BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

27 Mayıs 2009 Çarşamba

ARKAİK ÜSLUP

Alman hukukçu Ernst Forsthoff, 1959 yılındaki bir konuşmasında erdemin mutlak monarşiler döneminde yeri olmakla birlikte, günümüz burjuva devletinin yasacı (legalist) sisteminin erdem kavramına tamamen yabancı olduğunu belirterek, Weimar Anayasası'nın değer -nötr tutumuna bir tepki olarak, erdem yerine değer kavramını önerir. Nazi rejimine 1930'ların başında düşünsel destek sağladığı halde, 1936'dan itibaren onlarla ters düşmesine rağmen, etik sorumluluktan kaçınmayan Carl Schmitt ise bu yaklaşıma "Değerler Tiranlığı" adlı bir çalışma ile karşılık verir (Carl Schmitt, Tyranne der Werte, 1967). Ölçülebilir bir büyüklük olan değer karşıtını yaratır, üstün olduğu sürece, kendi türevi olmayan karşıt nitelikteki değeri değersiz ve dolayısıyla yok edilebilir kılar. Hukukçuların 1920'lerde yaşama değer bulunmayan yaşamı yok etme izni üzerinde tartışmış olmaları hafızalardan silinmeyen bir gerçekliktir (Karl Binding/Alfred Hoche, 1920). Değer tartışması, ardından değerin kimlerce yaratılacağı sorusunu da beraberinde getirir. Bu sorunun yanıtı, değerli/değersiz yaşamlar, dolayısıyla yok edilebilir yaşamlar hakkında kimin karar verebileceğini de açıklar: Devlet, devlet aklı (StaatsrÑson), siyasal iktidar, toplumsal güç odakları, üretim araçlarına sahip olanlar, ağalar, tarikat liderleri, kanaat önderleri... Kısacası iktidar olgusunun reel gerçeklik olarak somutlaştığı her toplumsal kesitte bu iktidar, aynı zamanda değer yaratıcı iktidar olacaktır. Halk adına konuşma yetkisini kendinden menkûl sayanların iktidarı... Kitle ve iktidarı Korkunun yarattığı ya da meşrulaştırdığı iktidarı da gözardı etmemek gerekir. Kitle psikolojisinin yarattığı ya da bu psikolojiyi tetikleyen, ardından kitle tarafından yeniden üretilen tehdit iktidarının yarattığı değerler; karanlığın iktidarının yarattığı, Elias Canetti'nin belirttiği gibi, karanlıkta size beklenmedik bir anda uzanan elden duyulan korkunun ve bilinmezliğin yarattığı güvensizlik ve bu güvensizliğin yarattığı arkaik toplumun tekçi/monist ve alternatife yaşam alanı tanımayan değerleri... Değerler tiranlığı arkaik toplum Değerler tiranlığı, değer çoğulculuğunun üretilemediği kapalı toplumun kaderidir. Açıkmış gibi duran, ancak nem oranındaki kıpırdanışa göre anında kapanan, kapanmak zorunda olan toplumun üretebileceği tek siyasal atmosferdir. Modern zamanlara yanlışlıkla beam'lenen (ışınlanan), kavimler göçü dönemini yaşayan göçebe topluluğunun anakronizminin olağan refleksi korkudur. Anakronist olduğu, yani zamanını şaşırdığı için moderni, iletişimsel olanı, farklılıklarla bir aradalığı ve çoğulculuğu anlamakta güçlük çeker, özümsemesi ise olanaksızdır. Demokrasi kapalı toplum için yalın bilinemezliktir. Ulus-devletin sınırları halen göçebe kitlenin uzak diyarlara gitmesine, edinilecek başka yurtlar kurmasına olanak vermediğinden, toplumun üreteceği değer, karanlıktaki hırsıza ya da düşmana karşı göstereceği panik, korku ya da histerinin tetikleyeceği tepkisel değerler olacaktır. Durum fevkalade nazik olduğundan eylemsel olmasa bile zihinsel sıkıyönetim toplumun tarihine ve kaderine egemendir. Toplum biçimsel olsa dahi eski krallıklar/padişahlıklar dönemini geride bıraktığından erdem kavramına da yabancıdır. Erdem, yalnızca gerçek ya da tüzel kişi adı olarak varlığını devam ettirir. Bu tür toplumların üreteceği değerler tekçidir, kapsayıcı değil dışlayıcıdır. Üst değer olduğundan kendi türevi niteliğinde olmayan değerlerle uyuşmaz; onları reddeder, başkalaştırır, ötekileştirir... Değer çoğulculuğu onun doğasına aykırı olduğundan, diğer değerler habis urdur, sözde değerdir. Bu toplum Sokrates'a değil, onu idama götüren Meletos'a; çoğulcu Atina'ya değil, ona kendince düzen getirme iddiasındaki militarist Sparta'ya öykünür. Bu toplum biçimsel yönden yasacı bir devlet düzenine sahip olsa dahi, hukuksal objektivizmin ürettiği değerler yalnızca biçimsel geçerliliğe sahiptir, ancak sosyolojik meşruiyete sahip değildirler. Daha yalın ifadeyle hukuk düzeninden okunabilecek değerler ile toplumsal ve siyasal gerçekliklerden okunan değerler ya örtüşmez ya da birbirlerini tüketirler. Normatif değer, siyasetin ve toplumun kendi ürettiği reel değerlerle yüzleşmemesini sağlayan bir maskedir, mumun ömrünü yatsı sonrasına sarkıtma çabasıdır; kimi zaman da dış politikadaki basiretsiz bir argüman ("Bakın! Anayasamıza göre biz demokratik, laik hukuk devletiyiz!"). Erdem zaten toplumsal yaşamdan tamamen silinmiş, değer çoğulculuğu ise toplum ve siyasal otoriteler tarafından içselleştirilememiştir. Bu toplum sizce ne üretir? Simge fetişizmi Değerleri somutlaştıran simgelerdir. Değerlere yönelik tabulaştırma düşünsel boyutta cereyan ederken, bunların somutlaşması niteliğindeki simgeleri tabulaştırma ise, simge fetişizmine yol açar. Tabulaştırılanlar totemlere dönüşür; totemler başlı başına nesnel bir değer ifade edemezken, bunu soyutta ve somutta yaratan insan totem nesnesini, nesnelliğinden ve doğasından koparır, başkalaştırır ve yabancılaştırır. Nesneyi yabancılaştıran insanın kendisi, ürettiği değer ile insanları ötekileştirir, başkalaştırır: Düşman yaratır. En dramatiği kendini yabancılaştırır: Kendi ürettiği değere ve bu değeri somutlaştırmak üzere kendi ürettiği toteme, kendi dışında varlık kazandırır. Kendi üretimi olmasına rağmen ona tabi olur. Tapınmaya başlar. Kendi zihninde toteme ilişkin gereklilikler üretir. Kurban vermek ister, masum bir kadın, en iyi ihtimalle (!) inkarcı bir düşman, zihinde yaratılan tapınma ritüelinin zorunlu bir unsuru haline gelir. Kurban olmaktan kurtulmanın yolu tapınmada yarış içine girmektir; en çok tapınan, en çok ya da en büyük kurbanı adayan, en sert ifadeler kullanan, kitleyi en kolay galeyana getiren, kısacası şiddet yarışını kazanan aynı zamanda totem adına iktidar kullanır. Kadının ise bu yarışta bile adı yok! Faşizm bir yabancılaşma sorunudur Değer monizmi ve bu monizmin yarattığı simgeler tiranlığı, özgür bireylerden oluşan toplum paradigmasına yabancıdır. Bu daha çok, birey varlığının içinde eriyip yok olduğu, kendi başına bir organizma olarak kurgulanan 19. yüzyıl Alman toplum projelerini anımsatır. Toplumu organizma teorileriyle açıklamaya çalışan bu anlayışın sonucu 20. yüzyılda ortaya çıkan Nazi felaketidir. İnsanın yabancılaşması yalnızca Marksist anlamda üretim ilişkilerine dayalı olarak ya da Tocqueville'nin belirttiği gibi siyasal katılımdan dışlanması nedeniyle gerçekleşmez. İnsanın yabancılaşması, her ne şekilde olursa olsun, insanın kendi yarattığına tabi olmasıyla, kendi dışında olana varlık kazandırıp ona tapınmaya başlamasıyla gerçekleşir. Spinoza Tanrı inancını dahi, insanın kendi dışında ve kendinden bağımsız bir varlığa dönük bir inanç olarak tanımlamamıştı. İnsanın ait bulunduğu, belki doğa ya da kozmos olarak tanımlayabileceğimiz bütünün bilincinde olması ve o gerçekliği kavraması idi, Tanrı bilinci. Her bir insan bu bütünün parçasıydı; insan dışında, ondan bağımsız varlık olamazdı. Gerçekten de insanın kendinde olanın dışında bir olguya itaate zorlanması; yaratılan kavramlar, değerler ve kurumların, insanın mutluluğu ve özgürlüğü için araç olmaktan çıkıp insana egemen olmaya başlaması insanı yabancılaştırıyor. Descartes ise kuşkuyu hakikate ulaşmanın metodu olarak kabul etmişti. Kuşku duyan düşünüyordu. Düşünme ise insan oluşun işaretiydi. İnsan olmanın temel kriteri olan düşüncenin ve kuşkunun reddi, insanın reddinden başka bir anlam taşımaz. Yabancılaşan insan, insan olmanın temel ölçütlerini de yitirdiğinden insan olmaktan çıkıyor. Simgeler tiranlığı, modern çağın paganizmidir. Faşizm bir yabancılaşma sorunudur, insanın kendinden, insandan ve doğadan yabancılaşması, insanlığını yitirmesi sorunu. Ancak değerler çoğulculuğunun egemen olduğu, totemleştirilmeyen semboller ülkesine yabancı bir sorun!
ARKAİK ÜSLUP– Sanatçı kültürü doğuşu “Ne olsa yaparım abi” yok ! Arkaik üslup, anıtsal sanatların ilk aşaması olarak kabul edilir. Grek, Mısır, Etrüsk ve başka toplumlarda da görülür, örnekler benzerlik gösterir, sadece bir topluma ithaf edilmez, döneme ve üsluba verilen addır, tarih vermek gerekirse Greklerde milattan önce 700 ile 480 yılları arasını belirtebiliriz. Mimaride, heykelde ve vazo-amfora resimlerinde (kırmızı terra-cotta üzerinde siyah figürlü) görürüz. Arkaik üslup özellikleri, her işi yapan köy insanı yerine, herkesin iş bölümü yüzünden ayrı bir meslek sahibi olduğu toplum ortamında oluşudur. Bu nedenle belli bir teknik yetkinlik, arkaik üsluplu eserin önemli bir gereği olarak belirmiştir. Ölçü birimlerinin tesbiti de bu devrede görülür. Geometrik ve matematik ölçüler önem kazanır, sanatçı alanında eğitim alır, çalışır, sanatın zanaattan farkını görür. Bu dönemde, yani tarımsal kültürlerin arkaik devresinde, sanatçının din ya da devlet adamının hizmetinde olduğunu ve sipariş üstüne çalıştığını görüyoruz. Daima kendi alanında çalıştığından, yeni gözlemlerini eskilerinin üstüne katmasını öğrenmiştir. Bu nedenlerle, arkaik üslupta çalışan bir sanatçının kişiliğinde, primitif halk sanatlarının sanatçısına oranla, çok farklı bir sanatçı kültürü doğmuştur. Arkaik resim sanatı, arkaik rölyef biçimlendirmesinin özelliklerini taşır. Arkaik resmin ilk döneminde Primitif halk sanatlarının resim anlayışı görülür. Yani, çeşitli olayların şematik figürlerle ifade edilmesi devam eder, olimpiyat-atletizm yarışları, savaş sahneleri, gemi yolculuğu vs. Figürlerde, vücut cepheden, baş ve ayaklar yandan gösterilir. Vücut normal ölçülerinde gerçeğe yakın olarak gösterilir. Yüzlerde kişisel ifade yoktur. Figürler belli kişileri temsil ederler. Figürlerin büyüklükleri toplumdaki mevki hiyerarşisine göre tespit edilir. Resimler temsil edici ya da hikaye edici özellik taşır, süs niyeti ile yapılmazlar. Arkaik üsluplu resim yine şematik fakat daha az kaba ve katı biçimli, natürele ve gerçeğe daha yakındır. Kahramanları din, devlet kurumlarındaki ve toplumdaki önemli kişilerin, sporcuların hayatlarını sembolik olarak yansıtırlar. Arkaik üslup niteliklerinin giderek ‘klasik üslup’a varması, toplum yapısında ve teknik buluşlarda önemli gelişmelerin yapılmasını gerektirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !