolu’da şiddetin gencecik askerleri, küçük çocukları ve Kürt gençlerini aynı umursamazlıkla yok ettiği gibi.Hiçbir şiddette kazanan yoktur. Herkesin birden kaybettiği tek oyundur terör. Korkunç bir oyundur.Andre Chenier’nin öldürülmesi ile ilgili söylenceler vardır. Bunlardan birine göre ünlü şair kafasını demirin aralığına koymadan önce bağırmış: ‘Bu kafada bir şeyler vardı!..’Evet. Her öldürülenle bir evren yok edilir.Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ideoloji, hiçbir hak, hiçbir öfke, hiçbir yetki doğrulamaz öldürmeyi.Kralın ve soyluların gaddar köpekleri kadar, halkın temsilcileri, dağlılar da düşünmelidirler bunu.Günlerdir çıkıp İstanbul’un sessiz ve eski sokaklarında dolaşmak istiyorum.Hava ağır ağır serinliyor. Eylül geliyor. İyi güz günleri. Barış… Ama çıkamıyorum. Nereye yürüsem ayağıma kan bulaşıyor. Terör içindeyim.”
Kurşunlar Hepimize
90'lı yıllar Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi ile başladı. Bu olay Türkiye'nin yeniden, adım adım, bir kanlı ortama doğru sürüklenmesinin başlangıcı olacaktı. Aksoy'un ardından Çetin Emeç, Turan Dursun, Doç. Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, Metin Göktepe, Prof. Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okkan, Dr. Necip Hablemitoğlu ve Hrant Dink bombaların ve kurşunların hedefi oldu.
Terör, Uğur Mumcu’nun vurguladığı temel konulardan biriydi. Terörün sadece Türkiye’ye özgü bir olgu olmadığını, uluslararası boyutu olduğunu, bu olayla baş edebilmek için, gerek ulusal, gerekse uluslararası alanda her bireyin ve devletin teröre karşı çıkması gerektiğini söylemiş, öldürülmesinden dört ay önce, şunları yazmıştı:“Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleri ile çe­şitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Halk deyişi ile Ortadoğu’da ‘kimin eli kimin cebindedir’ bilinmez. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu soruların yanıtlarını anında bulmanın olanağı da yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı!”Tarih Uğur Mumcu’yu hep haklı çıkardı. Türkiye’yi sarsan bu cinayetleri planlayanlar ülkemizin geleceğe dair umutlarını hedef almışlardı.Cinayetlerin ardından yakalananlar ise hep “tetikçiler” oldu. Tetiği çektirenler meçhul kaldı. Her yeni olayda Uğur Mumcu’nun çığlığı yankılandı:“Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi!..”Okuyacağınız bu dizi önümüzdeki günlerde, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayınları’ndan çıkacak olan Neden Öldürüldüler?-4 “Kurşunlar Hepimize” adlı kitaptan özetlenmiştir.Ölümüne savaştıBazı ülkelerde, bazı kimseler, devleti soymak için, politikacı kılığına girerler. Bunlar partilerde, parlamentolarda boy gösterirler. İthalat, ihracat, banka soygunu gibi işleri siyasal ilişkilerle yürütürler. Bunlar da çetedir. Çetelerin en aşağılığı da bunlardır. Bunlar yüzlerine, devlet adamı maskesi takıp halkı soyarlar. Allah’a çok şükür, memleketimizde böyle çeteler yoktur...Uğur MUMCU(Cumhuriyet, 22 Mart 1976)Uğur Mumcu, aydınlanma devrimini özümsemiş, ödünsüz bir devrimciydi. Düşünce ve davranışları bu değerlerden oluşuyordu. Tüm yazıları, araştırmacılığı yaşama biçimine dönüştürmüş bir aydının duyarlığını yansıtıyordu. Uğur Mumcu, ülke sorunlarının hiçbir düşünce yasağı olmadan tartışılmasını istiyordu. Bir an olsun umutsuzluğa kapılmadı. Giderek toplumumuzun gözü, kulağı, beyni oldu.Uğur Mumcu, öldürüldüğü güne kadar, yaşadığımız olayların perde arkasını, kamuoyundan saklanmaya çalışılan gerçekleri bütün belgeleriyle ortaya koyarak, yılmadan ve usanmadan hepimizi düşündürmeye, aydınlatmaya ve uyarmaya çalıştı. Bütün haksızlıkları, yolsuzlukları, kaçakçılıkları, cinayetleri tek tek sergiledi. Kaçakçılar, soyguncular, hırsızlar, katiller, mafyacılar, yobazlar, türlü çeteler onun ‘Gözlem’inden kurtulamadı. Canını ortaya koyarak doğrular adına ölümüne savaştı.Özen EksiktiMumcu’nun, 24 Ocak 1993 aracına yerleştirilen bombanın patlaması ile yaşamını yitirmesinden bu yana 16 yıl geçti.Suikasttan sonra birçok olay yaşandı. Olay anından itibaren soruşturmaya yeterli özen ve duyarlılık gösterilmedi. Davayı soruşturan DGM savcısı Ülkü Coşkun, Şubatın 18’inde, yani olaydan 25 gün sonra, Güldal Mumcu’nun bilgisine başvurmaya geldiğinde “Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözer” dedi.Güldal Mumcu bir yıl sonra, Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe verdi; soruşturmanın ne aşamaya geldiğini öğrenmek istediğini, savcının söylediklerinin ne anlama geldiğini sordu ve soruşturmanın savsaklandığını belirtti. Adalet Bakanlığı soruşturma başlattı. Bakanlık müfettişleri, Ülkü Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı sonucuna ulaştılar ve disiplin cezası verilmesini istediler. Fakat bu istem uygulanmadı. Ardından Güldal Mumcu, bu istemin uygulanması için Askeri İdare Mahkemesi’ne başvurdu, çünkü Ülkü Coşkun askerdi. Askeri İdare Mahkemesi, bu cezanın uygulanamayacağını, neden uygulanamayacağı konusunun da açıklanamayacağını, çünkü bunun devlet sırrı olduğunu söyledi.Art arda terörHükümetler değişip, davalar sürerken, Türkiye’nin aydınları birer birer teröre hedef olmaya devam etti.1997 yılında TBMM’ce Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun çalışmaları sonunda bir rapor hazırlandı. Raporda, birçok kişi ve kurum hakkında görev ihmalinde bulundukları ve eksik soruşturma yaptıkları gerekçesiyle inceleme, araştırma ve gerekli soruşturmanın yapılması istendi.Ardından, Güldal Mumcu İçişleri Bakanlığı’na başvurarak TBMM komisyonu raporunun istemlerinin yerine getirilip getirilmediğini ve sonucun ne olduğunu sordu. Bütün bu girişimlerin sonunda yeni bir ekip kurulduğunu öğrendi ve “Umut Operasyonu” başladı. Bu operasyon sonucunda Kudüs Ordusu Savaşçıları adı altında bir örgüt yakalandı ve dava açıldı.BağlantılarBu örgütün, yalnızca Uğur Mumcu’nun değil, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı ile bazı yabancıların öldürülmesi ve bombalama olaylarını da gerçekleştirmiş olduğu görüldü. Dava sonuçlandı. Ama bu kişilerin arkasında, bunlara emir veren kişi, kişiler ve örgütlerin ne olduğu ve bağlantıları aydınlanmadı.Tüm bu gelişmelerden sonra, Güldal Mumcu, yalnızca tetikçilerin ortaya çıkarılmasının, siyasi suikastların tümüyle aydınlatıldığı anlamına gelmediğini vurgulayarak, “Cinayeti işleyenlerin ardındaki örgütlerin bağlantıları aydınlatılmadığı sürece hem devlet, hem de yurttaşların can güvenliği tehdit altında demektir” diyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !