Herifçioğlu
Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı
Neylesin Bizim Köy'ü
Nitsin Mahmut Makal'ı
Türkiye devrimci mücadelesinin tarihinde bazı kentler, kasabalar ve köyler özel bir yere sahiptir. Bu yerleri "özel" kılan, bu yerlerin devrimci mücadele tarihinde bir dönüm noktası oluşturmalarıdır. Öyle bir dönüm noktası olmuşlardır ki, sonraki bütün mücadelelere ve yenilgilere rağmen, bu yerler dönemin açıklanmasında "simge" olma özelliklerini sürdürmüşlerdir.
Bazıları çokça bilinir: Fatsa ilçesi, Ümraniye gecekonduları. Bazıları bir siyasal örgütlenmenin simgesidir: Söke dağları, Tunceli bölgesi, Vartinik mezrası. Bazıları ise, "safiyane" duyguları simgeler: Zap köprüsü.
Nurhak ve Kızıldere ise, tarihsel bir dönemin simgesidir.
Buraların ortak özelliği ise, kırsal bölgeler olmasıdır (Ümraniye, köyden göç etmiş insanların yerleştiği yerdir).
Bu yerlerin dışında, adı sıkça anılmayan, ama 1971 silahlı devrimci mücadelesi açısından özel ve stratejik niteliğe sahip olan yerler vardır: Karadeniz Ereğlisi, Bartın Ulus ilçesi ve Samsun Alaçam ilçesi.
10 Şubat 1969’da Ödemiş’te tütün mitingi, 5 Temmuz 1969’da Ulus orman köylüleri mitingi, 20 Ağustos 1969’da Çivril’de haşhaş mitingi ve Şubat 1970’de Samsun Alaçam tütün mitingi yapılmıştır. Bu dönemde ülkenin pek çok yerinde yapılan köylü mitingleri içinde bu mitingler, Dev-Genç’in köy çalışmalarının bir parçası olurken, aynı zamanda THKP-C’nin kır gerillasına ilişkin stratejik rotasında özel bir yere sahip olmuştur.
1971’de THKP-C’nin temelini oluşturan Dev-Genç’in köy çalışmaları, asıl olarak ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün 1967 yılından itibaren başlattığı "yaz çalışmaları"na dayanır.
Bu "yaz çalışmaları", ilk yıllarda "öğrencilerin ülkeyi tanımaları" temelinde yürütülürken, giderek köylere ilişkin bilgi derleme ve köylerde siyasal çalışma yapmaya yönelmiştir. Yaz tatili sırasında memleketlerine dönen öğrencilere dağıtılan "bilgi formları"yla bölgelerin genel yapısı saptanmaya çalışılmış ve bu "bilgi formlar"ına dayanarak köy çalışmalarının nerelerde yoğunlaştırılacağı belirlenmiştir.
Bu dönemdeki köy bilgi derlemeleri ve siyasal çalışmalarına ilişkin "belge"ler günümüze kadar ulaşmamışsa da, bu çalışmaların ilk dönemde fabrika ve maden bölgelerinde yoğunlaştığı ve daha sonra Bafa, Akhisar, Biga, Kocaeli, Zonguldak, Pınarhisar, Sivas, Malatya, Erzurum, Erzincan, Samsun, Ordu, Rize, Giresun ve Trabzon, Artvin ve Kars’a kadar uzanan geniş bir bölgeyi kapsadığı bilinmektedir.
Bugünün kentli "solcu" öğrenci gençleri "yaz kampları"nda eğlenirken, Dev-Genç’in "yaz çalışmaları", bir bakıma Anadolu köy ve kasabalarının ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısının araştırılmasına yönelik bir "alan çalışması" niteliğine sahiptir. Çalışmalara yüzlerce üniversite öğrencisi katılmış ve kendi yöreleri hakkında olabildiğince ayrıntılı ve somut bilgiler toplamışlardır.
Bu "yaz çalışmaları", sadece yöreler hakkında ayrıntılı ve somut bilgiler toplanmasını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda devrimci ya da devrim sempatizanı herkesin gittikleri ve bulundukları yöreleri tanımaları, bu yörelerdeki ekonomik, toplumsal ve siyasal çelişkilerle ilgilenmeleri ve bu doğrultuda siyasal çalışmalar yapmaları yönünde güçlü bir itme yaratmış ve istek uyandırmıştır.
Bu çalışmalar, Türkiye devrimci mücadelesinde, sözcüğün tam anlamıyla "kitle çalışması"nın çok geniş biçimde yürütüldüğü çalışmalar olmuştur. Pratikte bir öğrenci hareketinin (Dev-Genç) faaliyeti olarak ortaya çıkan, ama daha sonra THKP-C ve THKO’nun silahlı mücadele rotasının biçimlenmesini sağlayan bu çalışmalar giderek politik nitelik almış ve politik örgütlenme çalışmasına yönelmiştir.
Bu "yaz çalışmaları"nın politik nitelik kazanmasıyla birlikte, İstanbul ve Ankara’da merkezileşmiş olan devrimci örgütlenme girişimleri, Anadolu’nun hemen her yöresiyle doğrudan ilişki kurulmasını ve giderek de Anadolu’nun kırsal bölgelerinde doğrudan ilişkiler yaratılmasını sağlamıştır. Bu çalışmalar sayesindedir ki, Nurhak ve Kızıldere ilişkileri yaratılabilmiştir. Bu çalışmalar yoluyla "kitle içinde" nasıl çalışılacağı, kitle çalışmalarında nelere dikkat edileceği, kitleyle nasıl konuşulacağı vb. konularında önemli deneyimler kazanılmıştır.
Kimileri, bu kitle çalışmalarını "romantik devrimcilik", "köylü devrimciliği" vb. sözlerle küçültmeye ve küçümsemeye çalışmışlarsa da, hemen her durumda devrimci öğrenciler bu çalışmalarda kitle içinde nasıl hareket edileceği, nasıl oturulup kalkılacağı, nasıl konuşulacağı, nasıl giyinileceği gibi "biçimsel" konularda deneyimler kazanmıştır. Yer yer "elitist" ya da "popülist" davranışlar yapılmışsa da, halk içinde legal ya da illegal politik çalışma yapacak kadroların "çalışma tarzı"na ilişkin deneyimler, 1974 sonrasında yükselen devrimci mücadeleye büyük katkıda bulunmuştur. Parka-postallı Dev-Gençliler ve kasketli devrimci öğrenciler, bu dönemin pratik çalışmasını yürüten insanlarıdırlar.
1980 sonrasında doğan "yeni sol kuşak" ise, tümüyle bu geçmişten kopartılmış ve bu geçmiş kitle çalışmalarının pratiğinden habersiz olarak "solculuk" yapmaya başlamışlardır. Köylerin ve tarımın öneminin kalmadığı kanısıyla her şeyin kentlerde yoğunlaştığını düşünen ve kendileri de kent "kökenli" olan "yeni sol kuşak", "kitle" olarak "toplu konutlar"da yaşayan "kentlileşmiş gecekonducular"dan başka kimseyi düşünemez hale getirilmiştir. Gerçek devrimci kitle çalışmasından uzak ve kopuk olarak büyük kentlerin sınırlandırılmış ve icazet verilmiş belli alanlarında (her zaman ifade ettiğimiz gibi İstanbul’da Taksim tramvay durağı ile Ankara’da Yüksel Caddesi) "marjinal gruplar" olarak yaşam sürdüren "yeni solcu kuşak", kaçınılmaz olarak bu yaşam alanlarının mantığı içinde "marjinal" bir görüntü sergilemektedirler.
At kuyruklu, "keçi sakallı", "pis", "kaba" vs. adlarla anılan sakallı, garip görünümlü, sırt çantalı, ellerinde boy boy su şişeleri taşıyan ("sağlıklı olabilmek için insanlar günde en az iki litre su içmelidir"), saçları boyalı, her durumda "halaya duran", protestolarını alkışlarla yapan, yer yer polisle çatışan "marjinal" erkekler ve kadınlar, artık ülkemizin "yeni solcu kuşağı"nı temsil etmektedirler. Bu "yeni solcu kuşak" için yaz ayları "tatil ayları"dır. Kimileri (ki en "militan" olanlardır) legalist ya da legalize olan sol örgütlerin düzenlediği "yaz (gençlik) kampları"nda, "aşkın ve biranın partisi" yaparak günlerini geçirirler.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizelerinde ifade edildiği gibi,
"Herifçioğlu Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı/ Neylesin bizim köyü/Nitsin Mahmut Makal’ı"
haline gelmişlerdir.
"Sol"un örgütsel olarak legalizasyonu ve buna bağlı olarak marjinalleştirilmesi öylesine içselleştirilmiştir ki, "yeni solcu kuşak" neredeyse bunun dışında bir "solculuk"un olabileceğini bile düşünemez hale gelmiştir. Böylesi bir "solcu"luk, kaçınılmaz olarak 1970’lerin devrimciliğini karalayan yazılarla, romanlarla, karikatürlerle oluşturulduğundan, köylerde çalışan devrimcileri de karikatürize eder. Bu devrimciler, "Yak Birinci, ol devrimci" naifliği içinde algılanır. Onların parka-postal giymeleri "biçimcilik" ya da "halktan kopukluk" olarak sunulurken, kendilerinin at kuyruklu saçları, "pis" ya da "kaba" sakalları "sisteme karşı bir protesto" olarak algılanır. Anti-depresanlarla ayakta duran, "kafası karışık", "aşk hikayeleri" ile Kardeş Türkü arasında gidip gelen, "kadın psikolojisi"nden anlamakla övünen, düzen içinde "ayrıcalıklı" bir konuma sahip olmaktan mutluluk duyan, ama yine de "solcu", hatta "komünist" olduğunu söyleyen bir "yeni solculuk" egemen hale gelmiştir.
Bu "yeni solcu", her durumda Che Guevara hayranıdır, "Deniz olmak"tan söz eder. Onların bu yanlarını sömürmeyi "ilke" haline getirmiş legalistler, her durumda Che’den, Deniz Gezmiş’ten söz ederler, onların posterlerini duvarlara asarlar ve hatta "Deniz’in yolunda" adıyla etkinlikler düzenlerler. Denizleri "küçük burjuva maceraperesti" olarak yıllarca karalamış oportünistler, şimdi en hızlı Deniz Gezmiş savunucusu olmuşlardır.
Bu "yeni solcu", Yılmaz Güney’in "Arkadaş" filminde uzun saçlı işçi gencin saçlarını kesişini "biçimcilik" olarak küçümserken, kıvırcıklaştırılmış ve kabartılmış saçlarıyla ortalıkta salınır. Onun için varsa da, yoksa da "kendisi" vardır. Kendisi "önemli"dir! Yıllarca "solcu aile"de "sen önemlisin" denilerek yaşamıştır. Elbette "halkın" çektiği sıkıntılar karşısında "duyarlı"dır. Öylesine "duyarlı"dır ki, her olayda kendisini Taksim tramvay durağına atar ve bunu yapabilmek için de sabahtan akşama Beyoğlu’ndaki "mekanlar"da hazır ve nazır bekler. (Aynı durum Ankara Yüksel Caddesi müdavimleri için de geçerlidir.) Üç-beş kişilik "kitle"yle buralarda "eylem" yapar, fotoğraf çektirir, kameraların karşısına geçer. Zaman zaman devlet "erkanı"nın hazır bulunduğu panellerde "olay" çıkartır, televizyon haberlerine konu olur. Okullar tatil olup yaz gelince ise, "gençlik kampları", "umudu büyütme"nin ideal yerleridir!
"Kampı gerek siyasal açıdan gerekse de kültürel ve sanatsal olarak dolu dolu geçirmek üzere planladık. Ancak asıl amacımız katılan herkesin bu programın birebir parçası olması. Bu nedenle siyasi tartışmalar ve atölyeler tüm katılımcıların izlemesine ve yazılı-sözlü katılımına açık olacak. Kamp süresince siyasi tartışmalar yapıp tebliğler hazırlayacağız. Gençliğin sorunları, iç ve dış politika, sanatın toplumsal ve sınıfsal rolü, kültürel yozlaşma ve daha birçok konuda yapacağımız toplantılar, aklımızı ortaklaştırmamıza ve neye karşı, nasıl mücadele edeceğimize karar vermemize yarayacak.
Bu yıl, spor faaliyetlerini başbakanın ‘özlü sözüne’ itafen ‘Ayak Takımı’ başlığında yürütmeye karar verdik. Futbol, voleybol, basketbol vs. yeter ki ‘Ayak Takımı’nızı kurup gelin. Kısacası ‘Ayak Takımı’ bu kampta iyi bir hazırlık evresi geçirecek.
Üç gün boyunca geceleri konserler ve film gösterimleri olacak. Tiyatro toplulukları oyunlarını sergileyecekler. Sinema, tiyatro, müzik, karikatür, plastik sanatlar, edebiyat ve bilim gibi konularda alanında yetkin isimlerle atölye çalışmaları yapacağız...
Her şeyden önce daha kalabalık olmamız önemli dolayısıyla sen de A-K-P’den şikayetçiysen ve arkadaşlar arasında ‘ah vah’ etmekten bıktıysan bu kampa tüm arkadaşlarını toplayıp gelmelisin. Gelirken alman gerekenler çadırın, uyku tulumun (belki battaniyen) bir de sabah ve akşam yemeklerini karşılayacak olan kampa katılım ücretin, yani 30 YTL." (TKP’nin Gençlik Kampı duyurusu, 2008)
"Kimisi ailesi ve sevgilisiyle ilişkilerini, kimisi düzenle bağlarını, kimisi sınırlarını, kimisi iradesini sorguladı. Ortamın güzelliği, yoldaşlık ilişkilerinin etkisi, bu sorgulamaya devrimci yanıtlar vermelerini sağlıyordu. Çünkü kocaman bir dünya istiyordu gençler, bu yüzden en çok ‘sınırlarımıza/sınırlılıklarımıza hücum etmeliyiz’ diyorlardı. Kamp bu yüzden, ideolojik dönüşüm için gerçek anlamda bir devrimci potaydı.
Gençler ağız dolusu güldü, doyasıya eğlendi
Seminer ve tartışmaların dışında serbest çalışma için ayrılan zamanlar, gençlerin dostlukları büyüttüğü anlar oldu. Bu nedenle kamp, gençlerin birbirinden öğrendiği, kendilerini tartıştığı, ifade ettiği, hem de doyasıya eğlendiği, oynadığı, denize girdiği bir okuldu. Düzenin yozlaştırıcı televole eğlencelerinin dışında, onlara bulaşmadan, özenmeden de doyasıya eğlenilebileceği görüldü bir kez daha. Seviyeli, çıkarsız, ama sevgi ve dostluk yüklü, paylaşımda sınırsız bir beş gündü yaşanan.
Çok kısa zamanda hazırlanan tiyatro ve şiir atölyelerin üretimleri, tatlı rekabetlerin yaşandığı futbol turnuvası, şarkılı-türkülü eğlenceleri ve oyunlarıyla her gencin kendinden bir ışıltı kattığı kolektif bir üretimdi SGD gençlik kampı. Herkesin gözleri ışıl ışıldı bu yüzden." (Ezilenlerin Sosyalist Alternatifi Atılım’ın 2005 yaz kampı "değerlendirmesi".)
Bütün bu marjinallik karşısında 70’lerin devrimcilerinin köy çalışmaları elbette "naif" kalacaktır! Onlar, "yaz kampları"nda "ağız dolusu" gülüp, "doyasıya" eğlenmek yerine köylere gittiler. Köyde köylüyle hasat yaptılar, harman kaldırdılar, sömürüden söz ettiler, devrimin neden gerekli olduğunu anlattılar. Çalıştılar, çabaladılar, silah elde savaşa girdiler, dağlara çıktılar. Ve devrim mücadelesi, 1970’ler boyunca onların çalışmalarıyla, çabalarıyla, savaşlarıyla ve kanlarıyla gelişti, yayıldı ve yükseldi.
Eğer devrim, kitlelerin eseriyse, kitlelere gidilecektir. Devrimin olmasını beklemek yerine devrim yapmayı önüne koyan her devrimci, geçmiş devrimci mücadelenin deneyimlerinden yararlanarak, bir kez daha onların yolundan ilerleyecektir. Bunun için her türlü marjinallikten uzak durarak, halkın yaşamıyla ilgisi olmayan bir yaşam "tarzı"nı bir yana bırakarak gerçek devrimciler olmalıdırlar.
Belki köylünün nüfusun azınlığını oluşturduğunu, tarımın ekonomik değerinin kalmadığını, devrim mücadelesinin kentlerden başlayacağını düşünebilirler. Ama her durumda "dünyanın kalabalığı"na karışmak zorundadırlar. Bunu nasıl yapılacaklarını da bilmeyebilirler.
Bir adım atılmalıdır.
Saçınızı, sakalınızı kesin. Kendi köyünüz yoksa, bir köye gidin, köylülerle hasada katılın, çevrenizi tanıyın, insanlarla konuşun. "Biz de geçtik bu yollardan", "bunlar boş işler" diyenlere aldırmayın. Dağda gerilla olmayı hayal etmeseniz bile, insanları tanıyacaksınızdır. "Plaza"ların, "site"lerin dışında gerçek bir dünya olduğunu ve bu gerçek dünyada gerçek insanların yaşadığını, ürettiğini görmeniz bile, 12 Eylül’den bugüne kadar geçen 30 yıla meydan okumak olacaktır. Belki bugün bunları tek başınıza yapmak durumunda kalacaksınız. Ama yarın, örgütlü mücadelenin, planlı-programlı mücadelenin gerekliliğini görerek ve onun bir parçası olarak bu ilk adımın sonuçlarını alacaksınızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder