BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

3 Eylül 2009 Perşembe

GÜNCEL

İspanya'dan çevre için büyük adım
Plastik torba tüketiminde Avrupa'da üçüncü sırada olan İspanya'da büyük marketler plastik torba kullanımını azaltmaya yönelik kampanyalar başlattı. İspanya'da Carrefour ve Eroski süpermarketleri, bugünden itibaren mağazalarında plastik torba kullanımını durdururken, müşterilerine yeniden kullanılabilirliği olan kağıttan torbalar dağıtıyor. El Corte Ingles ve Alcampo gibi diğer marketler de plastik torba kullanımını azaltmaya yönelik çeşitli kampanyalar başlattıklarını açıkladı. İspanya'da bir kişinin yıllık ortalama 238 plastik torba kullandığı belirtilirken, bu torbaların ancak 400 yıl gibi uzun bir sürede doğada kendiliğinden yok olduklarına dikkat çekiliyor. Plastik torbaların İspanya'da 100 bin tonluk çöp oluşturduğuna ve bunun havaya saldığı karbondiokside işaret eden yetkililer, 2010'a kadar plastik torba kullanımının yüzde 50'ye düşürülmesini hedefliyor.
Karadeniz ormanlarını nem ve ağaçlar koruyor
Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Sağlam, Karadeniz'deki ormanlarda, ağaç türleri, nem ve ısı nedeniyle yangın çıkma oranının diğer bölgelere göre daha az olduğunu belirtti. Orman yangınlarının genellikle ormanlık alanın zeminindeki ibreler tabakasında çıktığını ifade eden Sağlam, bu açıdan Karadeniz'deki ormanların ayrı bir özelliği bulunduğuna işaret etti.Yrd. Doç. Dr. Sağlam," orman yangınlarında ağaçlardan dökülen yapraklarının da yer aldığı ibrelerin çok etkili var" dedi. Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgesi gibi yangına duyarlı alanlarda genelde kızılçam ve karaçamdan dökülen ibrelerin bulunduğunu belirten Sağlam, şunları kaydetti:''Kızılçam ve karaçamdan dökülen ibrelerde bir kıvrım vardır. İbreler üst üste birikince, bu kıvrımlar dolayısıyla arasına bolca oksijenin girdiği, kafesli, gevşek bir görüntü oluşur.Yangında yanacak bir madde, yanmayı sağlayacak oksijen ve tutuşturucu bir kaynak olması gerekir. Bu 3 unsur bir araya gelmedikçe yangın olmaz. İşte bu kızılçam ve karaçam ibrelerindeki gevşek istiflenme, yangınlarda en önemli faktörü, yanıcı maddeyi, oksijenle bu istiflenmenin altına sokuyor. Bu nedenle söz konusu bölgelerde orman yangınları daha rahat çıkıyor ve yayılıyor.'' Yangında bitki türleri ve örtü tabakasının önemi Sağlam, Karadeniz'de ise karaçam ve kızılçama oranla daha küçük ibreli ağaç türleriyle yapraklı türlerin hakim olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:''Bir santimetre yaprak boyları olan ladin ormanlarının alt kısmındaki örtü, ülkemizde orman yangınlarının çıktığı mayıs, ekim arasındaki aylarında genelde nemlidir ve bu ağaçlardan düşen ibrelerde sıkışık bir istiflenme söz konusudur. Bu ibreler üst üste düşünce aralarında hiç boşluk kalmayacak şekilde istiflenme olur. Dolayısıyla hem alt tabakaya oksijen girmez hem de ısı iletimi fazla olmaz. Bu alanlar fazla kurumadığı için yangınlar daha az oluyor.Yüzde 30'ların altındaki nem tehlikelidir. Nem yüzde 10'un altına düşünce o tabaka artık çıtır çıtır olur ve en küçük bir kıvılcımda o alanda yangın çıkar.'' Karadeniz'deki ormanlarda yağışlı havası, nem ve ağaç türleri nedeniyle yangın çıkma oranının Akdeniz, Ege ve Marmara'ya göre daha az olduğunu söyleyen Sağlam, ''Tüm bunlara rağmen Karadeniz'de de yapraklı ağaç türlerinin yapraklarını döktüğü sonbahar aylarında orman yangınları görülebilir. Akdeniz ve Ege'de yazın görülen orman yangınlarının aksine Karadeniz'de yaprakların kuruduğu sonbaharda orman yangınları görülebilir'' diye konuştu.
İklim değişikliği fokları vuruyor
İklim değişikliği nedeniyle ağustos yerine geçen yıl ekim ve kasım aylarında doğan yavru Akdeniz foklarından ikisinin, dayanıksız olmaları nedeniyle fırtınada sürüklenerek kayalıklara çarpıp telef olduğu bildirildi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Cemal Gücü, aşırı düzeydeki balıkçılık ve deniz kirliliği gibi sorunların deniz ekosistemine zarar verdiğini, bunun da doğal kaynakların sürdürülebilirliği açısından ciddi soruna dönüştüğünü söyledi. Kıyılardaki düzensiz yapılaşmalar ve turizm kaynaklı sorunların yanı sıra son yıllardaki iklim değişikliğinin de sorunlar zincirine yeni bir halka olarak eklendiğini belirten Gücü, ''iklim değişikliği deniz canlılarının yaşamı açısından risk yarattı'' dedi. Gücü, iklim değişikliğiyle birlikte su ısısının da değiştiğini kaydederek, şöyle konuştu:''Sudaki ısınma Akdeniz foklarının doğumunun yaklaşık 3 ay ertelenmesine yol açtı. Yazdan kışa doğrudan mevsim geçişleri, deniz canlılarının yaşamını olumsuz etkiliyor. Sıcak ortamın, ara mevsim yaşanmadan birden bire değişmesi ve rüzgar değişimleri gibi faktörler, Akdeniz fokunun ağustostaki alışılagelmiş üreme zamanını değiştirdi.'' Zamansız doğumDoç. Dr Gücü, ağustos yerine yavruların ekim kasım aylarında doğmasının yaşamsal risk yarattığını söyledi. Denizdeki çetin kış şartlarının, yeni doğan yavruların hayatta kalma şansını düşürdüğüne dikkati çeken Gücü, ''şiddetli fırtınaların denizdeki mağaralarda yuvalanan fok yavrularını sürükleyerek kayalara çarpması kaçınılmaz. Nitekim kışın doğan iki yavru fokun kayalıklara çarparak, birinin de hastalık sonucu öldüğü tespit edildi. Geçen yıl 5 ve 7 arasında yeni yavru doğması bekleniyordu'' diye konuştu. Gücü, bir fok yavrusunun da Hatay'ın İskenderun ilçesinde balık avlamak amacıyla kullanılan dinamit baskısı sonucu öldüğünü ifade etti. Dünyada 34 tür arasında yer alan ve sayıları 500'ü bulan Akdeniz fokunun (Monachus Manachus) Türkiye kıyılarındaki popülasyonunun devam etmesi için başlatılan bilimsel araştırma ve koruma çalışmalarının sürdüğünü bildiren Gücü, Taşucu ve Gazipaşa hattındaki 1996 ve 1997 yıllarında 13 tane olduğu bilinen fok sayısının günümüzde 40'ı geçtiğini sözlerine ekledi.
Metan gazından enerji elde edilecek
Çanakkale'de, eski çöp depolama alanında yapılan iyileştirilmenin ardından, yer altında kalan çöplerden çıkan metan gazının enerjiye dönüştürülmesi planlanıyor. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ''Çanakkale Bölgesel Katı Atık Yönetimi Projesi'' kapsamında, proje yöneticile ve bazı belediye yetkilileriyle Kuruçeşme mevkisindeki eski çöp depolama alanı üzerinde yapılan iyileştirme çalışmalarını inceledi. Gökhan, burada yaptığı açıklamada, söz konusu alanın kontrolü ve denetiminin 30 yıl süreyle Çanakkale Belediyesine verildiğini söyledi. Projeyi ''olağanüstü'' olarak değerlendiren Gökhan, bölgenin gelişmekte olan bir yöre olduğunu ve bu projeyle bir havzanın kurtarılmasına çalışıldığına işaret etti. Gökhan, kırsal alanlarda çöplerin hala doğaya atıldığını ifade ederek, ''Dolayısıyla, bu proje çevre konusunda bilinçlenmeyi de beraberinde getirecektir. İnsanlara çöplerini doğru yere dökmenin yanında ayrıştırma yapmasını da öğreteceğiz. Yeni çöp depolama alanında yaptığımız incelemede, dökülen çöpün 3'te 2'sinin dönüşebilir malzeme olduğunu gördük. Bu çok büyük bir rakam'' dedi. Çöp depolama alanlarının maksimum süreyle kullanılması gerektiğini vurgulayan Gökhan, ''Bunun da çaresi geri dönüşebilir tüm atıklarımızı ayrıştırıp, depolamaktır. Bu sahaları ne kadar uzun süre kullanabilirsek, bizim için avantajdır. Çünkü bir çöp sahası bulmak ve oluşturmak hiç de kolay değil'' diye konuştu. Gökhan, üzeri örtülen çöpten ciddi oranda metan gazı çıktığını, bu gazın kullanılması için bölgede bir gaz yakma ünitesi oluşturulduğunu bildirdi. Bölgede büyük bir gaz potansiyeli bulunduğunu belirten Gökhan, en az 20 yıl tam randımanlı çıkışı olacak gazdan elde edilecek enerjinin yatırımcılar tarafından değerlendirilmesi ve işletilmesi gerektiğini kaydetti. ''Bölge adeta bir hazine''Proje koordinatörü Yekta Erdem ise, projenin son çeyreğine girmenin mutluluğunu yaşadıklarını bildirdi. Çöp döküm sahasının kapatılmasını 2 parçaya ayırdıklarını ve büyük parçayı kapattıklarını anlatan Erdem, yaptıkları çalışmalarla ilgili şu bilgileri verdi: ''Projeye ilk olarak alanda bulunan çöpü ve toprakları düzeltmekle başladık. Çöpün üzerine ayırıcı tabaka olarak jeotekstil, ardından ise 20 santimetre düzeltme tabakası serdik. Onun üzerine gaz dolaşımını sağlamak için jeokompozit kapladık. Üzerine 1,5 milimetre kalınlığında jeomemran attık. Bundan sonra 80 santimetre toprak serdik. Son katman olarak da 20 santimetre bitkisel toprak attık.'' Erdem, söz konusu çalışmaları tamamladıktan sonra, 2 ay süreyle gazın kalitesini ölçmek için test yaptıklarını, analizler sonucunda gazda yüzde 60 oranında metan gazı oranı saptadıklarını ifade etti. Çöplerin yaklaşık 30 yıl boyunca metan gazı üretebilme yeteneği bulunduğuna işaret eden Erdem, ''Burası adeta bir hazine. Bölgede artık enerjisi oldukça yüksek bir gazımız mevcut. Bu çöp sahası, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Terzioğlu Yerleşkesi ile bazı sitelere oldukça yakın. Gazdan elde edilecek enerjiyle bazı ihtiyaçlar karşılanabilir'' diye konuştu. Erdem, şu anda enerjinin boşa harcandığını, bunun yatırıma dönüştürülmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Salyangozlardan haber var
Rus biyologları salyangozların yumurta içerisindeki yavrularına, kimyasal madde salgılayarak haber ilettiğini tespit etti. Biyologlar, araştırma sonucunun salyangozların suya salgıladıkları bir madde ile yavrularına bir nevi "gelişimini tamamla" veya "gelişimini durdur yumurtada kal, dışarda yemek yok" mesajının iletildiğini gösterdiğini kaydetti. Rusya Bilimler Akademisi Gelişim Biyolojisi Enstitüsü biyologlarının tatlı su salyangozları üzerinde yaptıkları araştırmaya göre, salyangozlar yavrularının gelişimini kontrol edebiliyor, yumurta içerisindeki embriyoya gelişip gelişmemesi gerektiğini bildirebiliyor. Rus bilim adamları yaptıkları araştırmada, salyangozları iki gruba ayırarak üç gün boyunca bir grubu besledi diğerini ise aç bıraktı. Daha sonra geliştirilecek salyangoz yumurtalarını 3 farklı gruba ayırarak birinci grubun üzerine beslenmiş salyangozların bulunduğu sudan, ikincisine aç bırakılmış salyangozların bulunduğu sudan ve diğerine de normal su ekledi. Bilim adamları, salyangoz yumurtalarının bu kaplar içerisinde farklı gelişim gösterdiğini, besin verilen salyangoz suyunda bulunan yumurtalarının 9 gün içerisinde geliştiğini, aç bırakılan salyangoz grubundan alınan sudaki yumurtaların ise gelişim göstermediğini saptadı. Biyologlar, araştırma sonucunun salyangozların suya salgıladıkları bir madde ile yavrularına bir nevi "gelişimini tamamla" veya "gelişimini durdur yumurtada kal, dışarda yemek yok" mesajının iletildiğini gösterdiğini kaydetti. Yapılan incelemeler sonucunda biyologlar, yumurta içerisindeki yavruya iletilen ve Embriyo Gelişim Freni - RED (Retarding Embrionic Development) olarak adlandırdıkları "görünmez" mesajın, birçok omurgasızın ön tarafında yer alan ince tüy ve sinir hücrelerinden oluşan "larvanın beyni" olarak tanımlayabilecekleri algılayıcı tarafından alındığını belirledi.İnfoks bilim sitesinde yayınlanan haberde, salyangozların yavruları dışında aynı türde beslendikleri diğer salyangozlarla da bu şekilde irtibat "konuştukları"nın belirlendiği kaydedildi.
Simav Çayı'nda kuraklık var
Kütahya ve Sındırgı arasındaki Simav Çayı'nın 85 kilometrelik bölümünde, son aylarda yağışın azalması sebebiyle kuraklık yaşanıyor. Simav Ziraat Odası Başkanı Kadir Bütüner'in yaptığı açıklamaya göre, Kütahya'nın Simav ve Balıkesir'in Sındırgı ilçeleri arasındaki Simav Çayı'nın 85 kilometrelik bölümünde kuraklık yaşandığı bildirildi. Bütüner, gazetecilere yaptığı açıklamada, Simav Çayı'nın, Simav'a bağlı İnice köyünden doğup, Susurluk Ovası'ndan geçtikten sonra Nilüfer Çayı ile birleşerek, Susurluk Nehri adı altında Bursa'nın Karacabey ilçesi yakınında Marmara Denizi'ne döküldüğünü anımsattı. Son aylarda bölgede yağışların azalması nedeniyle Simav Çayı'nın, Simav ile Sındırgı arasında kalan 85 kilometrelik bölümünde kuraklık başladığını belirten Bütüner, çay yatağındaki toprak yarıklarında oluşan otların, büyük baş hayvanlara besin kaynağı olduğunu söyledi. Bütüner, yağışların azalmasıyla bölgedeki çay ve ırmakların debilerindeki düşüşün çiftçileri endişelendirdiğini ifade ederek, şöyle konuştu:''Yağışların artması için Simav ve çevresindeki ormanlarla yeşil alanların daha iyi korunması ve yeni orman alanları oluşturulması gerekiyor. Simav Çayı, Simav Ovası'na hayat veriyor. Çaydaki kuraklık, bölgede sulama amaçlı tarımsal faaliyetlerde bulunan çiftçileri olumsuz etkiliyor.''
Türkiye'de leylek sayısı azalıyor
Türkiye'de 1960'lı yıllarda 900 bin çift leylek bulunurken, son dönemlerde bu sayının yaklaşık 200 bin çifte düştüğü söylendi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Serez, leylek sayısının her geçen yıl azaladığını bildirdi. Leylek sayısının azalmasının çeşitli nedenleri bulunduğunu bildiren Serez, bunlardan en önemlisinin kiremit çatılı ve bacalı ev sayısının azalması olduğuna dikkati çekti.Serez, şöyle konuştu: ''Eskiden Türkiye'de her evin bacasında bir leylek yuvası bulunurdu. Ancak, gün geçtikçe bu su kuşlarının sayısı azalmaya başladı. Eskiden evler kiremit çatılı yapılırdı ve hepsinde baca bulunurdu. Bu bacalar leylekler için ideal bir yuva yeriydi. Yine o dönemlerde telefon ve elektrik telleri yoktu, kuşlar rahatlıkla inip kalkış yapabiliyordu. 1950-1960'lı yıllardan sonra ise bu tip evler yok olmaya başladı. Apartmanlaşma arttı. Evlerin yakınlarından elektrik telleri geçmeye başladı. Bu da leyleklerin yuva yapımını güçleştirdi.'' Eski dönemlerde ilkel tarım yapıldığını, çiftçilerin tarlalarını saban ve pullukla sürdüğünü, her sabanın arkasından 3-5 leyleğin uçtuğunu anlatan Serez, ''Kuşlar, bu tarım malzemelerinin topraktan çıkardığı böcek larvaları ve solucanlarla beslenir. Teknolojik gelişimle, traktörlerin tarlaya girmesi ve güçlü sesi bu kuşları tarlalardan uzaklaştırdı'' dedi. Serez, sulak alanların iyice azaldığını, bataklıkların kurutulduğunu ifade ederek, ''Bu tip yerler leyleklerin yiyecek ihtiyacını karşıladıkları en önemli bölgeler. Yine tarım alanlarında yoğun kimyasal ilaçlamaların yapılması, bu kuşların neslinin yavaş yavaş azalmasına neden oldu'' diye konuştu. Leylek sayısının dünya genelinde azalmaya başlamasının çeşitli ülkelerdeki çevre örgütlerini harekete geçirdiğini belirten Serez, artık yuva yapmakta ve uygun yeri bulmakta zorlanan kuşlar için suni yuvalar oluşturulmaya başlandığını kaydetti.
"3. köprü olumsuz etkiler yaratır"
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, İstanbul Boğazı'nda, ''Tarabya ile Beykoz arasında yapılmasının planlandığı belirtilen 3. köprünün ekolojik, ekonomik ve sosyal açılardan hem İstanbul hem de Türkiye genelinde olumsuz etkiler doğuracağını'' söyledi. Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, yaptığı yazılı açıklamada, üçüncü köprünün Boğaz'ın kuzey yarısındaki önemli doğa alanlarını, bu alanlardaki biyolojik çeşitliliği ve İstanbul içindeki doğal kaynakların önemli bir kısmını geri dönüşü olmayacak bir şekilde tahrip edeceğini savundu. Eken, açıklamasında şunları kaydetti:''Üçüncü köprü, ekolojik, ekonomik ve sosyal açılardan hem İstanbul hem de ülkemiz genelinde olumsuz etkiler doğuracaktır. Bu tür yatırımlar yapılmadan önce şu soru net olarak yanıtlanmalıdır: İstanbul'u daha ne kadar büyütmek istiyoruz? Bu sorunun yanıtı şeffaf ve bilimsel temellere dayanarak verilmediği sürece hiçbir kamu kurumunun ülke kaynaklarını üçüncü köprü projesine yönlendirme hakkı yoktur.'' Öte yandan, TEMA Vakfı Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Doğan da yazılı açıklamasında, ''üçüncü köprü ve bağlantı yollarının orman eko-sisteminde tahribata yol açacağını'' ifade ederek, şu görüşlere yer verdi:''İstanbul'un kuzeyinde yer alan ormanlardan geçecek, İstanbul Çevre Düzeni Planı'nda bile yer almayan üçüncü köprü ve bağlantı yolları, ormanın, mevcut yaban hayatı alanlarının bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca, yeni 2B adayı alanlar oluşabilecek, biyolojik çeşitlilik kayıpları yaşanacak, ek yapılaşma baskısının yanı sıra, yeşil örtünün azalması sonucunda daha fazla karbon doğada serbest kalarak hava kirliliğine ve küresel ısınmanın artmasına neden olacaktır. Raylı sistem ile entegre edilmiş deniz ulaşımını göz ardı eden üçüncü köprü projesi, ayrıca kamu yararına aykırıdır.''
Çayır aslanları tehlikede
İnsanların doğayı tahrip etmesiyle bir çok hayvan soylarının yok olmasıyla karşı karşıya kalıyor. Bu duruma dikkat çeken bir İngiliz gazetesi çayır ve ova aslanlarının da 20 yıla kadar tükeneceğini yazdı. İngiliz Daily Telegraph gazetesi, anavatanı Afrika olan çayır ve ova aslanlarının tabiatta barındığı ülkelerden Kenya'da sayılarının 20 yıla kadar tükeneceğini yazdı. Başkent Nairobi'deki Doğa Yaşamı Teşkilatına atfen verilen haberde, Kenya'da yılda 100 aslanın kaybedildiği, benzer durumun Tanzanya'da da yaşandığı belirtildi. Habere göre, 2002'de 2 bin 750, bugün ise 2 bin kadar aslan barındıran Kenya, tarım arazilerinin açılması, imar hareketi, iklim değişikliği ve hastalık nedeniyle aslanlarının tümünü 20 yıla kadar kaybedecek. Kenya'nın doğayı koruma örgütlerinden "Living With Lions" (Aslanlarla Yaşamak) derneğinin yöneticisi Laurence Frank, "Kenya'da aslanlar yirmi yıl hayatta kalsalar gene iyi. Otuz yıl önce buraya geldiğimde çiftlik arazilerinde yürürken kükreyen aslanlara sık sık rastlardık. Şimdi çok nadir" dedi.
Hacer Ormanları'nda örümcek araştırması
Kayseri'de Aladağlar Milli Parkı içerisindeki Hacer Ormanları'nda örümcek popülasyonunun artması üzerine, örümcek örnekleri araştırılmak için Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü'ne gönderildi. Kayseri'deki, Aladağlar Milli Parkı sınırları içerisinde yer alan Hacer Ormanları'nda örümcek popülasyonunun artması üzerine araştırma başlatıldı. Çevre ve Orman İl Müdürü Ali Rıza Baykan, yaptığı açıklamada, 30 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında Aladağlar Milli Parkı'nda yapılan Foto Safari Yarışması sırasında bölgede örümcek popülasyonunun arttığını gözlemlediklerini söyledi. Baykan, Müdür Yardımcısı Şevket Ağmaz başkanlığında oluşturulan ekibin yörede topladıkları örümcek örneklerinin araştırılmak üzere Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü'ne gönderildiğini kaydetti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !