BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

28 Mayıs 2009 Perşembe

İSLAMCILARIN ADALETİ

İSLAMCILARIN ADALETİ ADALETSİZLİKTİR İslamcıların Adaleti Var mıdır? Evet islamcıların bir adaleti vardır. Bu adaletleri adaletsizlikleridir. Onların adalet adına uyguladıkları herşey adaletsizliklerinin göstergesidir. Ne adına, kim için adalet, suç, ceza, hukuk belirsizdir. Ama bu soruların cevapları uygulamada halkın karşısına çıkar. Propaganda aracı olarak dillerine pelesenk ettikleri zulüm nereden kaynaklanmaktadır, zulüm nedir, kim yapar sorularına "düzen" cevabı verirler. Ama uygulamada hedefleri halktır. Yıl 1978... Maraş'ta kadınlar tecavüze uğramıştı, çocuklar ağaçlara çivilenmişti, yaşlıların gözleri oyulmuştu, bebekler daha ana karnında bıçaklanarak öldürülmüştü. Bu kan gölünün ortasında insanlıktan çıkmış, hayvani naralar yükselmişti. "Kanımız Aksada Zafer islamın", "Müslüman Türkiye", "Allah, Allah komünistlerin kökünü kurutacağız, komünistlerin büyüğü küçüğü demeyin, kafasını ezin" Eli kanlı sivil faşistler ve islamcı kesimler Maraş'ta Şeriatın adaletini uyguladılar. Zulmün kaynağı; daha doğmamış bebekten, eli ayağı tutmayan yaşlılara kadar herkesti onlara göre. Yıl 1980... Çorum'un tarlalarından ekin yerine ceset toplanıyor, sokaklar parçalanmış insan cesetleri ile dolu. Ve yine aynı naralar duyuluyor sokaklarda. "Kana kan intikam", "Kanımız aksada zafer islamın", "Ya kan kusturacağız ya tam susturacağız". Yine faşistler ve gericiler uygulamışlardı adaletlerini, İslamın zaferini, çivilenen, asılan, kesilen, tarlalara ekilen cesetlerle kazanmışlardı. "...Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaştılar. Paçacılara ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır... traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali Paçacı'nın cesedi bulunmaktadır. Ceset oradan alınır. Cesedin birçok yerinde kesici aletlerle meydana getirilmiş yaralar mevcuttur. Özellikle boynun arka kısmında bulunan, boynuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür..." (Çaldıran'dan Çorum'a Anadolu'da Alevi Katliamları- Sadık Eral-syf:151) Adaletlerini suçlu suçsuz ayrımı yapmadan, insanları işkence ile katlederek gösteriyorlardı. Bunları yapanlar, Hizbullah vahşeti karşısında "şok" olup, "islamda bunlara yer yok" diyenlerdi. "Savcılık bir torba tutuşturmuştu eline. Torbada bir çorap, bir kaç kemik ve pantolon vardı sadece. Ve torbayı verirlerken 'oğlun' demişlerdi. 'Oğul ha!' diye diye düşünüyordu Ahmet Kökmen. Bir torba kemik miydi oğul dedikleri?... Tek elinde kolayca taşıyabiliyordu dağ parçası gibi yiğit oğlunu, yokluk ve yoksullukta yetiştirip, büyütüp, asker ettiği, düğününde halay çektiği oğlunu. . (...) 'Askerde mi öldün oğul? Sellerde mi kaldın oğul? Ne Yunan zulmü bu, ne de gavurun ettiği? Niye vurdular seni, niye erittiler bedenini? Senin değil miydi bu yurt, bu topraklar? Yan mı baktın kadınlara, ellerinden mi aldın mallarını? Niye kıydılar sana, niye verdiler toprağa? Olur mu, böyle olur mu? Oğul bir toprağa konulur mu?" (age- syf:172-173) İslamcı kesimlerin adaleti buydu. Allah adına yola çıkıp katliam yapanlara sesleniyordu oğlu öldürülen baba. Tarih, 2 Temmuz 1993. Sıvas'ta diri diri yakıldı insanlar. Yakan katillerin naraları değişmiyordu; "Kafirlere ölüm", "Kanımız aksada zafer islamın", "İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kafirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır."İslamcıların bahsettikleri şeytan, sözde karşı oldukları emperyalizm değildir, devlet değildir. Şeytan olarak gördükleri kendileri gibi olmayan herkestir. Yani halktır. Sıvas'ta 35 insanı diri diri yakanların içinde "adil düzen" savunucuları da vardır. Sıvas Belediye Başkanı Refah Partili Temel KARAMOLLAOĞLU Madımak otelinin önünde toplanan gerici faşist güruha; "Bir defa şöyle bir Fatiha okuyalım, sonra şunların ruhuna El-Fatiha okuyalım" diyerek katliam işaretini veriyordu. Ve yine Sıvas katillerini savunmuştur "adil düzen"ci Şevket Kazan. İslamcıların savundukları düzen, adalet tamamen halka karşıdır. Adalet adına en büyük adaletsizlikleri uygularlar. Bu çevreler sırtlarını sisteme dayayarak iktidar olma sevdasında oldukları için "iktidar için her yol mübah" mantığı ile hareket ederler. İktidarı almak için her yol mübah, herşey meşrudur. Kaçırma, katletme, işkence, zulüm... yalan riyakarlık, bugün söylediğini yarın unutma, hile, küfür... düzende yaşanan tüm pislikleri yaşar, yaşatırlar. Halk ve halkın çıkarları ile ilgileri yoktur. Her şey kendi çıkarları içindir. Açlık, sömürü sadece propaganda aracıdır. "Adil düzen"ci Refah Parti'si bu konuda çok çarpıcı bir örnektir; "Adil düzen bir menfaat çatışması, düzeni değil, bir ortaklık düzenidir, bir barış düzenidir. Mesela bir işçi daha çok kazanmak istiyorsa bunun yolunu ne vergi kaçırmakta ne de işverenle boğuşmakta bulamaz. Paylaşım oranlarının temel esasları anayasa ile belirlendiği için ve paylaşım oranları ilmi kriterlere bağlı olarak uzmanlarca saptandığı için daha çok kazanmanın... bir tek yolu vardır: o da daha çok üretim yapmaktır. Bu durumda ise, kendisi de, işveren de, devlet de daha çok kazanmış olacaktır." (Başlangıcından Günümüze Refah'ın Tarihsel Gelişimi sayfa:127) Görüldüğü gibi Refahın emekçilere bakışı faşizmin bakışından farklı değildir. Çünkü tüm islamcı kesimler gibi Refah da emperyalizme, kapitalizme karşı değildir. Karşı gibi görünen yanların temelini kitlelerin bu yöndeki tepkilerini istismar etmesi, kullanması ve sömürüden daha fazla pay almak istemesi oluşturur. Bunun için halkın dini duygularını kullanırlar, özlemlerini, taleplerini kullanırlar. Yalancı, sahtekar ve devlet gibi katliamcıdırlar. RP'li Kazan Sıvas katillerini aklamaya çalışırken onuru, namusu geleceği için Ölüm Orucu'na yatan devrimci tutsakları katlettirmiştir örneğin. Tutsaklar hücre hücre erirken "ölmezler, gizli gizli yemek yiyorlar" gibi alçakça, adice yalanlar söyleyebilmiş ve 12 devrimci tutsağı katlettirmiştir. Kendilerine "radikal İslamcılar" diyenler, Sıvas katliamı sonrasında "yaşasın Sıvas kıyamımız" diyerek katliamı onaylamışlardır. İslamcılar'ın adaleti budur. Adaleti istemenin düzene karşı savaşmaktan geçtiğini bilirler. Bunu sözlü savunarak halkın inançlarını kullanırlar. Ama yaptıkları tamamen bunun tersidir. Devletin yaptığı her zulmü onlar da yaparlar. Çünkü onları bugüne kadar devlet büyütüp, geliştirmiştir. Devlet onları halka karşı kullanmak için bir süre büyümelerine izin verir. İslamcılar da bunu bilerek devlete sırtlarını dayarlar. Böylece iktidarı alma hevesi güderler. Karşılıklı kullanma ve kendini kullandırma temel politikalarıdır. Amaç, hedef, adalet, hak, hukuk kalmaz. Devlete olan diyet borçlarını halka saldırarak, zulme ortak olarak öderler. Bu yüzden adalet anlayışları düzenle aynıdır. Devrimcilere saldırarak devlete şirin gözükmeye çalışır, bu yolla devletin kendisine dokunmayacağını düşünür. Ancak bugün gelinen noktada bunun böyle olmadığı çok daha açık ortaya çıkmıştır. Devlet kullandığı şeriatçılara da ihtiyacı kalmayınca acımamıştır. Tabi bunun anlamı tamamen yok edilecekleri değildir. Sadece etkinlikleri kırılıp düzen için zararlı olacak noktaya gelmesinin önü alınacak, daha sonra da yine devrimcilere ve halk muhalefetine karşı kullanmak için el altında tutulacaklardır.Şeriatçıların adaletinde hak, hukuk, suç ve ceza kavramları yoktur. Suça karşı "kısasa kısas" mantığı güderler. Oruç mu tutmuyor? Bıçaklarlar, öldürürler. 1987'de Van'da Mehmet Şirin Tekin isimli üniversite öğrencisini bu yüzden katletmişlerdir. Kendilerinden olmayan kendi yaptıklarını yapmayanların katli vaciptir onların kanunlarında. Alevi mi, dinsiz mi, devrimci mi, katledilebilirler. Dünyanın birçok yerinde islam adına şiddet uygulanır. Oysa söylemde "İslamda şiddet, cinayet olmaz" derler. Suçu yaratan nedenlere yönelmek yerine, hırsızlık yaptı diye bir insanın elinin kesilmesinin adaletle ilgisi yoktur. Şeriat düzeni bir çok yönüyle adaletsiz bir düzendir. Otorite kurmak için adaletten uzak şiddet uygularlar, halkın geleneklerini, değerlerini, sömürüyü, açlığı düşünmezler. Demokrasi anlayışları yoktur. Çıkarları neredeyse oraya yönelirler. Dost düşman bunun için yer değiştirebilir. İşte islamcıların adalet anlayışlarının temeli budur. Özünde adaletsizliği barındıran bir adalet anlayışıdır. Hizbullah da işte bu adaleti uygulamıştır. HİZBULLAH DA İSLAM ADINA, ALLAH ADINA ADALET UYGULADIĞINI SÖYLÜYOR Hizbullah'ın uyguladığını söylediği adaletle, diğer islamcı kesimlerin uyguladığı adalet arasında özde hiçbir fark yoktur. Yöntem ve biçimler değişir sadece. Ortaya çıkan vahşet tablosu, vahşetten öte nasıl bir adalet anlayışı sorusunu sorduruyor. Tabii cevap yine adaletsizlik oluyor. Yani yapılanlar vahşetten öte adaletsizliktir. Hizbullah da şeriatin hükümlerini "İktidar için her yol mübah" diyerek uygulamıştır. Suçlu suçsuz ayrımı yapmadan katledip, işkence yapmıştır. O da, devlete sırtını dayayarak, devletin halka karşı savaşının vurucu güçlerinden biri olarak iktidarını kurmaya çalışmıştır. Sömürünün zulmün kaynağı düzen yerine onunla birlikte halkın karşısına çıkmıştır. Bugün devletin operasyonları ile tutuklanan Hizbullahçılar işledikleri cinayetleri anlatıyorlar. Gaziantep'te yakalanan Hizbullahçı Fuat Balca 3 Kasım 1992'de HEP'li Abdülsamet Sakık'ı nasıl öldürdüğünü şöyle anlatıyor; "Ensesine tabanca ile üç el ateş ederek infazı gerçekleştirdim. Ve olay yerinden koşarak uzaklaştım. Sonra Karagöz Mahallesi Camisinde saklandım..." Hizbullah'ın kaçırdığı inşaat işçisi Kemal Bahtiyar ise şunları söylüyor; "Hepimiz zincire vurulmuştuk. Altı aydan beri bir sığınakta zincire vurulmuş olarak bekleyen insanlarla konuştum. Tuvalet ihtiyacımızı da zincire vurulduğumuz yerlerde karşılıyorduk. Her taraf pislik içindeydi. Fareler, nemli elbiselerimizle bedenimizin çeşitli yerlerini kemiriyorlardı. Üç ay boyunca günde bir kez verilen yarım somun ekmekle yaşayabiliyorduk..." (21 Ocak 2000 Cumhuriyet Gazetesi) Hizbullah halka, devrimcilere kurşun sıktı yıllarca. Devletten öğrendiği işkence katliam yöntemlerini uyguladı. Hizbullah, İslamiyet, inanç, zulme karşı direniş diyerek halkın duygularını inançlarını kullandı. Adalet ve vicdandan söz edemeyecek kadar kirlidir, insana yabancı olan herşey vardır yaptıklarında. İslamcıların hemen her rengi aynı mantığa sahiptir. Tek tek kişilerden örgütlere, partilere kadar büyük bir çoğunluğunun anlayışı aynıdır. Allah, şeriat düzeni üzerinden politika yapanların tümünün söyledikleri, yaptıkları aynı kapıya çıkmaktadır. Kimi bunu Maraş, Sıvas'ta olduğu gibi, kimi oruç tutmadı diye insanları öldürerek, kimi Hizbullah gibi ölüm evleri yaratarak, kimi de sözleriyle yaparlar. Örneğin basında "Cüppeli Ahmet Hoca" diye çıkan Ahmet Ünlü denen sahtekarın 17 Ağustos depreminde ölen halka yönelik söyledikleri de aynı mantığın ürünüdür; "Durdu durdu turnayı gözünden vurdu. Tam o anda, tam o gecede o saatte kim nerede, ne yapıyorken patlattı bombayı... Allah deprem emretti, şuraya dokun, şuraya dokunma. Arada müslümanlara birşey olmadı mı? Olur, eceli gelen şehit de olur. Allah sizden şehitler almak istiyor. Birkaç müslüman da tabii ölecek. Zelzelenin sabahı bütün camiler bayram namazı gibi oldu. Karıyı, çocuğu alan doldu. Her sallamada bir saf artıyor. Dedim 'yarabbi, bizi yıkıp geçirme ama arasıra yokla bizi' salladı mı çok hoş oluyor. Millet, allah diyen diyene, Allah Allah dışarı fırlıyor, durdu mu unutuyor."Şimdi bu mantığın ne dinle ne de insanlıkla ilgisi olabilir. Bu mantık iktidar olursa ne yapar bugünden bellidir. Söyledikleri nin Hizbullah vahşetinden ne farkı vardır? Halk beton duvarlar ardında can verirken, ölüleri denize dökülüp parçalanırken hangi adalet, hangi vicdan bunları söyletebiliyor? Bu sadece bir "sapığın, manyağın" rastgele söyledikleri değildir. Bu mantığı veren şeriatın adalet anlayışıdır, vahşetidir. Ve yüzlerce insanı bu mantık kendine inandırabilmektedir. Bu inandırmanın temeli ise sürekli din, Allah, müslümanlık olmaktadır. Hizbullah'ın domuz bağı ile bu adamın söyledikleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de halka karşı, ikisi de adaletsiz, vicdansızdır. DEVLETE YÖNELMEYEN BİR ADALET "Bütün islamcı güçler, aralarındaki çok çeşitli ayrılıklara rağmen şeriat devletinde birleşmişlerdir. Düzen partilerinin ve ordunun sürekli olarak bu dini güçleri desteklemesi ve politikada kullanması, bu dini güçlerin mevcut devleti yıkarak şeriat devletini kurma yerine, düzeniçi kalarak hile ile devleti ele geçirme düşüncelerini geliştirmiş ve giderek bu düşünceyi teorileştirmişlerdir. Bu gelişim ve devletin desteği, islamcı kesimlerin birçok ülkede görüldüğü gibi radikal mücadeleye başvurmalarını engellemiştir. Bu nedenledir ki, Türkiye'de hiçbir islami örgüt doğrudan devleti karşısına alarak mücadele etmemektedir. Devleti karşısına almayan güçlerin devletle birlikte, devletin safında yer alarak savaşmaları eşyanın tabiatına uygundur. İslamcıların kendi tarihlerinden devraldıkları takiyye geleneği onları hemen bütün süreçlerde düzeniçi olmaya ve devletle birlikte faşizme ve zulme karşı direnenlere cephe almaya götürmüştür..." (Halk için Kurtuluş sayı 41- Ordu İslamcılık ve Emperyalizm, M. Ali Baran ) İslamcıların bugüne kadar devlete karşı tek bir eylemi yoktur. Bugüne kadar devletle ciddi hiçbir çatışmaya girmemişler ve mücadele etmemişlerdir. Zulmün kaynağı olan Susurluk devletinden hesap sormayan bir adalet, doğaldır ki, halkın adalet anlayışını temsil etmeyecektir. Devletle girilen ilişkiler sonucu, savunulan ve ortaya çıkan adalet de, Susurluk adaleti ile şeriat adaletinin karışımı olacaktır. Bu adalet de ucube ve temeli vahşete dayanan bir adalet olacaktır. Bu nedenle savunulan adalet ve ortaya çıkanlar düzene alternatif bir adalet değil, düzenin her türlü vahşetini üzerinde taşıyan bir adalet olacaktır. Ve öyle de olmaktadır. Bu adaletin karşımıza; devlete kurşun sıkmayıp Maraş'ta, Çorum'da, Sıvas'ta halkı katletmek olarak çıkmıştır. Devlete kurşun sıkmayıp oruç tutmadı, istediği gibi giyinmedi deyip insanlara saldırmak şeklinde ortaya çıkmıştır. Devlete kurşun sıkmayıp, kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman görme olarak çıkmıştır. Devletin elindeki sopaya karşı çıkmayanlar, gün olur o sopa olurlar, gün olur sopa yiyen olurlar. GERÇEK ADALET HALKIN ADALETİDİR Adalet, eşitlik, özgürlük... düzene karşı şavaşmadan, faşizmi yok etmeden kazanılamaz. Adaletin yolu bu düzene karşı savaşmaktadır. Bu yüzden gerçek adaleti bu iktidarı yıkıp yerine halkın iktidarını kuracak olan devrimciler sağlayacaktır. Adaletin anlamı "kim için" sorusuna verilen cevaptadır. Halk için adalet; Halkın değer yargılarını, vicdanını temsil edendir.Suçluyu suçsuzu ayıran ve suça göre ceza verendir. Gerektiğinde bağışlamaktır adalet.Özünde mevcut olana yani düzene hizmet eden "eşitlikçi" bir anlayışta olmayan, terazisi, halkın çıkarlarından yana ağır basandır.Halka karşı işlenen suçları unutmayan, çıkar hesapları yapmadan her kim olursa olsun suç-ceza anlayışını işletmektir....Bu adaleti ancak, halkı için her türlü bedeli ödeyen, ölen, katledilen, işkence gören, tutsak edilen, kaybedilen devrimciler sağlayabilirler. Ülkemizde 30 yıldır halkın özlemlerine, umutlarına, çektiği acılara, yaşadığı zulme cevap olan devrimci adalet vardır. Devdimci adaletin hedefi hiçbir zaman masum insanlar, halk olmamıştır. Hedef işbirlikçilerdir, emperyalizmdir, halk düşmanlarıdır. Bu adalet anlayışı halkın "Devrimci Sol yapmışsa, doğru yapmıştır" güveninde somutlanmıştır. Parti-Cephe'nin adalet anlayışı namusun, dürüstlüğün, ezilmeden yaşamanın, bilincin, yürekliliğin, halka karşı suç işleyenlerden hesap sormanın adı olmuştur. "... silahsızlandırdığımız karakollarda dahi suçlu, suçsuz ayrımı yaptık. Bu devlet gücüdür diyerek insanları taramadık. Yoldaşlarımızı katleden faşist devlet güçleri içerisinde bizzat katilleri bulup cezalandırdık. Örneğin 1979'da İstanbul Kağıthane'de fabrikalara bildiri dağıtmaktan dönen bir grup arkadaşımızı silah çekerek teslim alan Kağıthane Jandarma Karakol Komutanı Başçavuş faşist Erdal Görücü, teslim olmasına rağmen arkadaşlarımızdan Hüseyin Aksoy'u şehit etmiştir. Bu olay üzerine bölgede geniş bir kampanya açılarak faşist Erdal Görücü'nün cezalandırılacağı halka duyurulmuş ve tüm kamuoyuna ilan edilmiştir. Bir süre sonra bizzat Erdal Görücü bulunarak cezalandırılmıştır. Yine hareketimizin "Emperyalizme, Faşizme, Pahalılığa ve İşsizliğe Karşı Mücadele Kampanyası" sürecinde, kampanyanın hedefleri arasında olan stokçulara karşı mücadelede bir yağ kamyonunun kaçırılıp halka dağıtılması sırasında Şişli Emniyet Amirliği'ne bağlı bir ekibin müdahalesiyle karşılaşlır. Ekipteki üç polis silahlı müdahaleyle katletme yanlısı olmazken, ekipte bulunan İsmail Top adlı polis, Hüseyin Taş adlı yoldaşımızı şehit etmiştir. Yoldaşımız tel örgü barikatı ile karşılaşıp kaçamadığı için İsmail Top'un kurşunlarına hedef olmuş ve şehit düşmüştür. Hareketimizin devrimci adalet anlayışını bildiklerinden, bizzat bu ekipte bulunan polisler gerçek katilin ismini hareketimize ulaştırmışlardır. Katil İsmail Top da halka duyurulmuş ve cezalandırılacağı belirtildikten sonra başka kimseye zarar verilmeden bulunup cezalandırılmıştır." (Kongre Belgeleri 1 Sayfa 35-36) Halkın Adaleti çok hassastır. Suç ve ceza kavramları nettir. Bugüne kadar yaptığı hiçbir eylemde halk zarar görmemiştir. Hedefi nettir, bu şaşmaz bir netliktir. Hak, hukuk kavramları "halk için"de anlamını bulur Parti-Cephe'de. Gerçek müslümanlar, inananlar; adalet diyorsanız bu düzene karşı mücadele etmeden adaletli olunamaz. Düzenin içinde, onunla korkola vererek hiçbir adalet sağlanamaz. Dürüst, onurlu, namuslu olmanın tek yolu zulme karşı savaşmaktır. Halktan, haklıdan yana tavır almaktır. Ülkemizdeki islamcı, şeriat düzeni isteyenlerde, gerçekten inanan insanlarda olan saflık ve dürüstlük yoktur. Onlar adaletli olmaz, adaleti sağlayamaz. Gerçek adaleti devrimciler sağlayacaktır. Bugün her kesimin adalet anlayışı ve bu çerçevedeki pratikleri yarın kuracağı düzenin göstergesidir. Bu nedenle şeriat adaleti de halkımızın adalet talebini karşılamaktan uzak olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !