BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

7 Eylül 2009 Pazartesi

BAĞIMLI & BAĞIMSIZ YARGI?

Özok'tan hükümete sert eleştiri
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, AKP iktidarının tarafsızlık ve bağımsızlığına güvenmediğini açıkça ifade ettiği yargıyı bağımlı hale dönüştürmeyi tercih ettiğini belirterek, AKP'nin 'yandaş yargı' yaratmaya çalıştığını ifade etti. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Adli Yargı Yılı'nın açılış konuşmasında çarpıcı mesajlar verdi. Özok, Her gelen yılın gideni arattığını, daha önceki 'Türk yargı sistemine yönelik eleştiri boyutlarını aşan ve doğrudan yargı erkinin varlık ve yetkilerini hedef alan saldırılara maruz kaldığı' tespitinin son aylarda yaşananlar karşısında çok etkisiz ve hafif kaldığını ifade etti.
Özok, "Hatırlanacağı gibi son birkaç yıldır Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, idari ve adli yargıda süren kimi davalarla ilgili olarak koparılan fırtınalar, Türk yargı tarihine geçecek talihsiz olaylardır. Tüm bunların yanı sıra, yargıç ve savcılarla ilgili olarak çıkarılan yaz kararnamesinin görüşülmesi sırasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Adalet Bakanlığı arasında yaşananlar bu kurumun yapısı, işlevi ve konumu ile ilgili kaygılarımızın ne denli doğru olduğunu açıkça ortaya koymuştur" diye konuştu.
HSYK üyelerinin, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı listeyi incelemesi, değişiklik önermesi ve yargının daha iyi işlemesi için müdahalelerde bulunmasının belirli bir kesim tarafından şiddetli eleştirilere ve direnmeye neden olduğunu kaydeden Özok, HSYK'nin varlık nedeninin bu işlemleri yapabilmesi olduğunu ifade etti.
'Yargı ayakbağı gibi algılandı'Hiçbir siyasal iktidarın siyasetin doğasından kaynaklanan nedenlerle yargıya karşı saygın, ölçülü, mesafeli ve duyarlı olmadığını vurgulayan Özok, şöyle konuştu:
"Yargı, hep icraatı engelleyen bir ayak bağı gibi algılanmıştır. Siyasal iktidar ülke yönetiminden ve ülkenin kaderinden sadece kendisini sorumlu kabul etmiş ve kendisi dışındaki güçleri, kurumları ve yurtseverleri yok saymıştır. Bunun sonucu olarak en sade yurttaştan en sorumlu kamu görevlisine kadar yaygın bir dinleme düzeneği kurularak onlar kontrol edilmeye çalışılmıştır. Bu hukuk ve ahlak dışı dinlemelere dayanarak birçok kişi hakkında iddianameler düzenlenmiş, sayfa sayfa yazılar, öyküler ve romanlar yazılmıştır. Bu durumda yapılacak şey; toplumun huzuru, barışı ve güvenliği için büyük sorumluluklar yüklenen yargıç ve savcılarımızın yargı erkini ve 'yargı bağımsızlığı' ile 'yargıç güvencesi'ni sahiplenerek cesur ve kararlı duruşlar sergilemeleridir."
'İktidar yargıyı 'bağımlı' hale dönüştürmeyi tercih etti'
Siyasal iktidar sözcülerinin iktidara gelinen yılların ilk günlerinde, yargının tarafsızlık ve bağımsızlığına güvenmediklerini açık bir şekilde ifade ettiklerini anımsatan Özük, iktidarın yargıyı, 'bağımlı' hale dönüştürmeyi tercih ettiğini kaydetti. Özok, 'bağımlı' hale dönüştürmenin somut göstergelerini şöyle anlattı: "-Kritik davaların savcı ve yargıçlarının önemli bağımsız kuruluşların üyeliklerine atanması,-Kimi savcı ve yargıçlara Adalet Bakanlığı'nın olağanüstü gayretlerle sahip çıkması,-Adalet Bakanlığı'nın yasal yetkisi olmadığı halde yargıç ve savcı adayları ile yargıçlık sınıfında olanlar hakkında arşiv araştırması yapması,-Yargı ve hukuk adına görevlerini yapmaya çalışan kimi yargıç ve savcıların fişlenmesi, -Haklarında teftiş kurulu aracılığıyla soruşturma başlatılması iddialarıdır.-Hepsinden önemlisi yargıç ve savcı adaylığı sınavlarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılması gerekirken, evrensel ilkelere ve yasal hükümlere aykırı biçimde kimi usulsüzlükler içeren sınavlarda ısrar edilmesidir."
'Yandaş yargı yaratılıyor'Konuşmasında HSYK toplantısında yaşanan Ergenekon savcılarını hakkında işlem yapılması tartışmalarına da değinen Özok, şunları kaydetti:
"Silivri'de görülmekte olan ve tüm kamuoyunu ilgilendiren davanın savcılarıyla ilgili benim kişisel olarak asla katılmadığım HSYK'nın tasarruf talebine karşın, Adalet Bakanlığı'nın gösterdiği direnç ve yandaş medyanın günlerce HSYK aleyhine yazdıkları, geçtiğimiz yıl Yargıtay üyesi seçimleri sırasında Adalet Bakanlığı'nın kendine yakın üyelerin seçimi için yaptığı engellemeler yanı sıra dönemin müsteşarının sırf toplantıları erteletebilmek için tartışmalı rapor aldığı iddiaları, 'yandaş yargı' yaratmanın somut göstergeleridir. Bir an için düşünün, 'altında Başbakanın zırhlı aracı, arkasında Adalet Bakanlığının koşulsuz desteği ve yanında yandaş medyanın gücünü hisseden bir savcının' bu konumu karşısında söylenecek tek şey 'sakının savcım geliyor'dur.
Bugün usul yasalarında yapılan radikal değişikliklere rağmen savcılık kurumlarınca düzenlenen iddianamelerle açılan kamu davaları, yüzde ellinin üzerinde beraatla sonuçlanmaktadır. Numaralandırılan iddianamelerle hakkında dava açılanlar için günlerce süren yazılar, televizyon söyleşileri ve yorumlarla yargısız infaz yapılmakta ve Anayasanın 138. maddesi, TCK'nın 277.maddesi ve Basın Kanunu'nun 9. maddesi ihlâl edildiği gibi, hukukun evrensel kuralları 'masumiyet karinesi', 'lekelenmeme hakkı' ve 'adil yargılanma hakkı' yok sayılmakta ve bunlarla ilgili ciddi hiçbir soruşturma yapıldığı kamuoyuna yansımamaktadır. Bütün bu hukuksuzlukları ortaya koyanlar ise yargılananlarla özdeş sayılmaktadırlar. Oysa adalet ve yargı tarihi bu tür girişimlerin hiç kimseye ve hiçbir iktidara yarar sağlamadığını gösteren acı örneklerle doludur. Yapılması gereken toplumun tüm bireylerinin, iş ve aş kadar istediği ve her fırsatta dillendirdiği 'hukukun üstünlüğü' ilkesinin egemen olduğu 'hukuk devleti'ni bütün kurum ve kurallarıyla yaşama geçirmektir. İnsanımız artık şuna inanmıştır ki, yaşanan bunca olumsuzluklar, adaletsizlikler, eşitsizlikler, dengesizlikler, yönetim zaafları, ancak 'hukukun üstünlüğü'nün egemen olduğu 'hukuk devleti' ile aşılabilir. Çünkü insanlığın ulaştığı bilim çağı ve teknoloji, insanlar ve toplumlar arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlığı en önemlisi yaşam kaynağı olan gelirin dağılımındaki dengesizliği, dolayısıyla emeğe yapılan saldırıları giderememiştir. Bu olumsuzlukların asgari düzeye indirildiği toplumlarda 'hukuk' ile onun ideal biçimi olan "hukuk devleti" ve "hukukun üstünlüğü" önem kazanmıştır. 'Hukuk devleti'nin yaşama geçtiği toplumlarda her şeyi, aklın ürünü toplumun gereksinimi olan 'hukuk' belirler, temel ölçüt 'özgür birey'dir. 'Tebaa' yoktur, 'kul' yoktur; sorgulayan, irdeleyen, yargılayan 'özgür yurttaş' vardır. Son günlerde hedef tahtası haline gelen Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki temel felsefenin de 'özgür birey/yurttaş' yaratılması olduğunu burada anımsatmak isterim. 'Hukuk devleti', toplumun bireyleri yanında, devletin tüm organ ve görevlilerinin de faaliyet, işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına ve anayasal ilkelere uyması, kendisini bu kurallarla bağlı sayması demektir.
Ancak itaat, biat ve cemaat kültüründen gelen kimselerin dillerinden düşürmedikleri, akla dayalı bu evrensel ilke ve kavramları yaşama geçirmeleri işin doğası gereği mümkün değildir. 'Hukuk devleti'nin gerçekleşmesinde en önemli etken ve olmazsa olmaz koşul 'yargı bağımsızlığı' ve 'yargıç güvencesi'dir.
'Yargı bağımsızlığı' yargı mensuplarına verilmiş bir imtiyaz ya da sınırsız kullanılacak bir olanak değildir. 'Yargı bağımsızlığı' bireylerin, doğru, adil ve hakkaniyete uygun 'adil yargılanma hakkı'nın güvencesi olarak tanımlanmıştır.
Toplumda adalet duygusunun oluşmasını ve korunmasını sağlayacak 'bağımsız yargı' aynı zamanda çağın yönetim biçimi olan'demokrasi'nin de olmazsa olmaz koşuludur." "Savcılık yargıçlıktan da güçlü hale geldi"Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan 'Yargı Reformu Stratejisi'nin kısmen 'yargı bağımsızlığı' ve 'yargıç güvencesi'ni de kapsadığını, kendilerine de haber verilerek ortak çalışmayla reforma son şeklinin verildiğini bildiren Özok, "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili düzenlemelerde bizim yıllardır dilendirdiğimiz ve AB İstişari Ziyaret raporlarında vurgulanan Adalet Bakanı ve Müsteşarı'nın kuruldan ayrılması, yargıçlık ve savcılık sınavlarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılması konularında bu pakette hiçbir düzenleme yoktur" dedi.
Özok, yargıç ve savcıların kurullarında TBMM'nin seçeceği üyelerin varlığının 'yargının siyasallaşması' sonucunu doğuracağını ifade etti. "Ayrıca bugün yapılması ön görülen değişikliklerin birçoğunun yasa ile değil, geniş bir işbirliği ile yapılacak Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilmesi gereken hususlar olduğunu da anımsatmak isterim" diyen Özok, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hangi ad altında, hangi değişikliği yaparsanız yapınız, yargı sistemimizde yıllardır yerleşmiş ve oturmuş klasik yapıyı değiştirmediğiniz; özellikle 'yargılama diyalektiği'ni oluşturan sav-savunma-karar yapısını yeniden düzenlemediğiniz, yargıyı oluşturan bu unsurları yetki, görev ve sorumluluk bakımından yeni baştan kurgulamadığınız takdirde, asla 'yargı bağımsızlığı' ve 'yargıç güvencesi'ni gerçekleştiremezsiniz. Çünkü yargılama diyalektik bir süreçtir ve tarihin bu özelliği taşıyan ilk sosyal ve kamusal eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık tarihinin en eski diyalektik uygulaması sav-savunma ve karar üçlüsüdür. Bu yapılanma ülkemizde tarihsel gelişimi itibariyle iddiayı oluşturan savcılık kurumunu diğer iki unsurdan daha güçlü ve donanımlı hale getirmiştir. Mevcut yapı içerisinde savcılık kurumunu savunma ile kıyaslamak dahi istemiyoruz, bu ilişkideki farklılık yıllardır dillendirilmektedir. Savcının, sadece duruşma salonundaki yerinin bir basamak aşağıya alınmış olması, 'silahların eşitliği' konusunda ironik bir deneme olarak düşünülmelidir. Özellikle son yıllardaki önemli davalar nedeniyle savcılık kurumunun yürütmenin de desteğini alarak hüküm kuran yargıçlık kurumundan da etkili ve güçlü bir konuma geldiği gözlenmiştir. Yapısı ve konumu itibariyle yürütmenin temsilcisi Adalet Bakanlığıyla yakın temas içinde olan savcılık kurumu bu konumunu yargılama diyalektiğinde kendi lehine kullanmakta ve yargıçlığın tüm güvenceleri yanında idari ve yönetsel yetkilerini de kurumsal olarak avantaja dönüştürebilmektedir. Yargıçtan beklenen tarafsızlık ve objektiflik nedeniyle, yargıçlar yürütmenin temsilcisi Adalet Bakanlığı da dâhil olmak üzere, tüm ilişkilerinde kendilerini soyutlamış ve bir anlamda dosyalarıyla vicdanları arasında baş başa kalmışlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında ceza davasında sanık ile savcının eşit olmasının gerektiğini vurgulamıştır. Bizim sistemimizde bırakın sanıkla müdafiinin eşit olmasını, savcılık kurumu ile yargıç dahi eşit koşullara sahip değildir." Bu konuda Fransız Yargıtayı'nın AİHS'nin 6.maddesinde yer alan yargı bağımsızlığının savcılar açısından söz konusu olamayacağına, savcıların yargılama yapmadıklarına karar verdiğini anımsatan Özok, "Savcılık kurumunun yargıda ve adliyelerdeki sınırsız yetki ve olanakları yeniden düzenlenmediği sürece yargı bağımsızlığını gerçekleştirmeye olanak yoktur. Mevcut çarpık sistemde yargı, bağımsız ve tarafsız karar verebiliyorsa bu büyük ölçüde kişisel inisiyatiflerin sonucudur" diye konuştu. Özok, Türkiye'de yürürlükte bulunan klasik yapı ve mevcut sistem değişmediği sürece, 'yargı bağımsızlığı' ve 'yargıç güvencesi' yanında'adil yargılanma' koşullarını gerçekleştirmeye olanak olmadığını kaydetti. Avukatların yargılamadaki yeriAvukatların yargılamadaki rolüne dikkat çeken Özok, şunları kaydetti:"Savunma'nın olmadığı yerde yargılamadan söz edilemez, yargının kurduğu hükmün hukuki ve yasal dayanağı, varlık nedeni savunmadır. Bu denli önemli olan 'savunma' ve onun hukuk savaşçıları avukatlar yargılama diyalektiğinde istenen, beklenen ve hak ettiği yerde değildir. Bu durum devam ettiği sürece ülkemizde 'hukukun üstünlüğü'nden, 'hukuk devleti'nden ve onun olmazsa olmaz koşulu olan 'yargı bağımsızlığı'ndan söz etmeye olanak yoktur. Çünkü çağdaş ve donanımlı avukatlar, bulundukları ülkelerde, hak ve adalet başta olmak üzere hukukun üstünlüğüne dayalı 'hukuk devleti' ve 'yargı bağımsızlığı', 'yargıç güvencesi' gibi ilke ve kavramların yaşama geçmesi için mücadele verme yanında, bulundukları toplumun da her konuda sözcülüğünü ve savunmasını yaparlar.Bu nitelikleriyle avukatlar bulundukları toplumdaki hukuk ve hak ihlâlleri yanında, toplumsal sorunların çözümünde de sözcü ve öncü olmak durumundadırlar.Bu denli önemli görev ve sorumlulukları olan savunma örgütü barolar ve onun özverili üyeleri avukatlar istenen, beklenen ve özlenen konumda değillerdir. Yıllardır verilen mücadelelerle yasaya konulan sınav, birkaç stajyer avukatın siyasal iktidar temsilcilerine yaptıkları kulis sonucu bir gece ansızın kaldırılmıştır. O gün kulis yapan bugün avukat olan stajyerler yaşadıkları olumsuzluklar karşısında yaptıklarının çok yanlış olduğunu bize itiraf etmektedirler. Bu yüzeysel ve popülist yaklaşım sonucu, bugün dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir şekilde, herhangi bir mesleğe giremeyen hukuk mezunları, hiç olmazsa avukat olurum diye barolara başvurmakta ve hiçbir engelle karşılaşmadan avukatlık ruhsatı alabilmektedir."
"Kürt sorununun çözümü için hukuk devleti şart"
Konuşmasında Kürt sorununun çözümü için Hükümet tarafından başlatılan demokratik açılım sürecini de değerlendiren Özok, bu konuda şunları söyledi:"Son günlerde kamuoyunun gündemini bu güne kadar çok ağır bedeller ödenen, kimilerine göre 'Güneydoğu sorunu', kimilerine göre 'terör sorunu', kimilerine göre 'Kürt sorunu' olarak tanımlanan sorun oluşturmuştur. Siyasal iktidar temsilcilerinin bu kronik sorunu, başlangıçta 'Kürt açılımı', arkasından 'Demokrasi açılımı' adı altında ülke gündemine alma konusundaki, zamanlama tercihlerinin gerçek nedenini, bazı iddialara karşın, bilemiyoruz.Ancak, hangi nedenle olursa olsun, bu denli önemli sorunun gündeme alınmasını önemsiyor; soğukkanlı, önyargısız ve gerçekçi yaklaşımlarla çözüm aranmasını diliyoruz. Tek endişemiz önceki açılım ve girişimler gibi bu açılımın da sonuçsuz kalmasıdır. Şu ana kadar yaşananlar karşısında zamanlaması ve alt yapısı yeterince oluşturulmadan ortaya atılan 'Kürt açılımı' da diğer açılımlar gibi gerçekçi ve yapıcı bir çözüme ulaştırılmazsa, bunun olumsuz sonuçlarını düşünmek dahi istemiyorum. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanımızın dillendirdiği 'Herkesin başını kumdan çıkarması' önerisine yürekten katılıyorum. Ülkemizin temel sorunlarının başında gelen ve belki de tek ciddi sorunu olan bu sorun, çok dikkatli ve soğukkanlı yaklaşılması gereken, özensizlik ve duyarsızlığa asla tahammülü olmayan bir konudur. Çağımızda modernleşmenin güçlendirdiği milliyetçilik hareketlerini inceleyen bilim adamı-gazeteci M.İgnatiyef, Avrupa'da Yeni Milliyetçilik adlı kitabında, milliyetçiliğin daha yıkıcı hal almasını engellemenin yolunu akılcı biçimde göstermektedir. Kısaca, bütün etnik grupların devlete güven duymasını sağlamak için bütün etnik gruplara eşit davranan bir devletin, kısaca bir 'hukuk devleti'nin varlığı şarttır. Ayrıca sorunları zor kullanılarak değil, tartışarak halletme kültürünün varlığı da ön koşuldur. Bu nedenle, tartışmanın tüm yanlarının en sade yurttaşımızdan en sorumlu kamu görevlisine kadar 'başını kumdan çıkararak' konunun, sosyolojik, tarihsel ve toplumsal boyutları yanında, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık nedenlerini de göz önünde tutarak, gerçekçi ve kalıcı çözüm önerileri getirmesi gerektiğine inanmaktayım. Oysa demokrasinin güvencesi olan muhalefet partileri ile siyasal iktidar temsilcilerinin, herkese güven sağlayabilecek 'demokrasi', 'insan hakları' ve 'hukuk devleti' ilkeleriyle asla bağdaşmayan 'dağa çıkmak', 'idam sehpalarını yeniden kurmak' ve 'vatana ihanet' gibi sığ suçlamaları, terör örgütünün hain saldırılarını sürdürmesi bu sorunların çözümünün daha çok uzaklarda olduğu acı gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Çünkü sorunun çözümü için, terör örgütünün silahlarını bırakması yanında, 'insan haklarına dayalı', 'hukukun üstünlüğü'ne bağlı, temel hak ve özgürlükleri sınırlamayan, düşünce ve örgütlenmeden yana, çok kültürlü, çoğulcu, katılımcı, devletin bir hizmet kurumu olarak algılandığı, çağdaş bir vatandaşlık anlayışının benimsendiği, toplumun tüm kesimlerinin üzerinde anlaşma sağladığı sivil bir anayasaya şiddetle ihtiyaç vardır. Kuşkusuz bu anayasanın adresi milli iradenin ve demokrasinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !