BİR ŞEY YAPMALI
CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN
.....................
cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak
.................
Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi
31 Mayıs 2009 Pazar
BU AY BİTTİ
1MAYISTAN 6 MAYISA
6MAYISTAN 31MAYISA
NE ÇOOK GÜN GEÇTİ
ÖNEMLİ OLAN SADECE BİR KEZ HATIRLAMAK
(HEPİNİZİ HATIRLIYORUM)
GENCO ERKAL
İstanbul Üniversitesi'nin Psikoloji bölümünü bitiren Genco Erkal 1959 yılından başlayarak Türkiye'nin önemli özel tiyatro topluluklarında oyuncu ve yönetmen oarak çalıştıktan sonra, 1969 yılında, bugün de sanat yönetmeni olduğu Dostlar Tiyatrosu'nu kurdu.
Gorki, Brecht, Sartre, Peter Weiss, Steinbeck, Havel, Tankred Dorst gibi yabancı yazarların yanısıra, Aziz Nesin, Haldun Taner, Nazım Hikmet, Can Yücel, Refik Erduran, Vasıf Öngören, Orhan Asena, Behiç Ak gibi Türk yazarlarının oyunlarını yönetti. Roman, öykü, şiir gibi değişik türlerden tiyatroya uyarlamalar yaptı, oyunlar çevirdi.
Çeşitli ödüller kazandığı ünlü rolleri arasında Aslan Asker Şvayk, Gogol'ün Bir Delinin Hatıra Defteri, Brecht'in Galileo'su, Maxwell Anderson'un Yalınayak Sokrates'i, Nâzım Hikmet'ten Kerem Gibi, Can Yücel'den Can sayılabilir.
Senfonik konserlerde Prokofiev'in Peter ile Kurt, Stravinski'nin Askerin Öyküsü, Fazıl Say'ın Nâzım adlı yapıtlarını anlatıcı olarak seslendirdi.
Önemli uluslararası film festivallerinde gösterilen ve bir çok ödül kazanan At, Faize Hücum, Hakkâri'de Bir Mevsim, Camdan Kalp filmlerinin baş rolünde oynadı. TRT Televizyonu için Haldun Taner'in ünlü müzikli oyunu Keşanlı Ali Destanı'nı yönetti ve oynadı.
Değişik yıllarda bir çok kez "yılın en iyi erkek oyuncusu", "en iyi tiyatro yönetmeni"seçildi, yaşam boyu başarı ödülleri kazandı.1982 ve 1983 yıllarında "en iyi sinema oyuncusu" olarak Antalya Film Festivali'nde iki kez Altın Portakal aldı.
1993-1998 yılları arasında, Paris'te ve Avignon Festivali'nde Fransızca da oynamaya başlayan Genco Erkal, üç Fransız yapımında rol aldı: Nâzım Hikmet'ten Sevdalı Bulut, Philippe Minyana'dan Ou vas-tu Jérémie? ve Paulo Coelho'nun ünlü romanından uyarlanan Simyacı.
Tiyatro Sanatçısı Genco Erkal, Yeni Oyunu "Marx'ın Dönüşü"nün İzmir Gösteriminin İlkini Ege Üniversitesi Kampus Kültür Merkezi'nde Sergiledi. Öğrenci ve Öğretim Üyelerinin Yoğun İlgi Gösterdiği Oyunun Finalinde Çoşkulu Kalabalık Sanatçıyı Uzun Süre Ayakta Alkışladı.
Tiyatro sanatçısı Genco Erkal, yeni oyunu “Marx’ın Dönüşü”nün İzmir gösteriminin ilkini Ege Üniversitesi Kampus Kültür Merkezi’nde sergiledi. Öğrenci ve öğretim üyelerinin yoğun ilgi gösterdiği oyunun finalinde çoşkulu kalabalık sanatçıyı uzun süre ayakta alkışladı.
Oyunun sonunda Erkal’a teşekkür eden Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz konuşmasında şunları söyledi:
Tiyatronun aydınlık yüzü
“Çok değerli sanatçımız bazen ‘Yalınayak Sokrates’ olarak karşımıza çıkıp, yaşamın anlamını erdemle ilişkilendirdi. Bazen Nazım Hikmet olup, memleket sevgisi olup yüreklerimize aktı. ‘Madımak’ta Yakılacak Can’ oldu, toplumun vicdanına seslendi. Şimdi de Marx olarak konuğumuz oldu. Genco Erkal bütün bunları oyun olarak sergileyen bir sanatçı değil. Biz Genco Erkal’ı sadece aydınlık yüzünden değil, yüreğinden dolayı da seviyoruz. Üniversitem adına bizlerle birlikte olduğu için kendisine çok teşekkür ediyorum.”
TAYAD LI AİLELER
BEN GÜLSÜMAN DÖNMEZ
Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarına karşı hükümetin sessiz tutumu sürerken, her geçen gün ölümler artıyor. Ölüm orucunun 147. gününde yaşamını yitiren Gülsüman Dönmez adına TAYAD'lı aileler tarafından yazılan mektup, devletin, cezaevlerinde ve dışarıdaki ölümlere sessiz tanıklıgının trajedisini ortaya koyuyor. Ben, Gülsüman Dönmez ölüm orucunun 147. Gününde öldüm ben. 147 gün hücre hücre eriyerek, sizlere, halka, dünyaya gerçekleri anlatmak için ölüme yürüdüm. Ve öldüm yürüyüşümün 147. Gününde. 147 gün konuştum açlığımla, anlamadınız. Anladınız, anlamamazlıktan geldiniz, duymadınız, görmediniz, görmek istemediniz. Bunun için simdi ölerek konuştum. Hala anlamayanlara bir kez daha anlatmak için konuşuyorum şimdi. Ölüler konuşmaz mı? Evet ben konuşmak için öldüm. Ciltlerce kitapta yazılanları anlatmak için öldüm. Herkese söylüyorum ama özellikle size, siz kendine devrimciyim, demokratım, ilericiyim, solcuyum diyenlere, sendikalara, odalara, derneklere! 147 gün oğlum Sinan'ın kolları arasında eriyerek öldüm. Burjuva basın dediğiniz gazetelerin kimi köşe yazarları bile dışarıda 38 yaşında bir kadının ölüme yürüyüşüne düşündü, utandı, yazdı, 'trajik' dediler... Siz ölümümün anlamını bile anlamadınız. Sıradan bir ölüm gibi değerlendirdiniz ölüm haberimi. Aferin size, böyle olun, böyle devam edin! Ben Gülsüman Dönmez... Bir emekçiyim. Kadınım. Bir çocuk anasıyım. Bu toprakların değerleriyle büyüyen ve değerlerini bu topraklara katanım. F Tiplerinin ne olduğunu size anlatmayacağım. Çok iyi biliyorsunuz; IMF'yi, F Tiplerini, tecriti, saldırının herkese olduğunu... Bunları siz de anlatmadınız mı her şeyin süt liman olduğu, daha devletin saldırmaya başlamadığı günlerde? Sonra sustunuz! Siz hep başkalarının ödediği bedellerle sağlanan koşullarda mı konuşursunuz? Ben hapishanede değildim. Ama sanki o hücreler benim üstüme kapanacak gibiydi. O tabutluklar benim içindi. O tabutluk oğlum Sinan içindi. Hepimiz içindi. Ben de ölüm orucuna başladım. Geçen yıl Kasım'ın 14'üydü. Kapılarınızı çaldım birer birer. Demokrattınız, devrimciydiniz, ilericiydiniz, solcuydunuz. Öyle diyordunuz kendinize. Bu haklı direnişi sürdüreceğimiz bir yer istedik sizlerden. Yok dediniz. Her çaldığımiz kapıdan aynı cevabı aldık; 'Ölüm orucuna karşıyız', 'açlık grevine karşıyız', 'polis izin vermez', 'kurumumuz kapatılır', 'baskılar olur'... Ne kadar da tatlı canınız vardı, ne kadar da değerli kurumlarınız vardı. Hiç kapanmaması, devletin hiç dikkatini çekmemesi gereken kurumlarınız... Korkuya başka adlar bulmakta ne de mahirdiniz! Kapılarınız yüzümüze kapandı. O yönetimlerinde olmakla övündüğünüz odaların, sendikaların kapıları da hiç açılmadı. Yönetiminde siz vardınız da ne oluyordu sanki? Kendine demokrat, devrimci diyen birileri olsa farklı mı olacaktı. Özgürlükçülükmüş, demokratlıkmış... ne demokratlığı, ne özgürlüğü? Bana demokrat olamayan yoksullara mı olacak? Ben sosyalistliği kitaplardan okumadım, ama yaşadım yoksulluğun en alasını, gördüm kurtuluşun nasıl olması gerektiğini... Hele Ankara'da meydanlarda ağzımız burnumuz kan içinde kalıp da, peşimizde çevik güruhu ve faşistler varken, her birinizin kapısını tek tek çaldığımız günler... 50-60 yaşında anaları, babaları sokağın ortasında bıraktığınız günler... Bu muydu sizin solculuğunuz? Bu muydu sizin sosyalistliğiniz? Ne ilgisi var, siz insan bile olamadınız. Düşmanın kapısına gitsek sizin yaptığınızı yapmazdı. 2 bin kişi yuuuh' çektik, tabelası yalan söyleyenlere... Yüzünüz yine kızarmadı. Halkın ahlakından ne kadar da uzaktınız. Beyoğlu'nun ahlakı size bunları mı öğretiyor? Bu muydu devrimcilik? İlericilik, sosyalistlik bu muydu? Demokrasi, özgürlük böyle mi savunulurdu? Hayır. Önüme yüzlerce kitap da yığsanız, en allame-i cihanlarınızı da karşıma getirseniz, devrimciliğin bu olduğuna inandıramazsınız beni. Ben gün gün ölmeye devam ettim. Ben ölürken Adalet Bakanı yardım yataklıktan dava açtı. Kara mizah değil mi? Ben ölürken, sizin dergilerinizde, bildirilerinizde 'yaşamak' üzerine fetvalar veriliyordu. Demek biz yaşamayı bilmiyorduk öyle mi? Demek yaşamak sizin söylediğiniz gibi olmalı öyle mi? Yiyeceksin, içeceksin, tuvalete gideceksin... Bir de hep konuşacaksın... Bu mu yaşamak? Yaşamak öyle mi? Siz yaşamayı bilirsiniz, biz bilmeyiz öyle mi? Siz rahat yatağınızda yatarken, ben 11 yaşındaki oğlumun kollarında öldüm. Siz yaşamayı bilirsiniz öyle mi? Siz 11 yaşındaki Sinan'ıma bıraktığım mirası anlayabilir misiniz? Siz yaşamayı benim gibi anlayabilir misiniz? Daha anlamamakta direniyorsanız bir de Nazım Hikmet anlatsın size, yaşamanın ne olduğunu; 'Yasamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesi ki,... insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.' Nazım'ı da hiç dilinizden düsürmezsiniz bilirim... Ben Gülsüman Dönmez. Onlarca romanda okudunuz belki beni ve benim gibi kadınları. Bu romanları gençlere vererek; bak işte devrimciler böyledir' deyip örgütlediniz. İşte ben gerçeğim. İşte ben bu topraklardayım. Bu direniş, bu zulme karşı haykırış bu topraklarda yankılanıyor. Derdiniz de bu değil mi zaten; aman bu topraklarda olmasın, yoksa tekkeleriniz gümbürdemeye başlar öyle mi? Zulmün karşısına çıkamayan, hak ve özgürlük mücadelesinde olmayan, demokratlıktan, devrimcilikten bihaber olan tekkeler olsa ne olur, olmasa ne olur? Ben Gülsüman Dönmez. Ölüm orucunun 147. Gününde öldüm... Ey adına devrimci, demokrat, sosyalist, emekten yana diyen partiler, sendikalar, odalar, dernekler; Okuduğunuz kitaplar, yaşadıklarınız öğretmediyse, devrimciliğin, demokratlığın, ahlakın, erdemin, yoldaşlığın, sahiplenmenin ne olduğunu benden öğrenin. Önce insan olmayı, sonra demokrat devrimci olmayı öğrenin!
TAYAD'LI AİLELER
DİP NOT
Ölüm Oruçları: 107 Kişi Öldü, 1 Kişi Eylemde
20 Ekim 2000'de başlayan ölüm orucu eylemleri üçüncü yılı doldurdu. Bugüne kadar eylemlerde 107 insan yaşamını yitirdi.Tutuklu Aileleri ile Yardımlaşma Birliği, Ceza ve Tevkif Evleri eski Müdürü Ertosun'a takdir belgesi veren AKP hükümetini kınadı.
Özgür Radyo 21/10/2003 Hamza AKTAN
BİA (İstanbul) - F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm orucu eylemi bugün 3. yılını yani 1095 gününü dolduruyor. 20 Ekim 2000 tarihinde başlayan eylemde, operasyonlar da dahil olmak üzere 107 insan yaşamını yitirdi, 500'e yakın insan da sakat kaldı.816 tutuklu ölüm orucunu başlattı Ölüm orucu eylemini, 20 Ekim 2000 günü Türkiye'nin çeşitli cezaevlerinde kalan 816 tutuklu başlattı. Eylemciler, "F tipi cezaevlerinin açılmamasını, Terörle Mücadele Yasası ve 3'lü Protokol'ün kaldırılmasını" istedi. 21 Mart 2001 günü Sincan F Tipi Cezaevi'nde Cengiz Soydaş'ın yaşamını yitirmesinin ardından, ölümler peşpeşe geldi. Eylemde, bugüne kadar 19 Aralık ve Küçükarmutlu operasyonları da dahil olmak üzere 107 kişi yaşamını yitirdi. Eylem bugün yalnızca Mürsel Kaya adlı tutuklu tarafından Ankara Numune Hastanesi'nde sürdürülüyor.Tukuklu yakınları: Tecriti kaldırın Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yardımlaşma Derneği (TAYAD), bugün de hükümete seslenerek sorunun kısa zamanda çözülmesini istedi. Pişmanlık Yasası'nın başarıya ulaşması için devletin kendilerine mektup gönderdiğini savunan TAYAD'lı aileler, çözümün bizzat tutuklu ve hükümlülerle görüşülerek gerçekleştirilebileceğini belirterek, F tipi cezaevlerindeki tecridin bir an önce kaldırılması talebini yineledi.Tutuklu Aileleri ile Yardımlaşma Birliği de (TUYAB) ölüm orucunun 3. yılını doldurması nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada, Ceza ve Tevkif Evleri eski Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'a takdir belgesi veren AKP hükümetini eleştirdi.Eylemin başladığı günden bu yana; 19 Aralık 2000'de cezaevlerine düzenlenen operasyonlarda ikisi jandarma 30, ölüm oruçlarında 51, kendini yakma yoluyla 5, tedavi sırasında 2, Küçük Armutlu'da ölüm orucu yapılan evlere düzenlenen operasyonda 4, intihar yoluyla 2, Hollanda'da bir saldırı sırasında 1 kişi hayatını kaybetti.Son 1 yılda üç kişi öldü Geçen yıldan bugüne kadar 3 kişi yaşamını yitirdi. DHKP-C davasından yargılanan tutuklular Yusuf Aracı ile Şengül Akkurt ölüm orucu eyleminde öldü. Aynı davadan yargılanan Orhan Uğur'un da Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde yaşamını yitirmesiyle, son bir yıl içinde ölenlerin sayısı 3'e yükseldi. Arabulucu girişimleri sonuçsuz kaldı Bundan üç yıl önce 20 Ekim 2000'de F tipi cezaevleri inşaatlarının hızlandığı yolundaki haberler üzerine DHKP-C, TKP (ML), TKİP davası hükümlü ve tutuklulardan 1000 kişilik grup açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerini başlattı. 19 Aralık operasyonunun ardından da diğer davalardan yargılanan tutuklular ölüm orucu eylemine katıldı. 2000 yılının Aralık ayında aydınlar Yaşar Kemal, Oral Çalışlar, dönemin Fazilet Partisi milletvekili Mehmet Bekaroğlu ile Türk Tabipleri Birliği (TBB) ve Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) temsilcilerinden oluşan arabulucu heyeti taraflarla günler süren görüşmeler yaptı. Görüşmeler sırasında, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, "Kamuoyu ikna edilmeden F tipi cezaevleri açılmayacak" açıklamasını yaptı. Ancak, bu açıklamanın ardından, aynı anda 20 cezaevine düzenlendi ve "Hayata Dönüş Operasyonu" denilen bu olayda, 30 tutuklu ile 2 jandarma eri yaşamını yitirdi. 19 Aralık Operasyonunda Ölenler Bayrampaşa: Cengiz Çalıkoparan, Ali Ateş, Mustafa Yılmaz, Murat Ördekçi, Nilüfer Alcan, Fırat Tavuk, Aşur Korkmaz, Şefinur Tezgel, Yazgül Güder Öztürk, Gülser Tuzcu, Seyhan Doğan, Özlem Ercan.Ümraniye: Ahmet İbili, Ercan Polat, Umut Gedik, Ata Akçagöz, Rıza Poyraz ve kimlikleri belirlenemeyen iki. Çanakkale: Fidan Kalşen, Fahri Sarı, Sultan Sarı, İlker Babacan Bursa: Murat Özdemir, Ali İhsan Özkan Çankırı: İrfan Ortakçı, Hasan Güngörmez Uşak: Berrin Bıçkılar, Yasemin CancıCeyhan: Halil ÖnderOperasyonda, Ümraniye Cezaevi'nde jandarma astsubay Nurettin Kurt, Çanakkale Cezaevi'nde de Mustafa Mutlu adlı jandarma eri öldü.Zorla F tipine sevk ettiler Operasyon sonrası, açlık grevi ve ölüm orucu yapmayanların da aralarında bulunduğu çok sayıda tutuklu ve hükümlü henüz hizmete açılma durumunda olmayan F tipi cezaevlerine zorla sevk edildiler. Dışarıdan destek açlık grevlerinin sürdüğü Küçük Armutlu ve Okmeydanı, Alibeyköy'deki evlere polis operasyon düzenledi. Eylemin sona ermesi için İstanbul, Ankara ve İzmir barolarının başlattığı "üç kapı, üç kilit" kampanyası kamuoyundan destek aldı ancak Adalet Bakanlığı'nı harekete geçiremedi. Cezaevinde ölen 38 kişinin isimleri: Cengiz Soydaş, Adil Kaplan, Bület Çoban, Fatma Ersoy, Nergiz Gülmez, Tuncay Günel, Celal Alpay, Abdullah Bozdağ, Erol Evcil, Murat Çoban, Gürsel Akmaz, Endercan Yıldız, Sibel Sürücü, Hatice Yürekli, Sedat Karakurt, F. Hülya Tümgan, Hüseyin Kayacı, C.Tayyar Bektaş, Veli Güneş, Aysun Bozdağ, Ali Koç, Muharrem Horoz, Ali Ekber Barış, Tülay Korkmaz, Ali Çamyar, Zeynel Karataş, Yusuf Kutlu, Yeter Güzel, Doğan Tokmak, Meryem Altun, Okan Külekçi, Semra Başyiğit, Fatma Bilgin, Lale Çolak, Melek Birsen Hoşver, Gülnihal Yılmaz, Fatma Köse, Hamide Öztürk, Canan Kulaksız, Şenay Hanoğlu.Ölüm orucu 19 Aralık operasyonundan sonra da devam etti, tahliye edillen tutuklu ve hükümlüler tahliye olduktan sonra da eylemlerine devam etti. Tahliye olduktan sonra ölüm orucunu sürdürürken ölen kişilerin isimleri şunlar: Uğur Türkmen, M. Gökhan Özocak, Sevgi Erdoğan, Osman Osmanağaoğlu, Gülay Kavak, Gümüş Şahingöz, Abdulbari Yusufoğlu, Ali Rıza Demir, Ayşe Baştimur, Zeynep Arıkan Günboğa, Tuncay Yıldırım. Protesto amacıyla kendini yakanlar: Kazım Gülbağ, İbrahim Erler, Eyüp Savur, Nail Çavuş, Muharrem Çetinkaya.* Tedavi sırasında ölenler: Mustafa Coşkun ve Hıdır Demir 5 Kasım Küçükarmutlu operasyonunda ölenler: Arzu Güler (Destekçi Ölüm Orucu Eylemcisi, Sultan Yıldız (Refakatçi), Bülent Durga (Refakatçi), Barış Kaş (Refakatçi).Cezaevinde intihar edenler: Halil Koçyiğit ve Volkan Ağırman. Saldırı sonucu ölen: Hollanda'da destekçi ölüm orucu eylemcisi Cafer Dereli 9 Aralık 2001'de öldü.
POLİS KURŞUNUYLA ÖLENLER İÇİN....
Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" Polis Kurşunuyla Ölenler İçin Sahnede
Tursun, Okey, Menekşe, Ete, İnci, Gemik, Alexis ve daha nicesi... Tiyatro İmge polis tarafından katledilenler için Dario Fo'nun "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"nü sahneliyor. Oyun 4 Ocak Pazar günü Haldun Dormen Sahnesi'nde görülebilir.
Tiyatro İmge, polis tarafından öldürülenlerin ansısına sahneye çıkıyor.
Çalışmalarını BEKSAV bünyesinde sürdüren topluluk İtalyalı oyun yazarı Dario Fo'nun ölümsüz eseri "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"nü bu kez polis tarafından katledilen Baran Tursun, Festus Okey, Yahya Menekşe, Feyzullah Ete, Cem İnci, Çağdaş Gemik ve Yunanistan'dan Alexandros Grigopoulos için oynayacak.
Yönetim, dekor, ışık ve kostümünü Tiyatro İmge'nin kolektif olarak yaptığı oyunda Ergün Demir, Şirin Geylan, Nurcan Uçar, Denizcan Abay ve Nurten Baydemir rol alıyor.
Oyun 4 Ocak Pazar günü saat 15.00'te Haldun Dormen Sahnesi'nde izlenebilir.
"Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" hakkında
Oyun, 1969'da Milano'da geçer. Duomo meydanı civarında bir bomba patlar ve 16 kişi yaşamını yitirir. Polis patlamadan anarşistleri sorumlu tutar ve Giuseppe Pinelli'yi tutuklar. Anarşist Pinelli'nin, camdan atlayarak 'intihar' ettiği iddia edilir. Ve bir 'deli' sorgulanmak üzere aynı binaya getirilir. İşte, oyun da emniyet teşkilatının kaderini değiştiren olaylar da bundan sonra başlar.
Tiyatro İmge hakkında
1995 yılından bu yana BEKSAV bünyesinde çalışmalarını sürdüren Tiyatro İmge yurtiçi ve yurtdışı olmak üzere pek çok yerde, sokaklarda, miting alanlarında oyunlarını sergiledi. 'Özgürlük Koşusu', 'Fırtınadan Önce', 'Gece Gelen Telgraf', 'Moskova Önlerinde', 'Dağ Dili', 'Çok Uzaklardan Geliyoruz', 'Suyun Rengi', 'Tanya' gibi sahne oyunlarının yanında birçok sokak oyunu ve çocuk oyununu seyirci ile buluşturdu.
* Haldun Dormen Sahnesi,
Ergenekon Caddesi, İdil Pasajı, No: 98 Pangaltı/Şişli
DARIO FO
İtalyan oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve oyuncu. 1997 Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır.
Oyunlarındaki temalar güncel sorunlara dayandığı için tiyatro karikatürcüsü, toplumsal ajitatör ve radikal palyaço olarak da nitelendirilen Fo, kariyerine küçük kabare ve tiyatrolar için yergili revüler yazan bir metin yazarına yardım ederek başlamıştır. Oyuncu Franca Rame ile evlendikten sonra, 1959'da Rame ile birlikte Dario Fo- France Rame Topluluğu'nu kurmuştur. İkili "Canzonissima" adlı televizyon programında sundukları komik skeçlerle kısa sürede tanınmış, zamanla siyasal bir ajit-prop tiyatrosu geliştirmişlerdir. İkilinin oyunları temelde "Commedia dell'Arte" geleneğine dayanmaktadır ve tarzları Fo'nun deyişiyle "resmi olmayan solculuk"la kaynaşmıştı. İkili daha sonra, 1968'de İtalyan Komünist Partisi'yle bağları olan Yeni Sahne adlı bir başka topluluk kurmuştur. 1970'te ise Halk Tiyatrosu Topluluğu ile fabrika, park, spor alanı gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerleri dolaşmaya başlamışlardır. Morte Accidentale di un anarchico (1974; Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü, 1990) ve Non si paga, non si paga! (1974; Ödemiyoruz, Ödeyemeyeceğiz!) gibi oyunları çok tutulmuştur.
Bir oyuncu olarak Fo en çok, tek başına bir yetenek gösterisi yaptığı Mistero Buffo'daki (1973) rolüyle tanınmıştır. Her izleyici topluluğu önünde değişecek kadar güncelliğe dayanan bu yapıt ortaçağ gizem oyunlarının çağdaş bir uyarlaması olarak değerlendirilmektedir.
Oyunları
Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü (Morte accidentale di un anarchico-1970)
Klaksonlar, Borazanlar ve Bırtlar
Kadın Oyunları(Female Parts-1981)
Elizabeth, Neredeyse Kadın
Ödenmeyecek, Ödemiyoruz (Non si paga! Non si paga! - 1974)
Japon Kuklası
Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü,
(İtalyancası: Morte accidentale di un anarchico)
Dario Fo tarafından yazılmış seyirlik oyun. İtalyan oyun yazarı Dario Fo'nun 1970 yılında kaleme aldığı eser; İtalyan Halk Tiyatrosu "Commedia dell'Arte türünün iyi bir örneği sayılmaktadır. Sinema ve tiyatro sanatçısı Füsun Demirel’in çevirisiyle Türkçe'ye kazandırılan eser, Türkiye'de çeşitli tiyatro toplulukları tarafından sahnelenmiştir. İki perde olarak sunulan oyun, İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sekiz yıl boyunca oynanmış olup, iki saat 5 dakika sürmektedir.
İRONİ:)1 mayista polisten kacan adamin mhp binasina girmesi
Nobel ödüllü yazarın bu komedisi, gerçek bir olaya dayanmaktadır. 1969 yılında Milano' da bir meydanda patlayan bir bomba; 16 kişinin ölümüne yol açar. İtalyan polisince suçlanarak tutuklanan anarşistlerden Giuseppe Pinelli'nin cesedi, gözaltında tutulduğu emniyet müdürlüğünün penceresinin altında bulunmuştur. Gelen açıklama, "kaza sonucu ölüm"dür. Bir "deli" sorgulanmak üzere aynı binaya getirilince, ironi içinde anlatılan olaylar zinciri, Derin devlet'in sorgulanmasına kadar varacaktır.
NOT: FIRSATINI BULAN MUTLAKA İZLEMELİ
DESTINA
DESTİNA
Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
DESTİNA
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden sırf bu yüzden
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
DESTİNA
Yaşamımın gizini vereceğim sana
30 Mayıs 2009 Cumartesi
LAVINIA
Lavinya
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme lavinia
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin yine de sen bilirsin
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme lavinia
Üşüyorsun ceketimi al günün en güzel saatleri bunlar
Lavinia yanımda kal
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme lavinia
Adını gizleyeceğim
Sende bilme bilme lavinia
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin yine de sen bilirsin
Ama
Özdemir Asaf (1957)
ADINA /Ö.ASAF
ADINA
Gece denize yanaştım.
O sulardan geliyordu
Duydum.
Ne iyi dedim.
Baktım
O bir gemide geçiyordu.
Bağırdım.
Gel'siz gitme'siz.
Döndüm çakıllara sordum
Siz kimdensiniz.
Dediler durandan
Bizi yakın edenden.
Denizi sorguya çektim.
Dedim Görüyor musun yaşadığımı..
Yetinemedim.
Tuttum yakaladım kendimi
Getirdim gözlerinize serdim.
Durdum size soruyorum..
Yaşadığımı görüyor musunuz.
Yaşadığımı
Görüyor Musunuz.
Ö.ASAF
DİVANE AŞIK GİBİ
Divane aşuk gibi da dolanirum yollarda
Yar senin sebebune yar senin sebebune
Kaldım istanbullarda kadım istanbulbul
Baban beni babamdan birkerecuk istesun
Allahın emru ile allahın emru ile
Gelinum olsun desin gelinim olsun
al şalum yeşil şalım da dünyayı dolaşalum
sen yağmur ol ben bulut sen yağmur ol ben bulut
Maçkada buluşalum maçkada bulu......
MADE IN .....
01-Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalisma hastaligi,
02-Yeni atilmis bir betona basma ve isim yazma hastaligi,
03-Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, biyik ve gözlük yapma hastaligi,
04-En iyi arabayi ben kullaniyorum zannetme hastaligi,
05-Kar topunun içine buz koyma hastaligi,
06-Cep telefonu kullaniminin yasak oldugu ortamlarda ille de görüsme yapma hastaligi,
07-Belediyenin duraklara koydugu saatlerin yelkovan ve akrebini sökme hastaligi,
08-Kumsalda Deve güresi yapma hastaligi,
09-Sahin marka arabayi, Dogan görünümlü yapma hastaligi,
10-Agaçlara ve parktaki banklara kalp ve isim bas harfi kazima hastaligi,
11-Derslerini çalisip sinifini geçenleri inek sanma hastaligi,
12-Meslegimizdeki unvanimizi Ingilizce olarak söyleme hastaligi,
13-Tiki olan insanlarin tikleri ile ugrasma hastaligi,
14-Iskambil kagitlarindan kule yapan birinin kulesini bozmaya çalisma hastaligi,
15-Cep telefonu ile bagira bagira konusma hastaligi,
16-Reklam için duvarlara veya panolara yapistirilan afisleri yirtma hastaligi,
17-Tuvalet duvarlarini defter sanma hastaligi,
18-Otobüs duraklarina yazı yazma hastaligi,
19-Trafikte bizi geçen bir Arabayi mutlaka yakalayip onu geçmeyi ilke sayma hastaligi,
20-Sinyal verir vermez serit degistirip, kazaya sebebiyet verdigimizde sinyal verdik görmüyon mu deme hastaligi,
21-Ara yollardan ana yola çikacak araca yol vermeme hastaligi,
22-Ünlü birini gördügümüzde ona el sallama hastaligi,
23-Ünlü birini gördügümüzde onunla fotograf çektirip çok samimiyiz havasi verme hastaligi,
24-Yasamadigimiz bir seyi yasamis gibi anlatip ona kendimizi inandirma hastaligi,
25-Otobüs duraga yanastiginda ille de ön kapidan inmeye çalisma hastaligi,
26-Otobüs koltuklarini yirtma ve üzerlerine acayip acayip yazilar yazma hastaligi,
27-Minibüs soförüyseniz begenmeseniz bile mutlaka kral FM dinleme hastaligi,
28-Trafikte kirmizi isikta dururken, yesil isik yanar yanmaz kornaya basma hastaligi,
29-Trafikte kirmizi isikta dururken burun karistirma hastaligi,
30-Kimsenin herhangi bir konu hakkinda bilgisi olmadigini anladigimiz anda o konu hakkinda atip tutma hastaligi,
31-Elektrik, su, dogalgaz, vergi, trafik cezasi vb..faturalari son gününde ödeme hastaligi,
32-Kar yagdiginda eve bolca ekmek alma hastaligi,
33-Grup halinde bir meydana konan güvercinlerin üzerine kosup onlari kaçirmaya çalisma hastaligi,
34-Evli olanlarin bekarlara sakin ha evlenme demesi hastaligi,
35-Ayni filme giden insanlarin filmden çiktiktan sonra filmi birbirlerine anlatmalari hastaligi,
36-Eline silah geçen birinin hemen o silahla saka yapma ihtiyaci duymasi hastaligi,
37-Arabayla yolda giderken tanidik birini görünce arabayi sakadan onun üzerine dogru sürme hastaligi,
38-Takim elbise giyince elini cebe sokma hastaligi,
39-Tuttugu takim galip gelince havaya silah sikma hastaligi,
40-Meslek arkadaslarina mesleki sakalar yapma hastaligi.
ZOR ZANAAT
masanın örtüsü mavi basmaüstünde yalansızgüler yüzlücesur kitaplarımız dururyeşillikten dönmüşüm anacığımkendi memleketimdedüşman kalesindegecenin saat birilambayı söndürmedikyanımda karım yatarkarım 5 aylık,gebeliğindeetim etine değendeelimi karnına koyanda,bebek kıpır kıpır kıpırdardalda yaprak,suda balık,rahimde insan yavrusuyavrum...yavrumun pembe yünden zıbınıanası ördübedeni benim karısımla bir karışkolları şu kadarcıkyavrum...kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum oğlan olursa bana kız olursa ela ela baksın oğlan olursa maviş mavişyavrum...yavrum öldürülmesin istiyorum yirmi yaşında oğlan olursa cephelerde,kız olursa sığınaklarda gece yarıları yavrum...kız olsun oğlan olsun,kaç yaşında olursa olsun yavrum düşmesin istiyorum hapislere güzelden ,haklıdan,barıştan yana diye fakat malum...kızım yahut oğlum gecikirse suların ışıması dövüşeceksin ve hatta.. yani haylice müşkül zanaatmış bizde bugün babalık zanaatı dagecenin saat biri,lambayı söndürmedik.belki yarım saat sonra, belki sabaha karşıgene basılabilir evim,beni alıp götürürlerkitaplarımızla beraberyanımda birinci şubeninkilerdönüp bakarımdurur kapıda karım eşiğin üzerindeuçar entarisi sabah rüzgarındayüklü agır karnındabebek kıpır kıpır kıpırdar.
SEVGİNİN ÖNÜNDE EĞİL KIZIM
Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım
ataol behramoğlu
ÇOCUK EMEĞİ SÖMÜRÜSÜ....
Çocuk Emeği Sömürüsü Bir Kapitalizm Gerçeğidir
ÇOCUK EMEĞİ SÖMÜRÜSÜ BİR KAPİTALİZM
GERÇEĞİDİR
Marks'ın deyimiyle insanlık öncesi son toplum biçimi olan kapitalizm, 1929 buhranından sonra tarihinin en derin krizi ile karşı karşıya. Kapitalist üretim biçiminin ana karakteri olan anarşik üretim, bir yandan metaların, insanoğlunun ihtiyacının çok üzerinde üretilmesine sebep olurken diğer yandan da bu metaları üreten işçi ve emekçilere sefalet düzeyinde bir yaşam dayatıyor.
Anarşik/düzensiz üretim, aşırı üretim olarak kendini gösterirken herhangi bir metanın üretim maliyetinin olabilecek en alt düzeye çekilmesi işçi ve emekçilerin en üst düzeyde sömürülmesi anlamına geliyor. Üretilen metaların/nesnelerin potansiyel alıcısı durumundaki geniş halk kitlelerinin yaşadığı ve kapitalizmin sebep olduğu sefalet hali esasında krizin temel sebebini oluşturuyor. 1929 Buhranı'nın da, 1974 Krizi'nin de ve son olarak bugün yaşanmakta olan krizin de temel sebebi; eksik tüketim diğer yanıyla da aşırı üretimdir.
Kriz dönemlerinde kapitalizm kendini alabildiğine teşhir eder. Emekçilerin sisteme karşı olan öfkeleri artar, sistemden beklentileri azalır. Sistem dışı arayış ve alternatifler ön plana çıkar. Kriz dönemlerinde kapitalizm insanlara işsizlikten dolayısıyla açlıktan ve sefaletten başka bir şey veremeyeceğini artık gizleyemez duruma gelir. Bu gibi dönemler esasında devrimciler için örgütlülüğü daha yüksek noktalara çekme, mevcut birikimleri devrim havuzuna daha fazla akıtma bağlamında önemli tarihsel dönemlerdir. Devrimcilerin doğru yönlendiriciliği eşliğinde kitlelerin kapitalizmin alternatifini yaratmak için harekete geçmesi uzak bir ihtimal olmaktan çıkıp gözle görünür bir olgu haline gelir.
Böyle bir durumda belki de on yıllar alan bir süreçte oluşacak birikimler birkaç yıla hatta aya sığar. Zamanın kalp atışları daha da hızlanır. Tabii, sözünü ettiğimiz ve halk açısından kazanımla sonuçlanabilecek bu sürece devrimci bir müdahale şarttır. Yoksa, krizin kendiliğinden bir olumluluk olarak görülmesi ve devrimci süreç yaratacağı düşünülmesi bütünüyle boş bir beklentidir. Böyle bir beklenti hiçbir tarihsel kesitte yaşanmamıştır.
Kapitalist kriz dönemlerinde devrimcilerin ve onların önderliğindeki emekçilerin müdahalesi yetersiz kaldığı oranda sömürünün de, baskının da dozu artar. Toplumsal çürümenin boyutları -çaresizliğin de etkisiyle- tahmin edilemeyecek noktalara ulaşır. Her kriz döneminde sermaye daha merkezileşir; tekelleşme daha da artar. Bu olgu beraberinde birçok olguya etki eder. Örneğin emekçilerin sahip olduğu haklar teker teker tırpanlanır. Ülkemiz özgülünde örnek vermek gerekirse; SSGSS, İstihdam Yasası son dönemde en öne çıkan örneklerdir.
Tüm yasal düzenlemeler/pratikler kriz esnasında yükü burjuvazinin sırtından emekçilerin sırtına kaydıracak biçimde yapılır. Ülkedeki tüm birikim ve değerler emperyalizme haraç mezat satılır. 2B ve Vakıflar Yasası adlı yasalar da sözünü ettiğimiz durumun en öne çıkan örnekleridir.
Ayrıca, her kriz dönemi emekçilerin sisteme yönelen öfkelerinin bastırıldığı ve faşizmin dağarcığındaki tüm araçların kullanıldığı dönemlerdir. 1929 Buhranı'ndan sonra özellikle Avrupa'da faşizmin egemen olması ve 1974 Krizi'nden sonra birçok ülkede cuntaların ve açık faşizmin yaşanması bir tesadüf değildir.
Kriz dönemlerinin öne çıkan özelliklerinden biri de üretim maliyetlerinin olabilecek en asgari düzeye çekilmesidir. Burjuvazi, kendi sömürü ve baskı aygıtı olan devlet eliyle bunu çok çeşitli yöntem ve araçlarla uygular. Örneğin kapitalistin ödemek durumunda olduğu işçi sigorta primleri çeşitli yollarla emekçilerin oluşturmuş olduğu fonlardan ödenir. Böylelikle kapitalistin yükü biraz daha hafiflemiş, emekçininki ise biraz daha ağırlaşmış olur. Vergilendirme sisteminde yapılan değişikliklerle işverenin ödeyeceği vergiyi düşürmek yine bir başka yöntemdir.
Saydığımız bu yöntemler içerisinde maliyeti düşürme/karı yükseltme açısından en çok başvurulan ise işçi ücretlerini en asgari düzeyde tutmaktır. İşçi ücreti üretim maliyetlerinde önemli bir yer tutar. Bu yüzden kriz dönemlerinde hedef tahtasının tam ortasında daima işçi ve işçi ücretleri vardır. Kapitalist, işçi çıkararak normalde on işçiye yaptırdığı işi örneğin altı işçiye yaptırır. İşçinin sigorta pirimini ödemekle yükümlü olduğu halde ödemez. İşçinin yol-yemek-fazla mesai gibi ücretlerinden kesinti yapar.
Kapitalizm açısından maliyeti düşürmenin bir başka yöntemi vardır ki, o da; varolduğu günden bugüne en acımasız biçimde sömürdüğü çocuk emeğini yoğun biçimde kullanmaktır. Yetişkin bir işçinin aldığı ücretin neredeyse dörtte birini alır çocuk işçi. Fakat yetişkin bir işçinin yaptığı işi, hatta zaman zaman daha fazlasını yapar. Bunun yanında işyerinde uygulanan baskı ve haksızlıkların en koyusuna maruz kalır. Çocuk işçiler ayak işlerinden ağır işlere kadar her işe koşulur. İşyerlerinin temizlenmesi, herhangi bir şey gerektiğinde kilometrelerce öteye yürüyerek gitme vb. işler çocuk işçilerin sırtındaki işlerden bazılarıdır. Yaşlarının küçüklüğü onları dayak ve fiziki şiddet gibi durumlarda da bütünüyle savunmasız bırakır.
ÇOCUK EMEĞİ SÖMÜRÜSÜNÜN YENİ SÖMÜRGE
ÜLKELERDE DAHA SIK GÖRÜLMESİ BİR TESADÜF
DEĞİLDİR.
Çocuk emeğinin sömürülmesi kapitalizm öncesi toplum biçimlerinde de görülen bir olguydu. Fakat, kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte bu olgu sistematik bir hal aldı. Karl Marx, bir makalesinde 1860'ların İngiltere'sinde yayımlanan bir rapordan yaptığı anlıntıyı şöyle aktarıyordu:
"9-10 yaşındaki çocuklar sabahın ikisinde, üçünde ya da dördünde çul yataklarından zorla kaldırılmakta, bir dilim ekmek için gece saat ona, onbire, onikiye kadar çalıştırılmaktadır. Elleri ayakları yorgunluktan bitkin, vücutları kavruk, yüzleri kireç gibi, insanlıkları taş gibi bir uyuşukluğa dönüşmüş; düşünmek bile insana dehşet veriyor."
Kapitalizmin ortaya çıktığı ve yeni yeni gelişmeye başladığı dönemlerde acımasız bir sömürü hüküm sürüyordu. Bugün de özünde aynı durum yaşanmasına rağmen o günlerde işçi sınıfı 8 saatlik işgünü vb. haklarını henüz elde etmemişti. O şartlarda insanlar günde 16-18 saate varan sürelerle çalıştırılıyordu. Bu sömürüden çocuklar da nasibini alıyordu. Marx'ın betimlediği durumun üzerinden yaklaşık yüzelli yıl geçmesine rağmen çocuk emeği sömürüsü özünde değişmemiş sadece biçimsel birtakım değişiklikler yaşanmıştır. Örneğin, bugün 16-18 saatlik çalışma saatleri yaygın olmasa da halen birçok ülkede yüzbinlerce hatta milyonlarca çocuk zorla çalıştırılmaktadır.
Sovyetler Birliği'nin dağılması hepimizin bildiği gibi "Yeni Dünya Düzeni", "Küreselleşme" diye ifade edilen yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Sovyetler'in varlığı sürecinde halklara karşı saldırılarını belirli bir düzeyde tutma zorunluluğu hisseden emperyalizm, SSCB'nin dağılmasından sonra çok daha geniş bir hareket alanı yakaladı. "Demokrasi"nin, "refah"ın küreselleşmesi yalanları eşliğinde uygulanan küreselleşme, esasında dünyadaki mevcut pazar alanlarını bir bütün halinde sömürü çemberinin içine almak ve oralardaki halkları iliğine kadar sömürmek demekti.
Küreselleşme sürecinde emperyalist ekonomi politikalarında en öne çıkan uygulamalardan biri de üretimi işgücünün ve üretim maliyetlerinin en düşük olduğu coğrafyalara kaydırmak oldu. Örneğin bir Alman otomobil tekeli olan Opel, üretiminin önemli bir bölümünü Almanya dışındaki coğrafyalara taşıdı. Çünkü Almanya'da ortalama 1500 euro'ya çalışan bir işçi kapitalist için yüksek bir maliyet demekti. Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerde bir işçinin ücreti ise hepimizin bildiği gibi maksimum 300-400 eurodur. Diğer bir ifadeyle Opel, Almanya'da bir işçinin aylığı için ödediği miktar ile Türkiye'de yaklaşık dört işçi çalıştırmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu durum sadece otomotiv sektörü için geçerli bir olgu değildir. Diğer birçok sektörde de maliyeti düşürme amaçlı üretimi yeni-sömürge ülkelere kaydırma biçiminde bir yönteme başvurulmuştur. İşte bu durum, yeni-sömürge ülkelerde, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde (daha çok atölye tipi üretim birimlerinde) çocuk emeğinin yoğun sömürüsünü beraberinde getirdi. Çünkü çocuk işçilerin ücreti işçi ücretleri içerisinde en düşük olanıdır. Yeni sömürge ülkelerde bu süreçte çocuk işçi çalıştırma oranı artarken metropol kapitalist ülkelerde bu oran düştü. Örneğin bugün Nike'ın Endonezya'daki fabrikasındaki çocuklar günde ortalama 1 dolara çalıştırılmakta. Türkiye'de de bundan çok farklı olmayan bir durum yaşanmakta.
BETAM (Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi) tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de 6-14 yaşları arasında 320 bin çocuk işçi var. 320 bin çocuğun 125 bini okula devam etmemiş. 30 bini ise hiç okula gitmemiş. 6-14 yaş arasında çalışan erkek çocukların %33.5'i, kız çocuklarının ise %48.5'i okula devam etmiyor.
Aynı araştırmanın verilerine göre;
- 207 bin erkek çocuk, 113 bin kız çocuk çalışıyor.
- Çalışan 70 bin erkek, 55 bin kız çocuk okula gitmiyor.
- Kızların %31.2'sini aileler okutmuyor.
- Çocukların 109 binine maaş veya yevmiye veriliyor.
- Kızların %72'si tarlada çalışıyor.
- 56 bin çocuk inşaatta çalışıyor.
Sözü edilen rakamlar bile başlı başına dehşet verici. Fakat daha da kötü olanı, gerçek rakamların araştırmada geçen rakamlardan daha yüksek olması. Hepimizin bildiği gibi çocuk işçilerin birçoğu tezgahtarlık, işportacılık, ayakkabı boyacılığı, çöp-kağıt toplayıcılığı vb. işlerde çalıştırılmakta. Bu yüzden bu gibi işlerde denetleme şansı az olduğundan gerçek rakamların verili rakamların çok üstünde olduğu neredeyse kesin.
KAYNAĞI SİSTEM OLAN SORUNLAR SİSTEMİN
YASALARIYLA ÇÖZÜLMEZ
Çocuk emeği sömürüsünün en temel sebebi olan maksimum kar sağlama amacı, aynı zamanda kapitalizmin en öne çıkan varoluş sebeplerinden biridir. Bu bağlamda çocuk emeği sömürüsünü ortadan kaldırmak veya kaldırmaya çalışmak kapitalist üretimin doğasına aykırı bir olgudur. Bu noktada kapitalizmin çocuk emeği sömürüsünü ortadan kaldırmadığını, fakat kaldırıyor gibi görünmek noktasında atraksiyonlarda bulunduğunu söyleyebiliriz. İşte sözünü ettiğimiz bu duruma en iyi örnek sistemin çocuk işçiliğinin önlenmesi noktasında çıkarttığı yasalar ve imzalanan kimi uluslar arası anlaşmalardır. Bugün Türkiye'de "Çıraklık Eğitimi" ile ilgili kurumlar ve "Çıraklık Yasası" gibi yasalar varsa bu zaten bir olgu olarak çıraklığın (yani çocuk işçiliğinin) devlet tarafından kabul edildiğini, hatta sistemin bir parçası olarak formüle edildiğini gösterir. Herhangi bir yasa ile çocuk emeğinin sömürülmesinin engellenmesi noktasında bazı adımlar atılsa da bunlar hayatta karşılığı olmayan adımlardır. Aynı şekilde Türkiye'nin ILO gibi uluslar arası kuruluşlarla uzun zamana yayılan bir ilişkisi vardır ve birçok anlaşma imzalanmış durumdadır. Fakat, yapılan bu anlaşmalar her ne kadar çocukların çalıştırılmasının engellenmesine ilişkin maddeler içerse de işlev bakımından çok bir şey ifade etmemektedir. Bunun sebebi ise özellikle Türkiye gibi ülkelerde küçük ve orta ölçekli işletmelerin yaygınlığı, denetime tabi işletmelerin azlığı, denetimlerin sağlıklı yapılmaması ve bu durumu engellemede işlev görebilecek sendikal yapıların yeterli örgütlülüğe ulaşamamalıdır. Buradan "Çocuk emeğinin sömürüsünün önlenmesi için sistem içinde yapılan girişimler nafiledir!" gibi bir sonuç çıkarmıyoruz. Fakat bilinmelidir ki, doğada yakalanıp kafese konulan bir kuşun kafesini istediğiniz kadar genişletin, ona özgürlüğünü vermiş olmuyorsunuz. Bu bağlamda özgürlüğün gerçek biçimi nasıl ki kafesi yok etmeyi gerektiriyorsa çocuk emeği sömürüsünü yok etmek de kapitalizm denen kafesi kırmaktan geçiyor.
BATI TRAKYA TÜRKÜLERİ
BABUBA
Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babuba
Kara tren aramıza kara duman ekti de
Göz göre göre yazık Eyup'a
Buraları sevemedim gönül orada
Yanıyorum toz biber yarada
Deli gönül eremedi eyvah murada
Yanıyorum tuz biber yarada
Gözlerimin karesi kırmızı nar oldu babuba
Meriç'in azgın suyu aramıza girdi de
Göz göre göre yazık Eyup'a
KALK HATİCEM
Kalk Haticem seninle gidelim
Ovaya gezmeye
Haticemin sırmalı saltası
Kondu ya çantaya
Aman Murat Deli Murat
Gel kıyma bana
Çok tuz ekmek yedik be Murat
Helal eylemem sana
Kalk Haticem seninle gidelim
Buradan aşağıya
Haticemin kınalı elleri
Çıktı ya Paşaya
Haticemin belikleri
Urgandır urgan
Deli Murat'a kara gözlü Haticem
Kurbandır kurban
KARACAOĞLAN DAĞINDA
Karacaoğlan dağında bir yuva yaptım
Yuvanın içinde yalnızca yattım
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
Karacaoğlan dağında yattım sağıma
Arkadaşlarım yoktu düştüm dalgına
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
Karacaoğlan dağında bülbüller öter
Bu hasretlik anam ölümden beter
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
KURLAR KIŞLALARI
Alıver anneciğim alıver çantamı asayım koluma
Babam bana bedeller tutmadı gideyim yoluma
Kurlar Kışlaları annem taş değil tahta
Redif askerleri annem kalkıyor bu hafta
Sesle annem sesle annem Yemen'i sesle
Yemen'den yolladığım üzümle Emine'mi besle
Aşaki maleden yukarki maleye kavaklar yellenir
Varın sorun nazlı Emine'me kimlere tellenir
Çalınsın davullar çalınsın davullar yaylada çalınsın
İki kardeş bir düğün yapalım ölünce anılsın
MARİKAM
Sıra sıra paytonlar
Getirdim sana
Ne dedim sana Marikam
Darıldın bana
Kutu kutu lokumları
Yedirdim sana
Ne dedim sana Marikam
Darıldın bana
TREN GELİR YAMADAN
Tiren gelir yamadan
Görünmüyor dumandan
Mehmedim öksüz kalmış
Hem anadan hem babadan
Yılana bak yılana
Kıvrım kıvrım dolana
Mehmedimi kaybettim
Bin altın var bulana
Mektep önü taşları
Mehmedimin kaşları
Mehmedimi vuranlar
Asker (Mektep) arkadaşları
PİRİN İN KÖPRÜSÜ
Pirin'in köprüsü dardır geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez
Aman bre annem babam dayanamaycam
Ben bu Pirin'in balkanında duramaycam
Pirin'in evleri çöpten samandan
Korkumuz yoktur bizim düşmandan
Aman bre annem babam dayanamaycam
Ben bu Pirin'in balkanında duramaycam
Pirin'de her mevsim farksız bahardan
Düşmanları kovar biz bu diyardan
Aman bre annem babam dayanamaycam
Ben bu Pirin'in balkanında duramaycam
ŞUAYYİB
Anne anne kalksana
Lambaları yaksana
Şuayyib'imi vurmuşlar
Çaresine baksana
Anlamadım bir anda
Hastahane yolunda
Şuayyib'i görenler
Sandı ecel yolunda
Hastanenin kapısı
Demiryoluna bakar
İçindeki hastalar
Ecel yoluna bakar
Dayanamam ben artık
Kalbim benim pek yanık
Yandım aman çok yandım
Dertlerime çare yok
Mahşer gibi insanları
Saygı verdi gönülleri
Şuayyib Bey'i vuranlar
İngiliz'in çavuşları
TABAKHANE TAŞLARI
Tabakhane taşları
Süleyman Bey'in kaşları
Süleyman Bey'i sorar isen
Tabakların başları
Ar geliyor Macidem
Zor geliyor
YEMEN (1)
Yemen Yemen şanlı Yemen
Toprakları kanlı Yemen
Ben Yemen'e dayanamam
Körolsun beni gönderen
Çıktım Yemen'in düzüne
Çizmeyi çektim dizime
Sandım ki düşman geliyor
Mavzeri koydum dizime
Yeşil çadır yas mı tutar
Tüfek mavzer pas mı tutar
Gidin sorun anneciğime
Benim için yas mı tutar
YEMEN(2)
Yemen Yemen şanlı Yemen
Taşı toprağı kanlı Yemen
Ben Yemen'e dayanamam
Verin beni Edirne'ye
Elma attım eziliyor
Asker yola diziliyor
Ben bu gece misafirim
Ela gözler süzülüyor
Ana ana canım ana
Daha doymadım ben sana
Ben bu gece misafirim
Helal eyle sütün bana
YENİ CAMİ AVLUSUNDA
Yeni Cami avlusunda
Namazımı kılsınlar
Gelinlik elbiselerimi
Başucuma koysunlar
Aklım büyük kendim küçük
Ben neler söyleyeyim
Karanlık yerlerde anneciğim
Ben nasıl yatayım
Karanlık yerlerde mevlam
Ben nasıl durayım
Yeni Cami çeşmeleri
Harıl harıl akıyor
Anneciğimin söylediği sözler
Ciğerimi yakıyor
Mezarımı mezarımı
Yol üstüne kazsınlar
Gelen geçen bir genç ölmüş
Eyvah yazık desinler
Gelen geçen bir kız ölmüş
Eyvah yazık desinler
Aklım büyük kendim küçük
Ben neler söyleyeyim
Karanlık yerlerde mevlam
Ben nasıl durayım
Mezarımı mezarımı
Kızlar kazsın dar olsun
Etrafımda lale sümbüller bol olsun
YENİ MAHALLE ÇEŞMELERİ
Yenimahalle çeşmeleri boyalı
On gün oldu ben bu haberi duyalı
Yeni mahalleye varamadım köpekten
Tellice uçkuru çözemedim göbekten
DEBRELİ HASAN
Drama koprusu
Hasan dardir gecilmez
Soguktur sulari
Hasan bir tas içilmez
At martinini
Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda
Hasan Karakedi dinlesin
Mezar taslarini
Hasan koyun mu sandin
Adam öldürmeyi
Hasan oyun mu sandin
At martinini
Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda
Hasan dostlar dinlesin
Drama koprusu
Hasan dardir daracik
Çok istemem
Yanko Çorbaci bin bes yüz liracik
At martinini
Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda
Hasan Karakedi dinlesin
Drama koprusunu
Hasan gece mi geçtin
Ecel serbetini
Hasan ölmeden mi içtin
At martinini
Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda
Hasan dostlar dinlesin.
OCAK BAŞINDA KALDIM
Ocak basinda kaldim
Ince fikire daldim
Her kapi açilista
Berber geliyor sandim
Ah ah a berber oglan
Oglan boynuma dolan
Ocak basi mermeri
Ben severim berberi
Tras eder beyleri
Mis kokuyor elleri
Ah ah a berber oglan
Oglan boynuma dolan
BEYLER BAHÇESİ
Beyler de bahçesinde bir ulu çınar
Çınarın dallarında validem kandiller yanar
İnsanda sevdiğine böylemi yanar
Ağla hey gözlerim kan ağla ayrılık günü
Söyle hey dillerim sen söyle muhabbetin sonu
Beyler de bahçesinde al yeşil çadır
Çadırın içinde validem sevdiğim yatır
Benimde sevdiğim gözleri çakır
Ağla hey gözlerim kan ağla ayrılık günü
Söyle hey dillerim sen söyle muhabbetin sonu
POŞ-POŞ KÖPRÜSÜ
Poş-Poş köprüsünü sellermi aldı
Fethiye'nin yavrusunu ellermi aldı
Gelme annem gelme kum içindeyim
Sen beni bilmezsin kan içindeyim
Ben ne ettim ne ettim teyzeme gittim
Teyzemden gelir iken can telef ettim
Gelme annem gelme kum içindeyim
Sen beni bilmezsin kan içindeyim
Uyu Halil uyu ağacın altında
Fethiye'yi de vurdun dutun altında
Gelme annem gelme kum içindeyim
Sen beni bilmezsin kan içindeyim
KARACAOĞLAN TÜRKÜSÜ
Karacaoğlan dağında bir yuva yaptım
Yuvanın içinde yalnızca yattım
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
Karacaoğlan dağında yattım sağıma
Arkadaşlarım yoktu düştüm dalgına
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
Karacaoğlan dağında bülbüller öter
Bu hasretlik anam ölümden beter
Yazık dil(değil) mi anneciğim yandım da yandım
Niçin böyle oldum anlayamadım
Mİ'RİNİN EVLERİ
Mi'ri'nin köprüsü dardır geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez
Aman be annem babam dayanamayacağım
Ben bu Mi'ri'nin balkanında duramayacağım
Mi'ri'nin evleri sazdan samandan
Korkumuz yoktur bizim düsmandan
Aman be annem babam dayanamayacağım
Ben bu Mi'ri'nin balkanında duramayacağım
Mi'ri'de her mevsim farksız bahardan
Düşmanları kovarız biz bu diyardan
Aman be annem babam dayanamayacağım
Ben bu Mi'ri'nin balkanında duramayacağım
DİMETOKA TÜRKÜSÜ
Manastırın ortasında
Vardır havuz, canım havuz
Dimetoka kızları
Hepside yavuz
Biz çalar oynarız
Manastırın ortasında
Vardır çesme, canım çeşme
Dimetoka kızları
Hepside seçme
Biz çalar oynarız
PENCERESİ YOLA KARŞI
Arabası döşemeli
Yar çevresi işlemeli
Annesinden istemeli
Penceresi yola karşı
Gelen geçen atar taşı
Arabası mavi boya
Başındaki zarif oya
Saramadım doya doya
Penceresi yola karşı
Gelen geçen atar taşı
Çay başında gördüm seni
Kaşlarından bildim seni
İnkar etme sevdim seni
Penceresi yola karşı
Gelen geçen atar taşı
OCAK BAŞINDA KALDIM
Ocak başında kaldım
İnce fikire daldım
Her kapı kakılışta
Berber geliyor sandım
Ah ah a berber oğlan
Oğlan boynuma dolan
Ocak başı mermeri
Ben severim berberi
Traş eder beyleri
Mis kokuyor elleri
Ah ah a berber oğlan
Oğlan boynuma dolan
DRAMANIN İÇİNDE
Dramanın içinde yaparlar pazar
Kızlara yakışır şal ile şalvar
Vurun kızlar vurun vurun vuralım
Bu geceki geceyi nerde bulalım
Dramada satarlar ayvayla urma
Kızlara yakışır davulla zurna
Vurun kızlar vurun vurun vuralım
Bu geceki geceyi nerde bulalım
SIRA SIRA PAYTONLAR
Sıra sıra paytonlar
Getirdim sana
Ne dedim sana
Marikam
Darıldın bana
Kutu kutu lokumları
Yedirdim sana
Ne dedim sana
Marikam
Darıldın bana
DAYLER DAYLER
Dağlar dağlar viran dağlar
Yüzüm güler kalbim ağlar
Varın sorun niçin ağlar
Bir olaydı bir olaydı
Ne olur benim olaydı
Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan
Ayırdın eşten yoldaştan
Bir olaydı bir olaydı
Ne olur benim olaydı
HALİL AĞA'NIN PORTALARI
Halil Ağa'nın portaları yayıldı kaldı
Halil Ağa Simen yolunda bayıldı kaldı
Halil Ağa vuruldu gitti can evinden
Refiye Hanım portalara dayandı kaldı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
No Pasaran !