BİR ŞEY YAPMALI

CUMHURİYET İÇİN DEMOKRASİ İÇİN HALK İÇİN GELECEĞİMİZ İÇİN ..................... cemaatlerin yönettiği bir coğrafya olmak istemiyorsak ................. Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi

25 Mayıs 2009 Pazartesi

SOSYALİZM-KOMÜNİZM

Sosyalizm Sosyalizm (ya da eski adıyla iştirâkiyye)diğer bir anlamıyla Toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir. Bununla birlikte, sosyalizmin fiili anlamı uygulamada zaman içinde değişmiştir. Siyasi bir terim olması nedeniyle, sınıfsız bir toplumun oluşturulması amacıyla, devrim ya da toplumsal evrimle örgütlü bir emekçi sınıf kurulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Sosyalizm, kökenlerini sanayileşme dönemindeki aydınlanma düşüncesinde dile getirilen siyasal ve sosyal eşitlik isteğinden almıştır. Giderek artan bir şekilde modern demokrasilerde de sosyal reformlar üzerine yoğunlaşılmaya başlanmıştır. Sosyalizm ve sosyalist terimi, bir dizi ideolojiye, bir ekonomik sisteme, varolmuş yahut varolan bir devlete işaret edebilir.. Marksist teoride sosyalizm, kapitalizmin yerini alacak ve daha sonra sosyalist yapı kendiliğinden söneceğinden komünizme dönüşecek bir topluma işaret eder.Marksizm komünizmin teorik ve felsefi zemini, komünizm sosyalizmin ardılı olarak gelişecek toplumsal sistemdir. Terimin ilk kullanılışı 19. yüzyılın başına kadar gider. İlk kez 1827’de İngilterede, Robert Owen’ın takipçilerini adlandırmak için kullanılmıştır. Fransa’da, yine özgönderimsel olarak, 1832 yılında l’Encyclopédie nouvelle’deki Saint-Simon, ardından Pierre Leroux ve J. Regnaud’un fikirlerinin takipçisi olanlar için kullanılmıştır. Kelimenin kullanımı hızlı bir biçimde yayıldı ve değişik zamanlarda ve yerlerde değişik şekillerde kullanıldı. Farklı kişiler ve gruplar kendilerini sosyalist ve sosyalist karşıtı olarak tanımladılar. Sosyalist gruplar arasında büyük farklılıklar olmakla birlikte, neredeyse hepsi, toplumun seçkin bir azınlığına hizmet etmektense halk çoğunluğuna hizmet eden bir iktisat bilimiyle birlikte, dayanışma prensiplerine göre işleyip, eşitlikçi toplumu savunarak, sanayi ve tarım işçileriyle birlikte mücadele eden, 19. ve 20. yüzyıla dayanan bir ortak tarihle bağlandıklarını kabul edeceklerdir. Bir Ekonomik Sistem Ekonominin küçük bir aristokrat, zenginler sınıfı ya da kapitalist bir sınıf yerine geniş kitlelerin yararına işletilmesi gerektiği savunan yönetim biçimidir. Sosyalizm düşüncesi ilk yükseldiğinde, 19. yy.da, pek çok siyasi düşünce açıkça seçkin sınıfların desteklenmesini savunuyordu. Bugün, açıktan açığa böyle bir destek ifadesi siyasî intiharla eşanlamlıdır. Bu nedenle ideolojiler artık, bir zamanlar yalnızca sosyalizm tarafından savunulan büyük kitlelerin iyiliğini istediklerini iddia ederler. Ancak bu ideolojiler zengin sınıfların mülkiyet hakkını hala savunurken, sosyalizm çalışan sınıfların haklarını doğrudan ilgilendiren meselelerin savunuculuğunda başı çeker gibi görünmektedir. Çoğu sosyalist, sosyalizmin ekonominin demokratik kontrolünü gerektirdiğini söylemekle birlikte, bu demokrasiye has kurumlar üzerinde ve kontrolün nerelerde merkezileşip nerelerde yaygınlaşacağı konusunda fikir ayrılığındadırlar. Benzer şekilde, sosyalist ekonominin bir pazar anlayışı gütmesinin gerekliliği ve eğer güdülecekse, bu pazar anlayışının yalnızca tüketim mallarında mı, yoksa bazı durumlarda üretim araçlarının kendisinde de mi geçerli olup olmayacağı boyutunda da farklılaşırlar. Çünkü üretim araçları mevzubahis olduğunda, mesele ekonominin mülkiyeti ve kontrolü meselesidir. Sosyalist olmayan birçok kişi, devlet himayesindeki merkezi ekonomik kontrolü ifade etmek için sosyalist ekonomi kelimesini kullanır. Sosyalistler arasında sosyalist ekonomide özel mülkiyete ait büyük şirketlerin olamayacağı konusunda genel bir fikir birliği vardır; büyük şirketlere doğrudan kendi işçilerinin sahip olması konusunda sosyalistler daha az anlaşırlar. Kendini sosyalist addeden az sayıda kişi arasında, sosyalist olduğunu iddia eden Çin Komünist Partisi’nin bu tutumu yansıttığını söyleyenler vardı. Öyle ki bu sırada Çin Ekonomik Reformu sürüyordu ve bu reform özel mülkiyete ait büyük şirketlerin pazar ekonomisindeki rekabetini destekleyen bir yapıdaydı. Çin’in kapitalist ekonominin özüne kendini böyle adapte ettiği halde, iktidardaki partinin hala (anlamlı bir şekilde) sosyalist olduğunu iddia etmesi, Çin’in içinde ve dışında birçok tartışmalara yol açtı. Eski Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun ekonomileri hem sosyalistler, hem de sosyalist olmayanlar tarafından sosyalist olarak nitelenir. Üretim araçları neredeyse tamamen devlete aittir ve ekonomi ülke çapındaki Komünist Partisi tarafından merkezi olarak idare edilir. Bununla birlikte, birçok sosyalist de buna karşı çıkar; çünkü bu ülkelerdeki insanların devlet yönetimi üzerinde kontrolü olmadığı için ekonomi üzerinde de kontrolü olmadığını iddia ederler. Bu sosyalistler, ekonominin oligarşi olarak anılan, daha sonra devlet kapitalisti, Stalinist ya da bazı Troçkistlerin dediği gibi “yozlaşmış işçi devleti” de denilen zümre tarafından kontrol edildiğini iddia ederler. Troçkistler Stalinist ekonominin, sosyalist ekonominin şartlarından birini yerine getirerek, ekonomiyi devlet kontrolü altına aldığını söylerler, ama onlara göre devletin işçiler tarafından demokratik olarak kontrol edilmesi gerekliliği yerine getirilmemiştir. Birçok sosyalist, bu iddianın genel hatlarına katılır ama ekonominin devlet tarafından idare edilmesi gerektiği yönündeki düşüncenin gözden geçirilmesi gerektiğini söylerler. Dahası, birçok sosyalist Sovyetler Birliği ve ona destek veren devletlerin, sınıfları ortadan kaldırmayı düşünürken, ekonomiyi kendi çıkarlarına göre yönlendiren, en azından yönlendirmeye çalışan yeni bir yönetici sınıf ya da nomenklatura ortaya çıkardıklarını iddia ederler. Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği ve ona destek veren devletler kendi ekonomilerinin “fiilen varolan sosyalizm” (varolan sosyalizm/gerçekten varolan sosyalizm) olduğunu öne sürdürler (herhalde varolan diğer sosyalizm teorilerine karşın, kendi sosyalizmlerini savunmak için). Bu dönemde başkaca sık kullanılan bir diğer terim de reel sosyalist/gerçek sosyalist terimiydi. Bu terimler, bu ülkeleri yöneten partilerin dışında olanlar tarafından kullanıldıklarında genellikle tırnak içinde ve hafif bir ironiyle kullanıldı. Bir Geçiş Olarak Sosyalizm Marksistler ve diğer sosyalistler genellikle sosyalizm kelimesini yukarıda açıklanan anlamlarda kullanmakla birlikte, bu kelimenin Marksist kullanılışında başka bir özellik daha vardır. Karl Marx, tarihsel materyalizm açıklamasında sosyalizmi toplumun kapitalizmden sonraki, komünizmden önceki aşaması olarak değerlendirir. Marx böyle bir toplumun nasıl özellikler taşıyacağı konusunda net değildir fakat inancında ve komünizme doğru dönüşürken, devrimci sosyalizmin kapitalizm üzerinde kazanacağı zaferde ısrarlıdır. Marks, analizlerinde 5 tane toplum biçimi saptamıştır. Bunlardan ilki komünnal toplum, sonuncusu ise komünist toplumdur. Komünist toplum Marks'a göre ikiye ayrılır: sosyalist toplum ve komünizm. İşte sosyalist toplum, Marks'a göre komünizmin birinci evresi yani alt evresidir. Komünizm ise komünist toplumun üst ve son evresidir. Marks, sosyalizmi var olan devlet formlarına artık ihtiyaç duyulmadığı, sınıfsız komünist topluma geçiş aşaması olarak düşünür. Engels’e göre, sosyalizmin temsili demokrasisi ortadan kalkar ve yerine komünizmin doğrudan demokrasisi gelirken; ekonomik yaşam özgürlük ve eşitlik temeli üzerinde yeniden düzenlenecek, devlet herhangi bir devrime ihtiyaç duymaksızın kendi kendine sönümlenecektir. Bu sınıfsız, devletsiz toplumu nihai hedef olarak belirlerken, Marksist düşünce ve anarşizm benzeşmektedir. Bununla birlikte, anarşistler devleti bir gecede yok etmek isterlerken, komünistler bunun giderek sönümlenen yavaş ve aşamalı bir süreçte gerçekleşmesini beklerler. Bu sosyalizm tanımlaması özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin anlaşılması açısından önemlidir. Çin Komünist Partisi sınıf çatışmasının Çin’i zaten sosyal gelişimin sosyalist evresine ittiğini iddia etmektedir. Bu yüzden ve Den Xiaoping’in olgulardan gerçeği olgulardan hareketle aramak teorisi nedeniyle, “çalışan” herhangi bir ekonomik sistem kendiliğinden sosyalist bir politika olarak nitelenmektedir; bu nedenle “Çin Tipi Sosyalizm”in ne olduğuna dair herhangi bir çerçeve çizilememektedir. Sosyalizm ve Karma Ekonomi Yukarıda da belirtildiği üzere, kendini sosyalist olarak tanımlayan bazıları, özellikle de sosyal demokrat olarak adlandırılanlar ve içinde revizyonist Avro-komunistlerin de bulunduğu bir grup, sosyalist ülkelerde yürürlükten olan yeni-kapitalizme destek vermek yerine, doğrudan kapitalist ekonomileri desteklerler. Bu durum da, kimin sosyalist olmadığı sorusunu akla getirir. Karma ekonominin en yaygın tanımı, doğal kaynaklar ve kamu hizmetleri üzerindeki kamu mülkiyetinin sınırlandırılmasıdır. Bunun temel mantığı, doğal kaynakların ortak mülkiyet olduğu ve kamu hizmetlerinden bazılarının (ya da hepsinin) doğal tekeller oluşturduğudur. (Örn: Elektrik ve su kaçınılmaz olarak tekeldir) Kimileri karma ekonomideki sosyalist yaklaşımı genişleterek, kapitalistlerin toplum üzerinde denetim kurmasına yol açabilecek hayati önemi olan herhangi bir sanayi alanından ya da güç dengesizliği yaratabilecek büyük zenginliklerden uzak tutulması gerektiğini düşünürler. Ulusal savunma ya da egemenlik konusunda da benzer düşünceler vardır. Birçok kapitalist ülke en azından geçmişte çelik, otomobil, uçak sanayisi gibi kilit önem taşıyan sanayileri ulusallaştırmıştır. Örneğin Harry S. Truman Kore Savaşı sırasında çelik fabrikalarını ulusallaştırmıştır. Bu fabrikalar ABD Yargıtayı’nın emriyle özel mülkiyete aktarılmıştır. Tüm sosyalist düşünürler serbest Pazar ekonomisinin bir süre sonra mutlaka belirli bir azınlığın yararına ama çoğunluğun zararına işler hale geldiği konusunda hemfikirdirler. Özellikle komünistler kapitalizmle herhangi bir uzlaşmanın gerçekleşebileceğini reddederler. Onlara göre zenginliğin özel birikimine izin veren herhangi bir ekonomik sistem özünde adaletsizdir ve kapitalistlere (kendi sermayesi olan ve kontrol edenler) eşitsiz gelişim ortamı sağlamaktadır. Kendilerini sosyalist olarak tanımlayanların az bir kısmı, üretim araçlarının planlı bir şekilde özel mülkiyete devredilebileceğini söylerken, diğer sosyalistler bu konuda fikir ayrılığındadırlar. Bazıları zenginliğin daha eşit dağıtılabilmesi için kapitalist piyasa koşullarının işleyişini kullanabileceklerini iddia ederken, diğerleri de bu dağıtımın eşitliğini garanti altına almak için tüm mülkiyetin kamulaştırılması gerektiğini söylerler. Birçok sosyalist özellikle temel ihtiyaç malzemesi olmayan mallarda, arz-talep dengesini ayarlamanın piyasa koşulları mekanizmaları olmadan çok zor olduğunu bilmektedir. Bazıları ılımlı bir piyasa sosyalizmi modeli ortaya koymuşlardır; buna göre bir market vardır, ama üretim araçlarının mülkiyetine sahip bir sınıf yoktur. Komünizm Komünizm,örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı bir politik harekettir. Komünizm sınıfsız bir toplum yaratma amacındadır. 20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx'ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır. Buna göre özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumun yerine meta üretiminin son bulduğu komünist toplum geçecektir. Komünizm'in temelinde yatan sebep, sınıfsız, ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulması isteğidir. Sınıfsız toplumlarda en genel anlamıyla tüm bireylerin eşit olması, karşıt görüşlüleri için "ütopya" olarak atfedilir ve zorla yaşanmaya çalışılırsa kaosa yol açacağına inanılır. Paris Komünü, gerçek anlamda komünal sistem yaşayabilmiş tek topluluktur. Bunun dışında Mahnovist hareket öncüllüğünde Ukrayna ve İspanya iç savaşı sırasında Anarko-komünist hareketle şekillenen (yaklaşık 4 yıl sürmüştür) toprakların kollektifleştirilmesi esasına dayalı olarak komünal topluluklarda kurulmuştur. Komünizmi savunan akımlar arasında en yaygını Leninizm (Marksizm-Leninizm)'dir. Marksizm-Leninizm'e göre komünizme giden süreç burjuvazinin ortadan kalkmasını sağlayacak olan proletarya rejimi başlatılacak ve ardından komünizmin hazırlayıcısı sosyalizm aşamasına geçilecektir. Marksist kuramda son aşama olan komünizmin gerçekleşmesiyle devlet ortadan kalkacaktır. Leninizm dışında iki komünist akım daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Marksizm'in temel görüşlerini benimseyen fakat Leninist modelle komünizm hedefine ulaşılamayacağını iddia eden sol komünizm veya konsey komünizmi olarak adlandırılan akımdır. Lenin'in "Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı" adlı eserine cevaben yazılan Herman Gorter'in "Yoldaş Lenin'e Açık Mektup", Gilles Dauvé ve François Martin'in "Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı" isimli kitaplar bu akımın takipçilerinin yarattıkları eserlerdir. Diğer bir komünist akım ise anarşist komünizm'dir. Anarşizmin bireyci ve kolektivist akımlarından ayrılan anarşist komünizm fikri, komünizme devlet aygıtını ele geçirerek geçilebileceğini reddeder ve bunu savunan Marksizm'i eleştirir. Peter Kropotkin, Nestor Makhno, Errico Malatesta, Carlo Cafiero anarşist komünizm düşüncesinin temellerini atan düşünürlerden ve eylemcilerden bazılarıdır. Anarşist komünizm, anarşizm'den "sınıf" gerçeğine göre hareket etme ve örgütlenme temelinde ayrılır. Savunucuları komünizmin, bilimsel sosyalizm olmadan gerçekleştirilebileceği üzerinde birleşir. Anarşist komünizm, devlet'in kapitalizm için bir kılıf olduğunu ve bu yüzdende sınıfsız bir topluma gidilecek süreçte kullanılmasının sonucunda "diktatörlük", "devlet kapitalizm"i ya da "bir sözde zümrenin, toplum üzerinde iktidarı'na yol açacağını düşünür. Komünizm henüz hiç uygulanmamış ve kuramsal düzlemde kalmıştır. İlkel Komünizm Komünizm fikri Batı düşüncesinde Marx'tan ve Engels’ten çok önce oluşmuştur. Antik Yunan’da zaten komünizm mülkiyet gelmeden önce toplumun tam uyum içinde yaşadığı, insanlığın “altın çağına” dair bir mitolojiyle ilişkilendirilirdi. Kimileri Platon’un Devlet adlı eserinin ve diğer antik kuramcıların bir çeşit komünal yaşam içinde komünizmi savunduğunu belirtir. Pek çok erken Hıristiyan mezhebi (ve Elçilerin İşleri bölümünde de belirtildiği üzere özellikle erken dönem Kilise), Kolomb öncesi Amerika’daki yerli kabileler komünizmi komünal yaşam ve ortak mülkiyet biçiminde uygulamışlardır. 16. yüzyılda İngiliz yazar Thomas More Ütopya adlı incelemesinde, ortak mülkiyet üzerine kurulu bir toplumu tasvirlemiştir. 17. yüzyılda komünist düşünce İngiltere’de tekrar tartışma konusu oldu. Eduard Bernstein 1895’te yazdığı Cromwell ve Komünizm adlı eserinde İngiliz İç Savaşı içindeki grupların, özellikle de Kazıcıların (Diggers) açıkça komünist, tarıma dayalı düşünceleri desteklediğini ve Cromwell’in bu gruplara yaklaşımının olsa olsa değişken, sıklıkla da düşmanca olduğunu iddia eder. Özel mülkiyet fikrinin eleştirisi 18. yüzyıl boyunca süren Aydınlanma döneminde de, Jean Jacques Rousseau gibi düşünülerle devam etti. Robert Owen gibi “ütopyacı sosyalist” yazarlar da bazen komünist sayılırlar. Karl Marx insanlığın klasik toplum, feodalizm ve şimdi içinde bulunduğu kapitalizm dönemine yükselmesinde ilkel komünizmi ilk ve asıl çıkış noktası olarak görür. Ardından sosyal evrimdeki sonraki adımın komünizme geri dönüş olacağını gösterir ancak bu insanlığın zaten deneyimlediği ilkel komünizmden çok daha yüksek bir seviyede olacaktır. Komünizm çağdaş formunda 19. yüzyılın işçi hareketiyle birlikte Avrupa’da yükseldi. Bu sırada Sanayi Devrimi ilerliyordu. Sosyalist eleştirmenler kapitalist iktisadın uygunsuz koşullarda şehirdeki fabrikalarda çalışan işçiler olan proletaryayı ve zengin ile yoksul arasında giderek açılan bir uçurumu ortaya çıkardığını gördüler.Aslında gerçek anlamda komünizm,19. yüzyılın ortalarından itibaren filizlenmiştir.Komünizmin tabiri,Karl Marx ve Fredrih Engels'in ortak yapıtları olan Komünist Manifesto adlı kitapta açıklanmıştır.Burdan yola çıkarsak,aslında komünizmin yaklaşık 1,5 asırlık bir geçmişi vardır. Anarşist Komünizm Anarşist Komünizm 14. yüzyılda bir red ve bir istekten doğan anarşizmin komünist koludur. Reddedilen otoritedir. Nitekim anarşist kuramcı Proudhon 1851'de "artık ne kilise'de ne de devlet içinde,ne toprakta ne de parada da otorite olmalıdır" diyordu. İstenilen de özgürlüktür. Anarşist düşünce Marx'ın bilimsel sosyalizmiyle çelişir. Anarşizmin ispanyadaki kurucusu Guiseppe Fanelli ile 1. Enternasyonale katılan Bakunin, "dünyada eşitlik, komünler içinde serbestçe örgütlenmiş ve federasyon haline gelmiş üretim birliklerindeki kolektif mülkiyetin ve emeğin kendiliğinden örgütlenmesiyle gerçekleşmek zorundadır" der. Nitekim, daha Enternasyonal'ın başlangıcında işçiler ikiye bölünmüştü. Biri Marxçı diğeri Proudhoncu olan bu iki akım özellikle cenevre(1866) ve Lozan(1867) kongrelerinde çatıştı. 1. Enternasyonal'den sonraki kongrelerde anarşistler yenik düştü. Anarşistlerin öncülerine göre yapacakları propaganda yeniden gözden geçirilmeliydi. Bu düşünceden hareketle italyan anarşistler,1877 de şiddet kullanmayı önerdiler: "sosyalist ilkelerin eylemlerle ortaya konmasına yönelen ayaklanma, en etkin propaganda aracıdır. Bu araç kitleleri yanıltmadan ve bozmadan en derin toplumsal katmanlara nüfuz edebilir ve enternasyonal'in desteklediği mücadelede insanlığın diri güçlerini yanına çekebilir"(1876 da Cafieronun Malatestaya yazdığı mektup). Bu düşünceden hareket eden italyan anarşistleri, Benevento'da taşra arşivlerini ateşe vermeye ve yoksullara para dağıtmaya giriştiler. yapılan baskılar anarşist düşüncenin yayılmasına, özellikle ispanya ve rusyada engel olamadı. Bu arada Bakunin ve Kropotkin, eksiksiz ve evrensel nitelikte olduğunu düşündükleri bir eğitim sistemi ortaya koyarak Proudhon'un düşüncelerini geliştirdiler. Anarşist Komünizmin örgütlü pratikleri, kendisini tarihte Ukrayna ve İspanya iç savaşında gösterir. Marksizm Kökeni materlayizm'e dayanan din görüşüdür maddeciliği savunur yani belirli bir tanrı ianacı yoktur marksizm-leninizm'in yaygın olduğu ülkelerde(rusya-küba) ibadethane;cami,kilise vb yerler yoktur din inancı bulunmaz Diğer sosyalistler gibi Marx ve Engels de kapitalizme ve işçinin sömürülmesine son verme yolları aradılar. Fakat erken dönem sosyalistler genellikle uzun süreli bir sosyal reformu önermekte iken, Marx ve Engels devrimin sosyalizme giden tek yol olduğunu söylediler. Marksizm’de, sınıflı toplumdaki insanın temel özelliği yabancılaşmadır ve komünizm insanlığın özgürlüğünün tam olarak gerçekleştirilmesi demektir. Marx burada Hegel ’i izleyerek özgürlüğü yalnızca kısıtlamaların yokluğu olarak değil, ahlakî bir özü olan hareket olarak alır. Komünizm yalnızca insanlar ne yapmak istiyorlarsa onu yapmalarını sağlamaz, ama aynı zamanda onları öyle koşullar ve diğer insanlarla öyle ilişkiler içine koyar ki, artık sömürme ihtiyacı hissetmezler. Ancak Hegel’e göre bu dünya asla ulaşılamayacak olan idealar dünyası tarafından yönetilirken, Marx’a göre komünizm maddeler dünyasından, özellikle de üretim araçlarının gelişiminden ortaya çıkar. Marksizm sınıf çatışma ve devrimci mücadele sürecinin proletarya için zaferle sonuçlanacağını ve özel mülkiyetin zamanla ortadan kalkarak üretim araçlarının topluma ait kılınacak bir komünist toplumun kurulacağını ileri sürer. Marx komünist yaşam hakkında az şey yazmış ve yalnızca komünist toplumu oluşturan en temel belirtileri vermiştir. Açıktır ki, bu insanın altından kalkabileceği tasarıların çok az sınırlandığı bir bolluğu gerektirir. Komünist hareket tarafından benimsenmiş bir sloganda komünizm “Herkesten yeteneğine göre alınan, herkese gereksinimine göre verilen” bir dünya olarak açıklanır. Alman İdeolojisi (1845) Marx’ın komünist geleceği detaylıca açıkladığı az sayıdaki yazılarından biridir: Oysa herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır. 19. yüzyılın son yarısında sosyalizm ve komünizm terimleri genellikle birbirlerinin yerine kullanılmaya başladılar. Ancak Marx ve Engels sosyalizmi toplumun üretim araçlarını ortak olarak kullandığı ama bazı sınıf farklılıklarının hâlâ bakî olduğu bir geçiş aşamasını tanımlamak için kullandılar. Komünizm terimini de tüm sınıf farklarının ortadan kalktığı, insanların uyum içinde yaşadığı ve devlete artık ihtiyaç duyulmadığı nihai bir aşama için kullandılar. Özellikle daha sonra Lenin tarafından geliştirilen bakış açıları, 20. yüzyılın komünist partilerinin harekete geçirici niteliklerinin temelinin oluşturulmasını sağladı. Sonraki yazarlar Marx’ın bakış açısını biraz değiştirerek, komünizm tam olarak yerleşmeden önce uzun bir sosyalizm sürecinin gerektiğine inanmış ve böyle toplumların geliştirilmesinde devlete merkezî bir rol tanımışlardır. Marx’ın Mihail Bakunin gibi çağdaşları benzer fikirleri desteklediler ama sınıfsız topluma nasıl ulaşılacağı konunda fikir ayrılığına düştüler. Günümüzde işçi hareketinde Marksistler ve anarşistler arasında bir ayrım vardır. Anarşistler tüm devlet biçimlerine karşıdır ve onu ortadan kaldırmak isterler. Anarşist komünistler sınıfsız topluma derhal geçilmesini ister. Komüntern Modern dünyada geniş ölçekli bir sosyalizm kurma fikri üzerine ilk çaba Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nde gerçekleşti. Bolşevikler ve Lenin’in önderliğinde yapılan devrim, Marksistlerin kendi arasında da komünizm üzerine önemli pratik ve kuramsal tartışmalar başlattı. Marx’ın kuramı devrimlerin yerleşik ve büyük bir işçi sınıfının oluştuğu ileri kapitalist ülkelerde olacağını farz ediyordu. Bununla birlikte muazzam büyüklükteki cahil köylüleriyle ve küçük sanayisiyle Avrupa’nın en fakir ülkesiydi. Bu şartlar altında onların ideolojik vazifelerine göre öncelikle bir işçi sınıfının yaratılması gerekiyordu. Bu nedenle sosyalist Menşevikler, kapitalizm oluşmadan evvel sosyalist devrim isteyen Lenin’in komünist Bolşeviklerine karşı çıkıyorlardı. Bolşevikler iktidara geldiklerinde Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’yla olan ilgisinin kesilmesini isteyen halkın ve toprak reformuna isteyen köylülerin desteğini elde eden pragmatik ve siyasî olarak başarılı “barış, ekmek ve toprak” sloganlarının ötesinde bir programdan yoksun kaldılar. Komünizm ve sosyalizm terimlerinin kullanımları 1917 yılında Bolşevikler isimlerini Komünist Parti olarak değiştirdiklerinde ve sosyalist ilkelere bağlı tek parti rejimi kurduklarında değişti. Devrimci Bolşevikler ılımlı sosyalist hareketlerle olan bağlarını kopardılar ve İkinci Enternasyonal'den çekilerek 1919 yılında Üçüncü Enternasyonal'i ya da Komintern'i kurdular. Bundan böyle Komünizm terimi Komintern şemsiyesi altında toplanan partilerin ideolojilerini belirtmek için kullanılır oldu. Programları sosyalist iktisadın geliştirilmesini olduğu kadar, proletarya diktatörlüğünün kurulmasını sağlayacak olan dünya işçilerinin devrim için birleşmesi çağrısında bulunuyordu. Sonunda devletin yavaş yavaş yok edilmesiyle uyumlu bir sınıfsız toplum oluşturacak programları tuttu. Sovyet komünistleri 1920’lerin başında, eski Rus İmparatorluğu'ndan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni ya da Sovyetler Birliği’ni kurdular. Lenin’in demokratik merkeziyetçiliğini izleyerek, komünist partiler hiyerarşik bir yapıyla örgütlendiler. Tabanda yalnızca partinin yüksek üyeleri tarafından onaylanmış ve parti disiplinine tamamen uyan seçkin kadrolardan oluşan etkin hücre üyeleriyle örgütleniyorlardı. 1918 ile 1920 arasında, Rusya İç Savaşı’nın ortasında yeni rejime tüm üretim araçlarını devletleştirdi. Ayaklanmalar ve köylülerin rahatsızlığı başlayınca, Lenin Yeni Ekonomi Politik ’i (YEP/NEP) açıkladı. Bununla birlikte Josef Stalin’in liderlik için kişisel mücadelesi YEP’in sonunu hazırladı ve Stalin kendi otoritesini programı iptal etmek için kullandı. Sovyetler Birliği ve Komünist Partiler tarafından yönetilen diğer ülkeler sosyalist iktisadi esaslar üzerine kurulu Sosyalist devletler olarak tanımlanırlar. Bu kullanım, onların sosyalist programı üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmak ve iktisat üzerinde devlet kontrolünü kurmak için benimsediklerini belirtir; bununla birlikte, kendilerini tam anlamıyla komünist olarak tanımlamazlar çünkü ortak mülkiyet henüz yoktur. Stalinizm Sosyalizmin Stalinist versiyonu, bazı önemli değişikliklerle birlikte Sovyetler Birliğini ve dünya çapındaki Komünist Partileri şekillendirdi. Bu görüş büyük bir sanayileşme ve kamulaştırma programıyla komünizmi kurma ihtimali üzerinde duruyordu. Sanayinin hızlı gelişimi ve hepsinin ötesinde Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanması, bu bakış açısına dünya çapında bir destek sağladı ve hatta Stalin’in ölümünü izleyen on yılda, parti otuz yıl içinde komünizmin kurulmasını vadeden bir program benimsedi. Bununla birlikte Stalin’in önderliğindeki Sovyet modelin iskeletiyle komünizme ulaşma düşüncesindeki bazı gedikleri kanıtlar gösterdi. Stalin Sovyetler Birliği’nde hayatın yönünü kontrol eden baskıcı bir devlet kurdu. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin yeni lideri Nikita Kruşçev bu baskının büyüklüğünü kabul etti. Daha sonra bu büyüme azaldı, devlet memurları arasında Sovyet sisteminde gediklere yol açan rantçılık ve bozulma arttı. Komintern’in faaliyetine rağmen, Sovyet Komünist Partisi Stalinist bir kuram olan “tek ülkede sosyalizm”i benimsedi. Sınıf mücadelesinin sosyalizmde daha zorlaşacağını söyleyen Stalinist görüşe göre eğer gerekliyse tek ülkede sosyalizmi kurmak mümkündü. Marksist enternasyonalizmden bu kopuş, “sürekli devrim” kuramını ortaya atarak dünya devriminin gerekliliğini vurgulayan Leon Troçki tarafından eleştirildi. Troçkizm Troçki ve destekçileri “Sol Muhalefet”i oluşturdular ve platformları Troçkizm olarak anıldı. Fakat Stalin Sovyet rejiminin tam kontrolünü ele geçirmeyi başardı ve onların Stalin’i iktidardan indirme girişimleri 1929 yılında Troçki’nin sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Troçki’nin sürgün edilmesinin ardından, dünya komünizmi iki farklı fraksiyona ayrıldı: Stalinizm ve Troçkizm. Troçki daha sonra 1938’de Komintern’e bir meydan okuma olan Dördüncü Enternasyonal ’i kurdu. Bugün Troçkizm’i izleyen bazılarına göre, bu ideoloji Sovyet bloğundaki Komünist çevrelerde Stalin’in ölümünden sonra bile kabul görmemiş ve Troçki’nin komünizm konusundaki açıklamaları devleti yıkacak koşulları hazırlayacak siyasî bir devrime önderlik etmede başarılı olmamıştır. Bununla birlikte Troçkist fikirler sosyal değişim deneyimleri yaşayan ülkelerde (örneğin Venezuela’nın başbakanı Hugo Chavez’le ilişkisi olan Alan Woods'un Marksist Enternasyonal Komitesi gibi) zaman zaman yankı bulmaktadır. Büyük Britanya, Fransa, İspanya ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde birçok parti politik arenadadır. Kapitalizmin destekçisi olan partilere katkıda bulunan Troçkist grupların, böyle davranılmasını uygun bulmayan diğer Troçkistler tarafından oportünizmle (fırsatçılık) suçlandığını unutmamak gerekir. Soğuk Savaş Yılları Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan galibiyetle çıkmasının ardından Doğu Avrupa’da önemli müttefikler kazanmasıyla birlikte, komünizm hareketi birkaç yeni ülkede daha başladı ve Maoizm gibi birkaç değişik komünizm düşüncesinin yükselmesine de yardımcı oldu. Sosyalizm birçok yeni ülkenin Sovyetlere eklenmesiyle ve Doğu Avrupa’ya yayılarak güçlendi. Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslavakya, Doğu Almanya, Polonya, Macaristan ve Romanya’da Sovyet Komünizmi örnek alınarak yönetimler kuruldu. Yugoslavya’da da Josip Tito’nun önderliğinde komünist bir yönetim yaratıldı ama Tito’nun bağımsız politikaları, Yugoslavya’nın Komintern’in yerine kurulan Kominform’dan çıkarılmasına yol açtı. Titoizm hareketi de deviasyonist (sapma) olarak adlandırıldı. 1950 itibariyle Çin Marksistleri Tayvan hariç tüm Çin ellerinde tutarak, dünyanın en kalabalık ülkesini yönetiyorlardı. Diğer bölgelerdeki komünist güçler, emperyalist dünya üzerinde huzursuzluk yaratıyor ve emperyalistler Orta Asya’daki ve Afrika’daki huzursuzlukları bastırmak için savaşa başvuruyorlardı. Bunların en acı sonuçlar doğuranlarından birisi Vietnam Savaşı ’dır. Değişik oranlarda başarılar sağlayan Komünistler, bu fakir ülkelerdeki ulusal ve sosyalist güçlerle birlikte Batı emperyalizmine karşı savaş verdiler. Maoculuk 1953’te Stalin’in ölümünün ardından, Sovyetler Birliği’nin yeni önderi Nikita Kruşçev Stalin’in suçlarını ve yaptığı kişisel propagandayı ifşa etti. Lenin’in prensiplerine geri dönüş çağrısı yaptı ve böylece Komünist yöntemlerdeki bazı değişiklikleri haber vermiş oldu. Bununla birlikte, Kruşçev’in ıslahatları özellikle 1960’lar ve 70’lerde daha görünür hale gelen Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik farkları arttırdı. Uluslararası marksist hareketteki Çin-Sovyet bölünmesi açık bir düşmanlığa dönüşürken, Maoist Çin kendisini gelişmemiş dünyanın iki süpergüç olan ABD ve Sovyetler Birliği karşısındaki önderi olarak gösterdi ve Maoculuk dünyada Marksizmin yeni bir dalı olarak kabul edildi.51 Sovyetler Birliği’nin Dağılması ve Günümüzde Marksizm1985 yılında Mihail Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin önderi oldu ve glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) projeleriyle merkezi kontrolü azalttı. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan Komünist yönetimi 1990 yılında terk ettiklerinde Sovyetler Birliği onlara müdahale etmedi ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kendisi de dağıldı. 21. yüzyılın başıyla birlikte, Komünist partiler Çin, Küba, Laos, Kuzey Kore ve Vietnam’da iktidardalar. Moldova’nın başkanı Vladimir Voronin Moldova Komünist Partisi’nin üyesi olmakla birlikte ülke tek parti önderliğinde yönetilmiyor. Bununla birlikte Çin, Maocu mirasın birçok bakış açısını yeniden değerlendirdi ve Çin, iktisatta büyümeyi arttırmak için devlet kontrolünü azalttı. Komünist partiler ya da onların izleyicileri, birçok Avrupa ülkesinde ve özellikle de Hindistan’da siyasi olarak hala önemlerini koruyorlar. Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist devrimlerin ardından komünizmin neden başarılı olamadığına dair Marksist teoriler, kapitalist dış ülkelerin baskısı, devrimlerin gerçekleştiği ülkelerin görece az gelişmiş olması ve devleti kendi çıkarları doğrultusunda yöneten yeni bir bürokratik tabaka ya da sınıfın oluşması gibi etkenler üzerinde durmaktadır. Sovyetler Birliği’ne ve Sovyet sistemine yönelik Marksist eleştiriler, Sosyalist devletlerin “devlet kapitalizmi” ya da bürokratik diktatörlük haline geldiğini ve Sovyet sisteminin Marx’ın komünist idealinden çok uzağa düştüğünü söylemektedir. Devletin ve partinin bürokratik seçkinlerinin ağır bir şekilde merkezileşmiş ve baskıcı bir siyasal araç haline gelmiş aygıtta bürokrasinin sınıflı sisteme özgü bir sınıfmış gibi hareket etmeye başladığı vurgulanır. Marksist olmayanlar ise devlet kapitalizmi terimini Komünist Parti tarafından yönetilen tüm topluluklar ve böyle ulus-devletler yaratma niyetinde olan herhangi bir parti için kullanırlar. Sosyal bilimlerde, Komünist Partiler tarafından yönetilen topluluklar tek partili yönetimlerinden ve sosyalist iktisadi tabanlarından dolayı ayrı tutulurlar. Antikomünistler böyle toplumlar için totaliterlik terimini kullansalar da, birçok sosyal bilimci böyle devletlerde bağımsız politik faaliyetler yürütmenin imkânlarını tanımlamışlar ve bunun gelişimini 1980ler ve 90ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki müttefiklerinin dağılmasından sonrasına kadar vurgulamışlardır. Kaldı ki, zaten Marx'a göre proletarya diktatörlüğü, komünizm aşamasına ulaşmak için geçilmesi gereken bir aşamadır. Dolayısı ile burjuva düzenlerinde olduğu gibi çok partili bir sistem kurulması zaten mümkün değildir. Bazı komünistler, sosyalist bir yönetimin totaliter bir yönetime dönüşmesinin, ancak halkın yönetime katılmasının engellenmesi ile olabileceğini savunmaktadırlar. Bugün Marksistler ve anarşistler dünyanın pek çok bölgesinde faaliyettelerdir.Latin Amerika'da marxsizm gelişmiştir.Bugün;Küba,Venezuella,Bolivya,Çin,Kuzey Kore,Laos,Vietnam,Moldova ve Nikaragua sosyalist ve komünist partilerin iktidarlarıyla yönetilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

No Pasaran !