BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

29 Haziran 2009 Pazartesi

FİDEL CASTRO'NUN MEKTUBU

FİDEL CASTRO'NUN MEKTUBU
14 Aralık 1957
Devrimci Parti
Küba Halk Partisi
Autencicos Örgütü
Yüksek Okul Öğrenci Birliği
Devrimci Direktuar
Devrimci İşçi Direktuarı
BAŞKANLARINA
Küba'ya ayak bastığımızdan bu yana geçirdiğimiz en zor dönem olan, ve savaşla dolu olarak geçen şu son haftalarda meydana gelen bazı olaylar, bu bildiriyle sizlere bazı açıklamalar yapmamı zorunlu kıldı. Bunu ahlaki, vatani ve hatta tarihi bir görev sayıyorum. Birliklerimizin altı saat içinde üç kez düşmanla gırtlak gırtlağa geldiği, arkadaşlarımın, hiçbir örgütten en küçük bir destek bile almadan savaşı sürdürerek kayıplar verdiği 20 Kasım çarşamba günü, sizlerin, şu anda bu bildiriyi gönderdiğim kuruluşların, 26 Temmuz Hareketi'yle, Miami'de imzaladıkları belirtilen sözüm ona bir anlaşmanın, açık ve gizli maddelerini kapsayan belgeleri, çarpışma alanında, elimize geçti. Ve ne gariptir ki, bu belgeler, Batista diktatörlüğünün bize karşı azgın bir saldırıya geçtiği bir sırada -oysa o an bize gerekli olan silahtı- elimize ulaşmıştı. [sayfa 215}
İçinde bulunduğumuz savaş koşullarında haberleşmenin çok güç olduğu ortadadır. Ve yine gün gibi ortadadır ki, koşullar ne olursa olsun, 26 Temmuz Hareketi'nin yalnızca saygınlığının değil, tarihsel haklılığının da tehlikede olduğu böyle bir anda, bu sorunu tartışmak için hareketimizin önderlerinin, savaş alanında bile toplantıya çağrılmaları bir zorunluluktur.
Bir yanda sayıca ve silahça kıyas kabul etmez oranda kendinden üstün bir düşmanla bütün bir yıl boyunca savaşırken, kutsal bir dava uğruna çarpışmak için gerekli onurdan ve bu davanın uğrunda ölmeye değer olduğu inancından başka hiçbir dayanağı olmayan insanlar; öte yandaysa, bu davayı desteklemek için bütün olanaklara sahip olmalarına karşın, hunharca demeye dilim varmıyor, sistemli olarak bu destekten kaçınarak, cephede dövüşenlere her türlü yardımı reddeden yurttaşlar. Hiçbir çıkar gözetmeksizin, her gün, ölümlere ve yüce fedakarlıklara tanıklık etmelerine ve yine her gün, yakınlarında en iyi yoldaşlarının şehit olduğunu görmelerine, yeni ve kaçınılmaz başka savaşlarda, zafere ulaşmak için ölmelerine karşın, zafer gününü göremeden düşecek olan, gösterdikleri fedakarlıkların boşa gitmeyeceği umudundan başka avuntuları olmayan insanlara bir anlaşma haberi ulaşmıştır. En basit yükümlülükleri bir yana bırakın, alışılmış nezaket kurallarını bile hiçe sayarak, hareketin liderlerine ve savaşçılarına danışılmaksızın imzalanıp ayrıntılı ve kasıtlı biçimde kamuoyuna açıklanan, hareketin bundan sonraki tavır alışı konusunda bağlayıcı ilkeler içeren bu anlaşma haberinin, hepimizi çok yaraladığını ve öfkelendirdiğini anlamak zor olmasa gerek.
Yanlış hareket etmek her zaman kötü sonuçlara yol açar. Herkesten önce, kendilerini diktatörlüğü devirme göreviyle yükümlü görenler, daha da ötesi, diktatörlüğün devrilmesinden sonra bir ülkeyi yeniden düzenlemekle kendilerini sorumlu kılanlar, bu gerçeği göz önüne almalıdırlar.
26 Temmuz Hareketi, söz konusu görüşmelere katılmak [sayfa 216} için ne bir temsilciler kurulu atamış ne de bir kimseye böyle bir yetki tanımıştır. Ne var ki; eğer görüşmeler için bize danışılmış olsaydı, örgütümüzün bugünkü ve gelecekteki faal etkinliği açısından böylesine önemli bir sorunu tartışmak için, hareketimiz, temsilcilerine gereken talimatı verecekti.
Oysa ilişkiler açısından, bu siyasi güçlerin bazılarına ilişkin aldığımız haberler, dış ülkelerde savaş sorunlarıyla ilgili komitenin delegesi olan ve yalnızca bu bölgede sınırlı yetkilere sahip Senor Lester Rodriguez'in raporuyla belirlenmiştir. Bu raporda şöyle denilmektedir: <"Prio ve Direktuara gelince, üç siyasi güç tarafından güvenceye alınan ve tanınan bir geçici hükümet kuruluncaya dek, yalnızca askeri nitelikte planların koordine edilmesi konusunda bir dizi toplantı yaptım. Elbette önerim, bu hükümetin ülkenin tüm siyasal güçlerinin arzusuna uygun biçimde kurulmasını öngören Sierra Bildirisi'ndeki ilkeler doğrultusunda oldu. Böylece ilk sorunlar ortaya çıktı. Genel grevin yarattığı sarsıntının etkisi altında acil bir toplantı yaptık. Küba'nın sorununu temelden çözebilmek için, herkesin elindeki tüm olanakları, vakit geçirmeksizin seferber etmesini önerdim. Prio, zaferle sonuçlanacak bir girişimi gerçekleştirebilmek için elinde yeterli olanaklar bulunmadığını ve benim önerimin kabul edilmesinin çılgınlık olacağını söyledi.
Geminin demir alması için her şeyi hazır ettiği zaman bana haber iletmesini, ancak o zaman bir anlaşma zemini arayabileceğimizi, ama o zamana kadar 26 Temmuz Hareketi içersinde bana verilen görevi tümüyle bağımsız olarak yerine getirebilmem için, çalışmalarıma karışmamasını kendisinden istedim. Bütün bunlardan sonra vardığım sonuç, bu baylara karşı herhangi bir yükümlülük içinde olmadığımız ve bundan sonra da bu baylarla karşılıklı yükümlülüklere girmenin doğru olmayacağı yönündedir. Çünkü bunlar, Küba'nın en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda, yeterli malzemeye sahip olmadıklarını açıklamışlardır, oysa ki gırtlaklarına kadar, durmadan biriktirdikleri malzemeye boğulmuş durumdalar..." [sayfa 217}
Herhangi bir açıklamayı gerektirmeyecek kadar açık olan bu rapor, biz devrimcilerin kendimizin dışından yardım beklemememiz gerektiği yolundaki düşüncemizi doğrulamaktadır.
Temsil ettiğiniz örgütlerin ortak bir zemin ilkeleri üzerine, hareketimizin bazı üyeleriyle görüşmeler yapmasını uygun bulmuş olsanız da, Sierra Maestra Bildirisi'nde ifadesini bulan görüşlerimizi tümüyle değiştiren bir anlaşmayı Hareketin Ulusal Yönetiminin haberi ve onayı olmaksızın, ortak alınmış kararlar olarak kamuoyuna duyurmanız yanlıştır. Bu davranış tek bir gerçeği ortaya koymaktadır: Yalnızca kamuoyunu etkilemek için bir anlaşma yapılmış ve bu arada da, sahtekarca amaçlar gözetilerek hareketimizin adı kullanılmıştır.
Ortaya çelişik bir durum çıkıyor. Küba'nın bilinmeyen bir yerinde çalışmalarını sürdüren Ulusal Yönetim, yeni haberdar olduğu böyle bir anlaşmanın açık ve gizli ilkelerini reddetmeye hazırlanırken, gizli belgelerden ve dış basın kanalıyla, bu anlaşmanın ortak kararlar olarak açıklandığını öğrenmiştir. Bu durumda örgütümüzün yöneticileri, kendilerini, ya bu anlaşmayı yalanlayarak bundan doğacak karışıklıkların ve zararlı sonuçların sorumluluğunu yüklenme, ya da bu konuda, kendi düşüncelerini ortaya koymadan durumu kabul etme gibi bir oldu bittiyle karşı karşıya bulmuşlardır.
Bu belgenin bir kopyasının yayınlandıktan ancak birkaç gün sonra Sierra'da bizim elimize geçmesinde şaşılacak bir şey yok.
Bu gerçekten zor durum karşısında hareketimizin yöneticileri, söz konusu anlaşmayı kamuoyu önünde yalanlamadan önce, sizlere, Sierra Bildirisi'nin ilkelerine dönmek zorunluluğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Bu arada, direnişçilerin elinde bulunan bölgede bir toplantı yapılmış ve grup liderlerinin görüşleri tek tek dikkate alınarak soruna ilişkin, bu bildiride ifadesini bulan bir ortak karara varılmıştır. [sayfa 218}
Elbette ortak zemine ilişkin her karar ulusal ve uluslararası kamuoyunca onaylanacaktır. Çünkü bütün öteki nedenlerin yanında, Batista'ya karşı savaşan siyasi ve devrimci güçlerin gerçek durumları yabancı ülkeler tarafından pek bilinmemektedir. Ayrıca, güçler arası ilişkilerin bugünkünden çok farklı olduğu günlerde, birlik sözcüğüne, Küba'da, çok önem veriliyordu. Bunun ötesinde, en coşkulusundan en kayıtsızına kadar bütün güçleri birleştirmek her zaman en olumlu davranış olmuştur.
Ancak, devrim için önemli olan birliğin kendisi değildir. Asıl önemli olan, birliğin temelleri, onun hayata geçiriliş biçimleri ve onu canlı kılan yurtsever düşüncelerdir.
Yetkisiz kişilere anlaşmalar imzalatmak, bu sahte anlaşmayı kamuoyuna utanmadan sunmak, koşullarını tartışmadığımız birlik ilanını, yabancı bir kentin kendilerine sunduğu rahat koşullar içinde açıklamak, yapılabilecek en büyük sahtekarlıklardan biridir; bu yolla örgütümüz, sahte bir anlaşmayla yanıltılmış kamuoyu yargısıyla karşı karşıya bırakılacaktır. Gerçekten devrimci bir örgüt böyle bir tuzağa düşmez. Ülkemize karşı aldatmaca, dünyaya karşı aldatmacadır bu.
Bu anlaşmayı imzalayan öteki örgütlerin liderleri, yabancı ülkelerde yaşayıp devrimi yalnızca hayallerinde yaparken, 26 Temmuz Hareketi'nin önderleri, Küba'da bulunuyor ve gerçek bir devrim uğruna savaşıyorlar. İşte sorunun temelinde yatan farklılık budur. Hareketi böyle bir anlaşmayla bağlamak son derece üzücü de olsa, biçim sorunlarının öze ilişkin sorunlardan üstün tutulmasını doğru bulmadığım için, bu satırları yazmayabilirdim. Cuntanın hazırladığı taslak, çok ihtiyacımız olan yardım önerisinde bulunduğu için bu anlaşmayı onaylayabilirdik, ne var ki anlaşmada yer alan bazı temel ilkelere ilişkin tümden farklı düşünüyoruz.
Ne kadar umutsuz bir durumda olursak olalım, bizi yok etmek için diktatörlük karşımıza binlerce askerle çıkarsa çıksın -belki de tam da bu nedenle, daha büyük bir kararlılıkla [sayfa 219} hareket edeceğiz, çünkü zor durumda bulunan insanlar için sıkıntılı koşullar yıkım demek değildir- bizim görüşümüze göre kurulacak Küba hükümeti için çok temel olan ilkelerden hiçbir zaman ödün vermeyeceğiz. Bu ilkeler Sierra Maestra Bildirisinde dile getirilmiştir.
Birlik belgesinde, yabancıların Küba'nın iç işlerine karışmasına, nedeni ne olursa olsun, asla izin verilmeyeceğine ilişkin en ufak bir değinmenin bile bulunmayışı, yurtsever bir tutum değil, düpedüz bir korkaklık belirtisidir. Böyle bir müdahaleye yalnızca devrimin yararına karşı çıkılmaz. Böyle bir müdahale, bağımsızlığımıza saldırı ve hatta tüm Latin Amerika halkları için olduğu kadar bizim için de değerli bir ilke olan egemenliğimizi çiğnemek demektir. Böyle bir müdahaleye karşı olmak, uçak, bomba, modern tank, ve silah yardımı yaparak diktatörlüğün kendi halkına karşı ayakta kalmasını destekleyenlere karşı olmak demektir. Diktatörlüğe sunulan bu desteğin acısını Sierra'nın çilekeş köylüleriyle birlikte bizler de hissettik. Diyebilirim ki, son tahlilde, müdahaleye karşı olmak, diktatörlüğün yıkılması anlamına gelir, çünkü desteği kesilecektir. Batista'nın çıkarları için gündeme gelecek bir yabancı müdahaleye karşı çıkamayacak kadar yüreksiz mi olacağız? Ya da bizim için başkalarının elini ateşe sokmasını isteyecek kadar onursuzlaşacak mıyız? Bu konuda tek sözcük söyleyemeyecek kadar sinmemiz mi isteniyor bizden? Bu durumda kendimizi nasıl devrimci olarak tanımlayabilir, tarihi öneme sahip olduğu ileri sürülen böyle bir birlik belgesini nasıl imzalayabiliriz? Bu birlik belgesinde, cumhuriyetin geçici hükümeti olarak herhangi bir cuntayı asla kabul etmeme konusunda da en ufak bir değinme yok. Şu an ulusun başına gelebilecek en büyük felaket, Küba'nın bütün dertlerinin bir diktatörün ortadan kaldırılmasıyla çözümleneceği yolundaki yanlış inanca saplanarak, Batista'nın yerine bir askeri cuntanın getirilmesidir. 10 Mart'ın [sayfa 220} suç ortaklarından olup da, sonradan belki de asker yanlarının daha ağır basması, ya da daha hırslı olmaları nedeniyle, Batista'dan ayrılan bir grup sivil de, ancak ve ancak ülkemizin gelişmesini istemeyenlerin olumlu karşılayacağı bu çözümü öneriyorlar.
Amerika deneyi, tüm askeri cuntaların zamanla otokrasiye kaydığını göstermiştir. Bu kıtanın başındaki en büyük felaket, İsviçre'den daha az savaşa girmesine karşın Prusya'dan daha çok generali olan ülkelerde, askeri kastın derin biçimde kök salmış olmasıdır. Önümüzdeki yıllar içinde, demokratik ve cumhuriyetçi geleneğin kurtulması, ya da yok olmasıyla sonuçlanacak böylesine önemli bir anda, halkımızın en yasal çabalarından biri, kurtarıcılarının bıraktıkları en değerli miras olarak sivil geleneği korumak olmalıdır. Şanlı kurtuluş savaşıyla başlayan bu gelenek, bir askeri cuntanın cumhuriyetin başına geçtiği gün çiğnenecektir. (Kurtuluş mücadelesinde, en ünlü generaller bile, ne savaşta ne de barışta böyle bir işe kalkışmışlardır.) Bizi destekleyebilecek dürüst askerlerin duygularını (bu duyguların varlığı gerçek olmaktan çok kuruntudur) incitmek korkusuyla daha ne kadar gerileyerek böylesine önemli bir ilkenin üzerini çizeceğiz? Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin, iç savaşı kesinlikle uzatacak olan bir askeri cunta tehlikesini engelleyeceği kavranamıyor mu? Öyleyse şunu açıkça belirtelim: Batista'nın yerine bir askeri cunta geçerse, 26 Temmuz Hareketi kurtuluş mücadelesine kararlı bir biçimde devam edecektir. Yarın içinden çıkılmaz yeni uçurumlara yuvarlanmaktansa, bugün daha uzun süre mücadele etmeyi yeğliyoruz. Ne bir askeri cunta, ne de ordunun elinde oyuncak olacak bir kukla hükümet istiyoruz. "Siviller doğru dürüst hükümet etmeli; askerler kışlalarına çekilmelidir." Herkes kendi işine baksın.
Kendisi ve avanesinin çıkarlarına en az zarar verecek bir iktidar değişimine inansa, Batista'nın, seve seve iktidarı devredeceği 10 Mart generallerine mi umut bağlanıyor yoksa? Bu öngörü yoksunluğu, bu dar görüşlülük ve gerçek bir mücadeleden [sayfa 221} sakınma, Küba'lı politikacıları daha ne kadar körleştirecek?
Halka inanmıyorsanız, halkın büyük enerjisine ve mücadele azmine güvenmiyorsanız, cumhuriyetçi yaşamının en şanlı ve en umut dolu anında onu yanıltmak ve yanlış yönlere çekmek için, halkın kaderini ellerinize almaya da hakkınız yoktur. Devrimci süreç politikacıların yöntemleriyle zayıf düşürülmemelidir. Onlar küçük pazarlıkları, çocukça hevesleri, sonsuz hırsları ve önceden paylaştıkları ganimetlerin hayaliyle baş başa kalsınlar. Çünkü bugün Küba'da insanlar, çok daha başka şeyler için ölüyor. Politikacılar, eğer istiyorlarsa devrimci olsunlar, ne var ki devrimi soysuz bir politikaya dönüştürmelerine izin vermeyeceğiz. Çünkü halkımız, kendi geleceği konusunda aldatılmayı hak etmeyecek kadar çok kan akıttı, kurban verdi bu süre içerisinde!
Birlik belgesinde değinilmeyen bu iki temel ilkenin yanı sıra, görüş birliğinde olmadığımız başka noktalar da var:
2 numaralı gizli ilke açıklamasının Kurtuluş Cuntası'nın yetkileriyle ilgili B bölümünde ifade edilen "Geçici Hükümette görev yapacak Cumhurbaşkanını seçer" ifadesini kabul edecek olsak bile, aynı açıklamanın C bölümünü kabul etmek olanaksız. Cuntanın yetkileriyle ilgili olarak bu bölümde şöyle denmektedir: "Cumhurbaşkanının atayacağı kabineyi onaylamak yavda reddetmek herhangi bir kısmi ya da tam bunalım döneminde kabinede değişiklik yapmak."
Başkanın beraber çalışacağı insanları seçme ya da görevden uzaklaştırma yetkisinin üzerinde, nasıl olurda devlet iktidarının bünyesine yabancı bir organ bulunabilir? Bu cunta, değişik parti ve eğilimlerin temsilcilerinden oluştuğuna ve dolayısıyla içinde çeşitli çıkarlar çatışma halinde bulunduğuna göre, kabine üyelerinin atanmasının, anlaşmaya varabilmenin tek yolu olan, mevki paylaşılmasına yol açacağı açık değil mi? Devlet içinde iki ayrı yürütme organının kurulmasına yol açacak böyle bir maddeyi kabul etmek olanaklı mı? Ülkedeki [sayfa 222} bütün güçlerin Geçici Hükümet'ten talep edeceği tek garanti, belirli bir asgari program sunma görevim yerine getirmesi ve geçiş döneminden tümüyle anayasaya uygun bir yönetime geçme sürecinde etkinliğini fazlaca abartmayan bir iktidar organı olarak, kesin bir tarafsızlıktır.
Bakanların seçimine müdahale etme isteğinin arkasında, kendi siyasal çıkarlarının hizmetine sunmak amacıyla, politik yönetimin kontrol edilmesi amacı yatmaktadır. Bu tutum, kitleler içinde desteğe sahip olmayan, ancak geleneksel politikanın kurallarıyla ayakta kalabilen partiler ve örgütler için geçerli olabilir. Ama bu tutum, 26 Temmuz Hareketi'nin cumhuriyet yolunda önüne koyduğu yüksek siyasi ve devrimci hedeflerle hiç bir biçimde uyuşmamaktadır.
Savaşın örgütsel sorunlarına ya da eylem planlarına ilişkin olmayan, gelecekte hükümetin kuruluşu gibi ulusu çokça ilgilendiren, dolayısıyla kamuoyuna açıklanması zorunlu olan konularda gizli anlaşmalar yapmak bile kendi başına kabul edilemezdir. Marti'nin bir sözü var: "Devrimde gizli kalması gereken, yöntemlerdir, hedefler her zaman açıkça bilinmelidir."
26 Temmuz Hareketi için kabul edilemez olan bir başka nokta da, gizli açıklamanın sekizinci maddesidir. Bu madde uyarınca: "Devrimci askeri güçler silahlarıyla birlikte, cumhuriyetin düzenli ordularına katılacak ve onlarla bütünleşecektir."
Her şeyden önce devrimci askeri güçler deyimiyle ne kastedilmektedir? Yani son anda eline silahını alıp gelenler mi polis örgütüne, deniz ya da kara kuvvetlerine asker olarak katılacaklar? Bugün silahlarını saklayan, diktatörlüğün güçlerine karşı çıkan bir avuç insan canını dişine takmış dövüşürken, kollarını kavuşturup oturanlara, silahlarını çıkarmak için zafer gününü bekleyenlere mi verilecek üniforma? Bunlar mı iktidarın temsilcileri olacaklar? Devrimci bir belgede, daha pek yakın geçmişte cumhuriyetin başına bela olan gangsterlik ve anarşinin tohumlarını mı atalım? [sayfa 223}
Devrimci ordumuzun egemen olduğu bölgelerdeki deneyimimiz göstermiştir ki, güvenliğin sürdürülebilmesi ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Mevcut düzenin kaldırılmasıyla, bir dizi engelleyici öğelerin yok olması sonucunda, zamanında engellenmediği takdirde, suç oranının büyük bir hızla arttığı olaylarla kanıtlanmıştır. Eşkiyalığı, henüz tohum halindeyken, halkın kesinlikle onayladığı katı önlemleri tam zamanında uygulayarak önleyebildik ancak. Önceki dönemlerde, hükümet görevlilerini birer halk düşmanı olarak görmeye alışık olan halk, adalet mekanizması tarafından arananlara yataklık etmeyi, onları ele vermemeyi görev sayıyordu. Oysa bugün, devrimci ordumuzun askerlerini halkın çıkarlarının savunucusu olarak gören yurttaşlar ülkede sağlanan huzurun en güçlü koruyucusudur.
Devrimci sürecin en tehlikeli düşmanı anarşidir. Şimdiden anarşiyle mücadele etmeye başlamak temel bir zorunluluktur. Devrim bunu anlamak istemeyenlerin umurunda değildir; devrim için hiçbir fedakarlıkta bulunmamış insanların devrimin yaşaması için çaba göstermemeleri de doğaldır zaten. Bu ülkede şu bilinmelidir: Adalet sıkı bir düzen içinde sağlanacak, kim olursa olsun suç işleyen cezalandırılacaktır.
26 Temmuz Hareketi, güvenliğin sağlanması ve cumhuriyetin silahlı organlarının yeniden düzenlenmesi için, kendisine resmi yetki verilmesini talep etmektedir. Çünkü:
1) Hareket, bütün ülkede disiplinli milis gücüne ve savaş alanlarında düşmana karşı yirmiden fazla zafer kazanmış bir orduya sahip tek örgüttür.
2) Savaşçılarımız, tutsakların hayatlarını koruyarak, çarpışmalarda yaralanan ordu mensuplarının yaralarını iyileştirmeye çalışarak, çok önemli bilgilere sahip oldukları bilinmesine karşın, tutsak edilen düşmanlarına hiçbir zaman işkence yapmayarak büyüklüklerini ve kinci duygulardan uzak olduklarını kanıtlamışlardır. Savaşın bu biçimde, böylesine yücelikle sürdürülmesine başka yerde rastlamak olanaksızdır. [sayfa 224}
3) Cumhuriyetin silahlı organları, 26 Temmuz Hareketinin kendi savaşçılarına aşılamış olduğu bu adalet ve soyluluk ruhuyla dolu olmalıdır.
4) Savaş boyunca göstermiş olduğumuz serinkanlılık, dürüst ordu mensuplarının devrimden korkmalarına hiçbir neden olmadığına en büyük kanıt ve güvencedir. Dürüst askerler, işledikleri suçlar ve giriştikleri eylemlerle asker üniformasını lekeleyenlerin günahını çekmeyeceklerdir.
Birlik belgesinde anlaşılması kolay olmayan başka noktalar da vardır. Herhangi bir savaş stratejisine sahip olmaksızın birleşmek olanaklı mıdır? Acaba Autenticos Örgütü temsilcileri, hâlâ başkentte yapılacak bir "darbe"yi mi savunuyorlar? Savaş içinde bulunanlara vermeyip, eninde sonunda polisin eline geçmesi kaçınılmaz olan silahları biriktirmeye devam edecekler mi? 26 Temmuz Hareketi'nin savunduğu genel grev tezini sonunda kabul ettiler mi?
Bunun dışında, bizim düşüncemize göre, Oriente'deki mücadelenin askeri açıdan önemi küçümsenmektedir. Bugün Sierra Maestra'da yürütülen savaş, bir gerilla savaşı değil, kapsamlı askeri birliklerin katıldığı bir savaştır. Sayı ve silah yönünden yetersiz olan birliklerimiz, coğrafi koşulların, düşman karşısında sürekli tetikte bulunmanın ve birliklerimizin hızlı hareket etmesinin avantajını büyük ölçüde kullanarak yürütmektedir savaşı. Bu savaşta en önemli unsurun moral olduğunu söylemek bile yersiz. Aldığımız sonuçlar şaşırtıcıdır ve bir gün bütün bunlar en ufak ayrıntılarına varana dek açıklanacaktır.
Bütün halk ayaklanmıştır. Eğer halkı silahlandırmak olanağımız olsaydı, birliklerimizin tek bir bölgeyi bile kontrol altında tutmaları gerekmezdi. Çünkü köylüler, buralarda düşmana geçit vermeyeceklerdir. Bize karşı takviye edilmiş birlikler göndermekte direnen diktatörlüğün yenilgileri, bu durumda, hezimete dönüşecektir. Halkın cesaretinin nasıl şahlandığı konusunda sizlere söyleyeceğim her şey, gerçeğin yanında [sayfa 225} sönük kalır. Diktatörlük barbarca misilleme hareketlerine kalkışmıştır. Köylülere karşı girişilen katliamlar, Avrupa'da nazilerin işlediği cinayetleri gölgede bırakmaktadır. Diktatörlük, her yenilgisinin acısını masum ve savunmasız köylülerden çıkarıyor. Direnişçilerin verdiği kayıpları bildiren Genel Kurmay bildirileri köylülerin uğratıldığı bu katliamlardan sonraya rastlamaktadır her zaman. Bu durum, halkı, tam bir isyan noktasına getirmiştir. Acı olan, insanı manen rahatsız eden, bu halka hiç kimsenin tek bir tüfek bile göndermemesidir. Evleri yakılan, aileleri öldürülen köylüler, umutsuzluk içinde kendilerine silah verilmesi için yalvarırken, Küba'da bir yerlere saklanmış, aşağılık bir ajanı yok etmek için bile kullanılmayan silahlar vardır. Bu silahlar polisin eline geçmeyi ya da diktatörlüğün devrilmesini ya da direnişçilerin yok edilmesini beklemektedir.
Yurttaşların bir çoğu soysuz bir tutum içinde bulunuyor. Ancak, bu tutumu gözden geçirmek ve savaş içinde olanlara yardım etmek için hâlâ zaman var. Buna kişisel nedenlerle önem vermiyoruz. Kimse alınmasın ve bunları, kişisel çıkarlarımız ya da gururumuz nedeniyle söylediğimiz sanılmasın.
Bizim kaderimiz çizilmiştir, belirsizlik içinde değiliz: Ya burada, son savaşçımızın damarındaki kanın son damlasına kadar savaşıp öleceğiz ve kentlerde koca bir genç kuşak yok olup gidecek, ya da en akıl almaz engelleri aşıp zafere ulaşacağız. Yenilmemiz olanaksızdır. Savaşçılarımızın arkada bıraktığı fedakarlık ve kahramanlıklarla dolu bir yılı, artık hiçbir şey silemez; buna zaferlerimiz kanıttır. Elde ettiğimiz zaferler de kolay kolay yok sayılamaz. Her zamankinden daha kararlı olan savaşçılarımız, kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklardır.
Asıl bozguna uğrayacak olanlar, bize yardım etmekten kaçınanlar, başlangıçta bize karşı yükümlülük altına girip daha sonra bu yükümlülüklerini unutarak yarı yolda terk edenler, onur ve ilke sahibi olmayanlar, Trujillo despotizmiyle yaptıkları utanç verici konuşmalarla zamanlarını ve saygınlıklarını [sayfa 226} harcayanlar, korkaklıkları yüzünden savaşmaya sıra geldiğinde silahlarını saklayanlardır. Biz değil, onlar aldatılıyor.
Şunu kesin biçimde söylüyoruz: Biz, bizim dışımızda özgürlük için savaşan başka Kübalıların sürekli izlendiğini, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bilseydik; koşullar ne olursa olsun teslim olmadıklarını, asla direnişten vazgeçmediklerini görseydik, yardımlarına koşmak, gerekirse onlarla beraber canımızı vermek için bir an bile duraksamazdık. Çünkü biz Kübalıyız ve Kübalılar, Amerika'nın bir başka ülkesindeki özgürlük savaşları karşısında bile kayıtsız kalamazlar. Dominikliler, ülkelerini özgürlüğe kavuşturmak için, küçük bir adada mı toplanıyorlar? Bir Dominikliye karşılık on Kübalı koşar. Somoza'nın alçakları Costa Rica'ya mı saldırdı? Savaşa katılmak için koşan yine Kübalılardır. Nasıl oluyor da, bugün, kendi anavatanlarında çetin bir kurtuluş savaşı verilirken, diktatörlük tarafından yurtlarından sürülen bazı Kübalılar, savaşan kardeşlerine yardım etmekten kaçmıyor?
Ya da bize yardım etmek için, nasıl oluyor da, tek taraflı ve adil olmayan koşullar ileri sürebiliyorlar? Yoksa yardımlarının karşılığı olarak Cumhuriyeti kendilerine ganimet olarak vermemiz mi bekleniyor? Amaçlarımızı bir yana bırakıp ülkemizin böylesine büyük fedakarlıklardan umdukları yerine, toprakları anlamsız yere kana boyamamız ve bu savaşı, kardeşin kardeşi vurduğu bir öldürme sanatı haline getirmemiz mi gerekiyor yardım alabilmek için? Diktatörlüğe karşı mücadelenin yönetimi Küba'dadır ve orada, devrimci savaşçıların elinde kalacaktır. Bugün ya da gelecekte kendilerini devrim lideri olarak görmek isteyenler, ülkede bulunmak, Küba'nın bugünkü durumunun gerektirdiği tüm sorumlulukları, fedakarlıkları ve tehlikeleri göze almak zorundadırlar. [sayfa 227}
Sürgündekilerin bu mücadelede bir rolleri olacaktır elbette. Ama bulundukları ülkelerden bize, hangi tepeyi alacağımızı, hangi şeker kamışı tarlalarını yakacağımızı, hangi sabotaj eylemlerini, ne zaman yapmamız gerektiğini, hangi koşullarda ve hangi biçimde bir genel grev başlatacağımızı söylemeye kalkışmaları saçmalıktan başka bir şey değildir. Hatta saçmadan da öte gülünçtür bu. Bizlere, dışardan, Kübalı sürgünler ve siyasi göçmenler arasında para toplayarak, kamuoyu önünde Küba davasını savunarak, uğradığımız cinayetleri lanetleyerek yardım edin, ama, 26 Temmuz Hareketi'nin savaş stratejisinin öngördüğü ajitasyon, sabotaj, grev ve devrimci eylemin binlerce biçimiyle, adanın bütün kentlerinde ve kırlık bölgelerinde yürütülen kapsamlı bir savaşla gerçekleştirilen devrimi, Miami'den yönetmeye kalkışmayın.
Birçok kez belirtildiği gibi Ulusal Yönetim, diktatörlüğün devrilmesine yardım edecek somut planların koordinasyonu ve somut eylemlerin gerçekleştirilmesi konusunda, bütün muhalif örgütlerin liderleriyle görüşmeler yapmaya hazırdır. Genel grev, Sivil Direnme Hareketi, Ulusal İşçi Cephesi ve sekterlikten uzak olup bugüne dek tüm ülkede savaşmayı sürdüren tek muhalif örgüt olan 26 Temmuz Hareketi'yle sıkı bağlantı içinde bulunan güçlerin, etkin biçimde yürütecekleri ortak çabayla hayata geçirilecektir.
26 Temmuz Hareketi'nin İşçi Kesimi, şu sıralarda, işçi merkezlerinde ve sanayi kollarında, işi bırakmaya hazır, genel grevi başlatmak için gerekli moral gücüne sahip siyasi örgütler içindeki muhalif unsurlarla grev komiteleri kurma uğraşı vermektedir. Bu grev komitelerinden oluşan örgüt, gelecekte proletaryanın tek temsilcisi olarak 26 Temmuz Hareketi tarafından tanınacak olan Ulusal İşçi Cephesini oluşturacaktır.
Diktatörün devrilmesi, seçim hileleri sonucu oluşan Kongrenin, CTC yönetiminin, doğrudan ya da dolaylı olarak 1 Kasım 1954'de yapılan göstermelik seçimlerin, ya da [sayfa 228} 10 Mart 1952'de gerçekleştirilen askeri darbenin sonucunda göreve gelen bütün belediye başkanları, valiler ve öteki görevlilerin, görevden alınmasına yol açacaktır. Aynı zamanda, asker ve sivil bütün siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması, öte yandan cinayetlere, keyfi uygulamalara ve zorbalığa suç ortaklığı yapmış olanların yargılanması sağlanacaktır.
Yeni hükümet 1940 anayasasına bağlı olacak, bu anayasanın kapsamına giren tüm hakları güvence altına alacak ve particiliğe saplanmayacaktır.
Yürütme organı anayasanın cumhuriyet meclisine tanıdığı bütün yasama görevlerini yüklenecek, yürütmenin en önemli görevi, 1943 tarihli seçim kanunu ve 1940 Anayasasına uygun olarak ülkeyi genel seçimlere götürmek ve Sierra Maestra Bildirisinde dile getirilen On Nokta asgari programını gerçekleştirmek olacaktır. Hükümet darbesi sonunda ortaya çıkan yasa dışı durumu çözmekte başarısız kaldığı için Yüksek Adalet Divanı feshedilecektir. Bu fesih kararı, anayasa ilkelerini savunan veya diktatörlük yönetimi altında geçen yıllar içinde işlenen suçlara, keyfi uygulamalara ve yasaların kötüye kullanılmasına karşı kararlılıkla direnen bazı üyelerin yeniden kurulacak Divana seçilmesine engel olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı, Yeni Yüce Divanın kuruluş biçimini kararlaştıracak, daha sonra da Yüce Divan, diktatörlüğün karanlık işlerine karışanları uzaklaştırarak -gereğine inandığı durumlarda, bu kişileri, mahkemelere sevk edecektir- bütün mahkemelerin ve özerk kuruluşların yeniden düzenlenmesini sağlayacaktır. Yeni yöneticilerin atanması yasalara uygun olarak yapılacaktır.
Geçici hükümet döneminde siyasi partilerin bir tek hakkı olacaktır: Kitleleri, anayasamızın geniş çerçevesi içinde harekete geçirme, örgütleme, programlarını halkın önünde savunma ve genel seçimlere katılma özgürlüğü. Cumhurbaşkanlığı makamına gelecek kişinin seçilmesi gerekliliğine [sayfa 229} Sierra Maestra Bildirisi'nde işaret edilmiştir. Bu bildiride, Hareketimiz, bu kişinin bütün sivil kuruluşların seçimiyle işbaşına getirilmesini savunmaktadır. Aradan beş ay geçmiş olmasına karşın bu seçim gerçekleştirilememiş ve diktatörün yerini kimin alacağı sorusuna yanıt verilememiştir. Oysa, bu sorunun çözümüne ulaşmadan bir gün daha beklemek olanaksızdır. O nedenle, 26 Temmuz Hareketi, birlik zemini ve geçici hükümete ilişkin önceki ilke anlaşmasının geliştirilmesinin ve yasallığının güvencesi olacak tek çözüm olarak görünen bir aday önermektedir. Bu aday, Oriente Adalet Divanının onurlu yargıcı Dr. Manuel Urrutia Lleo'dur. Onu bu göreve uygun gören biz değiliz; yargıç Urrutia, davranışlarıyla bu göreve layık olduğunu göstermiştir. Cumhuriyete bu hizmette bulunmayı reddetmemesini dileriz.
Kendisini aday gösterme nedenlerimiz şunlardır.
1- Urrutia, Granma seferine katılanların yargılanması sırasında, anayasanın ruhuna gerçek anlamda saygı duyan tek yargıçtır. Yargılama sırasında, rejime karşı silahlı bir kuvvet örgütlemenin suç olmadığını, tam tersine, bunun anayasanın ruhuna ve lafzına uygunluk gösterdiğini açıklamıştır.
2- Adaleti korumaya adadığı hayatı, diktatörlüğün halk tarafından devrildiği süreç içerisinde, yasal bütün çıkarlar arasında dengeyi sağlama konusunda gerekli nitelik çizgilerine ve yeteneğe sahip olduğunun güvencesidir.
3- Dr. Urrutia kadar partilerle ilişki kurmaktan kaçınmış bir başka kimse yoktur. Bir yargıç olarak, bulunduğu konumun gereklerini yerine getirmiş ve hiçbir siyasi grupla ilişkiye girmemiştir. Doğrudan hiçbir siyasi gruba bağlı olmayan, ama devrimci davayı benimseyen, onun kadar saygınlık kazanan bir başka vatandaş daha yoktur. [sayfa 230}
Bunun dışında yargıç olarak bulunduğu konum nedeniyle, aday gösterilmesi anayasal düzene uygun olacaktır.
Eğer koşullarımız, yani Birlik Bildirisi'nde adı kullanılırken kendisine danışılmaya bile gerek görülmeyen, kendisini en büyük fedakarlıklara adamış bir örgütün çıkar düşünmeyen koşulları reddedilirse, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da her çarpışmada, düşmandan ele geçirdiğimiz silahlardan başka silahımız olmadan, acıyla denenmiş halkın yardımından başka yardım görmeden ve önümüze koyduğumuz yüce amaçtan başka dayanağımız olmadan, tek başına savaşı sürdüreceğiz.
Çünkü bütün ülkede savaşan, savaşı sürdüren tek örgüt 26 Temmuz Hareketi'dir. İsyan ateşini, Oriente'nin sert yamaçlarından ülkenin batı bölgelerine kadar taşıyanlar 26 Temmuz Hareketinin savaşçılarıdır. Sabotaj eylemleri gerçekleştiren, şeker kamışı tarlalarını ateşe veren, muhbirleri cezalandıran ve daha başka devrimci eylemler yapan yalnızca ve yalnızca onlardır. Ülkedeki işçileri devrim yolunda örgütleyen yalnızca ve yalnızca 26 Temmuz Hareketi olmuştur. Küba'nın bütün bölgelerinde yurtsever güçlerin bir araya geldiği Sivil Direniş Hareketi'yle birlikte çalışan tek siyasi güç, 26 Temmuz Hareketi'dir. Bunları söylememiz bazıları tarafından küstahlık olarak değerlendirilebilir. Oysa işin aslı şudur: Geçici Hükümette yer alma talebinde bulunmayan tek örgüt 26 Temmuz Hareketi olmuştur. Maddi ve manevi bütün gücünü, geçiş döneminde gerekli olan Geçici Hükümetin başkanlığı görevini yürütmeye uygun kişinin hizmetine sunacağını açıklayan tek örgüt de 26 Temmuz Hareketi'dir.
Şu herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır: Bürokratik mevkilerden ve hükümete katılmaktan vazgeçtik. Ne var ki, herkes tarafından iyice anlaşılması gereken bir nokta daha var: 26 Temmuz Hareketi'nin savaşçıları, illegaliteden, Sierra Maestra'dan ya da manevi direktifler aldığımız ölülerimizin [sayfa 231} yattığı mezar çukurlarından halka yol göstermeyi bırakmamışlardır ve bundan hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir.
Bundan vazgeçmeyeceğiz, çünkü sorunlarını çözmek için uğraş vermek, Küba halkına karşı yalnızca bizim değil koca bir kuşağın yükümlülüğüdür.
Ya zafere ulaşacağız ya da öleceğiz. Mücadele, hiçbir zaman, oniki kişi olduğumuz, Sierra'da halkın savaş deneyine sahip olmadığı ve örgütlenmediği, bugünkü gibi ülke çapında yaygın, güçlü ve disiplinli bir örgütümüz bulunmadığı, Frank Pais'in öldüğü gün belirgin biçimde gözlemlenen kitlelerin sunduğu büyük destekten yoksun olduğumuz günlerdekinden daha çetin olmayacaktır.
Onurlu biçimde ölmek için başkalarının yardımına gerek yok.
Fidel Castro Ruz Sierra Maestra,
14 Aralık 1957
İlk kez: "Verde Olivo"da yayınlandı. (5 Ocak 1964)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !