BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

15 Haziran 2009 Pazartesi

SERVER TANİLLİ

1.
Server Tanilli (Doğumu: 1931)
Türk yazar , anayasa hukuku profesörü. 1980'den önce Türkiye'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ders veriyordu. 7 Nisan 1978 günü terör ortamında silahlı saldırıya uğrayıp, belden aşağısı tutmaz oldu. Fransa'ya gidip uzun yıllar Strazburg Üniversitesi'nde çalıştı.2000 yılında yurda dönüş yaptı ve Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazıları yayımlanıyor. 1980 sonrasında düşün ortamını ve özellikle de gençliği etkilemiş olan "Uygarlık Tarihi", "Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş" kitaplarını yazdı. "Uygarlık Tarihi" üniversitelerde ders kitabı olarak okutuldu. Diğer kitapları arasında şunlar sayılabilir: "Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?", "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası" (6 cilt), "Candide ya da İyimserlik", "Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş", "Değişimin Diyalektiği ve Devrim", "Dünyayı Değiştiren On Yıl", "Fransız Devriminden Portreler", "Anayasalar ve Siyasal Belgeler", "Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?", "İslam Çağımıza Yanıt Verebilir Mi?". 2006 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür.
2.
Server TANİLLİ, 18 Mart 1931’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğunun bir bölümü İstanbul’da, geri kalanı da babasının görevi nedeniyle Kars’ta ve Van’da geçti. Ailesinin kökeni bakımından da Vanlı’dır. İlkokul ve ortaokulu Kars’ta ve Van’da okudu, lise öğrenimini ise İstanbul’da Haydarpaşa’da yaptı; 1949 yılı mezunlarındandır.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. (1953) Meslek olarak akademik kariyeri seçti; Önce medeni hukuk asistanı, sonra da Anayasa hukuku doçenti oldu. İlk yazı ve araştırmaları hukukla ilgilidir. Edebiyat, tarih ve felsefe ile de yakın bir ilişki içinde olan Server TANİLLİ, o alanlarda ilk adımını, 1972 yılında, Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’nda “Uygarlık Tarihi” dersleriyle attı. O konuda çıkardığı “Ders Notları” büyük yankılar yaptı; İstanbul DGM’since, TCK. 141-142. maddelerine aykırı davrandığı, yani komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla kovuşturmaya uğradı (1975), o mahkemelerin kaldırılması üzerine İstanbul 5.Ağır Ceza Mahkemesi’nde aklandı. Ne var ki dönemin faşist terörünün kurbanı oldu, vurulup felç edildi. 1978-1980 yıllarını Avrupa’da tedavi ile geçirdi. 12 Eylül’den sonra yurda döndüyse de, 1981 yılında Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi’nin çağrısına uyarak Fransa’ya gitti; Strasbourg Türk Etütleri Enstitüsü’nde, “Çağdaş Türkiye Kültür Tarihi” üzerine dersler verdi, 1996’da emekli oldu. 1992 yılından başlayarak, Cumhuriyet Gazetesi’nde “Bir Bakıma” adlı köşesinde, haftalık yazılarını yayınlamaya başladı. Fırsat düştükçe başka gazete ve dergilerde de yazılar yayımlamaktadır. Server TANİLLİ, · 1979’da Cavit Orhan TÜTENGİL “Sosyal Bilimler Ödülü”ne, · 1994’te Çağdaş Hukukçular Derneği’nin “Çağdaş Hukuk İçin Emek Ödülü”ne, · 1997’de Demokrasi ve İnsan Hakları konusunda Mülkiyeliler Birliği Vakfı’nın “Rüştü KORAY Ödülü”ne · 1999’da “Orhan APAYDIN Demokrasi ve Barış Vakfı Ödülü”ne değer görüldü. Y A P I T L A R I · Devlet ve Demokrasi - Anayasa Hukukuna Giriş (1981) · Anayasalar ve Siyasal Belgeler (1976) · Uygarlık Tarihi (1972) · Yüzyılların Gerçeği ve Mirası: 1. Cilt İlkçağ: Doğu, Yunan, Roma (1984) 2. Cilt Ortaçağ: Feodal Dünya (1986) 3. Cilt 16.-17. Yüzyıllar: Kapitalizm ve Dünya (1987) 4. Cilt 18. Yüzyıl: Aydınlanma ve Devrim (1989) 5. Cilt 19. Yüzyıl: İlerlemenin Çelişmeleri (1997) 6. Cilt 20. Yüzyıl: Yeni Bir Dünyanın Ardında (1999) · Yaratıcı Aklın Sentezi – Felsefeye Giriş (1997) · Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, 2 Cilt (Robert Mantran’dan Çeviri) (1992-1995) · Dünyayı Değiştiren On Yıl – Fransız Devrimi Üstüne (1989) · Fransız Devrimi’nden Portreler (1989) · Voltaire ve Aydınlanma (1994) · Candide ya da İyimserlik (Voltaire’den Çeviri) (1984) · İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi? (1991) · Türkiye’de Aydınlanma Hareketi – 25-26 Nisan 1997 - Server TANİLLİ’ye Saygı - Strasbourg Sempozyumu (1997) · Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz? (1987)· Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz? (1988)
SERVER TANİLLİ DİYOR Kİ;
1.
Server Tanilli - Bir Bakıma Masal ve Gerçek... Davos toplantısının ardından bir masala başlandı: “Davos duruşu”ndan, “Davos fatihliği”nden söz ediliyordu. Fatih de Türk Başbakanı Erdoğan’dı. Allandı pullandı. Olayın Müslüman dünyasındaki yankılarından bahsediliyor ve bunun ileri günlerde açacağı ufuklar ballandırılıyordu. Gazetelerde, televizyonlarda baş konu budur ve bir süre o olacaktır. Öyle olacaktır; çünkü olay, Ortadoğu’da, giderek dünya barışında, elbette Türkiye’de gelecek ondan etkilenecektir. Konuya hassas bir noktadan girelim. * İsrail - Filistin sorunu Ortadoğu’nun başta gelen konularından biridir. Gerçekler açısından çözülmemiş, öyle kalınca da soysuzlaşan bir sorundur. Konuya, başka sorunlar da gelip eklenmiştir. Bunların çözümünde Türkiye’nin hakemliği önemlidir ve hep aranmıştır. Nitekim bir süredir, Türkiye’nin, Başbakan olarak da Erdoğan’ın ortalarda dolaşması bir gerçektir. Son haftalarda İsrail’in, Gazze’deki halka karşı giriştiği saldırı, gerçekten bir vahşet görünümündeydi. Batı, neredeyse kulak ardı etti olayı, bütün İslam dünyası, bu arada Türk halkı lanetledi ve haklıydı. Geçen hafta başlayan Davos Forumu, İsrail - Filistin sorununu gündeme getirmek bakımından bir fırsattı. Böyle bir adla olmasa da, Peres’in yanı sıra, Erdoğan da bir oturumda bir araya geldiler. Erdoğan, yakındığı 12 dakika içinde, toparlayıcı bir konuşma ile sorunu ortaya koyup barışçı bir çözüme varabilirdi. Olmadı... Erdoğan, konuya İsrail’in saldırısı olarak bakıp, Peres’e -ağzını bozup- hakarete kadar gitti. Hamas’a ise değinmedi: İsrail, saldırısının nedeni olarak, üstüne yağan füzeleri gösteriyordu. O füzeler ise Filistin’e yerleşen Hamas’ın marifeti idi. Hamas da, İran’a dayanan terörist bir topluluk idi. Böylece, Erdoğan’ın elde ettiği, “Davos fatihliği” değil bir “skandal”a yol açmasıdır; daha da vahimi, Türkiye’yi İran ve Hamas çizgisine oturtmuştur. Batı ise, olan bitene karşılıkta bulunacaktır... * Nitekim, Batı’dan sesler arka arkaya geliyor: Birkaç gün önce, Le Monde, Erdoğan’ı, “Arap sokağının yeni kahramanı” olarak niteliyordu. Başka gazetelerde başka nitelemeler ve suçlamalar var. Amerika’da Yahudi Cemaati’nden art arda mektuplar gönderiliyor: Erdoğan’ın Davos’taki tavrının Türkiye’nin imajına zarar verdiği belirtiliyor. Olan bitenin, Musevilerin Türkiye’de güvenini tehlikeye soktuğundan da bahsediliyor... Ancak Erdoğan’ın çıkışının Türkiye’de ve Arap dünyasında büyük yankılar yaptığı da bir gerçektir. Onlar arasında, yazarken akli dengesini kaybedenler de var. Örneğin, Lübnan’da yayımlanan ve Arap ülkelerinde de satılan Dar El Hayat gazetesinde yer alan Cihad El Hazen imzalı yazı, Erdoğan’a övgüler yağdırdıktan sonra şöyle diyor: “Erdoğan, bir Müslüman olarak bizi gururlandırdı. İsrail zulmüne sessiz kalan liderlerimiz yüzünden Arap olduğumuzdan utanıyorduk, onurumuzu ve şerefimizi Erdoğan kurtardı. Osmanlı Devleti yeniden kurulmalı. Erdoğan, halife ve padişah ilan edilmeli. Tüm Müslüman dünyasının başına geçmeli!” O sese bizde de sesini ayarlayanlar da az değildir... * Ne var ki, masaldan daha ağır çeken gerçeklerdir. Ülkemizde ise, çarpıcı gerçekler yüz yüze; başta da ekonomik sorunlar. Kapitalizmin bunalımı, bütün ağırlığıyla Türkiye’yi bastırmıştır ve koşullar gitgide kötüleşiyor: İşsizlik günden güne yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. Otomotivdeki bunalım, işsizliği daha da sarstı. İhracat günden güne azalıyor. Bu tablo ise hükümeti irkiltmiyor; onu en başta düşündüreni, gelecek seçimler. Seçimlerde, Davos’tan yayılan masal bilinçlere daha da üflenecek. Zaten, bu masal, en başta yakındaki seçimler için icat edildi. Belki, onun için de işe yarayacak. Ama bir noktaya kadar her şey! O noktadan sonra, sahtekârlık bilinçlere çarpacak ve oyun bitecek. Herhalde, en önde bu oyunu düzenleyenler ezilecek; daha doğrusu, ezilmeli... 7 Şubat 2009 - Cumhuriyet
2.
Server Tanilli - Bir Bakıma Profesör Yalçın Küçük'ün Dedikleri... Hrant Dink’in öldürülmesinden 2 yıl, Uğur Mumcu’nunkinden de 16 yıl geçti. Devlet, yani hukuk ve yargı daha fazla bekletmemeli. Katil zanlıları ile ilgili yeni gelişmelerden de bahsediliyor ki sevindiricidir. Yargının işlediği ile ilgili olarak da, birkaç gün önce Türk-İş’ten bir tepki, Ergenekon operasyonunda, “Sapla samanın karıştırıldığını” vurguluyordu. Bunlar, yargının üstünde toplanan kuşkulardır ki, kaygılandırır. Ergenekon soruşturması, kaygılandırdığının ötesinde, korkutuyor. Tanıkların söyledikleri var, Prof. Yalçın Küçük de onlardan biri... * Prof. Yalçın Küçük, zengin bir kültürü ve fikir haysiyeti olan bir aydındır. Dalga dalga genişleyen Ergenekon soruşturmasının ona da çarpmaması mümkün değildi: O da alındı içeri ve bir süre sonra ilginç gözlemlerle çıktı. Çıktığında, gazetelerde, özellikle SKY Türk Televizyonu’nda, Gürkan Hacır’ın sunduğu “Şimdiki Zaman” programında söyledikleri önemlidir. Tahliye olmasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Prof. Küçük, soruşturmanın polis kontrolünde yürüdüğünü belirterek, savcılık makamının etkin görev almadığı eleştirisinde bulundu. Soruşturmanın geldiği noktanın hukuktan uzak bulunduğunu belirten Küçük, şöyle diyor: “En acı olan nokta, benim tutuklanmam dahil, ortada etkin bir savcılık makamı göremiyorsunuz. Her şey Emniyet’te. Bana çok fazla Ergenekon’dan bahsetmediler. Çok acı bir şekilde, Nazlı Ilıcak’ın yazılarından benim Kemalist olmadığım iddiasını gösterdiler. O kadar telefonlarımızı dinlemişler, her şeyimizi dinlemişler. Hiçbir sıkılma yok. Sadece telefon konuşmaları soruldu. Şu an gelinen noktada, Ergenekon soruşturması Türk ordusunun kökünü kazımaya yönelik bir operasyona dönüştü.” Prof. Küçük’ün SKY Türk Televizyonu’ndaki konuşmasındaki değerlendirmelerden biri olarak “Silivri, Cumhuriyet tarihinin, avukatsız olan İstiklal Mahkemeleri’ni bir yana bırakacak olursak, Yassıada davaları ve Barış davası ile birlikte tarihimizin en önemli davasıdır. Bir hukukçular davasıdır. İyi avukatlar çıktı. Bir de şu anda Yargıç Köksal Şengül, ne karar verir bilmiyoruz, çok başarıyla yönetiyor bu işi. Bir karar vermiş, avukatım Hasan Fehmi’nin dediğine göre. Fevkalade önemli bir karar. Efendim bu dosyaya göre böyle bir adam tutuklanamaz. Ben bu davanın dışında kalmam. Bu bir cumhuriyet davasıdır, beni atsalar bile sanıklıktan ayrılmam. Uçakla gelirken Tuncer Paşa’ya da söyledim. Paşam sizinle aynı tertipte olmak beni çok onurlandırdı, biz burda cumhuriyeti savunacağız. Herkes tahliye olmalıdır, Hurşit Tolon tahliye olmalıdır, Ümit Sayın tahliye olmalıdır. O depo boşaltılmalıdır. Ortada bir suç, delil yok ki!” Bombalar ekiliyor... “Şimdi sağa sola bomba ekiliyor. Kimin tarafından ekildiğini bilmiyoruz. Bu memlekette ne oluyor? Türk ordusu müdahale etmek için bomba atılmasına mı muhtaç? Onların, İbrahim Şahin’in yaptıklarını, hangi ilişkiyle, benimle ya da Tuncer Paşa’yla bağlayabiliyorsun? Böyle, bir torba dava nerden çıktı? Tuncay Güney, hiçbir şey değildir. O bizim insanımızın aklını almak demektir. Zaten AKP iktidarıyla bizim insanımızın aklı gitti.” “Bu ülkede kaos var. Bir erkek bir kız beraber yürürken, bir adam geliyor, erkeği öldürüyor, kızın ırzına geçiyor; daha fazla bir devrim sebebi olamaz. 15. yüzyılda Türkiye! TSK’nin müdahale etmesi için sebebe ihtiyacı yok. Şükredelim ki ordu müdahale etmek istemiyor.” Prof. Küçük’ün konuşmasında, gençlere bir seslenişi de var ki, hiç unutulmayacak. Şöyle diyor: “Biz devrimciyiz. Biz gençliği düşünürüz. Liselileri, üniversitelileri. Uludağ’a gider gibi, Paris’e gider gibi hapse giden aydınlarımız var. Benim işim gençliktir. O gençliği tekrar, emekçi halka, emekçi cumhuriyete bağlı hale getireceğiz. Başkası boştur bize. Bunlar 30 yıldır bu gençliği sürü yaptılar. Her adımım benim için ne olursa olsun, o gençliğe, bu halka fedakârlığa değer olduğunu göstermek için. Benim gibi bir insan için hapiste olmakla, dışarda olmak arasında çok fazla bir fark yok.” Gençler, bir kez daha okuyunuz bu satırları. O satırlarda, siz de varsınız; sizle beraber, “daha insanca bir dünya” da. Katılın o dünyanın inşasına! 31 Ocak 2009 - Cumhuriyet
3.
Server Tanilli - Bir Bakıma Son Günlerde... Geçtiğimiz salı tarihsel bir gün oldu. ABD’nin 44. Başkanı Obama, and içerek göreve başladı. Yeni Başkan da 2 milyona seslendi. Başkan Barak Hüseyin Obama’nın ABD Başkanlığı’na gelmesi, ABD demokrasisinin bir zaferi sayılıyor: Beyaz Saray’a ilk kez bir siyahî oturuyor. Yeni Başkan, konuşmasında, “Parçalı geçmişimiz bir güçtür, zayıflık değil. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Hindular, Yahudiler ve inanmayanlardan oluşan bir ulusuz” diyerek toplumun tüm kesimlerini kucakladı. Müslüman dünyaya seslenerek şu söylediği de önemlidir: “Ortak çıkarlara ve saygıya dayanan yeni bir yol arıyoruz. Sorunlar için Batı’yı suçlayan liderler, biliniz ki, halkınız sizi ne ürettiğinizle yargılayacak! İktidarı; yolsuzluk, yalan ve muhalifleri susturarak elde edenler, biliniz ki tarihin yanlış tarafındasınız!” Bunalım yaratan açgözlülere söyledikleri de çarpıcıdır: “Sorumsuzluk ve açgözlülük yüzünden ekonomimiz zayıfladı. Sadece zengini koruyarak ekonomiyi düzeltemeyiz. Silkinelim!” Şu da önemlidir: “İklim felaketini aşarak dünyamızı yaşanır hale getirmeye çalışacağız”. Amerikalılar ve dünya Bush’tan kurtuluşun sevincini de yaşadı. Savaşlardan ve ekonomik bunalımdan yılmış dünyanın umut olarak baktığı yeni Başkan, “yeni bir dünya” vaat ediyor, bir “umut”tur. Ne var ki, Obama’nın insan olarak düşünceleri ve duyguları ne olursa olsun, dizginlerini elinde tuttuğu sistemi bir yana koyamayız. Özetle, ABD emperyalist bir ülkedir. Emperyalizmin yasaları ve buyrukları vardır; başında kim olursa olsun, onu alır kendi buyruğuna sokar. Bunun istisnası görülmemiştir. Başkan Obama’nın çileli yaşamı şimdi başlıyor. Ne diyelim? Bol şanslar! * Adana’da ve bir günlüğüne Mersin’e gittiğimizde, okurlarımızın -ısrarlı- soruları şu oldu: “Türkiye nereye gidiyor?” Kaygılıydı ve karamsardı okurlar... Sorular ve yanıtlar, hepsi AKP’de düğümleniyordu. Cumhuriyeti kuranların ideolojisi üç ilkeye dayanıyordu: Bağımsızlık, çağdaşlık ve laiklik. 1950’lerden başlayarak, iktidara gelen partiler sağda idiler ve Cumhuriyetin temel ideolojisinden saptılar. Ama hiçbiri, Cumhuriyete AKP kadar düşman olmadı. AKP, yedi yıldır, İslamcı, yani dinci yolda... Laikliğe olan düşmanlığı oraya vardı ki, alnında Anayasa Mahkemesi’nin kapatılma damgası ile dolaşıyor. Bağımsızlık ve çağdaşlıktan payı da yüz kızartıcı... Son birkaç yıldır da Cumhuriyetin kurumlarını, özellikle yargıyı yolundan çıkarma, kendi payına kullanma yanlışında: Aydınları sindirmek istiyor ve orduyu yıpratmakta. Ergenekon soruşturması bu! Son günlerde, bir de İsrail’in Gazze’ye -bağışlanmaz!- saldırısından yola çıkıp, Türkiye’nin dış politikasında temel yönünden saptırmaya gidiyor ve diplomasinin kurallarını çiğniyor. Türkiye, nasıl Hamas’ın yanında olabilir? Son günlerde olan biten, şunu da ortaya koydu: AKP’nin başındaki kişi, tam bir cehalet içinde. Çok biliyor numaralarında, ama adım başında yanlış yapıyor. Yok mu AKP içinde, bir başka kişi başbakanlık edecek? Daha da önemlisi, olan bitene karşı, AKP’nin içinde neden bir ses, bir nefes yoktur? Adam kıtlığı mı oradaki de? 24 Ocak 2009 - Cumhuriyet
4.
Server Tanilli - Bir Bakıma Strasbourg Muamması Strasbourg, Fransa’nın -Paris’ten sonra- birkaç büyük kentinden biri. Tarihi, doğası bir yana, Strasbourg, siyasal bakımdan Avrupa’nın iki başkentinden biridir. Avrupa Birliği Komisyonu Brüksel’de, Parlamento ise Strasbourg’da. Ancak, Avrupa Birliği ile bitmiyor; Avrupalılığın değerlerinin, kimliğinin dile getirilip işlendiği bir yer Strasbourg: Avrupa Konseyi 1949’da burada kuruldu ve Türkiye de kurucu üyelerden biri oldu; Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de bu kentte toplanıyor ve bugün de, Türkiye’den milletvekilleri her toplantılarına geliyor, ülkelerini savunuyorlar. Bitmedi: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Strasbourg’dadır ve oraya haklarını aramak için koşanlar arasında Türkler de vardır. Strasbourg, Avrupa’nın en önemli üniversite kentlerinden biridir ve Türkiye’den gelmiş yoğun bir öğrenci kitlesi bulunuyor o kurumlarda ve gitgide kabarıyor bu kitle. Strasbourg’un bir Türk kentiyle kardeş olması da, yakın günlerin müjdesi. Ama hepsi bir yana, başlı başına önemli bir özellik: Strasbourg ve çevresinde, Fransa’da en yoğun Türkiye kökenliler yaşıyor. Özetle, Strasbourg ekmek kapılarımızdan biri... Güzel de, ne oldu da bu kentten söz ettik bugün? * Şundan: Türk Hava Yolları (THY), 26 Ekim’den başlayarak Strasbourg seferlerini birden durdurdu ve bunu da, kamuoyuna değil de hissedarlarına duyurarak. O tarihten başlayarak da, İstanbul-Strasbourg, yani büyük bölümüyle Türkiye-Avrupa bağları kopmuş halde... THY, 1992 yılından beri -tarifeli olarak- Strasbourg’a sefer düzenliyordu: 1992 yılında açıldığında, haftada iki sefer, daha sonra üç, bir dönem de dört sefer düzenlenmişti. Son üç yıl içinde de, yaz dönemi üç sefer, kış döneminde ise iki sefer düzenleniyordu. İşte, 26 Ekim’den bu yana bu seferler durduruldu. Neden? Kapatılma kararına, İstanbul tarafından açıklama, hattının zarar ettiği, yani ekonomik nedenlere bağlanıyor. Ancak, Strasbourg hattının zararı, THY’nin genel ekonomik yapısı içerisinde çok rahat ve kolaylıkla karşılanabilecek küçük bir düzeyde değil de abartılıyor mu? Ve Strasbourg dışında, ondan çok daha fazla bunalan bürolar da yok mudur? Öte yandan, bu kapatılma kararı alınmadan önce, zararı önleme ya da azaltma yolunda gerekli önlemler alınmış mıdır? Üstelik, zarar her geçen yıla göre ve hızlı bir biçimde azalmakta iken, -başağrısı gelmişse sağaltmaya gitmeden- “Bu iş bitirilmeli!” gibisinden bir karara gidildiği hissediliyor. Böylece, bu işin altında bir koku var gibi... Zaman AKP’nin zamanı, nasıl da olmaz? Konunun bir yanı bu! Öteki yanı ise, Fransa’nın, dolayısıyla Strasbourg’un Türkiye ile olan siyasal, ticari ve kültürel ilişkileri: Onların bundan göreceği zarar düşündürüyor ve kaygılandırıyor. Ayrıca, Türkiye’ye ve Türkiye’yi bir ara nokta olarak kullanıp, Ortadoğu, Yakın ve Uzakdoğu’ya seyahat eden turist potansiyelini de unutmamalı... Ne olursa olsun, Strasbourg’dan uçan yolcular, Fransız ya da Türk olsun, bu kapatılma kararı ile bir tür cezalandırılmış oldular. Bu yolcular, başka yerlerden uçmak için bir sürü zahmete, tren ya da araba yolculuklarına katlanmak zorunda olacaklar ki ürperticidir. Buyurunuz birkaç rakam: Araba ile ulaşım, Stuttgart’a (165 km) 1 saat 30 dakika, Basel’e (132 km) ise 1 saat 15 dakika tutmakta. Tren yolculuğu zaten daha uzundur. Ayrıca, buralara gitmek için, vaktinden çok daha önce yola çıkmak gerekecek. Bunlara, doğa koşullarını da eklemeliyiz... İşte kapatılma kararının sonuçları! Bir de şu işaretler: İnsanlara çetin koşullar vaat eden bu kapatılma kararını, Türkiye’de hiçbir gazete vermedi; bir iki yazı, o kadar! Neden? Strasbourg’a gelip dönen milletvekilleri suskundurlar, niçin? Muhalefet partilerinde ise ne bir ses, ne bir nefes! Nasıl olur? Bir muammanın karşısındayız. Bunu, bir an önce çözmeli!.. 13 Aralık 2008 - Cumhuriyet
KAYNAK :CUMHURİYET PORTAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !