12 Eylül'le yüzleşin
Bundan 29 yıl önce tam bugün, Türkiye sokaklarında tanklar geziyordu. İnsanlar gözlerini o günden sonra her gün kan, acı, işkenceyle geçen günlere açtılar.
12 Eylül’ün etkileri hâlâ devam ediyor. Ne darbecilerle yüzleşildi, ne de o dönemin anayasası değiştirilebildi... Belleklerde tazeliği silinmeye, yeni nesillere Kenan Evren, “ressam dede” olarak tanıtılmaya çalışılsa da 12 Eylül unutulmayacak, çünkü Adorno‘nun dediği gibi, “Geçmişle ancak, yaşananların sebepleri ortadan kalktığı zaman hesaplaşmış olacağız”. Biz de 12 Eylül’ü yaşamış yazar, oyuncu ve sanatçılara “12 Eylül’ü nerede karşıladıklarını”, “sonrasını”, “12 Eylül’le yüzleşilmesi için yapılması gerekenleri”, “Kenan Evren hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşanan ‘hak helal etme, cenaze’ tartışmalarını” ve “yeni anayasa tartışmaları”nı sorduk.
Suavi
Bedel ödeyen kuşak 12 Eylül’ü boğacak
12 Eylül’ü askerliğimin bitimine yaklaşık bir ay kala Kütahya’da, ordu evinde öğrendim. O ünlü radyo sunumunu dinledim ve müthiş üzüldüm.
Öğrendikten sonra ilk olarak annemi aradım, terhis olamayabileceğimi, sivilden gelen dosyalarım sıkıyönetim mahkemelerinin eline geçerse tutuklanacağımı, eğer şans eseri tezkere alırsam eve dönmeyeceğimi, bunun bir güvenlik sorunu olduğunu anlattım. Ağladığını duyunca, üzülmemesini rica ettim.
Sonrası oldukça karanlık bir dönemdi. Terhis olabilmiştim, ancak yeniden bir kaçak dönem başlamıştı. Hakkımda tutuklama kararı çıkmış, sıklıkla ikametlerim baskın yemeye başlamıştı... Sonunda İzmir’de program yaptığım bir mekanda Terörle Mücadele ekiplerince tutuklandım, Konya Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak üzere gelen özel ekibe teslim edilmiştim. 80 öncesi ve 12 Eylül sonrası cezaevi de dahil onlarca sorun yaşadım.
12 Eylül’le yüzleşemediğimiz gibi, gerçek yüzü halktan saklandı... Bu yüzleşme için ön koşul 12 Eylül’ün anti-demokratik yasaları ile donanmış Anayasa’nın derhal sivilleştirilmesidir. Demokratik bir anayasadır çözüm. Bu da yetmez, bolca film, bolca belgesel, bolca etkinliklerle 12 Eylül deşifre edilmeli. Dönemin suçluları mutlaka yargılanmalı. Bu da ancak emek ve demokrasi güçlerinin iktidarı ile olanaklı ve hedef bu olmalı. Bunun dışında hiçbir irade bu ve benzeri karanlık dönemleri aydınlatamaz. Bugünkü Anayasa tartışmaları, ki aslında tartışılmıyor, kesinlikle yetersiz, samimiyet ve cesaretten uzak. Kenan Evren’i “hakkını helal etmek, etmemek” yönünde tartışmam bile. Çünkü ben “sevmediğime sövmem”. Kimileri küfrü bile hak etmezler... Her şeye rağmen 12 Eylül’de hedef olmuş, müthiş bedel ödemiş kuşak elbet 12 Eylül mantığını da boğacaktır.
Jülide Kural
Bir darbe anayasası olduğunu unuttuk
Henüz 15 yaşında bir lise öğrencisiydim. İzmit’teydim. Ailemin panik ve şaşkın bir halde televizyonla sokağa bakan pencereler arasında gidiş-gelişleriyle başlayan garip, ürkütücü duyguların karmaşasında “Darbe oldu!” cümlelerinin sürekli tekrarlanışı ile süren o 12 Eylül sabahını unutmayacağım! Sonrasında güzelim ülkemin tüm renkleri griye döndü. Korkuya, acıya, işkenceye, ölüme mahkum olduk. İdam edilen bir kardeşim benden sadece iki yaş büyüktü. Benim bedenime dokunulmadı belki ama ruhum akan kanların, yok edilen canların, susturulmuş, susmuş kalabalıkların acısıyla her gün biraz daha kanadı. Çevremdeki okuyan, inanan, paylaşan abla ve ağabeyler yok oldular. Bazıları hasta, sakat olarak döndü. Hâlâ bilmiyoruz sayılarını, 100 bin, 500 bin, 1 milyon ya da... 12 Eylül kaç kuşağı yaraladı, kaç kuşağın doğal evrilme sürecine müdahale etti. Bunu sosyolog ve tarihçiler mutlaka araştırmalı. Ama bir gerçek son derece açık, toplum olarak henüz 12 Eylül ile yüzleşemedik. Öncelikle işe 82 Anayasası’nın değiştirilmesi ve darbecilerin yargılanması ile başlanmalı. Bu ister istemez bir çok hukuk dışı uygulamaların, bilinmezlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde güçlü bir demokrasi geleneği olmadığından “Devletimiz bilir”, “Devletimiz güçlü Türk ordusudur” mantığı toplumun bilinçaltına yerleşmiş. Bugün zaman zaman gündeme gelen anayasa değişikliğine dair en ufak bir hareketlenmeye gösterilen reaksiyonu anlamak mümkün değil. Sanki bir darbe anayasası olduğunu topluca unuttuk. Tartışmaktan, özgürleşmekten korkan bir topluma dönüştük. Ancak bugün iktidar tarafından dile getirilen değişiklik söylemlerini de kuşkuyla karşıladığımı itiraf etmeliyim.
Leman Sam
Subayın çirkin teklifi
12 Eylül’de İstanbul’daydım, kızlarım küçüktü. Bakkala gitmem gerekti, askerleri gördüm, eve gidin dediler. Sadece tanıdıklarıma hazin günlerin bizi beklediğini söyleyebildim.
Kimliğimi bir önceki gün kullandığım çantada unutup sokağa çıkmışım. Çevirmede askerler beni tuttular. Bir subay çok çirkin tekliflerde bulundu. Sanırım içkiliydi. Zor bir gece geçirdim. Onu sabaha kadar konuşarak ikna ettim, sonunda özür diledi, ciple, evime yolladı. O günden sonra asker gördüğümde ürperiyordum. Oysa babam da subaydı, ancak emekliliğini istedi 12 Eylül’de.
Bütün darbelerle yüzleşilmeli. Güldal, Uğur Mumcu‘yla ilgili soruşturma için, “Tuğlalar üst üste yığılıyor, bir duvar oluşuyor” diyen dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar‘a “Çekin tuğlayı, duvar yıkılsın” demişti. O tuğlalar çekilmedi. Devlet kendiyle yüzleşmeli. Önümüzde cuntasıyla hesaplaşmış bir Yunanistan örneği var. Biz hâlâ darbelerden tedirginiz. Erdal Eren‘in yaşını büyütüp asan insanın vergilerimizle müstesna bir hayat yaşaması canımı sıkıyor. Evren yargılansın, ancak onunla da bitmiyor. 12 Eylül bugün var olan bütün sorunların ana nedeni. Travmasından hâlâ kurtulamadık, gençlerimiz pasifize oldu, aydınları yok etti. Bugün anayasayı yapacak kadar yetkin, aydınlık insanlar var mı merak ediyorum. Bir hükümetin görüşü dahilinde değişecekse yine faydası yok, bu değişim tarafsız bir ekipçe yapılmalı.
Derya Alabora
Ne olur ecelinle ölme Kenan Evren
12 Eylül’de Ankarada’ydım. Bir arkadaşımın evinde kalıyordum, darbeyi gece üç gibi öğrendik, radyoda marşlar çalınmaya başlandı. Sabah sokağa çıkma yasağı vardı ve yabancı bir yerdeydim. Her tarafta askerler ve tanklar vardı, insan acayip bir tedirginliğe kapılıyor. Haberi olmayan insanlar evlerinden çıkınca askerin tepkisiyle karşılaştılar; “Nereye gidiyorsun” sorusuna sana ne diyenler, büyük bir saflıkla gideceği yeri söyleyenler, kavga edenler...
Hepimiz televizyon başında neler olduğunu anlamaya çalıştık. İstanbul’a döndüm. Okul dönemimden bir sürü arkadaşım tutuklandı, insanlar her an içeri alınabilir korkusuyla beklemeye başladılar. Sonrası başından daha korkunç; her gün gelen işkence haberleri, sakat kalanlar, işkencede öldürülüp pencereden atladı, kafasını duvarlara vurdu, tabureden düştü denilenler... Her şey yasak; kitap okumak, sokağa çıkmak, söz söylemek.... Gerçek bir kâbustu ve hâlâ devam ediyor.
Bence bu kabusun kalkması için başta Evren olmak üzere o dönemdeki herkes yargılanmalı, yaşları büyütülerek asılan çocukların ruhlarını kurtarmak lazım. Tek söz söyleyebilirim, “Ne olur ecelinle ölme”, belki ondan ölmüşlerimizin hakkını aramak için çok geç değildir.
Anayasada çok şeylerin değişmesi lazım, bunun ne kadarı gerçekleşir bilemiyorum ama mutlaka demokratik bir cumhuriyete geçmeliyiz...
Oya Baydar
Kaçmak zorunda kalmak da bir işkence
12 Eylül bana sabahın altısında bir telefonla ulaştı. Hem de Doğu Berlin’de bir otel odasında. Telefondaki ses, “Türkiye’ye dönecektin yarın değil mi? Nah dönersin, hemen radyoyu aç!” dedi. Yasaklı Türkiye Komünist Partisi’nin bir toplantısına katılmak için Doğu Almanya’daydım. Dokuz aylık oğlumu anneme bırakıp gelmiştim. Telefondaki ses partinin üst düzey bir yetkilisine aitti. On iki yıllık sürgün dönemi o sabah başladı. 12 Mart provaydı, 12 Eylül ise çoktandır beklenen faşist darbe. İlk düşüncem: Burada kaldın Oya, bakalım oğlunu, memleketini, insanlarını bir daha ne zaman görebileceksin, oldu. İlk faşizan uygulamaları, ilk idamları o yalnızlık ve çaresizlik içinde radyolardan dinledim. Sonrasında, Batı’ya gizlice, kontrol edilmeyen bir orman sınırından geçtim. Almanya’da kocamla buluştuk. Aydın hamburgercide, fortkliftte, sonra bir matbaada çalıştı, taksi şoförlüğü yaptı. Ben önce, temizlik işleri yaptım, sendika yayınlarına yardım ettim, bir Alman kurumunda Türklere danışmanlık yaptım. Oğlumuzu getirtmeyi başarmıştık. Türkiye’de hakkımda, sadece Politika gazetesindeki yazılarım yüzünden istenen hapis cezalarının toplamı 23 yıldı, Aydın için ise 32... Afişlerle aranıyordum. İnsanlar idam edilirken, işkencelere maruz kalırken, sürgün yaşamından yakınmak ayıp olmaz mı? Ama kişinin yurdundan, köklerinden koparılıp başka yerde yaşamaya, kaçmaya mecbur kalması da bir işkence.
Hangi olayla yüzleşebildik ki!.. Ülke geçmişinde 12 Eylül gibi onlarca olay var. Cunta başını yere göğe koyamadık. Evren’in boyamalarını satın almak, ona sergi düzenlemek için burjuvazimiz seferber oldu. Demirel’den Gül’e kadar bütün Cumhurbaşkanları Çankaya’da onurlandırdı faşist darbenin elebaşısını. Yüzleşmek için yapılacak ilk şey darbeye bulaşanların yargılanmalarıdır; ölmüşlerse gıyablarında, yaşıyorlarsa yüz yüze. Bu toplum darbeciliğin suç olduğu gerçeğini artık anlamalı. 12 Eylül yargılanabilseydi, Ergenekon davası ve orada iddia edilen suçlar olmayabilirdi. 82 Anayasası darbe anayasasıdır. Bunu herkes biliyor; bugün anayasayı değiştirtmeyiz, diyen, bir zamanların özgürlükçüsü, bugünün faşizan uygulamalarının destekçisi siyasal çevreler bile.
21. yüzyılın değişen dünya ve Türkiye’sinde 12 Eylül Anayasası’nı savunmak, hangi nedenle olursa olsun, kimden gelirse gelsin faşizan zihniyetle, zorbalıkla işbirliği yapmaktır. En azından, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin değiştirilmesi ve yargılama sürecinin başlamasıyla bir ilk adım atılabilir. Bugün Türkiye’ye yakışan korkmadan, hiçbir bölünme vb. kompleksine kapılmadan hazırlanacak demokratik- sivil bir anayasadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder